23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
B undan 29 yõl önce, 22 Temmuz 1980 günü sabah evin- den çõkarken karanlõk odaklarõn silahlõ saldõrõsõ- na uğrayarak yaşama veda eden Kemal Türkler’in özellikle sendikal alanda bõraktõğõ boşluk bugün bi- le doldurulabilmiş değil. Destansõ bir yaşamõ olan Türkler’in savaşõm gele- neğinden bugün de alõna- cak sayõsõz dersler olduğu gerçeği anõmsanõrsa bun- dan şöyle bir sonuç çõkar- mak olasõ: Türk solu artõk geçmişiyle, hatta kendi- siyle barõşmalõdõr. Ancak böylece geçmişin zengin deney ve birikimleri gele- cek kuşaklara aktarõlabilir. Sendikal yaşama ma- den işkolunda başlayan ve adõ bu işkoluyla adeta öz- deşleşen Türkler, 1926 yõ- lõnda Denizli’de doğdu. 1947 yõlõnda İstanbul’a giderek hukuk öğrenimine başladõğõ yõla varana değin ne gibi bir sendikal etkin- lik içinde yer aldõğõ bilin- memekle birlikte, örgütçü bir yapõnõn doğasõnda bu- lunan bir özellik olduğu kesindir. Değilse, sendikal yaşama ayak bastõğõ 1940’lõ yõllarõn ikinci ya- rõsõndan sonra yükseköğ- renimini yarõda bõrakarak yaşamõnõn sonuna değin sendikal kulvarda yürü- müş olmasõ ve yine bu uğurda karanlõk odakla- rõn kurşunlarõyla yaşamõ- nõn noktalanmõş olmasõ başka nasõl açõklanabilir?.. Gelin Kemal Türkler’i gerek sendikal gerekse si- yasal özgeçmişinden anek- dotlar aktararak daha ya- kõndan tanõmaya çalõşa- lõm. 16 Eylül 1954 gü- nünde Türkiye Maden-İş Sendikasõ Genel Başkan- lõğõ’na seçilen Kemal Türkler, ölene değin bu sendikanõn değişmez ön- deri olarak yaşadõ. Aynõ zamanda, bu işkolunun tüm Türkiye ölçeğinde ör- gütlenmesinde son derece büyük bir başarõya imza at- mõş ve böylece sayõsõz özelliklerinin içine iyi bir örgütlenme ustasõ olarak da adõnõ kazõmõştõ. 1961 yõlõnda 12 sendi- kacõ tarafõndan kurulan ve ileriki yõllarda adõ Türkiye sol siyaset alanõnda parla- mentoya değin taşõnacak olan Türkiye İşçi Partisi (TİP) içinde hem kurucu ve hem de kurucu başkan yardõmcõsõ olarak yer ala- cak olan Kemal Türkler’i böylece siyasal yanõyla da tanõmõş olacağõz. Asõl ki- şiliğine damgasõnõ vuracak olan da onun bu yanõ ola- caktõr. Örneğin kuru bir sendikacõ olmaktan çok işçilerin ekonomik, de- mokratik hak ve özgür- lükler savaşõmõnõ siyasal savaşõmla birleştirmede önemli bir rol oynayacak- tõr. Kavel direnişinde, 15- 16 Haziran işçi eylemle- rinde, işçilerin birlik, da- yanõşma ve mücadele gü- nü olan 1 Mayõs’larõn yõ- ğõnsal ve görkemli bir bi- çimde kutlanmasõnda, DGM direnişlerinde, MESS grevlerinde bir ön- der olarak onun savaşkan ve dövüşken bir yanõna daha tanõk olunacaktõr. Kemal Türkler’i, verili düzenin uzlaşmacõ sendi- kal anlayõşõnõn dar kalõp- larõnõn yõkõlarak sõnõf ve kitle sendikacõlõğõ anlayõ- şõna sõçrayõşõn bizde en önemli ve büyük adõmõ olan Devrimci İşçi Sendi- kalarõ Konfederasyo- nu’nun (DİSK) kuruluşu- na da önderlik etmiş ve bunun ilk genel başkanõ olarak 1967 yõlõndan 1977 yõlõna değin 10 yõllõk bir süre boyunca değişmez genel başkanõ olarak işçi sõnõfõ mücadelesini yerel- likten evrenselliğe taşõ- mõş, diğer bir deyişle Türk sendikal devinmesini ulus- lararasõ işçi sõnõfõ hareke- tinin saflarõna katmõştõr. Kemal Türkler’i anlatõrken onun bu uluslararasõ özel- liğine de vurgu yapõlmasõ gereklidir. Sonuç olarak yaşamõnõ işçi sõnõfõnõn sendikal ve siyasal mücadelesine ada- mõş Kemal Türkler’i ta- nõmaya çalõşõrken onun niteliklerini; 1) Büyük bir örgütleme ustasõ. 2) Siyasal derinliği bulunan bir işçi önderi. 3) Savaş- kan ve dövüşken bir işçi özyapõsõ. 4) Sorumlulu- ğunu yüklendiği bir mü- cadeleyi daha ileriye ta- şõmada yürekli, kararlõ ve tutarlõ bir tavõr adamõ. 5) Aydõn ve uluslararasõ bir yaşama tarzõ, ana baş- lõklarõyla özetlemek ola- sõdõr. Y öneten - Yönetemeyen demok- rasi kavramõ ünlü siyaset bi- limciler George Bordeau ve Giovanni A. Sartori tarafõndan ele alõnõp incelenmiştir. G. Bor- deau, Yöneten Demokrasi adlõ 3 ciltlik ya- põtõnda, kimi siyasal partilerin demagoji ve halk dalkavukluğu yaparak seçimlerde tep- kisel oylarõ ele geçirebildiklerini, ancak böy- lesi durumlarõn demokratik yaşamda daha bü- yük yeni sorunlara yataklõk ettiğini ele alõr ve irdeler. Yazar, yetersiz ve donanõmsõz siyasal ik- tidarlarõn oluşmasõ sonunda, kaybedenin as- lõnda “yönetilen”lerin yani halkõn kendisinin olduğunu savunur ve bu gibi durumlarõn so- nunda “yönetemeyen demokrasi”lere dön- üştüğünü vurgular. ABD’de ünlü Colombia Üniversitesi’nin si- yaset bilimi öğretim üyesi Prof. Dr. Giovanni Sartori ise, Demokrasi Teorisine Geri Dö- nüş adlõ yapõtõnda, “Yönetemeyen Demok- rasi” bağlamõnda “Aşırı Yük ve Sorun Çözemeyenler” kavramlarõnõ irdelemiştir. Prof. Sartori bir ülkede siyasal iktidarõn çöz- mekle yükümlü olduğu sorunlarõn ağõrlõğõnõ belirtmek amacõyla “overload” (aşırı yük) olgusunu ortaya atmõştõr. Örneğin siyasal, toplumsal dõş politika ve ekonomi alanlarõndaki birçok sorunla (aşõrõ yük), karşõ karşõya olan bir ülke, öncelikle bu sorunlarõ çözmek için “sorun üreten” değil; “sorun çözen” siyasal iktidarlara gereksinim duyar... Popülist yaklaşım Ancak, iktidara gelen siyasal parti eğer so- runlarõ görmezden gelerek popülist davra- nõşlarla zaman geçirirse, siyasal ve toplum- sal sorunlar birikir. Bu noktada “sorun çö- zücü” olmak yerine, “sorun yaratıcılık”, ve “sorun üreticilik” ortaya çõkar ki bu da “yö- netilmezlik” (ungovernability) olgusunu yaratõr ve sonunda durum, “yönetemeyen de- mokrasi”ye dönüşür. Prof. Sartori’ye göre bir ülkede hem “aşı- rı yük” (ağõr sorunlar), hem de sorun çöze- memek, sorunlarõ ortada bõrakõp “halk dal- kavukluğu” ya da “çatışma yöntemi” öne çõkõyorsa, “yönetilmezlik” yani “yönetile- meyen demokrasi” olgusu ortaya çõkmak- tadõr. Sartori bu noktada şu yargõya varõyor: Toplumsal sorunlarõ çözemeyen siyasal ik- tidarlarõn sürdürülmesi, kaçõnõlmaz olarak si- yasal iktidarlarõn uzun dönemde erimesine, ufalmasõna yol açõyor. Hatta, Dr. Sartori bu noktada başka bir de- mokrasi teorisyeni Karl Mannheim’e gön- derme yaparak “... toplumdaki liderlik yokluğuna” işaret eder ve “demokrasi dı- şı istekleri bulunan gruplara fırsat veren olgunun işte bu genel yönetme, çekip - çe- virme yokluğu” olduğunu vurgular. (s. 179) Şimdi Türkiye’ye bakalõm ve sõnõrlõ da ol- sa sorunlarõ sõralayalõm: - İşsizliğin en üst düzeyde olduğu, her üç gençten birinin iş bulamadõğõ, ekonomik da- ralmanõn son 64 yõlõn en üst düzeyine yüzde 30’lara ulaştõğõ bir ekonomik durum. İşçile- rin tedirginliği, tarõm kesiminin giderek yok- sullaşmasõ. - Ortadoğu’da Irak, İran, Afganistan ve Pa- kistan’da süregelen sorunlar, bunalõmlar ve terör... Bunlara ilave olarak özellikle Kõbrõs, Azerbaycan - Karabağ ve Ermenistan konu- larõnõn sürmesi ve son olarak patlak veren Do- ğu Türkistan sorunu. - Avrupa Birliği yönünde demokratikleş- me paketleriyle ilgili çabalar. Gündem saptırılıyor Bugünkü siyasal iktidar bu önemli sorun- lar üzerine yoğunlaşma yerine sürekli sür- tüşme ve kavga üzerine politika yürütüyor; temel konulardan kaçma politikasõ uyguluyor. Askeri vesayet, darbe, imzasõ olmayan belge, partime AKP diyemezsiniz, partimin adõ Ak Parti’dir, gibi soyut konularla gündem saptõrõlõyor. AKP iktidarõ, rövanş alma hõrsõ, yargõ ve or- du kesimine karşõ “ele geçirme” ve “cihat” anlayõşõyla hareket ediyor ve özellikle TSK, yüksek yargõ, üniversiteler ve medya ile kavga etmeyi temel bir politika önceliği ha- line getirmiş bulunuyor. Başbakan, düşman yaratõp, bu düşman kesimle sert bir kavga vererek, hem tabanõ- nõ güçlendirmeye çalõşõyor hem de gündem değiştiriyor. Oysa, gerçek ve çağdaş demokrasilerin te- mel unsurlarõ çatõşma değil, uzlaşmadõr. Çağdaş demokrasi kuramõnõn önde gelen düşünürlerinden Robert A. Dahl, Demokrasi ve Eleştirileri adlõ eserinde “sayısal ço- ğunluk” ve “çoğulculuk” kavramlarõ üze- rinde durur. Gerçek demokrasinin çoğulcu- luktan geçtiğini vurgular. Amaç bütün ke- simlerin demokrasi sürecine katõlõmõnõn sağ- lanmasõdõr. Demokrasi Meclis’te sayõsal çoğunluğa sa- hip siyasal partilerin her istediklerini yap- masõnõ kabul eden bir sistem değildir. Tersi- ne çağõmõzõn demokrasi anlayõşõ katõlõmcõlõk ve çoğulculuk ilkelerine; yasama, yürütme ve yargõnõn birbirinden bağõmsõzlõğõ ve birbir- lerini denetlemeleri temeline dayanõr. Çağdaş demokrasi anlayõşõ, geniş fikir alõşverişi, uzlaşma ve oydaşma kavramlarõ üzerine yükselir. Ne yazõk ki, AKP iktidarõnda bu çağdaş dü- şünceleri göremiyoruz. AKP iktidarõ ve lideri uzlaşma yerine çatõşmayõ; erklerin birbirle- rini denetlemesi yerine, gücün bir elde top- lanmasõnõ, oydaşma yerine sayõsal çoğunlukla her türlü kararõ Meclis’ten geçirerek sonuç- landõrmayõ yeğliyor. Kutuplaşmayı Körüklüyor Türk siyasal yaşamõnõn hiçbir döneminde kurumlar arasõnda bu derece çatõşma ve gü- vensizlik oluşmadõ. Bu zihniyet halk kat- manlarõ arasõnda da kutuplaşmayõ körüklüyor. Bugünkü karmaşõk Ortadoğu coğrafya- sõnda vatanõn ve Türk ulusunun sürekliliği “milli ordu”nun güçlü bir biçimde varolu- şuna bağlõdõr. Hiçbir dönemde siyasal iktidarõn Türk Silahlõ Kuvvetleri’yle bu derece çatõş- tõğõ görülmemiştir. Halk artõk mevcut siyasal kurumlarõn iş- leyişinden, ülkenin yönetiminden memnun ol- madõğõnõ göstermektedir. Nitekim bulgularõyla dikkat çeken A&G Araştõrma Şirketi’nin Türkiye’nin 7 coğrafi bölgesinde 33 il ve 112 ilçesinde toplam 2409 kişiyle yaptõğõ araş- tõrmadan aşağõdaki ilginç sonuçlar ortaya çõk- tõ: “Seçmenlerin yüzde 43’ü yeni siyasi partilere, yeni oluşumlara ihtiyaç olduğunu düşünüyor...” Bu gün seçim olsa oyumu AKP’ye veririm diyenlerin %31.5’i yeni bir oluşum istediğini belirtmiştir. Bundan, şu an- daki siyasal iktidardan memnun değilim an- lamõ çõkar. Bir diğer araştõrma sonucuna göre “Erge- nekon Davasına” geçen yõl inananlar yüz- de 73’lerde iken bu rakam şimdi yüzde 50’lere inmiştir. AKP ve Sayõn Başbakan bu araştõrmalarõ doğru okumalõdõr. Ülkemizin gerek ekonomik, gerek top- lumsal yüzlerce sorunu çözüm beklerken, si- yasal iktidarõn bunlarõ çözmek yerine kavga ve çatõşmaya dayalõ politikalarla enerji tü- ketmesi, ne yazõk ki, siyasal iktidarõ bir sü- re sonra “yönetemeyen demokrasi” konu- muna getirecektir. Kaynakça: 1. Giovanni Sartori, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, (Çev.: Tuncer Karamustafaoğ- lu ve Mehmet Turan) Ankara, Yetkin, 1993. 2. Karl Mannheim, Man and Society in And Old Age Reconstruction, London, Routledge & Kegan 1940. 3. A. D. Lindsay, The Modern Democratic State, London, Oxford Press, 1943. 4. Robert A. Dahl, Demokrasi ve Eleştiri- leri, (Çev.: Levent Köker), Ankara, Yetkin, 1996. CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 22 TEMMUZ 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Berraklaşma İKİ konu var ki, onlarda ne resmi sorumluların zihinlerinde berraklık var ne de siyasal partiler ke- sin bir şey söyleyebiliyor: Güneydoğu ve Kıbrıs. İki konu da tam bir belirsizlik havasında sü- rüklenip gitmekte. Yeni Dışişleri Bakanı, her ikisiyle uzaktan ya- kından ilgili olarak “Kimse zamana oynamasın” de- di ama, galiba herkes zamana oynamakta. San- ki, açık seçik bir şey söylemezse, zaman her şeyi çözecekmiş gibi. Oysa zamanın her iki konuyu da gitgide için- den çıkılmaz duruma getirmekten başka bir şey yaptığı yok. Sormak gerekir: Güneydoğu illerine 1921 koşullarında vaat edildiği gibi bayındırlıktan eğitime, ekonomiden tarıma kadar birçok alan- da özerklik tanıyıp kopuşun zeminini hazırla- maktan yana mıyız? Bu gibi sorulara açık ve tereddütsüz yanıt ve- rerek “Hayır, cumhuriyetin eşitlik ve özgürlük il- kelerine dayalı bir ulusal bütünlüğü yaratmaya ça- lışacağız” denmezse, yavaş yavaş DTP üzerinden “dağ”la diyalog kurmaya kalkışan görevliler çı- kacak ya da basında “İzin verilip falanca İmralı’ya gidip oradakiyle görüşebilse çok şey değişir” di- ye yazmaya başlayan sivri akıllılar çoğalacaktır. Düşüncelerdeki bu dalgalanmalar, ister istemez bir şaşkınlık ve kararsızlık yaratmakta, etnik kimlikleri aşıp “kaynaşmış” bir toplum yaratma yo- lunda atılabilecek ciddi adımlar atılamamaktadır. Yine sormak gerekir: Kıbrıs’taki Türk halkı için Rum çoğunluğun egemen olduğu tek dev- let yapısına eklenmiş bir “azınlık” statüsüne razı olup sorunu kapatmaktan yana mıyız? 1974’te ele geçirilmiş bir fırsatı heba edip bağımsız devlet düşüncesinden vazgeçerek eski günlere mi dö- neceğiz? Artık açıkça belli olmuştur ki, “Kıbrıs’ta iki ay- rı halk vardır ve bu iki halkın bağımsız devletleri- ni karşılıklı saygı ortamında yan yana yaşatmak- tan başka çare yoktur” denmedikçe, görüşmeden görüşmeye sürüklenip gidilecektir. Böylesine kesin ve berrak bir tutumun “pişmiş aşa su katmak” olduğunu, uluslararası top- luluğu karşımıza almak ve AB ile köprüleri atmak anlamına geleceğini söyleyenler olacaktır elbet- te. Onlara verilecek yanıtlar da berrak olmalıdır. Güneydoğu’da ayrılıkçı çevrelere dolaylı yoldan verilen “resmi televizyonla Kürtçe yayın” gibi ödün- ler hangi sorunu çözmüştür? Annan Planı’na “evet” demekle dış politikada hangi sorun çö- zülmüş ve hangi kapılar açılmıştır? Tam tersine, her iki konuda da “bastırarak so- nuç alma” meraklılarını cesaretlendirmekten başka alınan bir sonuç var mı? PENCERE F Tipi Davalar... Bizim gazete dün haberi şöyle sunuyordu: “3’üncü iddianame (Ergenekon adıyla meşhur) davaya bakan 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunuldu. Mahkeme 1454 sayfalık iddianameyi 15 gün içinde inceleyerek ya kabul edecek ya da geri gön- derecek...” Peki, 4’üncü iddianamenin haberi ne zaman?.. Ya 5’incinin?.. Şimdi bu ortamda 13’üncü Ağır Ceza Mahke- mesi’nin durumuna bir göz atalım... 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki yargıçların durumunu anlatmak için fazla söze gerek yoktur; şimdilik mahkemeye yüklenen Ergenekon da- valarının sayısal dökümünü yapmak yeter... ? 1’inci iddianame 2455 sayfa... Ve 448 ek dosyanın oluşturduğu 172.000 say- fa daha... ? 2’nci iddianame 1909 sayfa... Ve 249 ek dosyanın oluşturduğu 76.000 say- fa daha... ? 3’üncü iddianame 1454 sayfa... Ek dosyaların oluşturduğu sayfa adedi şimdi- lik belli değil... ? 4’üncü iddianamenin hazırlıkları sürüyor... Yalnız ilk üç iddianamenin sayfa toplamı 5868... Peki, bu nasıl bir iş?.. Bu işin mucidi kim?.. Herkes çok iyi biliyor ki bizim Türkiye’de davalar bitmez, sonuçlanmaz... Yargıçlar ihtiyarlar... Savcılar yaşlanır... İçlerinde -sizlere ömür- davayı birbiri ardına terk edenlere teşekkür edilir... Dava sürer... Ya sanıklar ne olur?.. Ergenekon davasına bu yapıyı yükleyen her kimse doğrusu tebrike şayandır... Yüz binlerce sayfalık dosyaları okuyup incele- yebilmek kimsenin haddi değildir; ama F polisi mi- dir, F savcısı mıdır, davayı icat edenin tertibi ayan beyan ortadadır... F rumuzlu kişi diyor ki: - Ben F polisinden gelen bütün dosyaları id- dianameye yüklerim... Sanıkları bir ömür boyu suçlarım... Dava bitmeyeceğine ve kimse yargıç kararıyla aklanma fırsatı bulamayacağına göre ka- rar zaten başlangıçta verilmiş olur... Bu yöntemle ömür boyu terör ve darbe sanığı yaftasını boy- nuna astığın kişinin icabına savcı sıfatı ve yetki- siyle bakmış olurum... 5868 sayfalık iddianameyle yüz binlerce say- falık eklerini kim okur, kim dinler?... Türkiye 21’inci yüzyılda F tipi çılgınlığa kurban ediliyor... Daha dava açılırken sanığı savcı iddianamesiyle ömür boyu cezalandırmanın formülünü biz bul- duk... Bu davanın başını çeken F tipi kişiler Atatürk Cumhuriyeti’nin kökünü kibrit suyuyla kurutma- ya çalışanlardır... Hukuk mu?.. Adalet mi?.. Güldürmeyin beni... Yönetemeyen Demokrasi... Alev COŞKUN Ülkemizin gerek ekonomik, gerek toplumsal yüzlerce sorunu çözüm beklerken, siyasal iktidarõn bunlarõ çözmek yerine kavga ve çatõşmaya dayalõ politikalarla enerji tüketmesi, ne yazõk ki, siyasal iktidarõ bir süre sonra “yönetemeyen demokrasi” konumuna getirecektir. Kemal Türkler’i Anarken Sönmez TARGAN mumtazsoysal@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle