18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Hep Aynı Şeyler Değil! Hep aynı yazıları mı? Zaman zaman otuz kırk yıl öncekileri okuyo- rum. Ha bugün yazmışım, ha dün! Çıkarıp ya- yımlasam kimse anlamaz eskiliğini!.. Niye böyle? İnsan değişiyor, yaşlanıyor, yoruluyor, bıkıyor, usanıyor... Toplumun konuları, sorunları hep ay- nı mı kalıyor? Halkın dertleri, özlemleri, iyi bir yaşam, bir küçük mutluluk, biraz huzur, azıcık tam özgürlük istekleri neden bir türlü değişmi- yor, daha doğrusu iyileşmiyor? Ülkeyi yönetmeye kalkışan politikacılar yüzün- den mi? Halkımızın boyun eğmekten bir türlü kendini kurtaramayışından mı? İlhan Selçuk’la da ara sıra bunu konuşuruz. Aynı şeyleri yazmak!.. İlhan’ın, yirmi otuz yıl ön- ce yazdıkları, halka inanan, halkın özlemlerini destekleyen; doğruluğu, eşitliği, mutluluğu ara- yan bir yazarın gündelik sunuşları değil miydi? Bugünküler de aynı çizgideyse, aynı sorunlara çözüm arıyorsa, bir uyanışa, bir silkinişe, kişilik arayışına bir sesleniş ise!.. Demek, toplumda bir uyanış yok, olmuyor, oldurulmuyor. Tersine da- ha daha gerilere, ilkelliklere, basitliklere, haksız- lıklara götüren bir sürükleniş var... Dünlerde karşı çıktığımız ne varsa, bugün hep- si yaşamda, hepsi uygulamada, hepsi gerçek yazarların kaleminde, sesinde... Bir yazar, beş yazar, onların çizgisinde direnen üç beş düşün- ce adamının uğraşmaları boşa mı gidiyor? Hep boşa mı gitti? Bu gidişle hep boşa mı gidecek? Biz de değiştik, yaşlandık, ama yıllardır doğru- ları yazmakta direnmemiz doğal değil mi? Aynı şeyleri yazıyoruz diye üzülmek niye? Hem aynı şeyler de değil şu günlerde yazdıklarımız, gelip geçen iktidar sahipleri, birbirinden daha kötü, birbirinden daha başarısız.. halka, gerçeklere, doğrulara birbirinden daha ters insanlar olduy- sa, biz de bunu sık sık vurgulamak zorunda kal- mışsak, kalıyorsak, kalacaksak, suç kimde?.. Yazarlık bir sorumluluktur. Kendine karşı, top- luma karşı... Yalan söylememek; iyiyi, doğruyu görmek, göstermek; insanların bir çeşit yanlışlık batağına saplanmaması için aklı, bilimi, sağdu- yuyu canlı tutmaya çağırmak!.. Oysa, toplum başkalaşmışmış, yazar diye ortaya çıkanlar bel- li çıkarların peşinde koşuşan garip yaratıklar olu- vermiş, dün güvendiğin, sevdiğin adam, bugün hem senin, hem de toplum duyarlılığının düşma- nı kesilmiş!.. “Dünle birlikte uçup gitti her şey” dememiş miydi akıllı bir adam. Ne var ki dünle birlikte gi- den, hep iyi, güzel, doğru, yararlı özlemler, is- tekler oluyor... O zaman da, bizlere düşen, hep aynı şeyleri değil, güzel yarınları yaratmaya, hal- kımızı karanlıklardan kurtarmaya çağırmak bir görev... P olitika ve siyaset sözcükleri di- limizde aynõ anlamda kullanõl- salar da, türedikleri sözcükler çok farklõ anlamlar taşõmaktadõr. Grekçede “Şehir devleti-Po- lis”i yönetmek anlamõndaki sözcüğü, ilk olarak Aritoteles’in, “Politika” adõnõ ver- diği yapõtõnda kullandõğõ bilinmektedir. Bu yapõtõnda Aristoteles politikayõ, “Va- tandaşların, toplumu ve devleti ilgilen- diren işlerle ilgili olarak yaptıkları her şey” olarak tanõmlamõştõr. Günümüzde “Fransız Akademisi” söz- lüğünde de politika, büyük bir benzerlik- le, “Bir devleti yönetme ve diğer devlet- lerle olan ilişkilerine yön verme sanatı- na ilişkin her şeyin bilgisidir” diye be- lirtilmiştir. Saygõn sosyal bilimcilerden Ernst Cassirer (1874-1945) de “Politika” için, “İnsansal eylemleri birleştirip ör- gütleme ve ortak bir ereğe yönlendirme sanatıdır” tanõmlamasõnõ yapmõştõr. Grek-Roma kültüründen beri yönetim tür- leri, “Güçlünün Egemenliği”, “Tanrısal Güç Kaynaklı Egemenlikler” dönemle- rini yaşadõktan sonra günümüzde “Yasa- ların Egemenliği” düzeyine ulaşmõştõr. Geniş çevrelerce yönetimler konusunda ilk eser olarak benimsenen Platon (İ.Ö. 427-347)’un “Devlet-Politeia” adlõ yapõ- tõndan beri geçen yaklaşõk iki bin beş yüz yõl süresinde, toplumsal yönetim ve ilişki- lerin kusursuz düzenlenebilmesi için pek çok sayõda düşünür, sayõlamayacak kadar eser vermiştir. Bunlar arasõnda, yüz yõllarca önce devleti, “Yasal Toplum” olarak ta- nõmlayan ve politikada kalõcõ başarõnõn ku- ralõnõ “Verum Dicere-Gerçeği Söyle- mek”, olarak belirten “Cicero(İ.Ö. 106- 43)” ile “Defensor Pacis-Barışın Savu- nucusu adlı yapıtında, “Politika, top- lumsal davranışları yasalarla uyumlu olacak şekilde düzenlemektir” diye ya- zan Padualõ Marsilio (1275-1343)’yu, da- ha o günlerde günümüz sorunlarõnõ dile ge- tirdikleri için, özellikle anmak gerekir. Konuya ilgi duyanlarõn belleklerinde olan Rönesans ve Aydõnlanma Çağõ düşünür- lerinin yapõtlarõ, Fransõz Devrimi’nin gi- yotine gönderdiği devrimci Graccus Ba- beuf (1760-1797)” ten Karl Marx (1818- 1883), Friedrich Engels (1820-1895) ve sonrasõnõn düşünürlerinin toplumculuktan yana yapõtlarõ da tüm politikacõlara yöne- timlerinde yol göstermek amacõyla yazõl- mõştõr. Güvensizlik ve çıkarcılık Kapitalizmin akõlcõ yandaşlarõnõ da içe- ren pek çok düşünür ve bilim insanõnõn yüz yõllar boyunca verdikleri yapõtlar tüm in- sanlõğõn mutluluğunu sağlamak amacõna yö- nelikken, politikacõ diye nitelenen uygu- layõcõlar daha çok, çõkar ortaklarõ oldukla- rõ ekonomik güç sahiplerinin yararlarõnõ gö- zeten uygulamalarda bulunmuşlardõr. Özel- likle “Neo-Liberal” dönemin politikacõlarõ sömürü ve talanõn en acõmasõz savunucu- larõ ve uygulayõcõlarõ olmuş, politikacõ sõ- fatõyla birlikte, politika sözcüğünü de gü- vensizlik ve çõkarcõlõkla birlikte anõlacak ha- le getirmişlerdir. Politika anlamõnda bizim coğrafyamõz- da kullanõlan “siyaset” sözcüğü ise, Arap- ça “sâse-yesûsu” kökünden türemiştir. Hayvanlarõ, daha çok atlarõ eğitmek, bak- mak, göz etmek anlamõna gelmektedir. Di- limizde at bakõcõsõ olarak bilinen seyis ve İngilizcedeki “syce” sözcüğü de eşanlam- da olup aynõ kökenden türemiştir. Mustağa Kemal’in önderliğinde Siyaset sözcüğünün bu anlamõ Osmanlõ İmparatorluğu’nda “reaya-sürü” olarak ni- telenen halk kitlelerinin yönetim şekliyle uyum göstermekteydi. Ümmet ve kulluğu benimsemiş olarak si- yasetçilerin güdümündeki toplumun yö- netimi için daha uygun bir sözcük olamazdõ. Endüstri Devrimi’ni yaşamayan, “Aydın- lanma Çağı” aşamasõndan geçmeyen top- lumumuz güdüm anlamõna gelen siyaset- ten, yönetim anlamõna gelen politika dü- zeyine Mustafa Kemal Atatürk’ün ön- derliğinde laik cumhuriyetle ulaşabilmiş- tir. Bunu sağlamak için yapõlan devrimlerle toplumun kul ve ümmetlikten kurtarõlarak çağdaş, sorumlu bireyler düzeyine erişti- rilmesi amaç edinilmişti. Genç “laik cumhuriyet”in saygõnlõğõnõ sağlayan etkenlerden birisi de, alõşõlmõş gü- düm siyasetinden gerçek anlamõnda poli- tika kurallarõna uygun yönetim biçimine ge- çilmiş olmasõydõ. M. Kemal Atatürk’ten sonra gelenler, ca- hil halk kitlelerinin yöneticilerin çõkarlarõ- na daha uygun olacağõ kolaycõlõğõna sapa- rak öncelikle, uyanõşõ sağlayan “Halkevleri” ve “Köy Enstitüleri”ni kapatmõşlardõr. Gene aynõ amaçla dinsel duygularõ okşayan tutum ve söylemleri çõkar için kullanarak Arapça aslõnda olduğu gibi halkõ gütmek an- lamõnda siyaset yapmaya başlamõşlardõr. Gü- nümüzde seçim meydanlarõnda siyasetçilerin daha iyi kaz ya da koyun gütme yarõşmasõ içinde olmalarõ da bilinç altlarõndaki ilkel si- yaset düşüncesinin dõşa yansõmasõdõr. De- mokrat sözcüğünün yozlaştõrõlarak “demir kır at” yapõlmasõ da, oklarõndan bir tanesinin “devrimcilik” olduğu bilinen “altı ok”lu simgenin kara çarşafa iliştirilmesi de top- lumu yönetmek değil gütmek isteyen dü- zeysiz siyasetin göstergesidir. ‘Siyasal partiler’ ve ‘seçim’ Talan ekonomisi uygulayarak halk kit- lelerini sadakaya muhtaç eden ve seçim dö- nemlerinde seçmenlere yardõm adõyla kü- çük çõkarlar sağlayarak oy satõn almak ama- cõ güdenler de benzer siyasetçilerdir. Giderek siyasetin yönetmek değil, gütmek anlamõnda algõlanmasõnõn yaygõnlaştõğõ günümüzde, sorunlarõn çözümü için, ön- celikle “siyasal partiler” ve “seçim” ya- salarõnõn çağdaş demokrasiye uygun olarak değiştirilerek genel başkan tiranlõklarõnõn önlenmesi ve parlamentoya çağdaş düzeyde politika yapacak değerlerin seçilmesinin sağlanmasõ önkoşuldur. Yalnõz parlamento üyelerinin değil, dev- letin en üst düzey temsilcilerinin de tek ege- men tarafõndan seçilmesine rağmen bununla yetinmeyerek adalet temsilcilerinin de ay- nõ güce bõrakõlmasõ istenen bir toplum, de- mokratiklik ve yasallõk niteliklerini yitirme kuşkusu uyandõrõr. Unutulmamalõ ki ege- men güçler, gene Cicero’nun dediği gibi, “Yasa benim” diyerek değil, “Ben yasa- lım” diyerek saygõnlõk kazanõrlar ve kalõ- cõ olabilirler. Kaynaklar: Platon., Devlet, Remzi Kitab- evi. 1995. Aristotes, Politika, Remzi Kitabevi. 1993. Eisenstein, W., Siyasi Felsfenin Büyük Düşünürleri, Şule Yayõnlarõ. 1996. Cassirer. E., İnsan Üstüne Bir Deneme. Yapõ Kredi Ya- yõnlarõ. 1996. Cassirer. E., Devlet Efsanesi. Remzi Kitabevi. 1984. Babeuf. G., Devrim Ya- zõlarõ. Cumhuriyet Yayõnlarõ. 2001. Duverger. M., Siyaset Sosyolojisi. Varlõk Yayõnlarõ. 1998. Kahveci. N., İslâm Siyaset Düşüncesi. Türk Demokrasi Vakfõ Yayõnlarõ. 1996. Di- vitçioğlu. S., Asya Üretim Tarzõ ve Osmanlõ Toplumu. YKY. 1967. Politika, Politikacõlar-Siyaset, Siyasetçiler Prof. Dr. Abidin KUMBASAR Yalnõz parlamento üyelerinin değil, devletin en üst düzey temsilcilerinin de tek egemen tarafõndan seçilmesine rağmen bununla yetinmeyerek adalet temsilcilerinin de aynõ güce bõrakõlmasõ istenen bir toplum, demokratiklik ve yasallõk niteliklerini yitirme kuşkusu uyandõrõr. T ürkiye’nin başõ dertte Nahide için Avrupa İnsan Haklarõ Mahkemesi’nin verdiği karar bir dönüm noktasõ sayõlsa yeridir. Mahkeme aile içi ve kadõna karşõ şiddeti cezalandõrmõş ve bunu bir hukuk normu haline getirmiştir. Bu son derece önemli bir gelişmedir. Buna göre yargõnõn aile içi özel hayata müdahalesi yasal hale getirilmektedir. Türkiye’de özellikle kadõna karşõ aile içi şiddetin ne kadar yaygõn olduğunu düşünürsek yurdumuzda yönetimin, güvenlik güçlerinin ve yargõnõn ne kadar büyük sorunlarla karşõ karşõya geleceğini ve nasõl büyük sorumluluklar taşõyacağõnõ algõlayabiliriz. Cumhuriyetin uygarlõk projesi, politikacõlarõn eliyle uzun yõllardan beri ihmal edilmiş, göz ardõ edilmiştir. Hatta uygarlõk karşõtõ eylemlerin hiç de ender olmadõğõnõ söyleyebiliriz. Avrupa İnsan Haklarõ Mahkemesi tarihi bir karar vermiştir. Artõk iktidarlarõn, Türkiye’y i yönetenlerin bir numaralõ görev olarak ülkemizde, ilkelliğin, geri kalmõşlõğõn açõk bir göstergesi olan aile içi şiddeti, kadõn- erkek eşitsizliğini, eğitimde süregelen fõrsat eşitsizliğini yok etmek için harekete geçmesi zorunluluğu ortaya çõkõyor. Alõnacak önlemleri ve sonuçlarõnõ heyecanla bekleyeceğiz. Bu karar aynõ zamanda benim yõllardõr sõkça gündeme getirmeye çalõştõğõm ama hem yönetimlerce hem de toplumca göz ardõ edilen sosyal engelli kavramõna bir anlamda dikkat çekiyor. Dünya Sağlõk Örgütü’nün engelli (disabled) tanõmõnda, fiziksel, ruhsal, bedensel unsurlarõn yanõnda sosyal engel de yer alõr. Bu, gözden kaçõrõlõyor. Yurdumuzda milyonlarca sosyal engelli var. Evliliğini ağõr baskõlar altõnda dayak yiyerek, özgürlükleri sõnõrlanarak sürdüren, sürdürmek zorunda kalan kadõnlar sosyal engellidirler. Şimdi AİHM bu eziyet dolu yaşam için müeyyide getiriyor. Onlar aynõ zamanda engelli muamelesi görerek devlet tarafõndan korumaya alõnmalõdõrlar. Bu anlayõş ve bu doğrultuda alõnacak önlemler Cumhuriyeti n uygarlõk projesine uygun düşecektir. Bu ülke ilkel geri kalmõş feodalite gelenekleri ile yönetilen bir toplum olmaktan kurtarõlmalõdõr. Avrup a İnsan Haklarõ Mahkemesi’nin son kararõnõn -eğer kullanabilirsek- buna iyi bir fõrsat hazõrladõğõ kanõsõndayõm. [email protected] Avrupa İnsan Haklarõ Mahkemesi’nin Tarihi Kararõ Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR SAYFA CUMHURİYET 11 HAZİRAN 2009 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle