23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 30 MAYIS 2009 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com 30 Mayıs GÖRÜŞ Prof. Dr. CEM EROĞUL * Anayasa Değiştirilirken Atatürk Yine Unutulmasın Çok yazıldı çizildi. Ben de karınca kararınca bu ortak çabaya omuz vermeye çalıştım. Ama nafi- le, devlet bu konuda sağır dilsiz. İktidarın ya da muhalefetin siyasetçileri, yüksek mahkeme baş- kanları, Genelkurmay başkanı ve daha niceleri, ko- nu Atatürk’ün vasiyetine gelince, kulakları sağır edici bir sessizliğe bürünüyorlar. Ölüp gidersem gözüm arkada kalacak. Büyük kurtarıcıya yapılan bu inanılmaz haksızlığı düşündükçe, insan olarak, yurttaş olarak yüzüm kızarıyor. Konuyu, daha önce de verdiğim bir örnekle anımsatayım. Ölmeden önce, mallarınızdan kay- naklanan bir kısım geliri, sevdiğiniz iki insana, di- yelim Ali ile Ayşe’ye bırakıyorsunuz. Ölümünüz- den sonra, uzun yıllar boyunca, bıraktığınız gelirler isteğinize uygun biçimde dağıtılıyor. Derken gü- nün birinde bir zorba çıkıp sizin Ali ile Ayşe’nizi öl- dürüyor. Onların yerine, size tümüyle yabancı iki kişiye Ali ile Ayşe adını verip sizden kalan mal- lardan kaynaklanan gelirleri bu iki düzmece mi- rasçıya dağıtmaya başlıyor. Üstelik bununla da kal- mıyor. Ali’yle Ayşe’nizin, sizden kalan gelirle o gü- ne dek biriktirdikleri bütün mallara da el koyuyor. Siz olsanız, mezarınızda ters dönmez misiniz? Böyle bir şeyi hangi hukuk mantığı, hangi vicdan kabullenebilir? İşte biz bu muameleyi devletin kurucusuna, Ata- türk’e reva gördük. Atatürk, ölmeden yaklaşık bir buçuk ay önce kaleme aldığı vasiyetnamesiyle, İş Bankası’ndaki hisselerinden kaynaklanan gelirleri Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu’na bırak- mıştı. Yarım yüzyıla yakın bir zaman, bu isteğe uyuldu. 12 Eylül darbecileri, birer dernek olan bu kuruluşları kapattılar, mallarına el koydular, son- ra aynı adları taşıyan birer devlet dairesi kurup bu malları onlara verdikleri gibi, o günden sonra da Atatürk’ün vasiyetnamesinden kaynaklanan ge- lirleri bu devlet dairelerine ödemeye başladılar. Kı- sacası, miras bırakanın Ali ile Ayşe’si öldürüldü, yerlerine düzmece birer Ali ile Ayşe kondu, mal- lar da gelirler de bu düzmece kişilere verildi. Sıradan bir kişiye bile yapılsa, böyle bir işlemi hiçbir hukuk düzeni kabul etmez. Ne var ki biz bu- nu, devletin kurucusuna yaptık. Yapmakla kal- madık, 12 Eylül’ün üzerinden neredeyse otuz yıl geçti, bu ayıbı sürdürüyoruz. Darbecilerin ka- pattıkları partiler, sendikalar yeniden açıldı, attıkları kişiler görevlerine döndüler, nice ayıp birer birer silindi. Ama bir türlü sıra Atatürk’e yapılan ayıba gelemedi. Bu en büyük ayıp olduğu gibi ortada duruyor. Atatürk’ün adını anayasasının başına koyan, onu, uysun ya da uymasın, her vesilede anan bir devlet nasıl bu kadar ikiyüzlü olabilir? Atatürk’ün meclisleri, cumhurbaşkanları, hükümetleri, yük- sek mahkeme başkanları, Genelkurmay baş- kanları ve daha nice devletliler neredeler? Bu ayıba son verme zamanı geldi. Sırası mı de- meyin. Atatürk’e artık sıra bekletmeyelim. Yapı- lacak iş çok basit. Hazır anayasa değişikliğine gi- rişilmişken anayasanın 134. maddesi yürürlükten kaldırılacak. Hemen arkasından, 17 Ağustos 1983 günlü ve 2876 sayılı Atatürk Kültür Dil ve Ta- rih Yüksek Kurumu Kanunu değiştirilip Ata- türk’ün kurdurduğu Türk Dil Kurumu ile Türk Ta- rih Kurumu, onun öngördüğü gibi birer dernek ola- rak yeniden kurulacak. Atatürk’ün vasiyet ettiği gi- bi, bu iki devlet dairesinin elindeki bütün mallar asıl sahiplerine devredilecek. Bundan böyle de, Atatürk’ün İş Bankası’ndaki hisselerinden kay- naklanan gelirler iki dernek arasında paylaştırıla- cak. Görüldüğü gibi, iş gerçekten basit. İstendikten sonra, bütün bu işlemleri birkaç gün içinde ta- mamlamak mümkün. Milletvekillerinin hukuk anlayışlarına, vicdanla- rına sesleniyorum. Artık bir gün bile geçirmeden bu işi yapma zamanı geldi. Atatürk’ün vasiyetini çiğnemeye devam edecek miyiz, etmeyecek mi- yiz? Karar sizin. Gelin, yüce Atatürk’e yapılan bu büyük haksızlığı düzeltme onuru sizin olsun. * AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi İşine Gelince Konu, dinci Hamas oldu mu, hop oturup hop kalkıyor. Demediğini bırakmıyor, tozu dumana katıyor. Siyaseten kendisini destekleyenleri kırdığının ayrımına varıp sıkışınca da her zaman yaptığını yapıyor: Ayrıcalık tanımak, baş eğmek, ödün vermek. Dik duranların, bağımsızlıkçıların tepkisi yükseldi mi, dönüp kendi ulusunu suçlamaya bile kalkıyor: “Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu.” Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ten sonra, kuruluş ilkelerini algılayamamış olanlar ya da ona karşı çıkanlarca kötü yönetilmişti. Ama, hiç böylesi gelmemişti. Şeyler Terör örgütü, sözde eylemsizliğin devam etmesi için AKP’nin anayasa paketini bekliyormuş... Abdullah Gül, paketin fiyongunu çözerken “İyi şeyler olacak” demişti. Bunu söylerken, kaldırımlara bomba konulmasından, mayınların patlatılmasından, gencecik çocuklarımızın şehit edilmesinden söz etmiyordu, hiç kuşkusuz! Ya da PKK’li Murat Karayılan, “Türkiye, kendi yerel parlamentomuzu kurmamıza izin versin” demiş. Abdullah Gül, “iyi şeyler”den söz ederken de bunu kastetmemişti herhalde, değil mi? Bu Kadar Sorumlu Özelleştirmeye karşı duranları, çıkarına geldiği için “Yaşanan dönemi algılayamayan dangalaklar” diye suçlayanları anımsıyoruz. İçimiz acıyarak... Acımız durmuyor, büyüyor... Kamusal iş özelleştirilmiş, taşerona verilmiş. O da, sinekten yağ çıkarmak için ucuz iş yapmış. Sonuç: Bursa’daki devlet hastanesinde yangın çıkmış, insancıklar ölmüş! Sağlık Bakanı da, özelleştirmeye karşı çıkanlara dangalak diyenler de şimdi sorumlu arıyorlarmış. Boy aynasına baksınlar! Sosyal psikoloji alanında çalışmaları ile tanınan Prof. Dr. Nuri Bilgin’in son yerel seçimin Güneydoğu sonuçlarına ilişkin değerlendirmesi, sıradanlaşmış kimi yinelemeleri çürütmesi açısından dikkat çekici: “Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan Kürt kökenli yurttaşlarımızın psiko-sosyal mesafe bakımından kendilerine en yakın buldukları partiler, bir yanda DTP, diğer yanda AKP ve Saadet Partisi olarak görünmektedir. Bu yakınlığın, söz konusu grupların merkezi değerleri durumundaki etnisite ve dinsellik perspektifine göre şekillenmesi, diğer partiler açısından dışlayıcı bir özelliğe sahiptir. Üstelik bölgede, çatışma ortamının bütün ağırlığıyla hissedilmesi, merkezi değerler etrafında gruplaşmayı daha da keskin bir hale getirmekte ve farklı siyasal yaklaşımlara zemin bırakmamaktadır. Çatışmalı bir dünyada yaşayan insanların tepkilerinde belirli bir çizgi ayırt edilebilir: Çatışma ortamında mevcut güç veya güçlere yaklaşarak korunma ve güven arayışı. Bu ortamda, parti ve adayların yönetim anlayışlarının, plan ve projelerinin insanlar tarafından dikkate alınması beklenemez. Etnik temelden beslenen çatışmaların hüküm sürdüğü yerlerde (örneğin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki pek çok kentin durumu), insanlar bu çatışmalı dünyanın içinde zaten var olan ve ayakta durabilenlerle birleşme yoluna gitmektedirler. Çatışma ortamı, mevcut güçleri imtiyazlı hale getirmektedir. Dolayısıyla bu bölgeler, siyaset planında farklı yeni güçlerin ortaya çıkmasının veya yeni partilerin kök salmasının neredeyse imkânsız olduğu yerler; bir başka deyişle zaten var olanların var olabildikleri yerler olarak görünüyor. İki norm, iki güç etrafında iki kutuplu (dikotomik) olarak yapılanan bu dünya, üçüncü bir kutba izin vermiyor. Yeni arayışları ve seçenekleri silen çatışma ortamı, ‘üçüncü halin olamazlığı’nı doğuruyor. Bu perspektiften bakıldığında, bazı partilerin bu tür bölgelerde var olamaması, onların özelliklerinden bağımsız ve beklenen bir durumdur. Bunlara yönelik eleştiriler çok da anlamlı görünmüyor. Örneğin CHP’nin daha yenilikçi, daha cesur olması ve parti içi demokrasiyi geliştirmesi yönünde öneriler var. Bu, Güneydoğu Anadolu’da CHP’nin kimlik siyaseti konusunda DTP’ye, din konusunda AKP veya Saadet Partisi’ne benzemesi demektir. Böyle bir muhayyel senaryo gerçekleşse ve CHP, her iki boyutta da dönüşse, sonucun farklı olacağı söylenemez. Bunun somut bir örneği Yeni Demokrasi Hareketi tecrübesinde yaşanmıştır. Entelektüel çevrelerde büyük takdir toplamasına rağmen, seçim sonuçları YDH açısından umut kırıcı olmuştur. Çünkü her iki boyutta da, doğal olarak seçmenler ‘asılları varken taklidi’ne itibar etmemiştir.” Üçüncü Halin Olamazlığı Naim Tirali Veda Etti… HİKMET ALTINKAYNAK Arapça kökenli birbirine yakın iki sözcüğümüz var: Veda ve elveda. Bunlardan ilkinin anlamı “Yeniden bu- luşma ya da unutulmama- yı dileme”dir, ikincisininse, “Bir daha kavuşulmayaca- ğı düşünülen bir şeyden ayrılma”dır. Yaşamını yitiren, dünyaya gözlerini yuman biri, elbette elveda eder. Ona bir daha kavuşma olanağımız yoktur. Buna katılıyorum. Ne var ki eserler bırakan bir insan için, bu söylenebilir mi? Çünkü onun adı her zaman anılır, ya- şar, unutulmaz!.. İşte 25 Mayıs’ta yitirdiğimiz, Cumhuriyet’in birinci kuşak yazarı, öykücüsü, gazetecisi, milletvekili Naim Tirali de böyle bir kişiydi. Bunun için de yazımın başlığı “Naim Ti- rali veda etti”dir. Onu biraz daha yakından tanımak için biyografisine bir bakalım. Naim Tirali, 25 Aralık 1925’te Giresun’un Piraziz kasabasında doğdu. İlkoku- la 1932’de başladı, üç yılını Piraziz’de, iki yılını Giresun Gazipaşa İlkokulu’nda oku- du. Ardından Tahsin dayısı- nın Galatasaraylı olması ne- deniyle, Galatasaray Lise- si’ne girdi ve 1945’te bitirdi. O yıl, Coşkun Kırca, İlter Türkmen ve Adnan Bulak gibi hariciyecilerin yanında Hüsamettin Gökay gibi pro- fesör arkadaşları da oldu. Liseden sonra, 1945 Tan Olayı’na denk gelen dönem- de iki ay, Galatasaray Lise- si’nde öğretmen yardımcılığı yaptı. Ardından da babası ve dayısının isteğiyle hukuk öğrenimi gördü. İstanbul Hukuk Fakülte- si’ni bitirdi (1950). Hukuk doktorası yapmak üzere git- tiği Paris’te bir yıl kaldı (1951). Yurda dönüşünde İstan- bul’da Yenilik dergisini çı- karmaya başladı (1952). Ay- nı adla yayınevi kurdu, yö- netti. Vatan gazetesi yazı işleri müdürlüğü ve fıkra yazarlığı yaptı. 1961-1965 yılları ara- sında Giresun Milletvekilliği yaptı. Bu arada Ankara’da yayımlanan Vatan gazetesi- nin başyazarlığını yürüttü. 1957’de ortağı olduğu bu gazeteyi, 1962’de bütünüy- le satın alan Naim Tirali, da- ha sonra sattı. İktisat ve Ticaret (1976- 1981) adıyla başka bir gaze- te çıkardı. Bu onun son ga- zetesi oldu. Çalışma yaşamını bıraktı, kendini tümüyle edebiyata adadı, serbest yazar olarak yaşamını İstanbul’da sür- dürdü. Tirali’nin yazma hevesi ilk- okul yıllarında başladı. De- desinin bürosunda daktilo ile gazete, Galatasaray’da Fransızca ve Türkçe dergiler çıkardı. Yazdığı ilk öyküsü 1943’te Yeşilgireson gaze- tesinde tefrika edildi. Arkadaşı Nihat Karaveli ile Çınaraltı dergisini çıkaran Orhan Seyfi Orhon’a öykü verdi, bu da yayımlanınca, yazmayı hızlandırdı. İlk öykü kitabını 22, so- nuncusunu da 29 yaşında çı- karan Naim Tirali, üzerinden 40 yıl geçtikten sonra bunla- rı gözden geçirerek yeniden yayımladı. İlk yazdığı dergiler arasında Yeni Adam, Yeni- likler, kendi çıkardığı Yenilik dergisi var. Naim Tirali, edebiyatımızda büyük atılımların yapıldığı 1940’lı yıllarda yazmaya ve yayımlamaya başladı. Genç yaşta ortaya koyduğu çok başarılı öyküler, sanat ve edebiyat çevrelerinde önem- li yankılar yaptı. Öykülerinde anlattıklarının yüzde 80’i kendi yaşantısını, yüzde 20’si de çok yakın çevredeki olayları yansıtır. Park adlı ilk kitabı çocuklu- ğunu, lise yıllarını ele alır. “Taburcu” adlı öyküde an- lattığı Galatasaray Lisesi’nin revirinde yatan öğrenci ken- disidir. Onu ziyarete gelen arka- daşları arasında Çetin Altan da vardır, ama adı geçmez. Onu hastabakıcıyı kızdıran bir tip olarak betimledi. Ele al- dığı konulardan biri mutlu azınlık oldu. Bunu, kişilerin psikolojik yönlerini alaycı bir üslupla vererek yaptı. Kimi kez konularını aşk ve okul oluşturdu. Günlük sorunları en çekici gelen yanlarıyla öyküleştirdi. Olay öykücüsü oldu. Bir za- manların beğenilen bir öykü yazarı olduğunu kitaplarının yeni basımlarıyla ve okurları- nın yenilenen ilgisiyle gös- terdi. Son bir iki yıldır epey zor günler geçirdi ve yaşamını İs- tanbul’da yitirdi, ama sonsuz uykusuna memleketi Gire- sun Piraziz’de yatacak. Ge- lin kitaplarını da bir anımsa- yalım:Park (1947), Yirmibeş Kuruşa Amerika (öykü, 1948), Aşka Kitakse (1953), Dev- rimden Önce-Devrimden Sonra (politik yazıları, gezi iz- lenimleri, 1965), Bir Adayın Notları (1965), Avrupa’daki Amerika (1965), Piraziz Nere, Berlin Nere (öykü, 1984), Çıl- gınca Şeyler (öykü, 1999), Aşk Dediğin (1999), Şapka- sını Yiyen Adam (2000), Ka- ranlığa Işık Tutmak (2000) ve anılarını kaleme aldığı Geçmiş Zaman Külleri… Güle güle Cumhuriyet’in onurlu yazarı Sevgili Naim Ti- rali. Adın ve karanlığa tuttu- ğun ışık, hiç unutulmaya- cak… BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Yurdumuzun Trakya bölü- münde de yeti- şen ve kurutul- muş yapraklarõ halk hekimli- ğinde kullanõlan bir akçaağaç cinsi. 2/ Gece yapõlan sinema ya da tiyatro gösterisi... Ha- waii’de karşõla- ma ya da uğurlama anõsõ olarak verilen, çi- çekten yapõlmõş kol- ye. 3/ Yunan ulusal dansõ. 4/ Bir şeyin özü- nü oluşturan ana öğe... Manisa ilinde, “ulusal park” kapsamõna alõn- mõş bir dağ. 5/ Yete- rince aydõnlõk olma- yan... Çõkar yol, çare. 6/ İlaç... Kadõnlarõn takõndõklarõ süs iğnesi. 7/ Kütah- ya’nõn Simav ilçesinde bir kaplõca... Yassõ ve dar bi- çimli metal parça. 8/ Fincanõn dibine çöken kahve tor- tusu... Genişlik. 9/ Dizi, sõra... Nâzım Hikmet’in bir oyunu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tohumluk küçük soğan, arpacõk soğanõ. 2/ Kenar sü- sü... Bademden yapõlan bir şerbet. 3/ Toplanan süp- rüntüleri alõp atmakta kullanõlan, kürek biçiminde sap- lõ kap... Önder. 4/ Yunan mitolojisinde aşk tanrõsõ... “Her çiçekten --- eyledik/Arõya saydõlar bizi” (Pir Sultan Ab- dal). 5/ Havadaki su buharõ... Kale hendeği... Bir bağ- laç. 6/ Yapõlarda dolgu gereci olarak kullanõlan delik- li tuğla. 7/ Kuşbaşõ doğranmõş koyun eti ve yufkayla yapõlan bir tür kebap. 8/ İslam inancõna göre, ölüleri me- zarõnda sorguya çekecek olan iki melekten biri... Do- ğu Anadolu’da kullanõlan bir tür küçük zurna. 9/ Kö- pek ve ineklere yedirilmek için un ve kepekle hazõrlanan yiyecek... Akdeniz’de yaşayan bir balõk. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 D Ö N D Ü R M E E K A R T E T A V E R E M H A C E İ N E B O L U G A N A A M O K Ö D J E T O N Z A R B E J T Ü N P E R E M E A T E R İ N A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 DP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk, AKP’nin yeni bir devlet kurma peşinde olduğuna değinip uyarmış: “Türk devleti bölünme tehdidi altında.” 1949 yılına ait Yaprak dergisinde okumuştuk. Melih Cevdet Anday, şiirde sadeliği savunurken bir olay aktarıyordu: “Yılını söyleyemeyeceğim, Atatürk’ü bir Bursa yolculuğunda kentin hangi evinde konaklayacaklarsa oraya götürmüşler. Odalardan birinin duvarında ‘Ölmez bu vatan farz-ı muhal ölse de hattâ / Çekmez kürenin sırtı bu tabut-u cesimi’ dizeleri yazılı imiş. Atatürk bakmış: ‘Ölmez bu vatan’ diye okuduktan sonra birdenbire durmuş: - Bu kadar yeter, üst tarafına lüzum yok, demiş.” Yalnız şiirde mi? Hayatın her alanında, o arada siyasette de sadelik gerek: Ölmez bu vatan! İşte bu kadar. TÜRK KALP VAKFI Emekli Sandığı, SSK, Bağkur, Kamu Çalışanları Hastalarının Hizmetinde 19 Mayıs Cad. No:8 Şişli / İSTANBUL Tel: (212) 212 07 07 (pbx) http://www.tkv.org.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle