Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
30 MAYIS 2009 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA
17
KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr
ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN
(ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com
30 Mayıs
GÖRÜŞ
Prof. Dr. CEM EROĞUL *
Anayasa Değiştirilirken
Atatürk Yine Unutulmasın
Çok yazıldı çizildi. Ben de karınca kararınca bu
ortak çabaya omuz vermeye çalıştım. Ama nafi-
le, devlet bu konuda sağır dilsiz. İktidarın ya da
muhalefetin siyasetçileri, yüksek mahkeme baş-
kanları, Genelkurmay başkanı ve daha niceleri, ko-
nu Atatürk’ün vasiyetine gelince, kulakları sağır
edici bir sessizliğe bürünüyorlar. Ölüp gidersem
gözüm arkada kalacak. Büyük kurtarıcıya yapılan
bu inanılmaz haksızlığı düşündükçe, insan olarak,
yurttaş olarak yüzüm kızarıyor.
Konuyu, daha önce de verdiğim bir örnekle
anımsatayım. Ölmeden önce, mallarınızdan kay-
naklanan bir kısım geliri, sevdiğiniz iki insana, di-
yelim Ali ile Ayşe’ye bırakıyorsunuz. Ölümünüz-
den sonra, uzun yıllar boyunca, bıraktığınız gelirler
isteğinize uygun biçimde dağıtılıyor. Derken gü-
nün birinde bir zorba çıkıp sizin Ali ile Ayşe’nizi öl-
dürüyor. Onların yerine, size tümüyle yabancı iki
kişiye Ali ile Ayşe adını verip sizden kalan mal-
lardan kaynaklanan gelirleri bu iki düzmece mi-
rasçıya dağıtmaya başlıyor. Üstelik bununla da kal-
mıyor. Ali’yle Ayşe’nizin, sizden kalan gelirle o gü-
ne dek biriktirdikleri bütün mallara da el koyuyor.
Siz olsanız, mezarınızda ters dönmez misiniz?
Böyle bir şeyi hangi hukuk mantığı, hangi vicdan
kabullenebilir?
İşte biz bu muameleyi devletin kurucusuna, Ata-
türk’e reva gördük. Atatürk, ölmeden yaklaşık bir
buçuk ay önce kaleme aldığı vasiyetnamesiyle, İş
Bankası’ndaki hisselerinden kaynaklanan gelirleri
Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu’na bırak-
mıştı. Yarım yüzyıla yakın bir zaman, bu isteğe
uyuldu. 12 Eylül darbecileri, birer dernek olan bu
kuruluşları kapattılar, mallarına el koydular, son-
ra aynı adları taşıyan birer devlet dairesi kurup bu
malları onlara verdikleri gibi, o günden sonra da
Atatürk’ün vasiyetnamesinden kaynaklanan ge-
lirleri bu devlet dairelerine ödemeye başladılar. Kı-
sacası, miras bırakanın Ali ile Ayşe’si öldürüldü,
yerlerine düzmece birer Ali ile Ayşe kondu, mal-
lar da gelirler de bu düzmece kişilere verildi.
Sıradan bir kişiye bile yapılsa, böyle bir işlemi
hiçbir hukuk düzeni kabul etmez. Ne var ki biz bu-
nu, devletin kurucusuna yaptık. Yapmakla kal-
madık, 12 Eylül’ün üzerinden neredeyse otuz yıl
geçti, bu ayıbı sürdürüyoruz. Darbecilerin ka-
pattıkları partiler, sendikalar yeniden açıldı, attıkları
kişiler görevlerine döndüler, nice ayıp birer birer
silindi. Ama bir türlü sıra Atatürk’e yapılan ayıba
gelemedi. Bu en büyük ayıp olduğu gibi ortada
duruyor.
Atatürk’ün adını anayasasının başına koyan,
onu, uysun ya da uymasın, her vesilede anan bir
devlet nasıl bu kadar ikiyüzlü olabilir? Atatürk’ün
meclisleri, cumhurbaşkanları, hükümetleri, yük-
sek mahkeme başkanları, Genelkurmay baş-
kanları ve daha nice devletliler neredeler?
Bu ayıba son verme zamanı geldi. Sırası mı de-
meyin. Atatürk’e artık sıra bekletmeyelim. Yapı-
lacak iş çok basit. Hazır anayasa değişikliğine gi-
rişilmişken anayasanın 134. maddesi yürürlükten
kaldırılacak. Hemen arkasından, 17 Ağustos
1983 günlü ve 2876 sayılı Atatürk Kültür Dil ve Ta-
rih Yüksek Kurumu Kanunu değiştirilip Ata-
türk’ün kurdurduğu Türk Dil Kurumu ile Türk Ta-
rih Kurumu, onun öngördüğü gibi birer dernek ola-
rak yeniden kurulacak. Atatürk’ün vasiyet ettiği gi-
bi, bu iki devlet dairesinin elindeki bütün mallar
asıl sahiplerine devredilecek. Bundan böyle de,
Atatürk’ün İş Bankası’ndaki hisselerinden kay-
naklanan gelirler iki dernek arasında paylaştırıla-
cak. Görüldüğü gibi, iş gerçekten basit. İstendikten
sonra, bütün bu işlemleri birkaç gün içinde ta-
mamlamak mümkün.
Milletvekillerinin hukuk anlayışlarına, vicdanla-
rına sesleniyorum. Artık bir gün bile geçirmeden
bu işi yapma zamanı geldi. Atatürk’ün vasiyetini
çiğnemeye devam edecek miyiz, etmeyecek mi-
yiz? Karar sizin. Gelin, yüce Atatürk’e yapılan bu
büyük haksızlığı düzeltme onuru sizin olsun.
* AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi
İşine Gelince
Konu, dinci Hamas oldu mu, hop
oturup hop kalkıyor. Demediğini
bırakmıyor, tozu dumana katıyor.
Siyaseten kendisini
destekleyenleri kırdığının
ayrımına varıp sıkışınca da her
zaman yaptığını yapıyor: Ayrıcalık
tanımak, baş eğmek, ödün
vermek.
Dik duranların, bağımsızlıkçıların
tepkisi yükseldi mi, dönüp kendi
ulusunu suçlamaya bile kalkıyor:
“Farklı etnik kimlikte olanlar
ülkemizden kovuldu.”
Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ten
sonra, kuruluş ilkelerini
algılayamamış olanlar ya da ona
karşı çıkanlarca kötü yönetilmişti.
Ama, hiç böylesi gelmemişti.
Şeyler
Terör örgütü, sözde
eylemsizliğin devam
etmesi için AKP’nin
anayasa paketini
bekliyormuş...
Abdullah Gül, paketin
fiyongunu çözerken “İyi
şeyler olacak” demişti.
Bunu söylerken,
kaldırımlara bomba
konulmasından,
mayınların
patlatılmasından,
gencecik çocuklarımızın
şehit edilmesinden söz
etmiyordu, hiç
kuşkusuz!
Ya da PKK’li Murat
Karayılan, “Türkiye,
kendi yerel
parlamentomuzu
kurmamıza izin versin”
demiş. Abdullah Gül,
“iyi şeyler”den söz
ederken de bunu
kastetmemişti herhalde,
değil mi?
Bu Kadar
Sorumlu
Özelleştirmeye karşı
duranları, çıkarına
geldiği için “Yaşanan
dönemi
algılayamayan
dangalaklar” diye
suçlayanları
anımsıyoruz. İçimiz
acıyarak...
Acımız durmuyor,
büyüyor...
Kamusal iş
özelleştirilmiş,
taşerona verilmiş. O
da, sinekten yağ
çıkarmak için ucuz iş
yapmış. Sonuç:
Bursa’daki devlet
hastanesinde yangın
çıkmış, insancıklar
ölmüş!
Sağlık Bakanı da,
özelleştirmeye karşı
çıkanlara dangalak
diyenler de şimdi
sorumlu arıyorlarmış.
Boy aynasına
baksınlar!
Sosyal psikoloji alanında çalışmaları ile
tanınan Prof. Dr. Nuri Bilgin’in son yerel
seçimin Güneydoğu sonuçlarına ilişkin
değerlendirmesi, sıradanlaşmış kimi
yinelemeleri çürütmesi açısından dikkat
çekici:
“Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan
Kürt kökenli yurttaşlarımızın psiko-sosyal
mesafe bakımından kendilerine en yakın
buldukları partiler, bir yanda DTP, diğer
yanda AKP ve Saadet Partisi olarak
görünmektedir. Bu yakınlığın, söz konusu
grupların merkezi değerleri durumundaki
etnisite ve dinsellik perspektifine göre
şekillenmesi, diğer partiler açısından
dışlayıcı bir özelliğe sahiptir. Üstelik
bölgede, çatışma ortamının bütün
ağırlığıyla hissedilmesi, merkezi değerler
etrafında gruplaşmayı daha da keskin bir
hale getirmekte ve farklı siyasal
yaklaşımlara zemin bırakmamaktadır.
Çatışmalı bir dünyada yaşayan insanların
tepkilerinde belirli bir çizgi ayırt edilebilir:
Çatışma ortamında mevcut güç veya
güçlere yaklaşarak korunma ve güven
arayışı. Bu ortamda, parti ve adayların
yönetim anlayışlarının, plan ve projelerinin
insanlar tarafından dikkate alınması
beklenemez. Etnik temelden beslenen
çatışmaların hüküm sürdüğü yerlerde
(örneğin Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’ndeki pek çok kentin durumu),
insanlar bu çatışmalı dünyanın içinde zaten
var olan ve ayakta durabilenlerle birleşme
yoluna gitmektedirler. Çatışma ortamı,
mevcut güçleri imtiyazlı hale getirmektedir.
Dolayısıyla bu bölgeler, siyaset planında
farklı yeni güçlerin ortaya çıkmasının veya
yeni partilerin kök salmasının neredeyse
imkânsız olduğu yerler; bir başka deyişle
zaten var olanların var olabildikleri yerler
olarak görünüyor. İki norm, iki güç
etrafında iki kutuplu (dikotomik) olarak
yapılanan bu dünya, üçüncü bir kutba izin
vermiyor. Yeni arayışları ve seçenekleri
silen çatışma ortamı, ‘üçüncü halin
olamazlığı’nı doğuruyor. Bu perspektiften
bakıldığında, bazı partilerin bu tür
bölgelerde var olamaması, onların
özelliklerinden bağımsız ve beklenen bir
durumdur. Bunlara yönelik eleştiriler çok
da anlamlı görünmüyor. Örneğin CHP’nin
daha yenilikçi, daha cesur olması ve parti
içi demokrasiyi geliştirmesi yönünde
öneriler var. Bu, Güneydoğu Anadolu’da
CHP’nin kimlik siyaseti konusunda DTP’ye,
din konusunda AKP veya Saadet Partisi’ne
benzemesi demektir. Böyle bir muhayyel
senaryo gerçekleşse ve CHP, her iki
boyutta da dönüşse, sonucun farklı olacağı
söylenemez. Bunun somut bir örneği Yeni
Demokrasi Hareketi tecrübesinde
yaşanmıştır. Entelektüel çevrelerde büyük
takdir toplamasına rağmen, seçim
sonuçları YDH açısından umut kırıcı
olmuştur. Çünkü her iki boyutta da, doğal
olarak seçmenler ‘asılları varken taklidi’ne
itibar etmemiştir.”
Üçüncü Halin Olamazlığı
Naim Tirali Veda Etti…
HİKMET ALTINKAYNAK
Arapça kökenli birbirine
yakın iki sözcüğümüz var:
Veda ve elveda. Bunlardan
ilkinin anlamı “Yeniden bu-
luşma ya da unutulmama-
yı dileme”dir, ikincisininse,
“Bir daha kavuşulmayaca-
ğı düşünülen bir şeyden
ayrılma”dır.
Yaşamını yitiren, dünyaya
gözlerini yuman biri, elbette
elveda eder. Ona bir daha
kavuşma olanağımız yoktur.
Buna katılıyorum. Ne var ki
eserler bırakan bir insan için,
bu söylenebilir mi? Çünkü
onun adı her zaman anılır, ya-
şar, unutulmaz!..
İşte 25 Mayıs’ta yitirdiğimiz,
Cumhuriyet’in birinci kuşak
yazarı, öykücüsü, gazetecisi,
milletvekili Naim Tirali de
böyle bir kişiydi. Bunun için
de yazımın başlığı “Naim Ti-
rali veda etti”dir. Onu biraz
daha yakından tanımak için
biyografisine bir bakalım.
Naim Tirali, 25 Aralık
1925’te Giresun’un Piraziz
kasabasında doğdu. İlkoku-
la 1932’de başladı, üç yılını
Piraziz’de, iki yılını Giresun
Gazipaşa İlkokulu’nda oku-
du. Ardından Tahsin dayısı-
nın Galatasaraylı olması ne-
deniyle, Galatasaray Lise-
si’ne girdi ve 1945’te bitirdi.
O yıl, Coşkun Kırca, İlter
Türkmen ve Adnan Bulak
gibi hariciyecilerin yanında
Hüsamettin Gökay gibi pro-
fesör arkadaşları da oldu.
Liseden sonra, 1945 Tan
Olayı’na denk gelen dönem-
de iki ay, Galatasaray Lise-
si’nde öğretmen yardımcılığı
yaptı. Ardından da babası
ve dayısının isteğiyle hukuk
öğrenimi gördü.
İstanbul Hukuk Fakülte-
si’ni bitirdi (1950). Hukuk
doktorası yapmak üzere git-
tiği Paris’te bir yıl kaldı (1951).
Yurda dönüşünde İstan-
bul’da Yenilik dergisini çı-
karmaya başladı (1952). Ay-
nı adla yayınevi kurdu, yö-
netti.
Vatan gazetesi yazı işleri
müdürlüğü ve fıkra yazarlığı
yaptı. 1961-1965 yılları ara-
sında Giresun Milletvekilliği
yaptı. Bu arada Ankara’da
yayımlanan Vatan gazetesi-
nin başyazarlığını yürüttü.
1957’de ortağı olduğu bu
gazeteyi, 1962’de bütünüy-
le satın alan Naim Tirali, da-
ha sonra sattı.
İktisat ve Ticaret (1976-
1981) adıyla başka bir gaze-
te çıkardı. Bu onun son ga-
zetesi oldu.
Çalışma yaşamını bıraktı,
kendini tümüyle edebiyata
adadı, serbest yazar olarak
yaşamını İstanbul’da sür-
dürdü.
Tirali’nin yazma hevesi ilk-
okul yıllarında başladı. De-
desinin bürosunda daktilo
ile gazete, Galatasaray’da
Fransızca ve Türkçe dergiler
çıkardı. Yazdığı ilk öyküsü
1943’te Yeşilgireson gaze-
tesinde tefrika edildi.
Arkadaşı Nihat Karaveli ile
Çınaraltı dergisini çıkaran
Orhan Seyfi Orhon’a öykü
verdi, bu da yayımlanınca,
yazmayı hızlandırdı.
İlk öykü kitabını 22, so-
nuncusunu da 29 yaşında çı-
karan Naim Tirali, üzerinden
40 yıl geçtikten sonra bunla-
rı gözden geçirerek yeniden
yayımladı. İlk yazdığı dergiler
arasında Yeni Adam, Yeni-
likler, kendi çıkardığı Yenilik
dergisi var.
Naim Tirali, edebiyatımızda
büyük atılımların yapıldığı
1940’lı yıllarda yazmaya ve
yayımlamaya başladı. Genç
yaşta ortaya koyduğu çok
başarılı öyküler, sanat ve
edebiyat çevrelerinde önem-
li yankılar yaptı.
Öykülerinde anlattıklarının
yüzde 80’i kendi yaşantısını,
yüzde 20’si de çok yakın
çevredeki olayları yansıtır.
Park adlı ilk kitabı çocuklu-
ğunu, lise yıllarını ele alır.
“Taburcu” adlı öyküde an-
lattığı Galatasaray Lisesi’nin
revirinde yatan öğrenci ken-
disidir.
Onu ziyarete gelen arka-
daşları arasında Çetin Altan
da vardır, ama adı geçmez.
Onu hastabakıcıyı kızdıran
bir tip olarak betimledi. Ele al-
dığı konulardan biri mutlu
azınlık oldu. Bunu, kişilerin
psikolojik yönlerini alaycı bir
üslupla vererek yaptı. Kimi
kez konularını aşk ve okul
oluşturdu.
Günlük sorunları en çekici
gelen yanlarıyla öyküleştirdi.
Olay öykücüsü oldu. Bir za-
manların beğenilen bir öykü
yazarı olduğunu kitaplarının
yeni basımlarıyla ve okurları-
nın yenilenen ilgisiyle gös-
terdi.
Son bir iki yıldır epey zor
günler geçirdi ve yaşamını İs-
tanbul’da yitirdi, ama sonsuz
uykusuna memleketi Gire-
sun Piraziz’de yatacak. Ge-
lin kitaplarını da bir anımsa-
yalım:Park (1947), Yirmibeş
Kuruşa Amerika (öykü, 1948),
Aşka Kitakse (1953), Dev-
rimden Önce-Devrimden
Sonra (politik yazıları, gezi iz-
lenimleri, 1965), Bir Adayın
Notları (1965), Avrupa’daki
Amerika (1965), Piraziz Nere,
Berlin Nere (öykü, 1984), Çıl-
gınca Şeyler (öykü, 1999),
Aşk Dediğin (1999), Şapka-
sını Yiyen Adam (2000), Ka-
ranlığa Işık Tutmak (2000)
ve anılarını kaleme aldığı
Geçmiş Zaman Külleri…
Güle güle Cumhuriyet’in
onurlu yazarı Sevgili Naim Ti-
rali. Adın ve karanlığa tuttu-
ğun ışık, hiç unutulmaya-
cak…
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
SOLDAN SAĞA:
1/ Yurdumuzun
Trakya bölü-
münde de yeti-
şen ve kurutul-
muş yapraklarõ
halk hekimli-
ğinde kullanõlan
bir akçaağaç
cinsi. 2/ Gece
yapõlan sinema
ya da tiyatro
gösterisi... Ha-
waii’de karşõla-
ma ya da uğurlama
anõsõ olarak verilen, çi-
çekten yapõlmõş kol-
ye. 3/ Yunan ulusal
dansõ. 4/ Bir şeyin özü-
nü oluşturan ana öğe...
Manisa ilinde, “ulusal
park” kapsamõna alõn-
mõş bir dağ. 5/ Yete-
rince aydõnlõk olma-
yan... Çõkar yol, çare.
6/ İlaç... Kadõnlarõn takõndõklarõ süs iğnesi. 7/ Kütah-
ya’nõn Simav ilçesinde bir kaplõca... Yassõ ve dar bi-
çimli metal parça. 8/ Fincanõn dibine çöken kahve tor-
tusu... Genişlik. 9/ Dizi, sõra... Nâzım Hikmet’in bir
oyunu.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Tohumluk küçük soğan, arpacõk soğanõ. 2/ Kenar sü-
sü... Bademden yapõlan bir şerbet. 3/ Toplanan süp-
rüntüleri alõp atmakta kullanõlan, kürek biçiminde sap-
lõ kap... Önder. 4/ Yunan mitolojisinde aşk tanrõsõ... “Her
çiçekten --- eyledik/Arõya saydõlar bizi” (Pir Sultan Ab-
dal). 5/ Havadaki su buharõ... Kale hendeği... Bir bağ-
laç. 6/ Yapõlarda dolgu gereci olarak kullanõlan delik-
li tuğla. 7/ Kuşbaşõ doğranmõş koyun eti ve yufkayla
yapõlan bir tür kebap. 8/ İslam inancõna göre, ölüleri me-
zarõnda sorguya çekecek olan iki melekten biri... Do-
ğu Anadolu’da kullanõlan bir tür küçük zurna. 9/ Kö-
pek ve ineklere yedirilmek için un ve kepekle hazõrlanan
yiyecek... Akdeniz’de yaşayan bir balõk.
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9
D Ö N D Ü R M E
E K A R T E T A
V E R E M H A C
E İ N E B O L U
G A N A A M O K
Ö D J E T O N
Z A R B E J T
Ü N P E R E M E
A T E R İ N A
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9
DP Genel Başkanı
Hüsamettin Cindoruk,
AKP’nin yeni bir devlet
kurma peşinde olduğuna
değinip uyarmış:
“Türk devleti bölünme
tehdidi altında.”
1949 yılına ait Yaprak
dergisinde okumuştuk.
Melih Cevdet Anday,
şiirde sadeliği
savunurken bir olay
aktarıyordu:
“Yılını
söyleyemeyeceğim,
Atatürk’ü bir Bursa
yolculuğunda kentin
hangi evinde
konaklayacaklarsa oraya
götürmüşler. Odalardan
birinin duvarında
‘Ölmez bu vatan farz-ı
muhal ölse de hattâ /
Çekmez kürenin sırtı bu
tabut-u cesimi’ dizeleri
yazılı imiş. Atatürk
bakmış: ‘Ölmez bu vatan’
diye okuduktan sonra
birdenbire durmuş:
- Bu kadar yeter, üst
tarafına lüzum yok,
demiş.”
Yalnız şiirde mi? Hayatın
her alanında, o arada
siyasette de sadelik
gerek:
Ölmez bu vatan! İşte bu
kadar.
TÜRK KALP VAKFI
Emekli Sandığı, SSK, Bağkur,
Kamu Çalışanları Hastalarının Hizmetinde
19 Mayıs Cad. No:8 Şişli / İSTANBUL
Tel: (212) 212 07 07 (pbx) http://www.tkv.org.tr