23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Asuman Asuman, Kadir adında 14 aylık bir oğul annesi, ikinci çocuğuna hamile genç bir Kürt kadını. Bir haf- tadır altüst olmuş dünyasında kurşunlarla, bomba- larla, ölümlerle elinden alınmış hayatına bir yerinden yeniden tutunmaya çalışıyor, “nasıl”ını bilemeden. Mardin kıyımında annesi ile dört kardeşi öldü- rülmüş Asuman’ın, öldürdüğü söylenenler ise ko- casının kardeşleri. Tutuklanan on katil zanlısı ara- sındaki altı kardeş aynı zamanda Asuman’ın öl- dürülen annesinin öz yeğenleri, Asuman’la da kar- deş çocukları. Genç kadın 21 yıllık yaşamının en zor ikilemiyle karşı karşıya kalmış. Toplu kıyımda canlarını yitirenlerin yakınları tarafından “ötekiler” diye adlandırılan zanlıların ailesine gelin gitmiş çün- kü. Zanlı yakınları korku içindeler, çıkma olasılı- ğı yüksek bir kan davası yangınından, intikam ölümlerinden kurtulmak için doğup büyüdükleri köylerini terk edip uzaklara göçüyorlar. Asuman ne yapacağını, nasıl davranacağını bi- lemiyor, onun durumuna düşecek hiç kimsenin bi- lemeyeceği gibi. Göçenlerle gitse baba evinin kapısı bir daha açıl- mamacasına kapanacak, kalsa sevdiği kocasını bir daha görmemecesine yitirecek. Çevresine so- ruyor danışıyor. Sorup danıştıkları, “Kocan kan- lılarımızın kardeşi” diyorlar. “Seçeceksin! Ya ba- ban, ya kocan!” Babasına koşuyor, eşini, yakınlarını yitirmiş baba hem acılı hem de öfkeli. “Burada kalabilirsin” diyor, “seni korurum ben, ama bir şartım var.” Babasının önüne sürdüğü şart ne olabilir ki? Gözleri babası- nın dudaklarında donup kalıyor, bekliyor. Konuşu- yor baba, “Oğlunu da onlarla göndereceksin!” Elle- ri karnına gidiyor Asuman’ın. Ya karnındaki bebek? O da kanlılarından değil mi? Uzun uzun düşünme şansı yok Asuman’ın, “öte- kileri” götürecek kamyonlar hazır, motorları çalışıyor. Kaskatı kesilmiş Asuman, içi donmuş, gözleri do- nuklaşmış, benzi sapsarı. “Peki” diyor babasına, “bu- rada kalıyorum.” Babanın yüzünde hiçbir duygu izi yok, arkasını dönüp uzaklaşıyor. Genç kadın toprak zeminde bir kilim üzerinde oturan, hiçbir şeyden ha- bersiz yavrusunu kucağına alıyor, kamyonetlerden birinde kendisini bekleyen kocasına götürüyor. “Kadir’i sen al” diyor, acılı bir sesle, “ben burada kalıyorum.” Kocasının gözlerinde hüzün, çocuğu alır- ken, dönüşü olmayacak ayrılıklarının veda anında Asuman’ın artık hep anımsayacağı, onu umarsızlıkla umut arasında gidip getirecek son sözleri dökülü- yor ağzından: “Dilediğin zaman gelebilirsin bana, beş yıl sonra bile gelsen kabul ederim seni.” Kamyonet hareket ediyor. Asuman, görünmez ola- na kadar izliyor uzaklaşan göç konvoyunu. Asuman, 44 insanını kıyıma kurban vermiş, bir o kadar insanı da başka yerlere göçmüş 60 yetimli, ya- rısı boşalmış 36 haneli köyünde acılı yalnızlığını ya- şayacak. Tanık olduğu o kıyıma, o vahşete, o ölümlere bir anlam vermeye çalışacak, ama veremeyecek. Hiç beklemediği bir anda hayatından kopan ko- casını, koparılan çocuğunu düşünecek.. o kopuşun, koparılışın nedenlerinin ardına varmaya çalışacak, ama varamayacak. Elleri hep karnına gidecek, dört ay sonra dün- yaya getireceği bebeğini okşayacak, gözlerinden yaşlar süzülerek. Bebeğin yazgısı belli, o “öteki- lerin kanından”. Onu barındırmayacaklar köyde, töre böyle. Ne yapacak, ne yapmalı Asuman? Bilemiyor. Hele bebeği bir doğsun, belki o zaman... Bir umut işte! Bekir Coşkun’a hayranlõğõmõ herkes bilir; çünkü her sabah ilk sözüm bellidir; “mutlaka oku- malısın”... Geçen pazar ise da- ha gazeteleri almadan mesajlar başladõ; “okudun mu?”… O günden beri huzursuzum; kentlerimizi “mimarların çir- kinleştirdiği”ni söylemesin- deki “haklı yanılgı”sõnõ, sev- diğimi “incitmeden” nasõl ya- zabilirim? “Haklı” diyorum; çünkü kentlerimizin haline ba- kõp da tüm binalarõn “uygar” ülkelerdeki gibi “mimarlarca” tasarlandõğõnõ “sanan” sayõ- sõz aydõnõmõzõ nedense aydõn- latamadõk. Hatta sadece “bi- linçsiz” değil, kimi “maksat- lı” kalemleri de... Ancak bu kez yazarõmõz Bekir Coşkun! Cumhuriyet değerlerimizi kent ve çevre duyarlõlõğõyla birlikte sa- vunmanõn “bilinç” abidesi… “Gerçekleri maksatlı saptı- ranlar”õn da korkulu rüyasõ… Böylesine bir “yürekli akıl” bile “...bu çirkin kentleri kim yaptı? Bir mimarın imzası olmadan çivi bi- le çakılamayacağını he- pimiz biliriz…” diyebi- liyorsa, nasõl kayõtsõz kalõnabilir? (03 Mayõs 2009) Çünkü “hepi- miz” asõl şunu çok iyi biliriz: “Bu çirkin kent- leri imar rantı tutkunları ile siyasal yandaş- ları yarattı. Binaların büyük çoğunluğunda mimarın imza- sı bir yana, fikri bile alınmı- yor…” Nitekim hesap ortada… Kent- lerimizin yüzde 70’i kaçak; ya- ni “mimarın imzaladığı” ruh- satlarõ bir yana, projeleri bile yok! Üstelik af yasalarõyla büyük çoğunluğu da artõk çok katlõ be- tonarme “apartman”! Kalan “sözde yasal” yüzde 30 ise yine sadece rant pazarõnõn “tipsiz apartmanlaşma”sõnõ gözeten “tip parselasyon, tip yönetmelik ve tip imar plan- ları”nõn kaçõnõlmaz ürünleri... Üstelik neredeyse yüzde 90’õ da “kalfa mimarisi”! Yani Bekir Coşkun’u “Suçlu kim?.. Kim bizi bu çirkin ya- pılar arasında yaşamaya mah- kûm etti...” diye haykõrtan gö- rüntünün içinde mimarõn tasar- ladõğõ yapõ oranõ sadece “yüzde 3”… Onlarõ da devasa “çirkin- likler yığını” içerisinde ancak çok dikkatle baktõğõnõzda, belki görebilirsiniz. Yazılarında ne demişti? Ama bunu en iyi Bekir Coş- kun’un bildiğini de biliyorum. Örneğin, 5 Nisan’daki “Her Se- çimi Doğa Kaybeder” başlõklõ yazõsõnda; “Benim belediye başkan adayım seçilemedi” derken, “öbürleri”ni şöyle ta- nõmlamõştõ: “Boş alan görünce aklına bina geliyor, suratı blok apartman şeklini alıyor. Dili kürek biçiminde ağzından çı- kıp dolanıyor. Kıçı çimento karma makinesi gibi, daireler çize çize gidiyor. Aklı fikri dört bir yanı çimento, asfalt, demir, inşaat, tesis, bina ile dol- durmak...” Bekir Coşkun’u sevmeyeyim de kimi seveyim? Kent ve çevre dostu mimari- yi engelleyenleri böylesine “ger- çekçi” kim tanõmlayabilir? Nitekim “2 Ucu B’li Zihni- yet” yazõsõnda da orman talan- cõlarõnõ şöyle sõralanmõştõ: “Po- litikacılar, bürokratlar, işa- damları, arazi mafyası, avan- tacılar, beleşçiler, cingözler el ele…” (04 Temmuz 2004) Peki, neden “mimar”õ da saymamõş? Çünkü 2B işgalcisi yapõlarõn mimarlõkla değil, siyasi hima- yeyle inşa edildiklerini çok iyi biliyor... Hele, tam bir “Bekir Coşkun klasiği” olan “Ben Köyleri Seve- rim”ini nasõl unuta- bilirim? 1999 dep- reminde “yıkılma- yan” köyler ile “çöken” kentlerin “farkı”nõ değme mimarlar bu kadar anlaşõlõr yazamazdõ: “…çün- kü köylerde ne rant için ya- pılan yüksek yüksek binalar var, ne imar aflarından ya- rarlanmış iğrenç yapılar, ne müteahhit-belediyeci çetele- ri, ne imar planları, ne kontrol-montrol… Eğer pi- yasa ekonomisinin doyumsuz eli köylere de uzansaydı, ora- lar da yıkıntı ve ceset dola- caktı...” (16 Kasõm 1999) Bekir Coşkun’un “İyi mi- marların kötü mimarlara tep- kisi yok mu?..” merakõnõ gi- dermeyi, imar yağmacõlarõna karşõ 7 gün 24 saat mücadele eden Mimarlar Odasõ’na bõrakõ- yorum... “Yapıların gözüken bir ye- rine mimarının adı yazılmalı ki herkes görsün...” önerisini ise çirkin kentleşmenin “mimar- sız binalar”õnõ görebilmesi için ben de yürekten destekliyo- rum… Şu “mimarlık suçu” ni- teliğindeki, kentleri ezen “ayrı- calıklı rant kuleleşmesi”ne han- gi mimarlarõn tutsak olduklarõnõ cümle âlemin bilmesi için... Bugün sakõn Bekir Coşkun’u kaçõrmayõn. O bizim sesimiz, so- luğumuzdur... ekinci@cumhuriyet.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 10 Mayıs ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Bekir Coşkun’a Sevgilerle... 10 MAYIS 2009 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Bugün Anneler Günü... Bizim oğlandan anana pırlanta almadıysan ananı da al defol git! Tam Hidayet Ergin: “Recep, Ergenekon’un ne altındaymış ne de üstünde. Tam içindeyim diyecek ama dili varmıyor.” Üfürük Necati Cebe: “OECD raporuna göre akıl sağlığımız da bozukmuş. Önemli değil; nefesi keskin bir imam okur, üfler düzeltir!” Gerçek Hamza Saykan: “AB yalanını bırakın da Mardin’deki feodalizm gerçeği karşısında halka önce ABC’yi öğretin!” YağmurDeniz Cumhuriyetin devrim günleri KISSADAN hisselik Temel fıkrasını İlker Çamkır gönderdi: Temel 20 yıldır Almanya’da yaşıyormuş. Bir gün göçmen bürosuna gidip Almanya’dan kesin dönüş yapacağını söylemiş. Göçmen bürosundaki Alman görevliler Temel’i tanıyor ve seviyormuş. Merak edip “Niye dönüyorsun” diye sormuşlar. Temel, “Homoseksüeller yüzünden” demiş. Bürodaki Almanlar şaşırmış: - Seni rahatsız filan ediyorlarsa hemen bir şikâyette bulun, hiç merak etme gereği neyse yaparız. Almanya’dan bu yüzden ayrılmana değmez. Temel: - Yok, beni rahatsız etmiyorlar. Bürodakiler iyice şaşırmış: - Peki neden gidiyorsun? Temel: - Biliyorsunuz 20 yıl önce burada homoseksüellik yasaktı. 10 yıl önce serbest bırakıldı. 5 yıl önce de evlenmelerine izin verildi. Homoseksüellik mecbur olmadan memleketime dönmek istiyorum. İlker Çamkır’ın kıssadan hissesi: Türkiye’de 30 yıl önce türban diye bir şey yoktu. 20 yıl önce takmaya başladılar. Şimdi ise serbest oluyor. Mecbur olmadan önce bir şeyler yapmak lazım! Hisseden hisse: Yapılacak tek şey Cumhuriyetin devrim günlerine yeniden dönüştür. Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” TÜRKİYE’DE kendini solcu tanıtan ahlaksızlara, dinci geçinen şerefsizlere kısaca parayı görünce ruhunu satan alçaklara bir tek soru sormak gerek: Emperyalizmin kucağından niye inmiyorsun! Bülent Esinoğlu, kavramların içini boşaltarak yoluna devem eden popüler kültürün son yıllarda piyasaya sürdüğü kavramlardan birinin de “yüzleşmek” olduğunu söylüyor: “Yüzleşme ifadesini bize söyleyenler, sanki bir yerlerde bizim bilmediğimiz ya da suç işlediğimiz bir şeyler var da biz onunla yüzleşeceğiz, havasını yaratıyor. Sanki bir yerlerde bir gerçek var, biz hep o gerçeği ret ediyoruz; birileri de bize sürekli gerçeğimiz ile yüzleşmemizi söylüyor. Yüzleşin diyenler, doğrudan size söyleyemedikleri ‘siz suçlusunuz’ ifadesini kibarlaştırarak, bize yüzleşin diyorlar. Bir yerde, bir gerçek olsa da biz o gerçek ile yüzleşsek ne âlâ. Öyle değil, kendileri bir tanımlama yapıyor ve o tanımlanan sözde gerçek ile bizim yüzleşmemiz isteniyor. Aslında bizden, yüzleşmemiz falan istenmiyor. Bizden onların tanımladığı, sahte gerçeğe teslim olmamız isteniyor. Kendileri emperyalizm gerçeği ile yüzleşmek yerine, bize kendi tanımladıkları şeyler ile yüzleşmemizi yani teslim olmamızı istiyorlar. Arkasından Batı imalatı, sahte kavramlar sıralanıyor: Gerçekler ile yüzleşmek. Tarihimiz ile yüzleşmek. Demokrasi ile yüzleşmek. Hatta daha da ileri gidiyorlar; ‘Yaşlı Hollandalılar Derneği’ gibi ‘Yüzleşme Derneği’ kuruyorlar. Yabancı parası ile siyaset yapan derneklere, bir de ‘Yüzleşme Derneği’ ekleniyor! Örneğin 24 Nisan. Bize söylenen şudur. Tarihinizle yüzleşin. Yani soykırım suçunuzu kabul edin. Kendileri bizi suçlu ilan etti ya, onların bu ilanı, ‘gerçek’ oluyor ve bize bu gerçekle yüzleşmemiz söyleniyor. Birileri, televizyon kanallarında dolaşarak, tarihimizle yüzleşme propagandası yapıyor. Ama bu tipler ‘emperyalizm’ sözcüğünden nefret ediyor; bunlar, ‘Emperyalizmin sözünü edenler, çağdaşlıktan kaçanlardır’ diyebiliyor. Bunlara emperyalizme, emperyalizm dendiğini, başka da hiçbir şey denemeyeceğini anlatmalıyız. Biz her şeyimiz ile yüzleşiriz. Yeter ki onlar emperyalizm ile yüzleşsinler.” Yüzleşme SESSİZ SEDASIZ (!) dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Evlerde şil- te, yatak, yor- gan gibi eşya- larõn konuldu- ğu büyük gömme dolap. 2/ Hattatlarõn kâğõt cilala- makta kullan- dõklarõ özel bir bileşim... Es- kiden uzay boşluğunu doldur- duğu varsayõlan es- nek madde. 3/ Optik kaydõrma... Ağaç- larda mantarlarõn oluşturduğu bir tür çürüme başlangõcõ. 4/ Utanç duyma... Sõvacõ aracõ. 5/ Ka- re ya da silindir bi- çimli yüksek yapõ... Maksat. 6/ Kötü bir durumdan kurtuluş; felah... Eski ve bilinmeyen bir tarihi anlatmakta kulla- nõlan deyim sözü. 7/ “Dağservisi” de denilen büyük bir orman ağacõ...Tunceli yöresine özgü, “sac sırımı” da denilen bir tür hamur yemeği. 8/ İzmir’in Selçuk ilçesindeki ünlü antik kent... Tekel idaresine eskiden verilen ad. 9/ İşlerinde yalnõzca kazanç elde etme düşüncesiyle hare- ket eden kimse. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Eti lezzetli bir balõk... Zehir. 2/ Afrika’nõn en yüksek dağõ Kilimanjaro’nun, yerli dillerde “özgürlük” anlamõna gelen adõ... Kabadayõ. 3/ Çölden esen rüzgâr... Yol yapõmõnda kullanõlan bir makine. 4/ Güzel sanat... Bir yüzü içbükey, öbür yüzü dõşbükey olan mercek. 5/ Bir haber ajansõnõn kõsa yazõlõşõ... Tümör. 6/ Koleksiyon... Radon elementinin simgesi. 7/ Halõ ya da kilim dokunan tezgâh... Voleybol ve teniste oyunun her bir bölümüne verilen ad. 8/ Coğrafyadaki kõyõ tiplerinden biri... Metal ya da kâğõt para üstün- deki kafa resmi. 9/ Küçük su kanalõ... Slav al- fabe ve yazõsõ. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 M E Y D A N İ İ A C E F O R O Z R E M B E T İ K O K L O R S A T İ S İ R İ N R O Z I H N A S İ P E R A T V O N T A A L A M A N T O M A R A Ü 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle