17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 3 NİSAN 2009 CUMA 14 KÜLTÜR K A M İ L M A S A R A C I K Ü L T Ü R Ç İ Z İ K KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Onlar Ermiş Muradına... Yerel seçimler geride kaldı. Kimi yerde eski, kimi yerde yeni başkanlarla geçireceğimiz bir beş yıl var önümüzde... Tüm seçilmişleri kutlarken yeni dönemde sanata verecekleri önemin ta- kipçisi olacağımızı söyleyelim. Ülkemizde, merkezi otoriteye bağlı kültür ve sanat kuruluşları, Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana etkin bir çalışma sürdürüyor. Yıllardır yenilenemeyen yasalarının sonucu, çağdaş sa- nat politikalarının gerektirdiği dinamizme sahip olamayan, ama her şeye rağmen Lemi Bilgin ve Rengim Gökmen gibi deneyimli yöneticile- ri sayesinde çalışmalarını aksatmaksızın sür- düren Devlet Tiyatroları ve Devlet Opera ve Ba- lesi gibi sanat kurumlarımızın yanı sıra, yerel sa- nat kurumlarımızda da ciddi kıpırdanmalar var son yıllarda. Ne kadar başarılı olurlarsa olsun, Devlet Ti- yatroları’nın 81 ile ulaşan yaz turneleri ile DT’nin ve Devlet Opera ve Balesi’nin düzenlediği fes- tivaller Anadolu’nun sanatsal ihtiyacını karşıla- maya yetmiyor. Tüm illerimizin kalıcı sanat merkezlerine ihtiyacı var. Bu nedenle de yerel yönetimlere büyük görev düşüyor. Zaten, dün- yada gelişen ‘trend’de bu: kültür ve sanatın ye- rel köklerden beslenmesi ve yerinden yönetil- mesi… Elbette, yerel yönetimlerin görevi bina yap- maktan ibaret değil, bu yapıların sağlıklı işleyi- şini güvence altına almak. Bunun tek bir yön- temi var: kentin kültürel dinamikleri ile iletişim içinde olmak, profesyonelliğe önem vermek, “ben yaptım oldu” anlayışından kaçınmak… Anadolu’da kültür merkezlerinin hangi işlevle- re tahsis edildiğini, belediyelere hâkim olan si- yasi çizgilerin kültür-sanat programlarının içeriğini nasıl belirlediğini, ‘Festival’ adı verilen panayırların düzeyini bilenler için umutlu olmak kolay değil. Gene de, iyi niyetli başkanlarımıza önerilerde bulunmak istiyoruz. Gelin, bu işlerin başına yeterli birikime sahip olan kişileri getirin; sanatçıları memurlaştır- mak yerine, geniş bir sanatçı kesiminin yarar- lanmasını sağlayın yerel yönetim olanaklarından; sahip olduğunuz mekânları kültür-sanatla ilgi- lenen sivil toplum kuruluşlarına, sanat inisiya- tiflerine ücretsiz tahsis edin; şenliklerinizi, fes- tivallerinizi oy potansiyelinizi artırmak için de- ğil, halkın kültür düzeyini artırmak için değer- lendirin… Bunların sizin için önemli olduğunu dü- şünüyorum, çünkü kültür-sanattan nasibini al- mamış bireyler, kentine sahip çıkma bilincine ka- vuşamaz. İstanbul (gerek Büyükşehir, gerekse Beşiktaş, Kadıköy, Bakırköy, Şişli, Beyoğlu, Fatih, Kü- çükçekmece gibi bazı ilçeleri), İzmir, Eskişehir, Gaziantep, Adana, Diyarbakır gibi kentlerimiz- de görevlerine devam edecek başkanlarımızın yakaladıkları başarıda kültür-sanata verdikleri önemin de rolü olduğunu düşünüyorum. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, 2010 yılının Avrupa Kültür Başkenti İs- tanbul’a yeni sanat merkezleri kazandırmak için çalışıyor. İzmir’e Adnan Saygun Kültür Mer- kezi’ni kazandıran Aziz Kocaoğlu, seçim kampanyasında İzmir’i “Akdeniz’in kültür baş- kenti yapacağım” diyor. Yılmaz Büyükerşen, Eskişehir’i bir kültür-sanat kenti olarak her gün biraz daha geliştiriyor. Benzer hedefler, pe- kâlâ diğer kentlerimiz için de konulabilir. Önle- rine, kentlerini Ortadoğu’nun, Karadeniz’in, Balkanlar’ın kültür merkezi yapma hedefini ko- yacak başkanlar bekliyoruz. Olmayacak şey de- ğil, yeter ki öncelikleriniz arasında kültür-sanat yer alsın… Yeter ki, siyaset sanatı gölgeleme- sin… İstanbul’da yerel yönetimler iki siyasi parti ara- sında paylaşıldı. Gönül ister ki, her iki partiden başkanlar İstanbul 2010 için el ele versin. Bu işbirliğinin oluşturacağı sinerjiyi tamam- layacak bir unsur daha var. O da, Büyükşehir’in kültür-sanat politikasının oluşturulmasında, kentin sahip olduğu olanakların kullanımında, adil ve saydam bir anlayışın egemen olması, kısa- cası ‘yönetişim’ dediğimiz (çokca kullandığımız, ama nedense bir türlü hayata geçiremediğimiz) sihirli sözcüğün hayata geçirilmesi… [email protected] [email protected] Ö nceki akşam Lütfi Kõrdar Konser Sa- lonu’nun fuayesine girdiğimde, sanki büyülü bir dünyaya adõm atmõştõm. Bir yanda Leyla Gencer’in en dõşavurumcu dev fo- toğraflarõ, öte yanda dünyanõn belli başlõ opera yapõlarõ ve sahneleri, hepsi gelip fuayeye yer- leşmişti… La Scala, San Carlo, Covent Garden, Arena di Verona, Staatsoper, Bühnen der Stadt, Teatro San Carlos, Teatro Colon, Felsenreitschule, Norks- ke Opera, Royal Albert Hall, National Theater, Memorial Auditorium, Bayerische Rundfunk, Carnegie Hall, Piccolo Teatro, Coliseo Albia, King’s Theatre, Terme di Caracalla... Bunlar dünyanõn dört bir yanõnda Leyla Gen- cer’i ağõrlamõş salonlar, sahnelerdi. Onlarõn ki- milerini Lütfi Kõrdar’õn duvarlarõnda görmek, bir kez daha konser ve opera salonu yoksunlu- ğumuzu ve yoksulluğumuzu yüzüme çarpacaktõ. Ama adõ üstünde, bu bir “Kutlama” gecesiydi. Hüzne yer vermemek için doğru merdivenlerin ortasõnda yükselen õşõl õşõl parlayan kostüme yö- neldim: Leyla Gencer’in 1962’de “Don Car- lo” operasõnda giydiği Kraliçe Elizabetta kostü- mü. Sõrf bu olay için La Scala Müzesi’nden ge- tirtilmiş, sergileniyordu. Leyla Gencer plaklarõnõ satõn almak için yarõ- şanlarõ gördükçe, bir zamanlar televizyonlarda “Leyla Gencer kim ki, bir tek plağı bile yok!” diye ahkâm kesen, “aydın” geçinen cahilleri anõp gülmemek için zor tuttum kendimi… (Hâlâ herkes bana soruyor: Bir daha yanõtlõyorum: İs- tanbul’da Lale Plak’tan -0212 293 77 39- , An- kara’da Dost Müzik’ten -0312 417 77 95- ala- bilirsiniz.) ŞÖLEN DUYGUSU Fuayedeki büyü, salonda da devam etti. Salon ağzõna dek tõka basa doluydu. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrasõ, genç ve karizmatik şef Sacsha Goetzel yönetiminde şahlanmõştõ. (Konserin ayrõntõlarõnõ dün Egemen Berköz’den okudunuz, tekrarlamayacağõm.) Şunu vurgula- mak istiyorum: Orkestra bizi de “kanatlandı- rırken”, kolay kolay dinleme fõrsatõ bulamadõ- ğõmõz solistlerle bir aradaydõk: Farkõndaysanõz artõk dünyanõn her yerine “açılan”, opera sa- natçõlarõmõz var. 2006 Leyla Gencer Yarõşmasõ’nõn birincisi Ni- no Machaidze, bugün dünyanõn her yerinde ara- nan bir soprano. Dünya operalarõ peşinde. Salz- burg Festivalleri’ndeki başarõlarõndan daha ön- ce de söz etmiştim sizlere. (Yarõşma finalinde so- nuçlarõ duyduğunda Aya İrini sahnesindeki göz- yaşlarõnõ hiç unutmayacağõm.) Sahnede sesi, se- sini kullanõşõ, yüzü, (mimikleri, oyunculuğu) du- yarlõlõğõ hepsi bir bütündü. … Perihan Nayır Ar- tan’õ ben hem İstanbul hem de Aspendos’ta din- leme olanağõ bulmuştum. Geniş ses hacmi, us- talõğõ, sesinin sõcak renkleriyle, kendine olan gü- veniyle başarõdan başarõya koşan bir soprano… Mezzosoprano Ezgi Kutlu ve tenor Taylan Me- mioğlu meslek yaşamlarõnõ ABD, Almanya, Avusturya’da sürdüren, sürekli temsillerde önemli roller alan, yarõşmalara katõlõp ödüller ka- zanan iki genç sanatçõ… Alper Göçeri (bariton) ve Mert Eryüksel (bas) henüz kariyerlerinin en başõnda… Tümünü, dünya opera repertuvarõnõn ölümsüz eserlerinde izlemek harika bir şölendi. NİTELİKLİ MÜZİK, NİTELİKLİ ÜLKE Sözünü ettiğim “büyü”nün baş sorumlusu, tüm olayõ “sahneleyen” ve kurgulayan Yekta Ka- ra’ydõ. Fuayeye girdiğiniz ilk andan, salonda, konserin son anõna dek bir bütünlük sağlamõş- tõ. (Arada eserler üzerine açõklamalarõ da ken- di yapõyordu.) Bu bütünlüğün yarattõğõ şölen ha- vasõnõ şu gerçek taçlandõrõyordu: Leyla Gencer misyonunu sürdürüyordu: Evrensel çağdaş kültür, çokseslilik, nitelikli mü- zik tutkusu benim ülkemde de kuşaktan kuşağa geçecekti. Hiç kimsenin kuşkusu olmasõn! Zaten o salonu dolduran tüm insanlarõn bir- biriyle bakõşarak, gülümseyerek “kucaklaş- masının” gerisinde de bu bilinç vardõ: Nite- likli müzik yapõlan ülkede, kolay kolay vaz- geçmek olmazdõ! İnsanõ insan yapan değer- lerden asla vazgeçilmeyeceğine dair bir umut, hazõr seçimler sonrasõnda içimize yerleşmiş- ken… ‘DÜNYANIN TÜM DUYGULARI’ Finalde tüm solistlerin katõlõmõ ve “La Tra- viata” ile şampanya kadehleri Leyla Gencer için kaldõrõlõrken bir de baktõm ben yine çooook ge- rilere gitmişim! Dünya operasõna sayõsõz sanatçõ kazandõrmõş ünlü İtalyan maestro Tullio Serafin, Leyla Gen- cer’i birçok Verdi operasõna, bu arada “La Tra- viata”ya da hazõrlamõştõ… Ve Gencer, kõsa sü- rede bu eserle kanatlandõ, mesleğinin ilk yõl- larõnda bu eserle yüksekten uçtu. Tulio Serafin, Leyla Gencer’i müzik dün- yasõna kazandõrmakla kalmadõ, opera literatü- rüne bir de neredeyse özdeyiş armağan etti: “Yeryüzündeki tüm duygular, Leyla Gencer’in sesindedir..” diyordu ünlü şef. Önceki akşam yeryüzündeki tüm duygular o konserdeydi… Teşekkürler Borusan ve tüm emeği geçenler, katkõda bulunanlar. [email protected] Faks: 0212. 257 16 50 Borusan İstanbul Filarmoni’den Leyla Gencer Kutlamasõ Büyülü bir gece... SUNGU ÇAPAN K üçük bir kõzõn büyüme sorunla- rõ üstüne, 20 yõl öncesinin Ru- melihisarõ’ndaki o eski kõrmõzõ tuğlalõ kulede çektiği, öncü ve şiirsel nite- likteki ilk filmi A Ay’la (1989) kendine öz- gü bir yaratõcõ yönetmen olarak gönül dü- şürdüğümüz Reha Erdem, o tarihten gü- nümüze uzun fasõlalarla çalõşarak az ama öz film yaptõ, Kaç Para Kaç (1998), Korkuyorum Anne (2004) ve Beş Vakit (2006) gibi. Başyapõt nitelemesini ger- çekten hak eden Korkuyorum Anne’sini özellikle çok beğendiğimiz Erdem, gösterimde ikinci haftasõnõ sürdüren son eseri (şimdilik beşinci fil- mi oluyor) Hayat Var’la bu kez boğazõn öte ya- kasõna geçip Anadoluhisarõ-Göksu’daki dökün- tü bir evde, görünürde balõkçõ babasõ ve oksijen tüpüne bağlõ, yatalak dedesiyle yaşayan, yeni- yetmelikten kadõnlõğa geçişin sancõlarõyla Loli- tamsõ halleri içindeki, yoksul, pasaklõ, suskun ama hayata sõkõ sõkõ tutunmaya da çabalayan bir kõ- zõn büyüme ve yetişme sorunlarõna el atõyor yi- ne ve yeniden. İstanbul cangõlõnõn her nasõlsa hâ- lâ betona boğup doğal güzelliğini bozamadõğõ- mõz, kõyõda köşede kalmõş, cennet gibi mekân- larõnõ bulup seçerek layõkõyla kullanan Erdem, sevgiden ilgiden yoksun, okulunda dõşlanan, ha- yatõn darbelerini yedikçe içine kapanarak hõncõnõ bahçedeki tekmeleyip durduğu hindisinden çõ- karan, masumiyeti gitgide kirlenen kahramanõ Ha- yat’õn (Elit İşcan) dünyaya bakõşõ va hissiyatõ üze- rinden anlatõyor 14 yaşõn engebeli arazisinde ge- çen travmatik hikâyesini, bölük pörçük pasajlar ve kolajlar halinde. Askerdeki babasõnõ bõrakõp bir erkek kardeş doğuracağõ, küt kafa bir polis- le ikinci evliliğini yapan annesi (Banu Fotocan) arada bir uğrayõp sözüm ona ilgileniyor uzun saç- larõnõ kesmek istediği kõzõyla. Tekdüze bir yok- sulluk ortamõnda, çevresi çoktan kaybetmiş ye- tişkinlerle kuşatõlmõş, derme çatma bir düzende ve ensest imalarõndan geçilmeyen, habire ham- si, rakõ, sigaraya talim edilen, sevgisiz bir aile- de var olmaya çalõşan bu uyumsuz kara ördek yavrusunun babasõysa (Erdal Beşikçioğlu), bo- ğazdan geçen, irili ufaklõ tankerlerdekilerin ka- dõn, uyuşturucu, vb. gereksinimlerini gideren, ka- çak viski, içki gibi yasadõşõ işlere karõşmõş, ka- ranlõk ama sevecen bir küçük üçkâğõtçõ. Kõzõna, tekrarlarõyla seyirciyi sinir eden, şarkõ söyleyen, kõrmõzõ bir bebek de hediye ediyor. KARAMSAR VE KASVETLİ... Fõndõk kabuğu kadar küçük teknesiyle büyük gemileri sollayõp denizi yararak tan vakti, sis- ler içinden çõkageldiği evine oldukça az uğrayan babacõk, kõzõnõ sõk sõk lezbiyen komşu Kamile ablaya (Handan Karaadam) emanet ediyor an- cak hayvan seven, bu komşu teyzenin tacize va- ran, sürekli ilgisinden mustarip aslõnda Hayat. Sürekli öksüren, çõkarcõ, ağzõ bozuk dedenin ev- deki kaprisleri bir yandan, çökmüş eğitim sis- temimizin hali pür melalini gözler önüne seren, okuldaki adaletsizlikler öte yandan, her şeyin üs- tüne üstüne geldiği ve çevresiyle konuşmaktan çok gitgide hõrõltõlõ-mõrõltõlõ, tepkisel bir iletişim kuran, bebek kardeşi gibi parmağõnõ emen Ha- yat’õ nerdeyse ruh hastasõna çeviriyor bütün bu kuşatõldõğõ olumsuz koşullar. Kamile ablanõn ya- nõ sõra, õsrarla babayõ arayõp duran meczup ağ- bi (Nebil Sayın), tecavüzcü bakkal amca gibi yan tiplerin de boy gösterdiği filmde, zaman ve me- kândan soyutlanmõş, karamsar, kasvetli bir at- mosfer kuruyor yönetmen, tõpkõ önceki işlerin- deki gibi. SERT, HAZMI ZOR BİR FİLM Gündelik yaşamda tanõğõ ve kurbanõ olduğu tüm adaletsizliklere, sevgisizliklere karşõ suskun direnişiyle bir an önce büyüme çabasõ içindeki bu küçük kadõnõn ona kesik, türküler çõğõran, Fe- ner taraftarõ, yanõk sesli, Kürt çõrak oğlanla (Er- han Tekin) bir çeşit çõkõş ve başkaldõrõ coşku- su içinde motora atlayõp denizi yara yara rüzgâra karşõ canavarõmsõ kocaman şileplerle yarõştõk- larõ, mutlu sonumsu bir finale bağlanan Hayat Var, sancõlõ bir büyüme döneminin aşamalarõ- nõ gözümüze sokuyor. Bu kez her şeyi anlat- mamayõ seçip seyircinin beklentileriyle oyna- mayõ yeğlemiş, genelde anlam yaratma peşine düşmüş yönetmen, kimi tekrarlarõn özellikle vur- gulandõğõ, boşluklu bir yapõda, gevşek bir tarz- da kurulmuş filmde dillendirilmeyen çok şey se- yircinin algõlamasõna bõrakõlmõş. Tanker ho- murtusu, uçak uğultusu, canhõraş sirenler, mar- tõ, karga çõğlõklarõ ve Orhan Gencebay, Mine Koşan şarkõlarõyla bezeli soundtrackiyle gör- sellik kadar seslerin de ağõrlõk kazandõğõ Hayat Var, võcõk võcõk arabesk hissiyatlar yayõyor. Sakõz gibi yapõşkan duyarlõklar, malumu ilam, tekinsiz durumlarla sürerek her an kõzõn başõna bir iş gelmesini ya da onun sözgelimi as- tõmlõ dedesine bir kötülük yapmasõnõ bekledi- ğimiz film, konusundan anlatõmõna, çerçevele- melerinden montajõna, görselliğinden seslerine kadar belirgin bir ustalõğõn ürünü sonuçta, or- talama seyirciyi yer yer kõvrandõran, huzursuz, rahatsõz eden bir yaratõcõ yönetmen eseri. Ön- ce yadõrgatõp sonradan koyan, sert, hazmõ zor bir film. Hayathayatatutunurken Yönetmen, senaryo, montaj, ses: Reha Erdem / Kamera: Florent Herry / Oyuncular: Elit İşcan, Er- dal Beşikçioğlu, Levend Yõlmaz, Banu Fotocan, Handan Karaadam, Nebil Sa- yõn, Erhan Tekin, Aynur Tokluoğlu / Atlantik Film 2008 (Tiglon). Hayat Var Fransa’daHemdem ezgileriyankõlandõ Profesyonel çaptaki en önemli uluslar- arası dünya müziği buluşması World Music Expo’nun Fransa’daki karşılığı olan Babel Med Music, Dünya Müziği Forumu’nun beşin- cisi Marsilya’da yapıldı. 26-28 Mart tarihlerinde gerçekleştirilen etkin- lik farklı coğrafyalardan 30 ayrı mü- zik grubunu Marsilyalı izleyicilerle buluşturdu. Etkinliğe Türkiye’den Oğuz Kaplangi prodüktörlüğünde ortaya çıkan Istanbul Calling çalış- ması ile Alevi nefes ve deyişlerini yo- rumlayan “Hemdem” grubu katıl- dı. Dertli Divani, Ulaş Özdemir ve Mustafa Kılçık’tan oluşan Hem- dem, Marsilyalılara Alevi ezgile- rinden örnekler sundu. Sinemamõzõn sayõlõ yaratõcõ yönetmenlerinden Reha Erdem’in ulusal ve uluslararasõ festivallerde nedense ödülsüz bõrakõlan son filmi gösterimde Bu yõl en güzel 1 Nisan şakasõ ödülü- nü Bianet’e verdim! Muhteşemdi: 1 Nisan’da Başbakan Erdoğan’õn “Bia- net’i okudum, derslerimi çıkardım” de- diğini duyurdular! Haberin yankõlarõnõ ve ayrõntõlarõnõ www.bianet.org adresinden okuyabilirsiniz. En güzel 1 Nisan şakasõ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle