Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 1 ARALIK 2009 SALI
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
EVET / HAYIR
OKTAY AKBAL
‘Aralık’a Hoş Geldin
Derken...
Ekim, kasım aylarına damga vurdu “belge”
tartışmaları... Önce biri, ardından başka biri,
derken ıslaklısı, sonra da kafeslisi...
Hepsinin kaynağı “Taraf” adlı gazete!..
Ben her sabah bilgisayarı açıp bu gazetenin
yetmiş yazarının yazdıklarına bir göz atıyorum.
Önce Ahmet Altan’ın!.. Onlara yazar demek
kolay değil! Hepsi birbirinin yazdığını yineliyor.
Taraf, bu kadar insanı nasıl doyuruyor? Yoksa
o kişiler şan olsun diye mi yazıyorlar?
“Taraf” ne yazdıysa, kimi suçladıysa hepsi
yanlış çıktı. Bir de Hasan Cemal Bey kalkmış,
“Haber ise söz konusu olan, gerisi teferruattır”
buyurmuş! “Vatan ise söz konusu olan gerisi
teferruattır”ı tersine çevirerek!.. Teferruat,
ayrıntı demektir. Söz konusu vatan ise, geri
kalan teferruat bile değildir. İşin özüdür,
kaynağıdır, can pahasına savunulacak; kıyasıya
savaşılacak bir sorundur.
Tuhafıma giden nedir bilir misiniz? “Taraf”ın
bütün bu uydurma belgelerini yazan, çizen,
hazırlayanlar hep deniz subayları imiş! Amiraller,
albaylar, asteğmenler!.. Evet, Türk ordusunun en
önemli bir parçasıdır deniz kuvvetleri... Vatanı
kurtarmak en başta gelen bir görev ise karacılar,
havacılar kadar denizciler de en önde yer alırlar.
Bunda şaşacak bir şey yok!..
Vatansever insanların uzunca bir süredir
konuştuğu, tartıştığı yaşamsal bir konu bu,
Atatürk Cumhuriyeti’ne hazırlanan bir çöküş,
bir değişim, başkalaştırım planına karşı
çıkmak!.. Bir görev! Uyumayacaksın,
uyutulmayacaksın, şundan bundan çekinerek
susmayacak, sinmeyeceksin... Konuşacaksın,
düşüneceksin, yarınları hazırlayacaksın,
karşındakilerin kötü niyetlerine karşı gücünü
göstereceksin... Kahvelerde, salonlarda,
alanlarda, evlerde toplanıp “ülke nereye
gidiyor” diye üzülüp, bu yanlış gidişi önlemenin
çarelerini arayacaksın... Birileri duymuş,
dinlemiş, sonra kalkıp başka birilerine jurnal
etmiş, aldırmayacaksın, vatanı kurtarmak bir
ayrıntı değildir deyip yolunda yürüyeceksin!..
Böyle yazılar yazmak hoşuma gitmiyor. Kaç
kez yazdım. Bakın bugün aralık ayının ilk günü.
Bir ay sonra yeni bir yıla gireceğiz, 2010’a!..
Hepimiz bir yaş daha büyüyeceğiz, geçen yılları
düşünüp hayıflanacağız, nerden nereye vardık,
hele son yedi yılda ulusal değerlerimiz,
vatanseverliğimiz, halka, devrimlere Atatürk’e
inancımız hangi çizgide diye kendimizle
hesaplaşacağız...
Yaz geldi geçti, güz geldi geçiyor, kış kapıda!
Karlar, yağmurlar, türlü tehlikeler, geçim
sıkıntısı çeken milyonlar, işsizliğin gün gün
artması, en az iki bin lira geliri olmayanların
açlık sınırının altına düşmesi!.. Öte yandan AKP
adlı partinin yönetim kadrosunun, başta
Başbakan’ı olmak üzere umursamazlık,
aldırmazlık rekorunu kırması!
Biz yine de, hoş geldin aralık diyelim! Diyelim
mi?
PENCERE
Dayak Salgını Bir
Yaşam Biçimi...
Dayak cennetten mi çıkmıştır?..
Soruya yanıt vermek zor!..
Ama “Dayak cennetten çıkmadır” özdeyişini
azımsamak da kolay değil...
Edebiyatı sevenlerin okumaya doyamadığı
Anton Çehov dayakla yetişmiş...
Nasıl?..
Anton Çehov’un dedesi köle imiş...
19’uncu yüzyıl Rusyası, Avrupa’dan çok ama
çok geridedir...
Kölelik düzeni o dönemde Avrupa’da tarihe
karışmış...
Çarlık yönetiminde ise geçerli...
Efendi Rusya’da kölesini istediği gibi döver...
Bu, bir haktır...
Toprak sahibi efendi, Çehov’un dedesini
kıyasıya dövüyor...
Çehov’un dedesi, oğlu Pol Egoroviç’i
dövüyor...
Pol Egoroviç de oğlu Anton Çehov’u
dövüyor...
Dayak hem bir hak...
Hem terbiye aracı..
Baba Pol Egoroviç hem aşırı sofu, hem
acımasızmış, daha beş yaşına bile basmayan
oğlu Anton’u ‘eğitmek için’ sık sık dövmeye
girişince, araya anne giriyor...
Egoroviç kadına diyor ki:
“- Ben de böyle yetiştim, görüyorsun ki
yediğim dayaklar hiç de boşa gitmemiş!..”
Demek ki dünya edebiyatının sayılı
kalemlerinden Çehov dayakla büyümüş...
Çehov anılarında yazıyor:
“Büyüklerimizden bize neler geçmedi ki!.. Ne
sinirler, ne huylar...”
Dayak, günümüz Türkiye’sinde geçerli
yaygın modadır; medyada her gün dayak
üstüne haberler gırla...
Çocuğunu döveceksin...
Nişanlını döveceksin...
Karını döveceksin...
Karını yalnız dövmekle de kalmayacaksın,
tesettüre mahkûm edeceksin; çarşaf, peçe,
başörtüsü, türban; Allah ne verdiyse...
İslamda kadına “dayak hakkı”nın Kuran’dan
kaynaklandığını ileri sürenler az değil...
Nisa Suresi’nden:
“- Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz
kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız
bırakın, nihayet dövün!..”
Peki, “vurduğun yerde gül biter...”
Kadını dövmek, kökeni din kültürüne
dayanan bir eylem...
Bu işin içinden nasıl çıkılır?..
Türkiye gibi ‘mazi’nin mirası iliklerine işlemiş
bir toplumda ‘şiddet’ eğitimin bir aracı
olmaktan tasfiye edilebilir mi?..
Doğrusu çok güç!..
Eski adıyla ‘mazi’ yeni adıyla “geçmiş”
günümüze dişlerini geçirmiş, bırakmıyor...
Eski bir özdeyişe göre “istisnalar kaideyi
bozmaz”...
Anton Çehov’un dayakla eğitilmiş olması da
ancak bir ‘istisna’yı sergiliyor; toprak kölesinin
torunu Çehov ‘müstesna’ bir örnek...
Yaşayışımızdan bir an önce dayağı tasfiye
etmeliyiz; çünkü dayak yalnız hayatımızın ayıbı
değil, geleceğimizin gericilik yatırımı...
Türkiye bugün dayak salgınına tutulmuş bir
hasta gibi...
Bu hastalıktan bir gün önce kurtulmalıyız.
(24 Aralık 2006 tarihli yazısı)
T
arihsel gerçekler, Batõ kaynaklõ
emperyalizmin Anadolu’daki
Türk varlõğõndan duyduğu hoş-
nutsuzluğu yansõtõr. “Mondros”
silah bõrakõşmasõ ve “Sevr” an-
tlaşmasõ, emperyalizmin sevinçle karşõladõğõ
olaylardõr. “Hasta adamın”, dürülen def-
teriyle birlikte silindiği sanõlmõştõr. İçteki kö-
tücül bağdaşõklar da bu sanõya gönüllü ka-
tõlmõşlardõr. Antiemperyalist Anadolu İhti-
lali, utkuyla sonuçlanõnca işler değişmiştir.
Kemalist Devrim; siyasal, sosyal ve eko-
nomik kazanõmlarõnõ kültürel derinliklere ta-
şõyõp kudretli bir devlet biçimiyle belirince
emperyalizm, planlarõnda zorunlu ertele-
meler yapmõştõr.
Ama 1950’lerden sonrasõnõn siyasal ikti-
darlarõ, Devrimci Türkiye değerlerini boz-
mak isteyenlere fõrsatlar yaratmõştõr. Batõ uy-
duculuğu; Lozan’a karşõ Sevr özlemini ye-
niden canlandõrõrken yandaş olarak da içte-
ki ödünlerle güçlenen karşõdevrim tutkun-
larõ yetişmiştir.
1955 tarihli “Bandung” konferansõ, As-
ya-Afrika halklarõnõn sömürge boyunduru-
ğundan kurtulmasõna karşõt bir Türkiye’yi
şaşkõnlõkla izlemiştir. Bir zamanlar “Maz-
lum” uluslarõn önderi olan Türkiye, artõk za-
limlerle iç içedir. “Tam bağımsızlık” üze-
rine kurulmuş ülke, dõş odaklara bağlan-
mõştõr. Saldõrgan paktlara üyelikle barõşçõl
inandõrõcõlõğõ sarsõlmõş, kapitalizme pazar
edilmiş, halkçõ-devletçi düzeyden vahşi li-
beralizmin geçer akçeliğine indirilmiştir. Bö-
lücülükle, “hurafe ve safsatanın” ortakla-
şa kalkõşmasõ gözlenmiştir.
Sorun nedir?
Şimdilerdeki hedef, Mustafa Kemal’de
açõlacak gedikle Cumhuriyet ve Devrim bi-
lincini yerle bir etmektir. Yönelişteki iç ta-
raf bellidir. Dõşta ise AB, olumsuz bir atak-
tadõr. Gündeme geleceği sõzdõrõlan AB iler-
leme rapor içeriği de en taze kanõttõr.
Atatürk’ün ünlü deyişinde yer alan “Çağ-
cıl uygarlık” açõlõmõ, kavram olarak doğru
algõlanmalõdõr. Değinilmesi gereken odur ki,
Kemalizmi ideolojik bir bütün olarak gör-
meyerek sulandõranlarõn bilgisiz ve içerik-
siz bakõşlarõ, gerçeği yansõtmaz. Çağcõl uy-
garlõk düşüncesine zemin oluşturan 1937 ta-
rihli anayasal esas olan “Altı Ok” ilkele-
rinden birine ağõrlõk verip de diğerlerini za-
yõflatmak onaylanamaz. Yüzeysel ve saptõ-
rõcõ böylesine tutuma bir de karşõdevrimci
safõn “külliyen inkâr” yaklaşõmõ eklenirse,
ülke ve ulus için doğan tehlike anlaşõlõr.
Çağcõl uygarlõk, Batõcõlõk değildir. Batõ
emperyalizmini savurup atmõş bir ulusun
ulaşmak istediği uygarlõk, sosyal ağõrlõklõ ge-
nel bilimsel değerlere erişme istencidir.
Sadece teknik ilerlemelere bakõlarak dün-
yanõn herhangi bir bölgesi toplumsal ideal-
ler için ölçüt alõnamaz. Onun için de insa-
ni değer yargõlarõnõ kenara bõrakarak, sö-
mürgen amaçlarla yerkürenin her yanõna
ABD eşliğinde saldõran AB olgusu, çağcõl
uygarlõğõn temsilcisi sayõlamaz.
Bu olgu, Türkiye için Sevr’i esas tutan,
ulusal egemenlik erkini inciten, kamu yararlõ
politikalarõ yadsõyan, Kõbrõs, Patrikhane ve
sahte soykõrõm savlarõnda taraf olan olgudur.
Bu olgu, Türkiye’yi özelleştiren, tahkime
bağlayan ve yurt topraklarõnõ satõşla yağ-
malatan adrestir. Bu olgu, “AB yolunu Ata-
türk tıkıyor” diyen, Türkiye’de etnik açõ-
lõmlõ faşist kümeleşmeyi yõllardõr dõşarõdan
kotaran yapõdõr. Bu olgu, hanedanlõklarõ bi-
le barõndõran olgudur.
AB ilerleme raporu “Atatürk’ü Koru-
ma” ve “Türk Alfabesi” içerikli yasalarõn,
“İfade özgürlüğünü kısıtladığı” savõyla,
kaldõrõlmasõnõ önerecektir. Son marifet bu-
dur. Kemalizmden verilen ödünlerle şekil-
lenen iç destek hazõrdõr. Düşünce dönekle-
ri, etnikçiler, liberal ve karşõdevrimciler, ön-
lerdedir. Görevleri, rapora koşutlukla ka-
muoyunu etkilemektir. Öyleyse soralõm:
“Eğer Atatürk, çağcıl uygarlık olarak sa-
dece Batı’yı işaret etseydi AB, onun
varlığını silme ve piyonlarına sildirme ata-
ğında olur muydu?” Hayõr. Çünkü Atatürk,
toplumsal yararlõ ve evrensel nitelikli ge-
lişmelerden uygarlõk payõ çõkaran görüşte-
dir.Kemalist Devrim, bu ülkeyi; uluslararasõ
alanda onur sahibi kõlan, fabrikalar açan, ma-
denler çõkaran, kadõnõna kimlik veren, hak
ve hukukla halkõ tanõştõran, barõşçõ, eğitim-
li, kültürlü, köy gerçeğini kavramõş ve işçi
haklarõna saygõn, yurttaşlõk bilinçli, ilerici
ve toplumcu özelliklerle donatmõştõr. Çağ-
cõl uygarlõk değerleri kazandõrmõştõr.
Kemalist politikalardan uzaklaşma çaba-
larõysa, esenliğimizi bozmuştur. Bloklar
dõşõ tam bağõmsõzlõk geleneği nerededir?
Yüzde dokuzluk ekonomik büyüme hõzõ, sa-
dece 1930’lara mõ özgüdür? KİT’lerin; üre-
tim, çalõştõrma ve ucuz tüketim öğeleri ta-
şõyan varlõklarõndan eser mi kalmõştõr? Bi-
at tutsaklõğõ yeniden revaçta mõdõr? Ayrõ-
şõmcõlõkla, ulusal bilinç kimlerce örselen-
miştir? Düşünce özgürlüğünü, dõş buyruk-
larõn raporlarõyla; “Atatürk’ü Koruma” ve
“Türk Alfabesi” yasalarõ üzerinden tartõş-
mak, yõkõcõ amaçlõdõr. Atatürk’le özdeşleşen
Devrimci Cumhuriyet kavramõna bir son ve-
rilecek ve Türk Alfabesi etnik alfabelerle yer
değiştirerek ulusal iletişim birliği katledi-
lecektir. Bir de kesinlikle anlaşõlan odur ki,
Lozan’da yitirilenlerin ardõndaki emper-
yalizm, içteki kötücülleri yaman dost tut-
muştur.
Sonuç:
Sömürgen emperyalizm rotasõnõ yürüte-
cektir. Asõl tehlikeli olan, bu ülke yurttaşõ
kimliğini taşõyan, aymaz ve sapkõnlardõr.
Çünkü tarih tanõktõr ki, iç gevşeme, çözül-
me ve hõyanetler dõştan gelecek felaketleri
çağõrõr.
Cumhuriyet ve Kemalist Devrimi savunan
kararlõlõk, bu ülkede etkin bir ulusal bilin-
çle yaşamaktadõr. Bu bilinç, gerçek demo-
kratik değerler için koruyucu yol ve yönte-
mi bulacaktõr. İsmet İnönü’nün deyişiyle
“eşkıyanın yarın ne yapacağının bilin-
mediği” ortamlarda bunun bilinmesinde
“sayısız yararlar vardır”.
‘AB’ Raporunun Hedefi Atatürk…
Ertuğrul KAZANCI Eğitimci-Hukukçu
Cumhuriyet ve Kemalist Devrimi savunan kararlõlõk, bu ülkede etkin
bir ulusal bilinçle yaşamaktadõr. Bu bilinç, gerçek demokratik değerler
için koruyucu yol ve yöntemi bulacaktõr. İsmet İnönü’nün deyişiyle
“eşkõyanõn yarõn ne yapacağõnõn bilinmediği” ortamlarda bunun
bilinmesinde “sayõsõz yararlar vardõr”.
İstanbul Öncesi İstanbul Limanõ...
Y
aşadõğõmõz son yõlla-
rõn aktüalitesine yerle-
şen Marmaray Proje-
si’nin hayata geçirilmesi süre-
cinde, İstanbul’un, yani Boğa-
zõn iki yakasõnda, toprağa vu-
rulan her kazma, taşõ toprağõ
yerinden oynatan buldozer diş-
lerinin toprağa her saplanõşõ, İs-
tanbul’un bugünlerinden tarihin
karanlõklara gömülmüş kat-
manlarõ içindeki bir yürüyüşün
adõmlarõ oluyor.
Birkaç yõla kadar gerçekle-
şeceğini bildiğimiz Marmaray
Projesi aslõnda Boğazõn iki
yanõndaki insanlarõ bir kõtadan
diğerine ulaştõrõrken, insan fi-
ziğinin bir özelliği olan araş-
tõrma ve düşünme fonksiyon-
larõ hiç dinmeyen zihnimizin
tarih içindeki 5000 yõlõ aşkõn
derinliklere neolitik yüzyõl-
lara inen bir yolculuğu da
başlatmõş oluyor.
Son haftalar içinde katõldõ-
ğõmõz söyleşi ve konferanslar-
da tarih ve arkeolojinin değer-
li bilim adamlarõnõ dinledik. Te-
meli bu kardeş bilimler olan ça-
lõşmalarõndan heyecanlandõk.
Karanlõklarõ delen Marmaray
kazõlarõndaki bulgularõn bilimin
õşõğõnda ayrõntõlõ yorumlanma-
larõna tanõk olduk.
Hemen çoğumuzun Türkle-
rin egemenliğine geçtiği tarihini
ezbere bildiği İstanbul’u bu
çalõşmalarõn o gizemli õşõğõnda
8000 yõl gerilere doğru aydõn-
latan, İstanbul Limanõnõn nasõl
oluştuğunu, hangi evrelerden
geçtiğini o günkü dünyanõn
ekonomisindeki yerini daha da
iyi anlamaya başladõk.
Dünya ekonomisindeki yeri
İstanbul Limanõ, bu yolcu-
lukla onun İstanbul olduğu ta-
rihten çok daha derinliklerde-
ki yüzyõllarõna doğru uzanõ-
yor. Geniş çapta ve çok yönden
araştõrmalara konu olan çalõş-
malarõ yerimizin sõnõrlõlõğõ ne-
deni ile özetin de özetini ver-
mek gerekirse; şimdi 20 milyon
insanõn yaşadõğõ bugünkü İs-
tanbul’un çekirdeği olan ilk
yerleşimler halen yerli yerinde
gördüğümüz Bizans surlarõnõn
çevrelediği alanda yer aldõ.
M.Ö. 660’larda meydana gelen
bu yerleşimler anõlan alanõn
tamamõnõ işgal etmekten de
çok uzaktõ..
Marmaray kazıları
Elbette ki bu saptamalar, bu-
luntularda bilimsel metotlarla
yapõlan tarihlemelerle elde edi-
liyor. İlk yerleşimlerin denize
yakõn alan olan Sarayburnu ve
denize inen eski ismi ile Lykos
yani bugünkü Bayrampaşa De-
resi vadisinin iki yanõ ve şim-
diki Eminönü’nün de bu inter-
landõn denize açõlan kapõsõ ya-
ni ilk limanõn başlangõç nokta-
sõ olduğu keza saptanõyor. Bu
arada o zaman mevcut olmayan
şimdiki surlarõn çevrelediği
alanda, bugünkü kazõlarda da
ortaya çõkan mağaralar ve da-
ha da önemlisi Lykos Irma-
ğõ/Deresi’nin –yani Bayram-
paşa- yörenin aslõnda Langa
denilen alandaki ekilip biçilen
arazinin su kaynağõ olageldiği
kesin.
Bizans ve öncesi dönemler-
le ve yörenin jeolojik yapõsõy-
la ilgili çok ilginç ve Marma-
ray kazõlarõ döneminde çekil-
miş fotoğraflar var. Binlerce
sayfalõk bir tarih kitabõnõn ay-
rõ renklerdeki bölümleri gibi net
ve açõk. İçinde yaşadõğõmõz şu
büyüleyici kentin şimdiye dek
göremediğimiz altyapõsõnõ gös-
teriyor. Yapõlan araştõrmalarda
bu altyapõnõn tsunami benzeri
deniz hücumlarõ dahil, dep-
remlerin yer kabuğunda oluş-
turduğu yer değişiklikleri bun-
lara ek olarak İstanbul’un bir
başlayõnca o günlerin şartla-
rõnda günlerce haftalarca süren
ve kentin çok büyük insan yer-
leşiminin var olduğu alanlarõ
yok eden yangõnlar, Lykos De-
resi’nin denize ulaştõğõ yere
yõğdõğõ alüvyonlu atõklar, İs-
tanbul Limanõ’nõn neredeyse
neolitik zamanlara kadar uza-
nan tarihi içinde altyapõsõnda-
ki jeolojik yer değiştirmeleri bu
nedenle de kõyõlarõn denizle
işgal edildiği bazen de, denizin
altõna girmesi ile üst yapõlarõn
denize doğru ilerlemesi gibi
olaylar artõk biliniyor.
Bizans döneminde liman da-
ha da genişlemiş olarak ve za-
manõn önemli imparatoru
Theodosius’un ismiyle şim-
diki Yenikapõ’da yer alõyor.
Theodosius’dan çok önce Ad-
riyatik Denizi ile Bizans’õ Av-
rupa’ya bağlayan ve Roma
Yolu ismi ile anõlan karayolu
Eminönü’ndeki ilk limanda
sonra da Theodosius limanõn-
da son buluyor. Bu kara yolu-
nun 400 yõl gibi uzun bir sü-
reçte tamamlandõğõ söyleni-
yor. 1422 tarihli bir haritada
Theodosius’da sadece bir liman
değil onun denizle ilişkisi olan
teknelerin yapõldõğõ bir tersa-
nenin de varlõğõna işaret edili-
yor. Günümüzdeki çalõşmalar-
da şimdiye kadar 33 adet ahşap
tekne çõkarõlõp korumaya alõn-
dõ.
İlk Bizans imparatoru I.
Konstantin zamanõnda, bir sü-
re Avrattaşı olarak anõlan bu-
günkü Fatih’te küçük mey-
dandaki Kıztaşı dikilmiş ve
bu taşõn tepesine I. Konstan-
tin’in heykeli konulmuş, taşõ
yani sütunu çevreleyen meydan
da yüzlerce esir kadõnõn satõl-
dõğõ bir pazar yeri. Bizans ve
Hõristiyanlõk öncesinde ilk İs-
tanbul Limanõ denilebilecek
Sarayburnu’ndaki akropolde
bir Poseidon heykelinin varlõ-
ğõ saptanõyor, yani Deniz Tan-
rõsõ yerini bulmuş. Ama Bi-
zans’õn Hõristiyanlõğõ kabul et-
mesinden sonra yerinde yeller
esiyor.
Gerek Bizans öncesi, gerek
sonrasõ olan Bizans ve Os-
manlõ dönemlerinde artõk ismi
Constantinopoli ve İstanbul
diye anõlan liman o zamanki
dünyanõn en önemli deniz ka-
põsõ. En büyük devlet Roma’nõn
neredeyse tüm maden cevheri
ve daha çok gõda maddesi Ka-
radeniz ülkelerinden Bizans’a
ve Roma’ya bu limandan ula-
şõyor. Yerimiz kalmadõ, aslõn-
da Marmaray kazõlarõnda ça-
lõşmalarõn Üsküdar tarafõnda
ortaya çõkan ilginç gerçeklerin
de dile getirilmesi gerekiyordu.
Gelecek yazõya diyelim...
Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar
“Türkiyem, Nereye Götürüyorlar Seni?”
O
zan Şükran Kurdakul’u 16 Ara-
lõk 2004’te yitirmiştik. Niçin anõm-
sadõm Kurdakul’u?
Ölümünden birkaç yõl önce, İstanbul-
Kadõköy Belediye Kültür Merkezi’nde,
Dünya Şiir Günü’nde bir şiirini okumuş-
tu: “Türkiyem Nereye Götürüyorlar
Seni?” Şiirin bu dizesi o günden beri ku-
laklarõmda. Bunda kuşkusuz güzel yurdu-
mun uçuruma doğru götürüldüğü gerçeği
yatõyor.
İllerimizin kurtuluş yõldönümlerinin kut-
landõğõ şu günlerde, uçurumun kõyõsõnda-
yõz. Sevr Antlaşmasõ koşullarõ yürürlüğe
konuluyor. Kõbrõs sorunu dağ gibi önü-
müzde duruyor. Komşularõmõzla ilişkile-
rimiz bozuk. İçte bir Ergenekon davasõ sü-
rüp gidiyor. Teröristler kahramanmõş gibi
karşõlanõrken, yurdumuzun çõkarõnõ savu-
nan aydõnlarõmõz yargõlanmak için aylar-
ca içerde bekletiliyorlar. Gelin de şimdi
Cumhuriyet gazetesindeki köşesinden,
ölünceye değin “Yargıyı da ele geçiri-
yorlar” diye seslenen Mustafa Ekmek-
çi’yi anõmsamayõn... Yargõtay’õn telefon-
larõnõn dinlendiği, sistemin tehlikede olduğu
günlerden geçiyoruz. Atatürk’ün ölüm gü-
nünde, TBMM’de Kürt açõlõmõnõ, demo-
kratik açõlõmõ tartõşõyoruz. Tartõşma gü-
nünün yanlõş seçildiğini söyleyenler, Mec-
lis’te Atatürk’e sahip çõktõklarõnõ belirten
pankartlar açõnca, kõnanõyorlar. “Atam
izindeyiz”, “Atam seni unutmadık” de-
mek suç sayõlõyor neredeyse. Ulusal istenç
bir daha çiğneniyor.
Şükran Kurdakul’un sesi, kulaklarõmdan
hiç gitmiyor: “Türkiyem nereye götü-
rüyorlar seni?”
Hasan AKARSU