21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 1 ARALIK 2009 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Aralık’a Hoş Geldin Derken... Ekim, kasım aylarına damga vurdu “belge” tartışmaları... Önce biri, ardından başka biri, derken ıslaklısı, sonra da kafeslisi... Hepsinin kaynağı “Taraf” adlı gazete!.. Ben her sabah bilgisayarı açıp bu gazetenin yetmiş yazarının yazdıklarına bir göz atıyorum. Önce Ahmet Altan’ın!.. Onlara yazar demek kolay değil! Hepsi birbirinin yazdığını yineliyor. Taraf, bu kadar insanı nasıl doyuruyor? Yoksa o kişiler şan olsun diye mi yazıyorlar? “Taraf” ne yazdıysa, kimi suçladıysa hepsi yanlış çıktı. Bir de Hasan Cemal Bey kalkmış, “Haber ise söz konusu olan, gerisi teferruattır” buyurmuş! “Vatan ise söz konusu olan gerisi teferruattır”ı tersine çevirerek!.. Teferruat, ayrıntı demektir. Söz konusu vatan ise, geri kalan teferruat bile değildir. İşin özüdür, kaynağıdır, can pahasına savunulacak; kıyasıya savaşılacak bir sorundur. Tuhafıma giden nedir bilir misiniz? “Taraf”ın bütün bu uydurma belgelerini yazan, çizen, hazırlayanlar hep deniz subayları imiş! Amiraller, albaylar, asteğmenler!.. Evet, Türk ordusunun en önemli bir parçasıdır deniz kuvvetleri... Vatanı kurtarmak en başta gelen bir görev ise karacılar, havacılar kadar denizciler de en önde yer alırlar. Bunda şaşacak bir şey yok!.. Vatansever insanların uzunca bir süredir konuştuğu, tartıştığı yaşamsal bir konu bu, Atatürk Cumhuriyeti’ne hazırlanan bir çöküş, bir değişim, başkalaştırım planına karşı çıkmak!.. Bir görev! Uyumayacaksın, uyutulmayacaksın, şundan bundan çekinerek susmayacak, sinmeyeceksin... Konuşacaksın, düşüneceksin, yarınları hazırlayacaksın, karşındakilerin kötü niyetlerine karşı gücünü göstereceksin... Kahvelerde, salonlarda, alanlarda, evlerde toplanıp “ülke nereye gidiyor” diye üzülüp, bu yanlış gidişi önlemenin çarelerini arayacaksın... Birileri duymuş, dinlemiş, sonra kalkıp başka birilerine jurnal etmiş, aldırmayacaksın, vatanı kurtarmak bir ayrıntı değildir deyip yolunda yürüyeceksin!.. Böyle yazılar yazmak hoşuma gitmiyor. Kaç kez yazdım. Bakın bugün aralık ayının ilk günü. Bir ay sonra yeni bir yıla gireceğiz, 2010’a!.. Hepimiz bir yaş daha büyüyeceğiz, geçen yılları düşünüp hayıflanacağız, nerden nereye vardık, hele son yedi yılda ulusal değerlerimiz, vatanseverliğimiz, halka, devrimlere Atatürk’e inancımız hangi çizgide diye kendimizle hesaplaşacağız... Yaz geldi geçti, güz geldi geçiyor, kış kapıda! Karlar, yağmurlar, türlü tehlikeler, geçim sıkıntısı çeken milyonlar, işsizliğin gün gün artması, en az iki bin lira geliri olmayanların açlık sınırının altına düşmesi!.. Öte yandan AKP adlı partinin yönetim kadrosunun, başta Başbakan’ı olmak üzere umursamazlık, aldırmazlık rekorunu kırması! Biz yine de, hoş geldin aralık diyelim! Diyelim mi? PENCERE Dayak Salgını Bir Yaşam Biçimi... Dayak cennetten mi çıkmıştır?.. Soruya yanıt vermek zor!.. Ama “Dayak cennetten çıkmadır” özdeyişini azımsamak da kolay değil... Edebiyatı sevenlerin okumaya doyamadığı Anton Çehov dayakla yetişmiş... Nasıl?.. Anton Çehov’un dedesi köle imiş... 19’uncu yüzyıl Rusyası, Avrupa’dan çok ama çok geridedir... Kölelik düzeni o dönemde Avrupa’da tarihe karışmış... Çarlık yönetiminde ise geçerli... Efendi Rusya’da kölesini istediği gibi döver... Bu, bir haktır... Toprak sahibi efendi, Çehov’un dedesini kıyasıya dövüyor... Çehov’un dedesi, oğlu Pol Egoroviç’i dövüyor... Pol Egoroviç de oğlu Anton Çehov’u dövüyor... Dayak hem bir hak... Hem terbiye aracı.. Baba Pol Egoroviç hem aşırı sofu, hem acımasızmış, daha beş yaşına bile basmayan oğlu Anton’u ‘eğitmek için’ sık sık dövmeye girişince, araya anne giriyor... Egoroviç kadına diyor ki: “- Ben de böyle yetiştim, görüyorsun ki yediğim dayaklar hiç de boşa gitmemiş!..” Demek ki dünya edebiyatının sayılı kalemlerinden Çehov dayakla büyümüş... Çehov anılarında yazıyor: “Büyüklerimizden bize neler geçmedi ki!.. Ne sinirler, ne huylar...” Dayak, günümüz Türkiye’sinde geçerli yaygın modadır; medyada her gün dayak üstüne haberler gırla... Çocuğunu döveceksin... Nişanlını döveceksin... Karını döveceksin... Karını yalnız dövmekle de kalmayacaksın, tesettüre mahkûm edeceksin; çarşaf, peçe, başörtüsü, türban; Allah ne verdiyse... İslamda kadına “dayak hakkı”nın Kuran’dan kaynaklandığını ileri sürenler az değil... Nisa Suresi’nden: “- Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün!..” Peki, “vurduğun yerde gül biter...” Kadını dövmek, kökeni din kültürüne dayanan bir eylem... Bu işin içinden nasıl çıkılır?.. Türkiye gibi ‘mazi’nin mirası iliklerine işlemiş bir toplumda ‘şiddet’ eğitimin bir aracı olmaktan tasfiye edilebilir mi?.. Doğrusu çok güç!.. Eski adıyla ‘mazi’ yeni adıyla “geçmiş” günümüze dişlerini geçirmiş, bırakmıyor... Eski bir özdeyişe göre “istisnalar kaideyi bozmaz”... Anton Çehov’un dayakla eğitilmiş olması da ancak bir ‘istisna’yı sergiliyor; toprak kölesinin torunu Çehov ‘müstesna’ bir örnek... Yaşayışımızdan bir an önce dayağı tasfiye etmeliyiz; çünkü dayak yalnız hayatımızın ayıbı değil, geleceğimizin gericilik yatırımı... Türkiye bugün dayak salgınına tutulmuş bir hasta gibi... Bu hastalıktan bir gün önce kurtulmalıyız. (24 Aralık 2006 tarihli yazısı) T arihsel gerçekler, Batõ kaynaklõ emperyalizmin Anadolu’daki Türk varlõğõndan duyduğu hoş- nutsuzluğu yansõtõr. “Mondros” silah bõrakõşmasõ ve “Sevr” an- tlaşmasõ, emperyalizmin sevinçle karşõladõğõ olaylardõr. “Hasta adamın”, dürülen def- teriyle birlikte silindiği sanõlmõştõr. İçteki kö- tücül bağdaşõklar da bu sanõya gönüllü ka- tõlmõşlardõr. Antiemperyalist Anadolu İhti- lali, utkuyla sonuçlanõnca işler değişmiştir. Kemalist Devrim; siyasal, sosyal ve eko- nomik kazanõmlarõnõ kültürel derinliklere ta- şõyõp kudretli bir devlet biçimiyle belirince emperyalizm, planlarõnda zorunlu ertele- meler yapmõştõr. Ama 1950’lerden sonrasõnõn siyasal ikti- darlarõ, Devrimci Türkiye değerlerini boz- mak isteyenlere fõrsatlar yaratmõştõr. Batõ uy- duculuğu; Lozan’a karşõ Sevr özlemini ye- niden canlandõrõrken yandaş olarak da içte- ki ödünlerle güçlenen karşõdevrim tutkun- larõ yetişmiştir. 1955 tarihli “Bandung” konferansõ, As- ya-Afrika halklarõnõn sömürge boyunduru- ğundan kurtulmasõna karşõt bir Türkiye’yi şaşkõnlõkla izlemiştir. Bir zamanlar “Maz- lum” uluslarõn önderi olan Türkiye, artõk za- limlerle iç içedir. “Tam bağımsızlık” üze- rine kurulmuş ülke, dõş odaklara bağlan- mõştõr. Saldõrgan paktlara üyelikle barõşçõl inandõrõcõlõğõ sarsõlmõş, kapitalizme pazar edilmiş, halkçõ-devletçi düzeyden vahşi li- beralizmin geçer akçeliğine indirilmiştir. Bö- lücülükle, “hurafe ve safsatanın” ortakla- şa kalkõşmasõ gözlenmiştir. Sorun nedir? Şimdilerdeki hedef, Mustafa Kemal’de açõlacak gedikle Cumhuriyet ve Devrim bi- lincini yerle bir etmektir. Yönelişteki iç ta- raf bellidir. Dõşta ise AB, olumsuz bir atak- tadõr. Gündeme geleceği sõzdõrõlan AB iler- leme rapor içeriği de en taze kanõttõr. Atatürk’ün ünlü deyişinde yer alan “Çağ- cıl uygarlık” açõlõmõ, kavram olarak doğru algõlanmalõdõr. Değinilmesi gereken odur ki, Kemalizmi ideolojik bir bütün olarak gör- meyerek sulandõranlarõn bilgisiz ve içerik- siz bakõşlarõ, gerçeği yansõtmaz. Çağcõl uy- garlõk düşüncesine zemin oluşturan 1937 ta- rihli anayasal esas olan “Altı Ok” ilkele- rinden birine ağõrlõk verip de diğerlerini za- yõflatmak onaylanamaz. Yüzeysel ve saptõ- rõcõ böylesine tutuma bir de karşõdevrimci safõn “külliyen inkâr” yaklaşõmõ eklenirse, ülke ve ulus için doğan tehlike anlaşõlõr. Çağcõl uygarlõk, Batõcõlõk değildir. Batõ emperyalizmini savurup atmõş bir ulusun ulaşmak istediği uygarlõk, sosyal ağõrlõklõ ge- nel bilimsel değerlere erişme istencidir. Sadece teknik ilerlemelere bakõlarak dün- yanõn herhangi bir bölgesi toplumsal ideal- ler için ölçüt alõnamaz. Onun için de insa- ni değer yargõlarõnõ kenara bõrakarak, sö- mürgen amaçlarla yerkürenin her yanõna ABD eşliğinde saldõran AB olgusu, çağcõl uygarlõğõn temsilcisi sayõlamaz. Bu olgu, Türkiye için Sevr’i esas tutan, ulusal egemenlik erkini inciten, kamu yararlõ politikalarõ yadsõyan, Kõbrõs, Patrikhane ve sahte soykõrõm savlarõnda taraf olan olgudur. Bu olgu, Türkiye’yi özelleştiren, tahkime bağlayan ve yurt topraklarõnõ satõşla yağ- malatan adrestir. Bu olgu, “AB yolunu Ata- türk tıkıyor” diyen, Türkiye’de etnik açõ- lõmlõ faşist kümeleşmeyi yõllardõr dõşarõdan kotaran yapõdõr. Bu olgu, hanedanlõklarõ bi- le barõndõran olgudur. AB ilerleme raporu “Atatürk’ü Koru- ma” ve “Türk Alfabesi” içerikli yasalarõn, “İfade özgürlüğünü kısıtladığı” savõyla, kaldõrõlmasõnõ önerecektir. Son marifet bu- dur. Kemalizmden verilen ödünlerle şekil- lenen iç destek hazõrdõr. Düşünce dönekle- ri, etnikçiler, liberal ve karşõdevrimciler, ön- lerdedir. Görevleri, rapora koşutlukla ka- muoyunu etkilemektir. Öyleyse soralõm: “Eğer Atatürk, çağcıl uygarlık olarak sa- dece Batı’yı işaret etseydi AB, onun varlığını silme ve piyonlarına sildirme ata- ğında olur muydu?” Hayõr. Çünkü Atatürk, toplumsal yararlõ ve evrensel nitelikli ge- lişmelerden uygarlõk payõ çõkaran görüşte- dir.Kemalist Devrim, bu ülkeyi; uluslararasõ alanda onur sahibi kõlan, fabrikalar açan, ma- denler çõkaran, kadõnõna kimlik veren, hak ve hukukla halkõ tanõştõran, barõşçõ, eğitim- li, kültürlü, köy gerçeğini kavramõş ve işçi haklarõna saygõn, yurttaşlõk bilinçli, ilerici ve toplumcu özelliklerle donatmõştõr. Çağ- cõl uygarlõk değerleri kazandõrmõştõr. Kemalist politikalardan uzaklaşma çaba- larõysa, esenliğimizi bozmuştur. Bloklar dõşõ tam bağõmsõzlõk geleneği nerededir? Yüzde dokuzluk ekonomik büyüme hõzõ, sa- dece 1930’lara mõ özgüdür? KİT’lerin; üre- tim, çalõştõrma ve ucuz tüketim öğeleri ta- şõyan varlõklarõndan eser mi kalmõştõr? Bi- at tutsaklõğõ yeniden revaçta mõdõr? Ayrõ- şõmcõlõkla, ulusal bilinç kimlerce örselen- miştir? Düşünce özgürlüğünü, dõş buyruk- larõn raporlarõyla; “Atatürk’ü Koruma” ve “Türk Alfabesi” yasalarõ üzerinden tartõş- mak, yõkõcõ amaçlõdõr. Atatürk’le özdeşleşen Devrimci Cumhuriyet kavramõna bir son ve- rilecek ve Türk Alfabesi etnik alfabelerle yer değiştirerek ulusal iletişim birliği katledi- lecektir. Bir de kesinlikle anlaşõlan odur ki, Lozan’da yitirilenlerin ardõndaki emper- yalizm, içteki kötücülleri yaman dost tut- muştur. Sonuç: Sömürgen emperyalizm rotasõnõ yürüte- cektir. Asõl tehlikeli olan, bu ülke yurttaşõ kimliğini taşõyan, aymaz ve sapkõnlardõr. Çünkü tarih tanõktõr ki, iç gevşeme, çözül- me ve hõyanetler dõştan gelecek felaketleri çağõrõr. Cumhuriyet ve Kemalist Devrimi savunan kararlõlõk, bu ülkede etkin bir ulusal bilin- çle yaşamaktadõr. Bu bilinç, gerçek demo- kratik değerler için koruyucu yol ve yönte- mi bulacaktõr. İsmet İnönü’nün deyişiyle “eşkıyanın yarın ne yapacağının bilin- mediği” ortamlarda bunun bilinmesinde “sayısız yararlar vardır”. ‘AB’ Raporunun Hedefi Atatürk… Ertuğrul KAZANCI Eğitimci-Hukukçu Cumhuriyet ve Kemalist Devrimi savunan kararlõlõk, bu ülkede etkin bir ulusal bilinçle yaşamaktadõr. Bu bilinç, gerçek demokratik değerler için koruyucu yol ve yöntemi bulacaktõr. İsmet İnönü’nün deyişiyle “eşkõyanõn yarõn ne yapacağõnõn bilinmediği” ortamlarda bunun bilinmesinde “sayõsõz yararlar vardõr”. İstanbul Öncesi İstanbul Limanõ... Y aşadõğõmõz son yõlla- rõn aktüalitesine yerle- şen Marmaray Proje- si’nin hayata geçirilmesi süre- cinde, İstanbul’un, yani Boğa- zõn iki yakasõnda, toprağa vu- rulan her kazma, taşõ toprağõ yerinden oynatan buldozer diş- lerinin toprağa her saplanõşõ, İs- tanbul’un bugünlerinden tarihin karanlõklara gömülmüş kat- manlarõ içindeki bir yürüyüşün adõmlarõ oluyor. Birkaç yõla kadar gerçekle- şeceğini bildiğimiz Marmaray Projesi aslõnda Boğazõn iki yanõndaki insanlarõ bir kõtadan diğerine ulaştõrõrken, insan fi- ziğinin bir özelliği olan araş- tõrma ve düşünme fonksiyon- larõ hiç dinmeyen zihnimizin tarih içindeki 5000 yõlõ aşkõn derinliklere neolitik yüzyõl- lara inen bir yolculuğu da başlatmõş oluyor. Son haftalar içinde katõldõ- ğõmõz söyleşi ve konferanslar- da tarih ve arkeolojinin değer- li bilim adamlarõnõ dinledik. Te- meli bu kardeş bilimler olan ça- lõşmalarõndan heyecanlandõk. Karanlõklarõ delen Marmaray kazõlarõndaki bulgularõn bilimin õşõğõnda ayrõntõlõ yorumlanma- larõna tanõk olduk. Hemen çoğumuzun Türkle- rin egemenliğine geçtiği tarihini ezbere bildiği İstanbul’u bu çalõşmalarõn o gizemli õşõğõnda 8000 yõl gerilere doğru aydõn- latan, İstanbul Limanõnõn nasõl oluştuğunu, hangi evrelerden geçtiğini o günkü dünyanõn ekonomisindeki yerini daha da iyi anlamaya başladõk. Dünya ekonomisindeki yeri İstanbul Limanõ, bu yolcu- lukla onun İstanbul olduğu ta- rihten çok daha derinliklerde- ki yüzyõllarõna doğru uzanõ- yor. Geniş çapta ve çok yönden araştõrmalara konu olan çalõş- malarõ yerimizin sõnõrlõlõğõ ne- deni ile özetin de özetini ver- mek gerekirse; şimdi 20 milyon insanõn yaşadõğõ bugünkü İs- tanbul’un çekirdeği olan ilk yerleşimler halen yerli yerinde gördüğümüz Bizans surlarõnõn çevrelediği alanda yer aldõ. M.Ö. 660’larda meydana gelen bu yerleşimler anõlan alanõn tamamõnõ işgal etmekten de çok uzaktõ.. Marmaray kazıları Elbette ki bu saptamalar, bu- luntularda bilimsel metotlarla yapõlan tarihlemelerle elde edi- liyor. İlk yerleşimlerin denize yakõn alan olan Sarayburnu ve denize inen eski ismi ile Lykos yani bugünkü Bayrampaşa De- resi vadisinin iki yanõ ve şim- diki Eminönü’nün de bu inter- landõn denize açõlan kapõsõ ya- ni ilk limanõn başlangõç nokta- sõ olduğu keza saptanõyor. Bu arada o zaman mevcut olmayan şimdiki surlarõn çevrelediği alanda, bugünkü kazõlarda da ortaya çõkan mağaralar ve da- ha da önemlisi Lykos Irma- ğõ/Deresi’nin –yani Bayram- paşa- yörenin aslõnda Langa denilen alandaki ekilip biçilen arazinin su kaynağõ olageldiği kesin. Bizans ve öncesi dönemler- le ve yörenin jeolojik yapõsõy- la ilgili çok ilginç ve Marma- ray kazõlarõ döneminde çekil- miş fotoğraflar var. Binlerce sayfalõk bir tarih kitabõnõn ay- rõ renklerdeki bölümleri gibi net ve açõk. İçinde yaşadõğõmõz şu büyüleyici kentin şimdiye dek göremediğimiz altyapõsõnõ gös- teriyor. Yapõlan araştõrmalarda bu altyapõnõn tsunami benzeri deniz hücumlarõ dahil, dep- remlerin yer kabuğunda oluş- turduğu yer değişiklikleri bun- lara ek olarak İstanbul’un bir başlayõnca o günlerin şartla- rõnda günlerce haftalarca süren ve kentin çok büyük insan yer- leşiminin var olduğu alanlarõ yok eden yangõnlar, Lykos De- resi’nin denize ulaştõğõ yere yõğdõğõ alüvyonlu atõklar, İs- tanbul Limanõ’nõn neredeyse neolitik zamanlara kadar uza- nan tarihi içinde altyapõsõnda- ki jeolojik yer değiştirmeleri bu nedenle de kõyõlarõn denizle işgal edildiği bazen de, denizin altõna girmesi ile üst yapõlarõn denize doğru ilerlemesi gibi olaylar artõk biliniyor. Bizans döneminde liman da- ha da genişlemiş olarak ve za- manõn önemli imparatoru Theodosius’un ismiyle şim- diki Yenikapõ’da yer alõyor. Theodosius’dan çok önce Ad- riyatik Denizi ile Bizans’õ Av- rupa’ya bağlayan ve Roma Yolu ismi ile anõlan karayolu Eminönü’ndeki ilk limanda sonra da Theodosius limanõn- da son buluyor. Bu kara yolu- nun 400 yõl gibi uzun bir sü- reçte tamamlandõğõ söyleni- yor. 1422 tarihli bir haritada Theodosius’da sadece bir liman değil onun denizle ilişkisi olan teknelerin yapõldõğõ bir tersa- nenin de varlõğõna işaret edili- yor. Günümüzdeki çalõşmalar- da şimdiye kadar 33 adet ahşap tekne çõkarõlõp korumaya alõn- dõ. İlk Bizans imparatoru I. Konstantin zamanõnda, bir sü- re Avrattaşı olarak anõlan bu- günkü Fatih’te küçük mey- dandaki Kıztaşı dikilmiş ve bu taşõn tepesine I. Konstan- tin’in heykeli konulmuş, taşõ yani sütunu çevreleyen meydan da yüzlerce esir kadõnõn satõl- dõğõ bir pazar yeri. Bizans ve Hõristiyanlõk öncesinde ilk İs- tanbul Limanõ denilebilecek Sarayburnu’ndaki akropolde bir Poseidon heykelinin varlõ- ğõ saptanõyor, yani Deniz Tan- rõsõ yerini bulmuş. Ama Bi- zans’õn Hõristiyanlõğõ kabul et- mesinden sonra yerinde yeller esiyor. Gerek Bizans öncesi, gerek sonrasõ olan Bizans ve Os- manlõ dönemlerinde artõk ismi Constantinopoli ve İstanbul diye anõlan liman o zamanki dünyanõn en önemli deniz ka- põsõ. En büyük devlet Roma’nõn neredeyse tüm maden cevheri ve daha çok gõda maddesi Ka- radeniz ülkelerinden Bizans’a ve Roma’ya bu limandan ula- şõyor. Yerimiz kalmadõ, aslõn- da Marmaray kazõlarõnda ça- lõşmalarõn Üsküdar tarafõnda ortaya çõkan ilginç gerçeklerin de dile getirilmesi gerekiyordu. Gelecek yazõya diyelim... Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar “Türkiyem, Nereye Götürüyorlar Seni?” O zan Şükran Kurdakul’u 16 Ara- lõk 2004’te yitirmiştik. Niçin anõm- sadõm Kurdakul’u? Ölümünden birkaç yõl önce, İstanbul- Kadõköy Belediye Kültür Merkezi’nde, Dünya Şiir Günü’nde bir şiirini okumuş- tu: “Türkiyem Nereye Götürüyorlar Seni?” Şiirin bu dizesi o günden beri ku- laklarõmda. Bunda kuşkusuz güzel yurdu- mun uçuruma doğru götürüldüğü gerçeği yatõyor. İllerimizin kurtuluş yõldönümlerinin kut- landõğõ şu günlerde, uçurumun kõyõsõnda- yõz. Sevr Antlaşmasõ koşullarõ yürürlüğe konuluyor. Kõbrõs sorunu dağ gibi önü- müzde duruyor. Komşularõmõzla ilişkile- rimiz bozuk. İçte bir Ergenekon davasõ sü- rüp gidiyor. Teröristler kahramanmõş gibi karşõlanõrken, yurdumuzun çõkarõnõ savu- nan aydõnlarõmõz yargõlanmak için aylar- ca içerde bekletiliyorlar. Gelin de şimdi Cumhuriyet gazetesindeki köşesinden, ölünceye değin “Yargıyı da ele geçiri- yorlar” diye seslenen Mustafa Ekmek- çi’yi anõmsamayõn... Yargõtay’õn telefon- larõnõn dinlendiği, sistemin tehlikede olduğu günlerden geçiyoruz. Atatürk’ün ölüm gü- nünde, TBMM’de Kürt açõlõmõnõ, demo- kratik açõlõmõ tartõşõyoruz. Tartõşma gü- nünün yanlõş seçildiğini söyleyenler, Mec- lis’te Atatürk’e sahip çõktõklarõnõ belirten pankartlar açõnca, kõnanõyorlar. “Atam izindeyiz”, “Atam seni unutmadık” de- mek suç sayõlõyor neredeyse. Ulusal istenç bir daha çiğneniyor. Şükran Kurdakul’un sesi, kulaklarõmdan hiç gitmiyor: “Türkiyem nereye götü- rüyorlar seni?” Hasan AKARSU
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle