25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 24 EKİM 2009 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Tarihçilik GEÇENLERDE Salih Özbaran’ın önemli bir makalesi çıkmıştı bu gazetede. Bilimsel nesnellik açısından “doğru”, yazı estetiği bakımından “güzel”: “‘Biz’li Tarihçilik ve Osmanlı...” başlığını taşıyan bir yazı. Tarih bilimiyle uğraşanların, hatta yalnız onların değil, televizyon ekranlarında ve magazin sayfalarında Osmanlı’yı savunup cumhuriyeti kötülemeye düşkün amatör tarih meraklılarının da mutlaka okumaları gereken. Ö zbaran, “biz’li anlatım”ın özürlü bir tarihçilik olduğunu kabul ediyor ama, bu meslekte yaratılabilecek ve övünülebilecek başka tür bir “biz okulu”nun anlamlı olabileceğini de yazıyor. Çok güç, yine de kaçınılmaz bir hedef bu. Çünkü “biz”liği bir yana atmak, yaşanmışlıklarla da görüldü ki, pek olanaklı değil. Ülkesini ve toplumunu kolayca silip dünya vatandaşı gibi bakamıyor tarihe insan. İster istemez araya sokulan bir benimseme, bir “biz”lik var. Hele “ulus” olma iddiasına sahip çıkmak, bugünkü “halk”ı “ecdadı ve ahfadı”yla, yani ataları ve torunlarıyla bir arada düşünebilmek varsa. Ama, o yazıda da vurgulandığı gibi, bilimsellikten, tarihsel derinliğe belli bir uzaklıkla bakabilmekten vazgeçmek anlamına gelmemeli bu. Ulusçu görüşlere farklı bir güzellik ekleyen bir bilimsellik olabilir pekâlâ böylesi. Bu açıdan bakınca, son Ermeni açılımıyla yine gündeme gelen karma “tarihçiler komisyonu”nun yetersizliği, hatta yanlışlığı hemen ortaya çıkıyor. İsviçreli bir hukukçu, “Ermeni soykırımı olmamış demenin bizde suç sayılışı o etnik kökenden gelip vatandaşlığımızı kabul eden insanların duygularına saygımızdan ileri gelir” demişti. Vatandaşlarına hakaret demekmiş bu: Kimliklerini yok saymak, İsviçre’ye gelişlerini anlamsızlaştırmak gibi. O yaşanmışlığı, sürgünleşmeyi neredeyse genlerinden biri olarak görüyorlarmış. Tabii, böyle düşününce, “soykırımcı” sayılmanın, on binlerce, yüz binlerce, hatta “büyük yazar” Pamuk’un “çok bilimsel” rakamıyla bir buçuk milyon insan kesmiş olmakla suçlanmanın hakarete uğramışlık olmadığını söylemek mümkün mü? O zaman, “yapmışızdır” diyenleri ve yazanları suçlamak da haklılık kazanmış olmuyor mu? Hele nüfusunun yarısı katliam korkusuyla Rumeli’yi ve Kafkaslar’ı bırakıp gelmiş ailelerin torunlarından oluşan bir ülkede. Görüldüğü gibi, karma komisyonla bir yere varılacağını sanmak kadar büyük saflık ve bununla insanları aldatmaya kalkışmak kadar yakışıksız bir siyasal manevra olamaz. İyisi mi, biz yine olayları dürüstçe inceleyen ve başkalarınca beğenilmek uğruna kendi insanına hakaret etmeden bilimsel doğruları dürüstçe anlatabilen tarihçiler yetiştirmeye bakalım. mumtazsoysal@gmail.com PENCERE Kabahat ya da Suç Kimde?.. U luslararasõ örgütlerin üye ülkelere eşit davranma- dõklarõ bilinen bir gerçek- tir. Uluslararasõ toplum, zaman zaman, diğerlerinin üzerinde sözünü geçirme başarõsõnõ gösterebilen devletlerin istekleri doğ- rultusunda son derece anlamsõz ve bir o kadar da şaşõrtõcõ kararlar alabilmekte- dir. Bu konudaki en çarpõcõ örneklerden birisi, “Makedonya Cumhuriyeti”nin başõna gelenlerdir. Yugoslavya’nõn parçalanmasõ sonu- cunda, Hõrvatistan, Bosna Hersek, Slo- venya, Sõrbistan, Karadağ, Makedonya ve son olarak Kosova gibi yeni yeni cumhuriyetler kuruldu. Bu devletlerin her biri, üzerinde yaşadõklarõ toprakla- rõn tarihsel adlarõna uygun düşen söz- cüklerle kendilerini tanõmladõlar. Makedonya 1991 yõlõnda bağõmsõzlõ- ğõnõ duyurdu. Türkiye, “Makedonya Cumhuriyeti”ni kendi adõ ile tanõyan ilk ülke oldu. Ne var ki Birleşmiş Milletler örgütü 1993 yõlõnda yeni devlet için “The Former Yugoslav Republic Of Ma- cedonia” adõnõ uygun gördü. Böylece “Eski Yugoslav Makedonya Cumhu- riyeti” gibi saçmasapan diyebileceğimiz bir ad ortaya çõktõ. Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, Ku- zey Atlantik Antlaşmasõ (NATO), Ulus- lararasõ Para Fonu, Avrupa Yayõn Bir- liği, Uluslararasõ Olimpiyat Komitesi gi- bi çok önemli uluslararasõ kuruluşlar da BM’nin ardõndan giderek ülkeyi, “Es- ki Yugoslav Makedonya Cumhuri- yeti” adõyla tanõdõlar. Yunan baskısı Yeni oluşan devletlerin hiçbirinin adõnda, ayrõldõklarõ Yugoslavya Fede- rasyonu anõmsatõlmazken Makedonlar için neden böylesine kulak tõrmalayan sözcüklere gerek duyuldu? Yanõt bili- niyor. Sorun, Makedonya Kralõ II. Fi- lip’in oğlu III. Aleksander’õn ününden ileri geliyor. Yani Milattan Önce 336 yõ- lõnda babasõnõn öldürülmesi ile devletin başõna geçen Makedonya kralõ Büyük İskender’in askeri ve siyasal başarõla- rõ sonucunda kurduğu büyük impara- torluk, Milattan Sonra 21. yüzyõlda Makedon ulusunun kendi adõyla bir devlet kurmasõna engel oldu. Görkem- li Makedonya tarihini elinden kaçõrmak istemeyen Yunanistan buna karşõ çõktõ, direndi ve sonuçta başarõ sağladõ. Yunan baskõsõna boyun eğen ulus- lararasõ toplum da Makedonlara, üze- rinde yaşadõklarõ topraklarla örtüşen kendi adlarõnõ kullanma olanağõnõ tanõ- madõ. Böylece Makedonya halkõ, büyük büyük dedelerinin görkemli geçmişle- riyle övünmekten yoksun bõrakõldõlar. Örgütün kuruluşu engellendi “Makedon” sözcüğüne böylesine büyük önem veren Yunanistan kamu yö- neticileri, ülkelerindeki Makedon kö- kenli insanlara aynõ yakõnlõğõ göster- miyorlar. Makedonya Cumhuriyeti sõ- nõrõndaki Florina kentinde yaşayan, kendilerini “Makedon etnik kökenin- den gelen, Makedon ulusal bilincine sahip Yunan vatandaşları” olarak ta- nõmlayan 49 kişinin “Makedon Uy- garlık Evi” adõ altõnda kurmak iste- dikleri derneğin tüzel kişilik kazanma- sõna izin verilmedi. Dernek kurucularõnõn “ülkenin mil- li menfaatlarına ve yasaya aykırı olarak Yunanistan’da bir Makedon azınlığın bulunduğu düşüncesini yay- mak istedikleri...” gerçekte, son yüz- yõl içinde yaşanan savaşlarõ izleyen mübadeleler nedeniyle, Florina ve çev- resinde artõk Makedon kalmadõğõ; ancak halkõn tamamõnõn Yunanca ve Make- donca konuşan Yunanlõlardan oluştuğu gibi gerekçelerle örgütün kuruluşu ön- lendi. (Avrupa İnsan Haklarõ Mahke- mesi’nin Sidiropoulos ve Diğerleri / Yu- nanistan kararõ, 1998) Yunanistan’da yaşayan Makedon azõnlõğõn haklarõnõ savunmak amacõyla 1994 yõlõnda Quranio Toxo adõnda bir siyasal parti kurulmuştu. 1995 yõlõ Ey- lül ayõnda partinin Florina’da açtõğõ merkez bürosunun balkonuna, Yunan- ca ve Makedonca dillerinde yazõlan parti adõnõn yanõnda Slovic alfabesine göre “gökkuşağı” anlamõna gelen “Vi- no-zino” sözcüklerinin yer aldõğõ bir ta- belanõn asõlmasõ, kent yöneticilerinin tepkilerine neden oldu. 12 Eylül 1995’te, Florina’daki kilise papazõnõn öncülü- ğünde, yerel belediye meclisi, “Yu- nanlıları, düşmanlarına karşı tepki- lerini ortaya koymaları amacıyla gös- teri yapmaya çağıran” bir duyuru ya- yõmladõ. Kõşkõrtma niteliğindeki bu gi- rişimlerin ardõndan Quranio Toxo Par- ti merkezi saldõrganlarca dağõtõldõ, pen- cere ve balkonlardan atõlan araç ve ge- reçleri sokak ortasõnda yakõldõ. Olay ye- rinin 500 metre yakõnõndaki karakoldan yardõm istenmesine karşõn, polis ve savcõlõk hiçbir önlem almadõ. (AİHM Quarino Toxo / Yunanistan kararõ, 2005) Görüldüğü gibi Yunanistan, ilginç bir ikilem yaşamaktadõr. Bir yandan ta- rihi zenginlik ve anõlarõnõ elinden ka- çõrmamak için Makedonya’nõn kendi ulusal sõnõrlarõ içerisinde kaldõğõnõ sa- vunurken öte yandan Yunan yurttaşõ kimliği ile ülkesinde yaşayan Makedon kökenli insanlarõn varlõğõnõ, onlarõn kültürel ve siyasal haklarõnõ tümden yad- sõmaktadõr. Böylesine akõl almaz çar- põklõklar, uluslararasõ yargõ kararlarõ ile belgelenmektedir. Sonuç Makedonya halkõna, kendilerini “The Former Yugoslav Republic Of Ma- cedonia”nõn vatandaşlarõ olarak tanõt- mak herhalde çok anlamsõz ve bir o ka- dar da onur kõrõcõ geliyordur. Yine de çok üzülmesinler, bu tür akõl dõşõ zor- lamalar nasõl olsa bir süre sonra kendi- liğinden çözüm yoluna girecektir. Asõl sorunlar bizim başõmõzda... Yunan politikacõlar bu işleri çok iyi bi- liyorlar. Yunanistan ve Güney Kõb- rõs’õn Türkiye ile ne kadar sorunu var- sa, bunlarõn tümüne, ustaca yönlendir- melerle Birleşmiş Milletler’i ve Avru- pa Birliği’ni doğrudan taraf duruma ge- tirmeyi başardõlar. Yunanlõlar susuyor, BM ve AB sözcüleri konuşuyor. Onla- ra da mastikalõ, uzolu, dostluk gösteri- lerinde bizimkilerle çiftetelli veya sir- taki oynamak kalõyor. Ne demeli ki… Adõ Yasaklanan Ülke: Makedonya Güney DİNÇ Yunanistan ve Güney Kõbrõs’õn Türkiye ile ne kadar sorunu varsa, bunlarõn tümüne, ustaca yönlendirmelerle Birleşmiş Milletler’i ve Avrupa Birliği’ni doğrudan taraf duruma getirmeyi başardõlar. Yunanlõlar susuyor, BM ve AB sözcüleri konuşuyor. Onlara da mastikalõ, uzolu, dostluk gösterilerinde bizimkilerle çiftetelli veya sirtaki oynamak kalõyor. Ne demeli ki… İstanbul’un su altında kalmasının tadını medya çıkarttı; birbirinden güzel fotoğraflarla “felaket” sergilendi; yazılar da etkiliydi; hepimiz her şeyi biliyorduk; gizlisi saklısı yoktu ki bu işin... İkinci Dünya Savaşı‘ndan sonra nüfus patlaması.. Köyden kente göçün başlaması.. Tapulu ya da tapusuz arazide kondulaşma süreci.. Plansız yerleşimin salgınlaşması.. İktidara geçen siyasal partilerin seçim kazanmak için başıbozuk yerleşime göz yummaları.. Hukukun, yasaların çiğnenmesi.. Gecekondu mafyasının oluşması.. Oy uğruna her şeye göz yumulması.. İstanbul’da kanun dışı hemşeri mahalleleri, kondu bölgeleri, dinci yerleşim birimleri, yağma düzeni.. Yasadışı yerleşimlerde cami yaptırma dernekleri.. Kondulardan apartmanlara geçiş süreci.. Kat sayılarının arttırılması.. Bileği güçlü olanın üste çıkması.. Zenginlerin şehrin merkezini, yoksulların çevreyi yağmalayıp paylaşarak yeni bir yaşam modeli yaratmaları.. Kamu düzeni, şehircilik, imar, yasa masa gibi kavramların güçlü güçsüz dalaşmasına dönüşmesi.. 12 Mart ve 12 Eylül gibi olağanüstü dönemlerde yoksul kesimlerden solculuğun tasfiyesi.. Solculuğun yerini dinciliğin doldurması.. İstanbul’un en büyük kent olarak örnek oluşturup çığrından çıkması.. Ve yağmurun yağması.. Sellerin ortalığı basması.. Altyapısız, tapusuz, plansız, programsız bir keşmekeşte çığlık çığlığa imdat sesleri.. Ne var ki yapılacak hiçbir şeyin olmaması.. Allah’a emanet koca bir kent.. Sokak manzaraları.. İnsan görüntüleri... Çok uzun sayılabilecek bir süreçte göz göre göre yaşanan yağmacılık düzeniyle vardığımız bugünkü evlere şenlik sonuçta kimsenin kimseden şekvaya hakkı yoktur... Herkes olanbiteni sineye çekecek... Bektaşi bir gün bakmış ki köylüler köy meydanında bir araya gelmişler, yola düzülüyorlar... Sormuş: - Nereye?.. - Yağmur duası için karşı tepeye.. Kalabalığa karışan Baba Erenler yolda tarlasının yanından geçerlerken elindeki sopayı toprağa daldırıp başını göğe kaldırmış; yukarıdakini uyarmış: - Bizimki de burası!.. Yağmur duasından sonra birden gök boşanmış, ortalığı seller kaplamış, Bektaşi dönerken görmüş ki tarlasında ne var ne yok sular götürmüş, ne tohum ne filiz kalmış, felaket mi felaket... Ellerini açıp yukarıya seslenmiş: - Kabahat sende değil, sana burayı gösteren pezevenkte!.. (20 Ağustos 2004 tarihli yazısı)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle