Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ESKİLERİN, “tekrarda fayda
vardır” sözünü anımsatarak
Öztin Akgüç’ün iki yıl önce
Cumhuriyet’te yayımlanan
yazısından bir bölümü tekrar
gündeme getirmek istiyor
Ömer Gemici. Tekrarda
gerçekten yarar var:
“Bir ülkede dalalet ve gaflet
içerisinde politikacılar olabilir;
satılık, kiralık kalemler bulunabilir,
gözünü mevki hırsı bürümüş,
ödün vererek bir yerlere gelme
çabasında olan yeteneksiz,
liyakatsiz bürokratlar köşe başlarını
tutmuş olabilir, yabancılarla işbirliği
yaparak, onların sözcülüğüne
soyunmuş işadamları da
gözlenebilir. Bunlar doğal ve olağan
da karşılanabilir. Olağan olmayan,
tehlike arz eden, tehlikeli olan,
toplumun gaflet, dalalet, en azından
kayıtsızlık içerisinde olmasıdır. Bir
toplum, mezarını kazıcılara şakşak
tutmaz, onlara yardımcı olmaz,
çevresinde dönen oyunlara bigane
kalamaz. Aymazlığın da bir sınırı
olmalıdır, aymazlık sağduyuyu
kirletmemelidir. Eğitim yetersiz
olabilir, dezenformasyon yaygın
olabilir, lakin bir toplum
sağduyusunu, bağımsız, hür
yaşama, varlığını koruma
içgüdüsünü yitirmemelidir.
Etrafındaki bu kadar olaya karşı
uyanmayan, aymayan, geleceğini
görmeyen bir toplum, bölünmeye
de, yoksulluğa da, bağımsızlığını
yitirmeye de müstahaktır. Belayı
hak etmektedir.”
CMYB
C M Y B
PERİHAN ERGUN
Bu yazımda 6 Ekim günlerin-
deki unutulamayan izlenim ve
anılarımı gereksinim duyarak
özetlemeye çalışacağım.
Anadolu’nun kurtuluşundan
sonra 6 Ekim 1923’te çoğunlu-
ğu İngiliz olan müttefiklerin iş-
galinden İstanbul’un kurtulduğu
gündür. Bu yıl 86’ncısına ulaşa-
bildiğimiz 6 Ekim’ler öğrencilik
yaşamımın en mutlu törenleri ve
İstanbul’umuzun değerini öğ-
rendiğimiz söylemlerdi.
Bu yıl Kurtuluş coşkusu yeri-
ni emekçilerin ve az gelirlilerin
karabasanı olan IMF ile Dünya
Bankası’nın geniş toplantılarına
bıraktı. Bayram günümüzdeki
açış konuşmasını hitabetin bü-
tün hünerleriyle Sayın Başbakan
yaptı. Sonuna kadar izlediğim iki
saate yaklaşan söylevi sıcak
ve içtenlikliydi. Konukseverlikle
son sözlerini dünya kentleri için-
de bulunmaz güzelliklere sahip
olan İstanbul’u iyice gezerek
görmelerini salık vererek bitirdi.
Kendisini dinlerken ilk kez tep-
kileri kabul edişini de duyarak
hoşlandımsa da eşsiz İstan-
bul’un Türk Cumhuriyeti’nin
Başbakanı olarak “Kurtuluş Gü-
nü” olduğuna da değinmesini
arzulardım! 3 Ekim’deki genel
kurul açış konuşmasında Ahmet
Yesevi’den girerek Nâzım Hik-
met’e değin tüm ozan ve sa-
natçılarımızın birlikteliğiyle bü-
tünleşebileceğimizi kanıtlarken,
sözü cumhuriyetimizi yadsıyan,
Atatürk’e “Deccal” diyen Said-
i Nursi’yle bitirmesi çok gücü-
me gitti.
Ekim’in 6’sında yaşamak is-
temediğim anılarım da var.
İlki; hâlâ ruhen ve bedenen
arazlarını çektiğim, Burgaza-
da’mızın 42 hektarlık iki saat için-
de yanıp kül olan yeşil çamları.
Son yıllarda binlerce hektarlık
memleket ormanları yanıp top-
raklarımız çölleşirken, 42 hektar
nedir ki denebilirse de adanın
masumiyetle Kaşıkadası’na ba-
kan yeşil gözlerinin kömürleş-
mesinin üzüntüsü, Prens Ada-
ları’nın sevdalılarınca çok iç ya-
kıcıdır. Yaz aylarında adalıların
yangın korkusuyla elleri hep yü-
reklerindedir. Nedense eksik-
likler bilindiği halde Büyükşehir
yönetimince bu konu yıllardır
bir türlü çözülemez. Neyse ki
Ada Dostları Derneği’nin büyük
çabalarıyla ormanımız tekrar ge-
lişerek yeşermiştir.
Bir yürek acım da sayın ve
sevgili Doç. Dr. Bahriye
Üçok’un hainlerce -ki kesinlik-
le yobazlardır- paketlenerek
evine gönderilen bombanın el-
lerinde patlamasıyla yaşamını
yitirmesidir. İşin acı olan bir ya-
nı da paketi açarken sevgili kı-
zına uzak durmasını söyler. Ken-
di içinse gaflete düşer. 1997’de
kaleme aldığım “Cumhuriyeti
Aydınlatan Öncü Kadınlar” kita-
bımda onu İnan’la birlikte “Ta-
rihçi ve Siyasetçi Kadınlarımız”
adı altındaki bölümde dile ge-
tirmiştim. İslam tarihçisi ve İla-
hiyat Fakültesi öğretim üyesi
olarak yaşamı boyunca din be-
zirgânlarıyla korkmaksızın sa-
vaşmıştı. Onları en çok öfkelen-
diren direnişi de ayetlere daya-
narak tesettürün farz olmadığı-
nı kanıtlamasıydı. Öldürülmesi-
ne “hak etti” diyenler hâlâ ek-
ranlarda boy gösteriyorlar. Üçok
bilim kadını olması yanında si-
yasette de önemli yerler almış-
tı. Senatör, milletvekili, parti ku-
ruculuğunda hep sosyal de-
mokrattı. En son 1990 Eylül’ün-
de siyasi arenaya getirmekte
emeğim olan “kadın kotası”ndan
Erdal İnönü’nün genel başkan-
lığını yüklendiği SHP’de genel
kurul kararıyla yönetimlerde ka-
dınlara yüzde 25 yer verileceği
kuralıyla 44 kadın, PM’ye gire-
bilmiştik. PM’nin ekim ayındaki
ikinci toplantısından hemen bir
iki gün sonra Üçok’umuzu trajik
biçimde ve de hâlâ failleri bu-
lunmayan suikastla yitirdik. Kay-
bının 19. yılında değerbilirlilikle
Cumhuriyet Kadınları Derneği
başta olmak üzere ADD, CHP,
tek evladı Av. Kumru Üçok,
CUMOK, UMAG ve dostlarınca
gömütü başında anıldı. Gazete-
miz de her zamanki gibi yazarı-
nı unutmadı. Sayfalarından çi-
çeklerini gönderdi.
Gene kitapta “Siyasette Öncü
Kadınlarımız” bölümünde 10
Ekim 1987’de Brüksel’de sür-
gündeyken kaybettiğimiz, dik
duruşlu, abide kadınlarımızdan
Behice Boran’a 25 sayfa yer
vermişim. Onu tek evladı Dur-
sun Bebek (Hatko) ile öğretmen
arkadaşım, ablasının kızı İsen
Ural’dan, en son da ömür boyu
dostlukları süren sevgili Sıdıka
Su’dan -ki bu tanımın altında o
da var- unutamadığı dostunu an-
latırken, yine 4 Ekim günü Bue-
nos Aires’te, 74 yaşında yaşa-
mını yitiren Anjantinli devrimci
ozan Mersedes Sosa’nın Bo-
ran’ı nitelelerken “Herkes son ne-
fesine kadar onurlu ve mücade-
leci yaşayamaz. Bazı insanlar,
toplumsal inançları ve özgürlük
için birkaç yıl mücadele eder. Bu
iyi bir şeydir. Bazıları da beş on
yıl. Bu daha iyi bir şeydir. Bazı in-
sanlarsa son nefeslerine kadar
onurlu yaşar ve mücadele eder-
ler. Bu en iyisidir” dediğini övün-
çle anlatmıştı. 6 Ekim gecesi Ulu-
sal TV’de Merdan Aslan’la
Mehmet Atay telefonla dostla-
rını da yayına katarak B. Boran’a
devrimcilik borçlarını ışıklandı-
rarak ödediler.
Karışık duygular içinde geçir-
diğim haftada sevgili Mustafa
Balbay’ın iki nefis köşe yazısına
hayran oldum. 6 ve 7 Ekim tu-
tukluluğunun 216, 217’nci gün-
lerinde “acıyı bal eylemesi”ni
de kişiliğinin sağlamlığına bağ-
ladım. Özellikle ilki “Yine Gelir Gi-
den Güneş” başlıklısı tam bir ar-
tistik nesir. İkincisinde eriklerin
arasında kalmış yeşil yaprağı
bile doğaya olan sonsuz sevgi-
siyle köşeye koyması, Sait Fa-
ik’in sevgiyi nitelemesiyle eş-
değerdeydi. Bunlar bana bir de
genç kızlığımın gecelerinde oku-
maya doyamadığım Hintli Ra-
bindranath Tagore’un kitap-
larındaki şiirselliği hatırlattı. Bu ki-
şilikteki insanları düzmecelerle
sindiremezler. Hak yerini bula-
cak, o çıkacak ve gene her gün
yazacak!
ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN
(ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com
HARBİ SEMİH POROY
13 Ekim
6 Ekim’li Günler...
HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com
BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ bulutbebek@hotmail.com
13 EKİM 2009 SALI CUMHURİYET SAYFA
15
Hakem
Kemal Doruk:
“ABD Dışişleri Bakanı
Hillary Clinton,
Türkiye-Ermenistan
futbol maçının orta
hakemi olsun;
herkese öpücük
dağıtsın !”
İntihar
Soner Önal:
“İşadamları peş
peşe intihar
ediyor. Recep’e
göre memlekette
ekonomi bu kadar
iyiye, giderken rahat
mı batıyor ne!”
Genelge
İzzet Özdamar:
“İçişleri
Bakanlığı’ndan
valilere genelge:
Bundan böyle ilin
sorunları otomobilin
arka koltuğunda
görüşülecektir!”
Toplumun belayı hak etmesi!
Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in
günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar,
sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist
değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi
çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra
Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü
Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler;
benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”
MAYIS ayının sonuydu. Kartal Eğitim ve
Araştırma Hastanesi’nde Dr. Benan Çağlayan,
biyopsinin sonucunu açıkladı ve akciğer kanseri
olduğumu söyledi. Ardından Dr. Taflan Salepçi,
uygulayacağı kemoterapiyi anlattı. Hani insan
“film şeridi gibi” bir şeyler düşünür ya o an
Mehmet aklıma geldi. Arkadaşım, kardeşim,
meslektaşım Mehmet Sucu da akciğer kanseriydi
ve yaklaşık bir yıldır tedavi oluyordu.
Hastaneden gazeteye döndüğümde ilk işim
Mehmet’e “Ben de akciğer kanseriyim; kıdemli bir
hasta olarak anlat bakalım başıma neler gelecek”
demek olmuştu.
Meğer her bünyenin tedaviye tepkisi farklı
oluyormuş. Mehmet, kemoterapi seansından
sonra gazeteye gelip çalışıyordu; benimse
kolumu kaldıracak halim kalmıyor, günlerce
yatıyordum.
Günler, haftalar, aylar birbirini kovaladı.
Mehmet iyileşir gibi oluyor, sonra başka bir
sorunla boğuşmaya başlıyordu. Cephe, karaciğer,
beyin ve kemiğe kadar genişlemişti ama Mehmet
de benim gibi “kanser mikrobu” karşısında teslim
olmaya niyetli değildi. Bu kez ben moral
veriyordum; biz daha büyük mikrobuz!
Haziran ayında başlayan ve üç haftada bir, üç
gün üst üste uygulanan kemoterapi seanslarını
Eylül’ün ortasında bitirdiğimde Mehmet’in
hastaneye yattığını duymuştum. Bense bitap
halde evde yatıyordum. Toparlanıp telefonla
aradığımda uyuyordu, sevgili eşi Canan’la
konuştum; birkaç güne kadar hastaneden
çıkacaklarını söyledi. Bir süre sonra ayağa
kalktığımda Mehmet yine hastanedeydi, bu kez
beslenmesinde bir sorun olduğunu ama
toparlandığını söylediler; hatta “Pazartesi işe
başlıyor” dediler.
O pazartesi dündü. Dünden önceki cuma günü,
kemoterapinin “pet bilmem ne” denilen vücut
taramasının sonucunu almıştım; akciğerimdeki
kanserli hücreler defolup gitmişti. Pazartesi işe
başlayınca Mehmet’e “Haydi artık fazla uzatma
nezaketin gereği yok; sen de büyük mikrop
olduğunu göster” diyecektim ki cumartesi, haberi
geldi. Pazar günü Şişli Camisi’nde Mehmet’in
kulağına doğru eğildim, “Ulan Mehmet, sözümü
dinleyip mikropluğunu göstermedin, bari Çetin
Emeç’e ve Oktay Kurtböke’ye benden selam
söylemeyi unutma” dedim.
Ne diyebilirdim ki!
Mehmet
SESSİZ SEDASIZ (!)
Nobel Barış Ödülü
Barack Obama’ya
verildi...
Adolf Hitler’in
hakkını yediler!
YağmurDeniz
GÖRÜŞ
BEDRİ BAYKAM
Protokol, CHP ve Uras...
Gündem, getirdiği sıkıntılı değişikliklerle hep önü-
müzde. Ama ne yazık ki dünya acımasız kurallarıy-
la dönüyor. Pazar günü bu gazetenin en değerli in-
sanlarından birini, Mehmet Sucu’yu toprağa verdik.
Kimsenin alınmasına gerek yok: Cumhuriyet’te her-
kesin en çok sevdiği insanların en başında yer alır-
dı “Sucu”. Onun su gibi berrak ve demokrat kişili-
ğini, candan arkadaşlığını çok özleyeceğiz...
Mehmet, uğruna mücadele ettiğimiz Atatürkçü ik-
tidara kavuştuğumuz “o” günü göremeden gitti. Lüt-
fen söyler misiniz, neden hep en iyi insanlar genç
ölürler? Doğanın kanunu mudur? Kötülük, egoist-
lik, bunlar acaba koruyucu bir zırh mı?
Bu hafta en sıcak konu Ermenistan’la imzalanan
protokol. Yaşanan gecikme, olayın ne kadar “titrek”
bir ortamda şekillendiğini kanıtlıyor. Bir tarihi anlaşma
düşünün ki, el sıkışmadan sonra kimsenin ağzını bı-
çak açmıyor! Akla şu soru geliyor: Bu kadar mutsuz
olacak idiyseniz sizi kim zorladı buna?
O isim de belli. Arkalarında duruyordu, lacivert
pantolon ve ceketle (epey de kilo almıştı). Türkiye açı-
sından konunun tartışmaya çok açık artıları ve ek-
sileri var. Ama bu hükümetin teslimiyetçi kimliğiyle
bu artıların bile zaman içinde eksiye gitme olasılığı
vardır. Bir kere, tabii ki, tüm dünyanın yıllardır Tür-
kiye’ye yönelik baskısı ve 2015 için planlanan “100.
Yıl Büyük Saldırısı” planı, bu imzayla sekteye uğra-
dı. Ancak çok çapanoğlu var ortada: Örneğin o “ba-
ğımsız tarihçilerden oluşan komisyon”a kim ka-
tılacak? Türkiye’yi savunan Justin MacCarthy,
Bernard Lewis, Jean Schmidt gibi tarihçiler veya
siyasiler de olacak mı? Yoksa edepsiz ve demok-
rasi özürlü, önyargılı Batılı bazı ülkelerin piyonları mı?
Ayrıca bu işin ucunda neler var? Ortaya çıktığı söy-
lenecek sonuca göre toprak veya tazminat mı iste-
yecekler Türkiye’den? “Karabağ” meselesi ile Er-
menistan’ın işgal ettiği diğer beş vilayet ne olacak?
Yani ortada ciddi bir “oldubittiye getirilme tehli-
kesi” var. Ayrıca anlaşmanın, İsviçre gibi bu konu-
da tarafsızlığını yitirdiğini kanıtlamış bir ülkenin gö-
zetiminde yapılmasının kabulü ciddi bir çelişki.
Bunun gibi birçok pürüze karşın bir gerçek de yad-
sınamaz: Ermenilerle olan bu sorun, bir şekilde di-
yalogla çözülmeli. Ama bu, kabul edilmez ödünler
vererek değil, İsmet İnönü düzeyinde müzakereci-
lik bilinci ile olur. Burada ulusalcılara ve CHP’ye ya-
pıcı bir ikazda bulunmak istiyorum. Biz sürekli bu
konuyu çözümsüzlüğe terk eden, diyaloglar-
dan kaçan, “karşı” tarafa huysuz/ hoşgörüsüz
bakan kronik defolular olarak sunuluyoruz dün-
yaya. Demek ki, ne dediğimizi değil, bunu nasıl ifa-
de ettiğimizi ciddi olarak gözden geçirmemiz lazım.
CHP de en az AKP kadar, hatta çok daha fazla
barış aradığını göstermeli. Bu da ödün vererek
değil, dostluk eli uzatarak olur. İşte bu noktada
CHP “dil” ve “vücut dili” hataları yapıyor. Aynen
“Kürt Açılımı” konusunda olduğu gibi. CHP’nin sa-
vundukları doğru. Ama bunları ifade ediş tarzı ve “kul-
lanmadığı” sözcükler, haksız yere partinin statüko-
cu, hatta gerici bir imaj vermesine neden oluyor.
Aslında Ermenilerle barışa en büyük sekteyi vur-
muş olan tabii ki -ne yazık ki- Orhan Pamuk. O ar-
kasında duramadığı sorumsuz cümlesi ile iki halk
arasındaki uçurumu büyüttü. Şimdi ucu Ermeni
dostlarımızla başka bir polemiğe dönüşecek, da-
ha büyük bir düşüncesizliği Ufuk Uras yapıyor.
Uras utanmadan sıkılmadan “Dink davasıyla Er-
genekon davası birleşsin” diyebilmiş. Hâlâ hiçbir
şey anlayamamış! Hrant Dink’i Türkiye’deki şeri-
atçı-faşist yapılanma öldürdü. Şimdi kullandığı ima-
larla, aynen “Atatürkçüleri Ergenekoncular öldür-
dü” diyen bazı bahtsızlar gibi, Dink cinayetini ulu-
salcılara yıkmaya çalışması affedilmez bir “dona-
nım eksikliği” demekle yetinelim. Uras bağlantı arı-
yorsa, yıllardır şeriatçı tehlikeyi yok sayan 2.
Cumhuriyetçi dostlarına bir göz atsın! Birinin kal-
kıp Uras’a, bayrağını ve ülke bütünlüğünü seven
ve Ermeni soykırımı iddialarını reddedenlerle, din-
ci faşist eylemcileri aynı kefeye koymaya kalkış-
manın, en iyi ihtimalle “beynini kullanmamak” ol-
duğunu, tam tersine, bu iki grubun yıllardır büyük
bir kavga içinde olduklarını, anlayacağı dilde ak-
tarması lazım. Bu kim olabilir biliyor musunuz? Me-
sela bugün Sözcü’de yazmaya başlayan sevgili
Emin Çölaşan! Tekrar hoş geldin aramıza Emin!
bedri.baykam@gmail.com
www.bedribaykam.com
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
SOLDAN SAĞA:
1/ Iğdõr ilinde,
Türkiye ile Nah-
çivan arasõndaki
gümrük kapõsõ...
Çõplak vücut res-
mi. 2/ Büyük ve
süslü çadõr... Ke-
nar süsü. 3/ Tak-
ma saç... Şenlik-
lerde caddelere
kurulan süslü ke-
mer. 4/ Balõk ya-
kalama aracõ...
Üzerine yazõ yazõlan ta-
baklanmõş ceylan deri-
si... Asker. 5/ İnce ve
uzun metal çubuk... Ge-
niş, engin. 6/ Sarma tek-
niğiyle yapõlan bir tür
işleme. 7/ Kaba, hoyrat,
görgüsüz... Yenecek ka-
dar olgun olmayan. 8/
Bazõ bireyleri yangõn çõ-
karmaya sürükleyen
saplantõlõ itki. 9/ “ --- kafeste duran kuştur / Elbet uçar
gider bir gün” (Karacaoğlan)... Biralõk bir arpa cinsi.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Eksikliği parkinson hastalõğõna yol açan azotlu or-
ganik bileşik. 2/ Un elerken dökülmemesi için yere se-
rilen örtü... Konya ilinde bir baraj. 3/ Libya’nõn plaka
imi... Kerestesi ve reçinesi çok beğenilen bir orman
ağacõ. 4/ Kimi nesnelerde var olduğuna inanõlan iyilik
kaynağõ... “Bakõr lengerlerde kõzarmõş kuzular --- idi”
(Nâzõm Hikmet). 5/ Bir tür cam kap. 6/ Akõl... Şarap
mahzeni... Eski dilde su. 7/ Telli bir çalgõ... Eski kitap
satan kitapçõ. 8/ İstanbul’un eski adlarõndan biri. 9/ Bir
kimsenin, bir topluluğun ulaşmayõ amaç edindiği de-
ğerler bütünü... Buyurucu.
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9
B A Z L A M A P
O D O R A N S A
Y O N T U G E N
O L E Z L O T İ
Z E K A U R K
S A R I K A Y A
S A H A R A A T
İ N E K T U B A
M T A K A N A K
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9
Kâmil Masaracı yıllık izninin bir bölümünü kullanacağından çizgilerine bir süre ara vermiştir.