Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 NİSAN 2008 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ Göçmen kökenli gençler Theater an der Ruhr’da ‘Özgürlük Yolları’nı sergiliyorlar 9 MED CEZİR MEHMET FARAÇ Gençlerin ağır yükü yşe süslenip püslenip giydiriliyor, saçları örülüyor, başına koca bir kurdele bağlanıyor. Alman annesi onu özenle hazırlıyor pazar gezisine. Çocuk ağlıyor, direniyor. Gitmeyecek, gitmek istemiyor işte. Bir günlüğüne bile olsa gitmeyecek. O sırada kapı çalınıyor, içeri başörtüsü ve şalvarıyla çocuğu gezmeye götürmek üzere öz annesi giriyor. Ayşe onu gördüğü anda öcü görmüş gibi basıyor yaygarayı. Okulda konuşma saati. Ali babasına çevirmenlik yapacak. Öğretmen asık bir yüzle onun tembelliğinden ve haylazlığından yakınıyor. Baba, oğlunun çeviri ustalığı sonucunda, okula düzenli geldiğini, çok iyi çalıştığını, yakında sınıf birincisi olacağını öğrenince, sevinç içinde öğretmenin ellerine sarılıp hayırdualar okuyor. Baba ile öğretmen arasındaki iletişimsizliğin giderek absürd boyutlara ulaşması. Ya da Fatma küçücük bir kız, önüne arkasına bakmadan eve dönüyor okuldan. Peşine takılan Alman sınıf arkadaşını korkuyla başından savmaya çalışıyor. Ama Emre’nin Fethullahçılık Serüveni! Emre Aköz pazar günkü yazısında, “Nasıl Fethullahçı oldu”ğunu anlattı! Said Nursi üzerine kitap yazan Prof. Şerif Mardin’in Boğaziçi sosyolojiden öğrencisi olan Aköz, 12 Aralık 2004’ten itibaren Sabah gazetesinde tarikatlar ve cemaatler üzerine yayımladıkları yazı dizisinin ardından “postalperestlerin kendisini Fethullahçı ilan ettiğinden” yakındı! Aköz’e göre, “o güne kadar merkezi medyada tarikat ve cemaatler hep ‘irtica odağı’, ‘kötülük yuvası’ olarak ele alınıyormuş ama onların yazısı ‘ortadan gittiği için’ her kesimde büyük şaşkınlık uyandırmıştı!” Erotizm yazarlığından cemaat gazeteciliğine gidişin yarattığı şaşkınlığı bir tarafa bırakalım! Aköz, belli ki, Fatih Altaylı’nın, 27 Mart’ta, Habertürk.com’da yazdığı “Önemsenmek Uğruna” başlıklı şu yazısına kızmıştı: “Dizinin yayımlanmasından sonra cemaat onu bağrına bastı. Toplantılarına çağırdılar, yurtdışındaki gezilerine götürdüler, konuşmalar yaptırdılar. Ve ardından Emre’nin dönüşümü başladı!” Hem de nasıl bir dönüşüm?.. Örneğin, okullardaki şiddet olayları gündeme geldiğinde bazı okurları Aköz’e, “Bu tip olaylar neden imam hatiplerde ya da Fethullah Gülen’in izinden gidenlerin açtığı okullarda olmuyor” diye sormuşlar! Aköz, 31 Mart 2006’da, “Dindar Gençler ve Suç” başlıklı yazısında şu yanıtı vermiş: “Din ve ahlak konusunda hassas olan çevrelerde yaşayan gençler, şiddetten ve suçtan uzak duruyor.” Sabah yazarı, müritlerin ilgisine epeyce mazhar olmuş ki, hızını alamamış! 1 Ekim 2006’da, “Cemaatlerin olumlu işlevi” başlıklı yazısında adeta sosyolojinin belini kırmış: “Sihirli bir değnekle tarikat ve cemaatleri ortadan kaldırdığınızı hayal edin. Sonuç ne olur biliyor musunuz? Kaos, terör, anomi (değerlerin kaybı) ve füze hızıyla yükselen suç sayısı.” Aköz, 7 Ekim 2007 tarihli Zaman gazetesinde Nuriye Akman’ın, “Türkiye Müslümanlarının şeriat talebi aslında adalet talebi midir” şeklindeki sorusuna da şu yanıtı vermiş: “Evet, tabii; sıradan insanın adalet, hak, refah talebidir. Mesela önemli bir figür olan Fethullah Gülen... Siz hiç ‘Hocaefendi devletin başı olsun, bir fetva kurulu ile ülkeyi yönetsin’ filan diyeni duydunuz mu?” Aköz’ün mantığına göre Güneydoğu’da Kürt gençlerini katleden Hizbullahçılar Said Nursi’nin şagirtleri değil, Marx’ın talebeleriydi!.. Üstelik 1520 Kasım 2003’te, ramazan ayında, İstanbul’da intihar saldırısıyla 60 kişinin canına kıyan, aralarında bir Fethullahçının da bulunduğu El Kaide teröristleri de Küba’dan gelmişti!.. Emre Aköz’e kızmıyorum, dervişin zikri neyse fikri odur, posta yüz sürersen olacağın budur!.. Vatan’ın başlığı doğru! Ancak keşke türban tartışmalarıyla bu süreci tetikleyenleri de yazsalardı. Tıpkı diğer gazetelerin Akdeniz Üniversitesi’nde öğrencilere saldıranların faşistler olduğunu yazmadıkları gibi! Medyamızda eksik ve yanlış bilgi ve dezenformasyon ne yazık ki bir gelenek haline geliyor! Silahlı saldırıyı iki grubun çatışması olarak göstermek herhalde toplumsal huzura hizmet etmiyor! A Yeni bir yaşamı düşlemek ‘Özgürlük Yolları’ uzun süredir topladığım göçmen kökenli üçüncü kuşağın yaşamöykülerinden kurguladığım belgesel ve biyografik bir oyun. Geçmişle geleceğin, gerçeklerle düşlerin, anlatmayla canlandırmanın iç içe girdiği çok katmanlı bir yapısı var. Geleneklerin baskısı, kuşaklar arası çatışma, ataerkil aile yapılanması, ne oraya ne buraya ait olma, ayırımcılık gibi Almanya’daki gençlerin fırtınalı yaşamını gündeme getiriyor. Oyun gençlerin kendilerini gerçekleştirebilecekleri yeni bir yaşam alanı kurma düşleriyle sona eriyor. çok geç. Abi ikisini gördü bile. Hemen babasına yetiştiriveriyor. Erkek arkadaş, abi, baba, kuşatılmışlık... Fatma korku içinde... DuisburgEssen Üniversitesi’ndeki göçmen kökenli gençler Theater an der Ruhr’da (Yönetmen: Bernhard Deutsch) kendi yaşamlarından sahneler canlandırıyorlar. Doğduğu anda Alman bakıcı ailelere bırakılan, Alman çocukları gibi büyüyen ve kendi aileleriyle hiçbir ilişkileri olmayan çocukların dramından dilsel iletişimsizliğe, yabancı düşmanlığından kız çocukların aileleri tarafından ezilmesine değin canlandırılan sahnelerin her biri vurucu. Çocuklukta yaşanan acıların, korkuların, düşlerin, hayallerin birbirini izleyen küçük küçük sahnelerle canlandırılması. Stilize bir oyunculuk, dans ve müziğin iç içe girdiği bu oyunda yer yer karagüldürüye dönüşen gerçeküstü sahneler. Gençler ağır bir bavul taşıyorlar, bin bir güçlükle. İçi tıklım tıklım dolu, anne ve babalarının değerleri, gelenekler, başkaları ne derlerler, daha neler neler var içinde. Neyi atacaklar, neyi saklayacaklar, kararı kendileri vermeliler... Önce nefreti unutalım! osyal danışman Nurten Kum’u en çok ilgilendiren kız çocuklar. Bu konuda dünyanın şeyi var anlatabileceği. Örneğin yükseköğretimi süresince ilgilendiği ergenlik çağında bir kız grubu var. Kitap okuyor, sohbet ediyor, sinemaya, tiyatroya, müzeye gidiyor, geziler düzenliyor, yemek pişiriyor onlarla. Kısa sürede kızların yaşadığı ortam ve koşullardan kaynaklanan isteksizliklerini, huysuzluklarını ya da uyumsuzluklarını büyük ölçüde kırmayı başarıyor. En hoşu da gösterdiği emeğin meyvelerini zaman içinde alabilmesi. Sözgelimi sigara otomatını zorlayarak kırma, büyük alışveriş mağazalarında hırsızlık yapma gibi olaylar yüzünden polisle başı sürekli derde giren bir kızı bataklıktan kurtarmayı başarıyor. Kız çok mutsuz, her şeyden ama her şeyden nefret ediyor. Öylesine ters bir elektrik saçıyor ki, diğer gençleri etkilememesi için onu kurstan atmak istiyorlar. S AZICIK İLGİ YETERLİ Nurten kurs yöneticilerinden kıza bir süre daha tanınmasını rica ediyor. Bu süre içinde bir çözüm bulamazsa, kızı kurstan atabileceklerini söylüyor. Ondan sonra da kızla özel olarak ilgilenmeye başlıyor. Kız Nurten’le birlikteyken, önce ‘nefret’ sözcüğünü unutuyor; meydan oku yan hırçın ve saldırgan davranışları yavaş yavaş azalıyor; kim bilir istediği belki de sadece azıcık ilgi. Bu ilgiyi Nur’da fazlasıyla bulduğu gibi onun kendine değer verdiğini de her an, her dakika duyumsuyor. Bu çok önemli bir duygu, çünkü yaşamında hiçbir zaman, hiçbir kimse ona değer vermemiş ki... Sonra yavaş yavaş kendi ilgi alanlarını keşfetmeye başlıyor. Örneğin bilgisayar öğrenmeye başlıyor, tekniğe oldukça meraklı ve yatkın. Yavaş yavaş dünyaya bakışı değişiyor. Belki o da gerçekten başarabilir, neden olmasın? Sonunda öyle bir aşamaya geliyor ki, Nurten kızı radyoya, stüdyo programına konuk olarak çağırıyor. Bugün Nurten’in desteğiyle uçurumun kenarından dönmüş olan bu kız bilgisayar okulunu bitirmiş, yardımcı teknik eleman olarak bir firmada çalışıyor. Doğal ki kızların olumlu dönüşümleri dünden bugüne olmuyor, kimi kez büyük bir sabırla haftalarca, aylarca, dahası yıllarca uğraşma sı, emek vermesi gerekiyor. SÖYLEDİM? Ya da sürekli yalan söyleyen bir kız var. Bir gün Nurten ona bir ödev veriyor: ‘Bugün ne yalan söyledim?’ Toplantıya, her geldiğinde yalanlarını bir bir yazıp getirecek. Sonra da uydurduğu yalanlar üzerine konuşulacak. Kız önce kıkır kıkır gülüyor, bu ödev önce çok komik geliyor. Ama sonra yazmaya başlıyor, yazdıkça da yalanlar üzerinde bir düşünme sürecinin içine çekiliveriyor. Sahi niye durmadan yalan söylüyor? Bu yalanların hepsi gerekli mi? Hadi zorunlu yalanlar var diyelim, ama laf ola söylenen yalanlara ne demeli? Kendine boşuna iş çıkarmıyor mu? Yalan söyleme bir stres yaratmıyor mu sonuçta, ya yalanım ortaya çıkarsa korkusu ne berbat bir duygu, değil mi? Yalanların kimi ona çocuksu, kimi anlamsız ve saçma ge BUGÜN NE YALAN liyor. Öyleyse hangisinden kolaylıkla vazgeçebilir? Yalanlardan kurtulma onda acaba nasıl bir duygu uyandıracak, bir tür rahatlama mı? Sonra yalanlar öyle farklı ki, sözgelimi beyaz yalanlar da var, sevdiğimiz birini kırmamak için uyduruğumuz. Ama yalanın beyazıyla karasını nasıl birbirinden ayıracağız? Ya içimizi rahatlatmak için kara yalana beyaz deyip kendi kendimize yalan söylersek? Sahi, insan ne zaman kendine yalan söylüyor? Kendini kandırmanın nedenleri ne olabilir? Bunun da acısı bir biçimde çıkmaz mı, nasıl? Sonra başkasının bana yalan söylemesi, yani aldatılma nasıl bir duygu acaba? Diyelim ki güvendiğim birinin bana yalan söylediğini keşfediyorum, acaba o an, ne duyarım, nasıl davranırım? Hiç yalan söylemeyen bir insan olabilir mi? Hadi hiç yalan söylemeyen birini yaratalım imgelemimizde. Acaba yaşamı nasıl olurdu? Sorunların nasıl üstesinden gelirdi? Böylesine ilginç bir konu herkesi ilgilendirmez mi? Bu konu üzerinde birlikte tartışma, konuşma, öyküler okuma, resim yapma ne güzel! Nurten Abla’ya kızların hepsi bayılıyor. Belki de onlara tüm içtenliğiyle değer veren tek insan Nurten Abla. Nurten’in gençlerle iletişimdeki kolaylığı ve rahatlığı onun çok sevilen ve aranan bir sosyal danışman olmasına yol açıyor. Böylece hem yükseköğreniminin son yıllarında, hem de mezun olduktan sonra bu alanda çalışıyor. Örneğin bir Alman arkadaşıyla birlikte gençlere çeşitli meslekler üzerine bilgiler verecekler. Alman arkadaşı haftalarca bu bilgilendirme programına hazırlanıyor, dünyanın kitabını okuyor, power point hazırlıyor, daha neler, neler. Ama konferansa başladığında, Nur bakıyor, dinleyiciler bedenen orada olsalar bile ruhen yoklar. Kimi birbiriyle konuşuyor, kimi pencereden dışarı bakıyor, kimi esniyor. Dinlemedikleri gibi çok ama çok sıkılıyorlar. Bakıyor bu böyle olmayacak, işe karışıyor. On yıl sonrayı düşünün, yaşamınızda neler değişmiş, nasıl bir mesleğiniz var, iş yaşamında olumlu olumsuz neler yaşıyorsunuz, bir arkadaşınıza mektup yazın, bakalım neler çıkacak. Çocuklar yazmaya başlıyor. Kısa sürede kimin, ne yapmak istediği, hangi kaygıları ve korkuları olduğu ortaya çıkıyor bile. Şimdi bu noktadan yola çıkarak Nur’la Alman arkadaşı önemli yol kat ediyorlar... Onların soruları yanıtlanmaya, kaygılarının ne derecede doğru olup olmadığı üzerinde tartışılmaya, onları cesaretlendirebilecek ve özendirebilecek yeni bilgiler verilmeye başlıyor. Herkes dikkat kesiliyor. Böylece bilgilendirme progamı en iyi biçimde sonuçlanıyor. emokratik yoldan bir iktidar dergenekon’da ne olacak biliyor mu“D ğişikliğinin ancak genel seçimler “Esunuz? Bugüne kadar basında le mümkün olabileceği gerçeğini inyer alan tüm bilgiler çerçevesinde, kârdan gelerek milli iradeyi hiçe sayıyor! Sadece Mümtaz Soysal mı? Alenen ‘darbe’ çağrısında bulunan başkaları da yok mu?” Hilmi Yavuz, Zaman ortada hukuken geçerli deliller görünmüyor. Geçerli deliller olsaydı, savcılar neredeyse 1 yıldır süren soruşturma sürecini tamamlamış ve davayı çoktan açmış olurlardı.” Serdar Akinan, Akşam üslüman dünyayı putlaştıramaz. “M Müslüman altın ve gümüşe, paaikçilik ve yasakçılık 2008 Türkiyera ve liraya, mal ve servete tapamaz. “Lsi’nde artık marjinal bir düşünce Müslüman yalan söylemez, Müslüakımının adıdır. Umutsuz bir nostalman aldatmaz, Müslüman emanetlere hıyanet etmez.” M. Şevket Eygi, Milli Gazete tatürk’ün hayatta olduğu bütün “A yıllarda, hatta İsmet İnönü’nün bütün iktidar yıllarında nüfus artışını alabildiğine teşvik eden bir politika güdülüyordu. O zamanlar belli ki yatak odası henüz laikliğin tanım aralığına girmemişti.” Yasin Aktay, Yeni Şafak enim gibi biri Marksizmi özledi“B ğini söylese inanır mısınız?! İnanın! Marksizme karşıyım, hatta son elli yıllık dünya tecrübesinin Marksizmi daha da zayıflattığını düşünüyorum. Ama Marksizmi bir fikir olarak gerçekten özlüyorum.” Taha Akyol, Milliyet jinin peşinde, ülkeyi felakete sürüklemeyi bile umursamayan bir anlayışa başka da bir ad verilemez.” Mustafa Karaalioğlu, Star Başbakan’a Suikast Olur mu? Ekonomi ne zaman kötüye giderse ya da istihbarat birimleri arasında egemenlik çatışması başlarsa ülkeyi yönetenlerin suikasta uğrayacağına ilişkin hikâyeler anlatılmaya başlanır! Bu senaryolarla birileri koltuklarını garantiye almaya çalışır, birileri de siyasileri halkın gözünde mazlum göstererek iktidardan nemalanmayı sürdürür! Türkiye gazetesinden Rahim Er, AKP’ye kapatma davasına değindiği dünkü yazısına “Dava olmazsa suikast” başlığını atmıştı: “Dava, tahminler gibi seyretmez, adalet, hakkaniyet galip gelir, Erdoğan’a yasak getirilmez, partisi kapatılmaz veya proje üreticilerini tatmin edici bir seyir yaşanmazsa suikast ihtimali çok kuvvetlidir. Beklenmedik bir zamanda, tahmin edilmedik yerde, umulmadık biri tarafından... Niçin suikast? Sanıldığı gibi problem laiklik değildir. Şamata çıkartmaktan maksat, samimi kitlenin psikolojisini bozarak dikkatleri başka tarafa çekmek. Önce başörtüsü iptal dâvâsı. Sonra kapatma dâvâsı. Erdoğan’a suikast olur mu? İnşallah olmaz. Ama, Sultan Abdülaziz’i, Abdülhamid’i, Adnan Menderes’i, Turgut Özal’ı hatırlayınız.” Kardelen’in suskunluğu urten’in yardım elini uzattığı çocukların içinde belki de en ilginci Kardelen ve onun öyküsü. Kardelen geleneklerine aşırı bağlı bir göçmen işçi ailesinin kızı, okulunda çok parlak, uyanık, zeki, cıvıl cıvıl bir kız. Ama tam altı yıldır, yani altı yaşından beri evde tek sözcük bile konuşmuyor. Hiçbir psikolog Kardelen’in sırrını tam çözemiyor. Suskunluk duvarı bir türlü aşılamıyor. Kardelen’in özel merakı spor ve dans. Ama ailesi dans okuluna gitmesine karşı... Beş dakika boyunca neredeyse bir kuş gibi uçarak kendi kendine dans ettiği kısa bir film sahnesini izlediğimde, çok heyecanlan Şamil’e Göre Ergenekoncular Çerkez! Zaman gazetesinde dün ve önceki gün Star gazetesi yazarı Şamil Tayyar’la yapılan röportajlara yer verildi. Tayyar, Nuriye Akman’a siyasi geçmişini anlatmış. Antepli Tayyar da tıpkı kasap babası gibi “12 Eylül’den önce Ülkü Ocakları rahlei tedrisinde yetişmiş” ve darbenin ardından bu uğurda 15 gün hapis yatmış! Bir gün İslahiye’de askeri birliğe et götürürken bir de bakmış ki, bir binbaşı gencin biriyle sarmaş dolaş yürüyor! Kimmiş o genç?.. Tayyar’ın “ağabey” diye hitap ettiği, “Ülkücü hareket içerisinde son derece önemli biri!” Hatta Tayyar’ın bu ağabeyi “İslahiye’de eğer on bombalama eylemi olmuşsa dokuzunu gerçekleştirmiş”! İşte meslektaşlarını pervasızca hedef gösteren Şamil Tayyar, “Ta ilk gençlik yıllarından bu yana içinde ukde kalan” çetelerin üzerine bu yüzden gitmeye karar vermiş! “İstihbarat Daire Başkanı’nı yolda görsem tanımam” dese de, Tayyar röportaj boyunca derin araştırmacılık konularında ahkâm kesiyor! Adam o kadar tarafsız ki, adı “Şamil” olsa da o, Ergenekon’un bir “Çerkez” örgütlenmesi olduğunda ısrar ediyor: “Abhaz ve Çerkez ağırlıklı bir yapılanma. Ergenekon soruşturmasındaki tüm isimlerin şeceresini döktüğünüz zaman, böyle ağırlıklı bir tablo ortaya çıkıyor. Bu yapı içerisinde Kafkas kökenlilerin ağırlıkta olması, zihinlerde soru işareti bırakıyor!” Tayyar’ın çelişkisi bitmiyor. Önce “İlhan Selçuk’un tutuklanması, soruşturmada gelinen en üst noktadır. Bu haliyle bile AKP’nin kapatılması gibi bir süreci doğuran gelişmeler yaşandı. Daha ötesi siyasi cinayetlerin işlenebileceği bir süreci tetikleyebilir. O nedenle, bu iş burada noktalanacaktır” diyor sonra da “Ergenekon’un AKP içindeki ayaklarını tespit edebildin mi” sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Benim zihnimde çok önemli bir iki isim var. Her ne pahasına olursa olsun bunları da yazmayı düşünüyorum!” Bekliyoruz!.. N dım. Ama Kardelen’in yaşadığı koşullar onun bu yeteneğini geliştirmesine hiçbir zaman fırsat tanımayacak sanırım. Ailede, Kardelen’i namaz kılmaya ve oruç tutmaya özendirmek için ikide bir eline para tutuşturuluyor ya da ona dinsel içerikli çocuk kasetleri armağan ediliyor. Ablası ailenin özendirmesiyle, aman da ne yakıştı, ne yakıştı, başını bağlamış bile... Kardelen de okuldaki yüzme derslerini çoğu kez ayağının ağrıdığını bahane ederek astığı gibi, kapalı yakalı, uzun kollu giysiler giymeye özen gösteriyor. Babası ise anladığıma göre aşırı otoriter bir tip. Ailenin hali vakti oldukça yerinde. Nur, aileyi tanıdıkça daha da şaşırdığını anlatıyor. Modern döşeli kocaman bir ev leri var. Kardelen’in kendine ait bir odası bile var. Kardelen, Nurten Abla’ya çok bağlı. Bir gün Nurten, Kardelen’le birlikte bana çaya geldi. Dünya tatlısı cıvıl cıvıl bir kız. O gün Kardelen’le Nurten bana çeşitli danslar yaparak özel bir gösteri düzenlediler. Kardelen benim bu gösteriyi hayranlıkla izlememden, onu şeker, çikolata ve oyuncaklarla ağırlamamdan etkilenmiş olacak ki, birkaç gün sonra beni telefonla arayıp yazdığı bir öyküyü okudu. Hem çok hoşuma gitti, hem çok duygulandım. Önemli olan yalnızca azıcık ilgi, ama... Kuşkusuz Nurten’in Kardelen’le ilişkisi gene de sınırlı kalacak. Onun ördüğü bu suskunluk duvarının temellerine in BİTTİ eposta: mfarac?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B mesi hiç de kolay değil, belki günün birinde bunu başarsa bile çıkışı bulmak çok güç. Çünkü ailede yaşanan bunalımlara, çocuğun sonunda bu tepkiyi verdiği apaçık ortada. Bir şeylerin değişebilmesi için, ailenin duruşunu değiştirmesi gerekiyor. Nurten, Kardelen’i çok seviyor ve ona yardımcı olmak için elinden geleni yapıyor. Ne var ki onun için yapabilecekleri bütün yaratıcılığına karşın gene de kısıtlı. Ama bu duygu yıldırmıyor Nurten’i. Ne olursa olsun, bir şeyler yapmaya çalışmalı, küçük de olsa yapıcı bir katkısı olmalı. Bir şeyleri değiştirmek istiyor. Acaba başarabilecek mi?.. 7 Nisan 2008 (Vakit gazetesi)