04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Nerede O Köy Enstitüleri? Hikmet ALTINKAYNAK Yakında Buluşmak Üzere! Bugün 20 Nisan, benim doğum günüm. Bir yıl, bir yaş daha mı? Ne zamana kadar? de aynı günde doğmuş! İşin ilginç yanı de!.. Şöyle durup geçmiş yıllara göz atacak vakit de yok! Bir telaş, bir korku, bir gariplik, bir çeşit yalnızlık, ama milyonların içinde kendine güç arayan “Biz kaç kişiyiz” arayışlarının güvenini duymak isteği... Sevgili İ büyük bir ameliyat geçirdi... Uzunca bir süre yoğun bakımda yatacak!.. “Pencere” hep açık kalacak... T n S çuk‘un kuşları, ona yurtiçinden dışından sevgi mektupları taşıyacak... Hastane, gazete kapı önlerinde Cumhuriyetçiler güzel haberler bekleyecek, dileyecek. Yok olmayan bir umutla, bir güvenle... ??? Bir iki gün önce görmüştüm hastane odasında... Sanki önemli bir ameliyat öncesinde değilmiş gibi, gülen, şakalaşan, takılan.. o durumda da yazacağını söyleyen, kendisi ile, çevresiyle, dünyayla dost bir insan... Hep güven veren, kişiye de, dostlarına da, topluma da güven aşılayan, güç kazandıran bir yazar, nerdeyse eski anlamıyla bir veli, güzelzamanlar öncüsü... Bir gün gelecek, çok yakında bir akşamüstü tam da güneş batarken, Akyaka kıyısında, Yücelen’in üst balkonunda, ya da Halil’in ördekli sularına bakarken, bir kadeh, belki bir tek daha!.. Dalıp gitmek yaşamanın coşkusuna! Savaşımlar yanı başımızdadır; yarınları korumak, yaratmak.. yazarak, yaşayarak, yaşatarak... ??? Şu günlerde eski, ama yepyeni bir yazını yaşıyorum, sizlere de yaşatmak istiyorum: “Mahkemedeyim. Sanık sandalyesinde oturuyorum. Tam karşımda bir yargıç. Öylesine bir yargıç.. emir kulu, dar gelirli, bürokrat, üstünden emir almış, mahkum edecek beni... Pencereden bakıyorum, masmavi bir gök, bulutlar uçuşuyor. Birden tepem atıyor. Kalk ulan şu herifin ne aşağılık bir böcek olduğunu suratına haykır... Tam kalkacakken biri omuzumdan bastırıp soruyor: ‘Nereye?..’ Tutukluyum. Arkama dönüyorum, hiçbir görevli yok. Beni yerime oturtan görevliler değil. Peki kim? Babam. Uzun yıllar önce öldü babam, ama ne zaman bir çocukluk etmeye kalksam, yetişiyor. Belki o her yerde bana yetişen babam değil, benim içimdeki ikinci benim.” ??? Uzat kadehini İlhan! Bak Hamdi Bey geldi. Yılmaz nerdeyse burda olacak. Derken Akyakalı dostlar, sevenler... Güneşin son ışıkları söndü sönecek. Daha denize girenler var. Yarın biz de dalarız sulara. Birkaç günlüğüne kaçsak o bitip tükenmeyen dertlerden. Sağlığına.. en başta senin, hepimizin, tüm dostların, aşkların, sevgilerin, sevgililerin adına... Çok yakında İlhan.. çok, ama çok yakında... G ünümüzde eğitimin içine düştüğü yıkımı gördükçe Köy Enstitülerinin önemini daha iyi anlıyorum. Herkesin de anlamasını, özellikle de eğitimden sorumlu olanların anlamasını istiyorum. Aydınlanmanın kilometre taşlarından biri olan 17 Nisan 1940’ta kurulan Köy Enstitüleri, ne yazık ki haksız saldırılarla karşı karşıya bırakıldı ve 27 Ocak 1954’te tümüyle kapatıldı. Enstitülerin kapatılmasıyla da bugünkü karanlık günlere gelinen yol açılmış oldu. 1950’lerde demokrat olduğunu savlayan siyasal iktidar, köy çocuklarının okuyup aydınlanmasını içine sindirememiş olacak ki sanal suçlar yarattı ve suçlayıp enstitüleri kapattı. Oysa yalnızca köy çocuklarının okuryazar haline getirilmesi, “iyi insan, iyi vatandaş” olarak yetiştirilmesi bile bu kurumların açık kalması için yeterliydi. Üstelik Hasan Âli Yücelİsmail Hakkı Tonguç öncülüğünde, orada okuyanlardan uluslararası sanatçı ve yazarlarla da eğitimimizde bir Rönesans yaşanmıştı. Yaşanan bu Rönesans “Canlandırılacak Köy” içindi. Çünkü köylerimiz tıpkı Ahmet Kutsi Tecer’in “Orda bir köy var uzakta” diye başlayan ünlü şiirinde olduğu gibi unutulmuş, ihmal edilmişti. Köy Enstitülerinin önce bu acı gerçeği değiştirmesi amaçlandı. Harf devrimini yapan, Millet Mekteplerini, Halkevlerini açan, okumayazma seferberliği başla tan, Türk Dil Kurumu’nu kuran Cumhuriyet yönetimi, bu acı gerçeği bir an önce değiştirmeyi planladı. 19351936 arası tüm halkın yüzde 20.4’ü, köylününse yüzde 15.5’i okuryazardı. Şehir ve kasabalarda çocuk nüfusun okullaşma oranı ancak yüzde 75’i bulmuştu. Köy çocuklarında ise bu oran yüzde 25’ti. Öte yandan köy okulları 3 yıllıktı. 40 bin köyden 35 bin 227’sinde okul yoktu. Böylesine acı bir gerçek vardı. Bunun için çok çalışmak gerekiyordu. Köy Enstitülerinde haftada 44 saatlik derslerle genel bilgi dersleri, ziraat ders ve çalışmaları, teknik ders ve çalışmaları başlığında üç grup ders veriliyor; köye donanımlı öğretmenler göndermek amaçlanıyordu. Yani Köy Enstitüleri ile köye bir ışık geldi. Köyü kalkındıracak olan insani dinamikler önce köyden Enstitüye gelen öğrenciler olacaktı. Onlar okuyacak, öğretmen olacak, sağlık memuru, tarım teknisyeni, kısacası köyün kanaat önderi olacak, köyü içine düştüğü gerilikten kurtaracaktı. Ama siyasal iktidar göz açtırmadı. Çünkü gerçekten Köy Enstitülerinde dönemine göre çok ileri bir eğitim uygulanıyor; iş içinde, yaşam içinde eğitim yapılıyor, halk uyanıyordu. Köy Enstitüleri yetiştirdiği çocuklara yürekleri vatan sevgisiyle dopdolu, gözü kapalı Türkiye haritasını çizebilmeyi öğretmişti. Çağdaş, Atatürkçü bir eğitim anlayışını yerleştirmişti. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle