04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 NİSAN 2008 PAZAR CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 19 İstanbul Oyuncak Müzesi üçüncü yaşını 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda kutlayacak Üç mumlu oyuncak pasta!.. stanbul Oyuncak Müzesi 3 yaşında!.. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda 3. yaşımızı kutlayacağız. Geride bıraktığımız üç yıl içinde, oyuncak tarihinin en önemli eserlerini müzemize kazandırdık. İstanbul Oyuncak Müzesi, dünyadaki örnekleri arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Bizi yalnız bırakmayan ziyaretçilerimize tüm kalbimle teşekkür ediyorum. Müzenin ziyaretçi defterlerinde yazılanları sizlerle paylaştım zaman zaman… Bu hafta, defterdeki tanıdık simaların düşüncelerini sunuyorum. İlkine çok şaşıracağınızı biliyorum! Okuyoruz: “Annemi sevdim. Eşimi sevdim. Sizin de eşinizi sevmenizden öte saygılı desteğine ne kadar teşekkür ettiğinizi tahmin edebiliyorum. Çocuklar ve anneler… Oyuncakları bile anneler sevdirir insana. Çocukluğumu ve annemi hatırladım. Size ve eşinize teşekkür ediyorum. Sunay Bey, inanıyorum bir daha veya defalarca ziyaretinize geleceğim.” Geldi!.. Gerçekten de defalarca geldi… Hatta, Dubai’den geldiği İstanbul’da, havaalanında kendisini Kars’a götürecek uçağı üç saat havaalanında beklemek yerine, bu dar zamanı Oyuncak Müzesi’ne ayardı. Hiç üşenmeden, Yeşilköy’den Göztepe’ye geldi ve alınan yeni oyuncaklarına hayranlığını dile getirdi. Kim midir bu esrarengiz ziyaretçi?.. Eski Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç!.. Bir insanın bedenen zayıf yönlerini, sağlık durumundan dolayı eksikliklerini dile dolamak hiç sevmediğim, hatta tiksindiğim bir tavırdır. Bir gazeteci, “Uyuyan bir Kültür Bakanımız var, ne diyorsunuz?” diye sorduğunda şu yanıtı vermiştim: “Beni bu ülkede Kültür Bakanı’nın gördüğü rüya ilgilendiriyor!”.. Sayın Koç, Oyuncak Müzesi’ne yaptığı ziyaretler sırasında onu takip eden bir tek haberci yoktu!!!... Kültür Bakanı’nın bir şairin kurduğu müzeye yaptığı ziyaretler sırasında neler yaşandığında haber niteliği görmeyen bir basınımız varken, sizce “uyuyan” kim olmaktadır? ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Ölüm O Kadar Yakınken... Pippa Bacca… İtalyan bir performans sanatçısı… O da kendi sanatında yeni arayışlar içindeydi. Yaşamla sanatın en iç içe geçtiği alanda, performansta sürdürüyordu arayışını… Eğer yolu benim ülkemden geçmeseydi, bugün yaşıyor olacaktı… Önceki gün, “Avrupa Tiyatro Ödülleri” yazımda şu yukarıdaki sözcükleri yazmıştım… İnanır mısınız, son cümle kimilerini fena halde sinirlendirmiş… Ne yani her ülkede sapık yok mu diye soran mı istersiniz; bir manyak yüzünden tüm ülkenin suçlanamayacağını söyleyen mi! Böyle şeyler her ülkede olur, her ülkede kadınlara yönelik şiddet, tecavüz, cinayet, katliam var demek bir yanda…Tuh yine dünya âleme rezil olduk diye hayıflanmak öte yanda… Hayır, hayır, hayır! Tepkimiz bu ikisi arasında savrulma kolaylığına saplanmamalı! Böyle hastalar, sapıklar, manyaklar her ülkede olabilir, ama inanın bizim ülkemizde daha çok! Daha çok, çünkü bizim ülkemizde kadına açlık, cinsel tatminsizlik vahim durumda… Daha çok, çünkü kadını döveni de, taciz edeni de, ırza geçeni de yasalarımız oldum olası korumuştur. Kadın katillerine hep hafifletici neden bulunmuştur! Bizim ülkemizde daha çok, çünkü daha çocukluktan kadına yönelik şiddet erkeğin şanından saymıştır! Bizim ülkemizde daha çok, çünkü şiddet kültürü içselleştirilmiştir. Bizim ülkemizde daha çok, çünkü erkek egemen bu düzende kadınlara yönelik ayrımcılık yapan yasaların değişmesi gerektiğini hükümetlere anlatmak neredeyse 40 yılımızı aldı. Anlamadılar, anlamıyorlar, çünkü hükümetler erkeklerden oluşuyor, karar alma mekanizmalarının başında onlar… Hayır, dünyaya rezil olduk diye değil, kendimize rezil olduk ve her an olmaktayız diye acı çektiğimiz zaman… Pippa Bacca kadar, Şemse’lere, Güldünya’lara ve yok namustu, yok töreydi diye boğazlanan, başı taşla ezilen, öldürülen onlarca kadın için de acı çektiğimiz ve tepkimizi gösterdiğimiz zaman… Kadın bedeni üzerinde kocaya, aileye , topluma tasarruf hakkı vermekten vazgeçtiğimiz zaman… Ancak o zaman bu sapıklıklara, münferit olay olarak bakabilir ve çare arayabiliriz… Namus kavramı eşittir kadının örtünmesi, kapanması anlayışı sürdükçe… Kadınları, açık kapalı, namuslunamussuz , ahlaklıahlaksız diye böldükçe boşuna bu soruna çare aramayın.… Yobazlık, gericilik, haremselamlık anlayışının yaygınlaştırılmaya çalışılması, kız çocukların kapatılması, dini değil, dinci eğitimin başına buyrukluğu… Bunlarla mı önlenecek kadınlara karşı şiddet? Yoksa başbakanın “En az 3 çocuk doğurun” önerisiyle mı??? Pippa Bacca kadındı, sanatçıydı. Dünya barışına katkıda bulunmak, şiddete karşı sözünü söylemek, tavır almak, dinleyenleri, görenleri uyarmak, dikkatleri bu konulara çekmek için yola çıkmıştı. Kadına düşman, sanata düşman bir ortamda, yolu kesildi… İ ? İstanbul Oyuncak Müzesi 3 yaşında!.. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda 3. yaşımızı kutlayacağız. Geride bıraktığımız üç yıl içinde, oyuncak tarihinin en önemli eserlerini müzemize kazandırdık. İstanbul Oyuncak Müzesi, dünyadaki örnekleri arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Bizi yalnız bırakmayan ziyaretçilerimize tüm kalbimle teşekkür ediyorum. Duyarlı, nitelikli gazetecilerin alınmadığını, yukarıdaki düşüncelerimden dolayı bana hak verdiklerine inanıyorum. Bunlardan biri de Sayın Uğur Dündar’dır. Yıllardır haberciliğini alkışladığım Sayın Dündar, şunları yazmış müze defterine: “Bugün, eşim ve çocuklarımla müzeyi dolaşırken, sarı renkli otomobilimi ve o günlerde hayal edebildiğim tüm otomobilleri gördüm. Anılarımı ve düşlerimi doya doya yaşadım. Çocuklarımın gözlerinden hayranlıklarını okurken, ben de bu sonsuz emek, sabır ve çabaya hayran oldum. Sözcüklerin yetersiz kalacağına inandığım bu büyük başarı karşısında büyülendim. Akın ailesini yürekten kutluyorum. Demek ki Türkiye’de sadece yolsuzluklar, vurgunlar, hortumcular yok. Çocukların engin hayaller kurabilecekleri böyle bir müzemiz var!..” Spor yazarlığının büyük ustası Cem Atabeyoğlu da müzemizi onurlandıranlar arasında… Her spor sahasına bir heykelini dikecek olsak, hakkını ödeyemeyeceğimiz Sayın Atabeyoğlu’nun düşüncelerine kulak veriyoruz: “İnsan ‘müzelik’ çağa geldiğinde müzeler ve camekândakiler daha büyük önem kazanıyor. Ellerine sağlık sevgili Sunay. Yürekten kutlar, sevgiler ve saygılar sunarım.” Zavallı kardeşim Metin Uca!.. Davetli olarak gittiğimiz pek çok Avrupa kentinde, benimle birlikte sabahın erken saatinde kalkıp, gün boyunca antikacılarda oyuncak aramak zorunda kalan bir dostum da O’dur!.. Metin kardeşim de şunları yazmış ziyaretçi defterine: “Hayatımda hep oyuncaklar vardı… Ama, seninle onlara daha güzel bakmayı öğrendim. Gün ışığının soluklaştığı bir sonbahar günü, uzak bir Avrupa kentinde harıl harıl oyuncak ararken, ben ilk kırdığım oyuncağı bulmuştum. Daha doğrusu sen bana bulmuştun!.. Ve artık oyuncaklar sadece çocukluk günlerimin anıları değil, aynı zamanda bana hayatı öğreten büyük dersler aldım. Canım arkadaşım, hayatımı güzelleştiren, anlamlandıran girişimler arasında bu müzenin ayrı bir yeri var. Sağol, bana hayatın başka yüzünü de gösterdiğin için!..” İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü Dr. İsmail Karamut her konuda danıştığımız ve bilgisini, yardımını hiçbir zaman esirgemeyen dostlarımızdan biri oldu. Yalnızca o mu?.. Hayır… İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin denetçi arkeologları bilgi birikimlerini büyük bir sabır ve içtenlikle aktardılar Oyuncak Müzesi’ne… Onların ışığı altında devam ediyoruz yolumuza… İşte, Sayın Karamut’un ziyaretçi defterindeki düşünceleri: “Oyuncağın insan yaşamındaki önemini ve müzelerin toplumdaki yerini bilen Sayın Sunay Akın’ı yaptıklarından dolayı kutlar, tüm müzelere örnek olmasını dilerim.” Tiyatro sanatının ustalarından Kenan Işık hemen arka sayfaya şunları yazmış: “Oyuncak olmasaydı ‘oyun’, oyun olmasaydı ‘hayat’ olmazdı. Hayal gücümüzü tetikleyip bize hayatı anlamamızı bağışlayan ‘oyuncak’a saygıyla… Ve elbette, bize böyle bir müzeyi bağışlayan Sunay Akın’a da...” O ki tiyatro kokusunu aldık, defterin sayfalarında Salih Kalyon da çıkıyor karşımıza: “Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi? Başarının sevilmediği, hatta suç olarak kabul gördüğü bir toplumda ‘işte gerçek insan davranışı’ denebilecek türden bir yaklaşım!.. Yaşamımda ilk kez ‘hemşeri’ olarak övünebileceğim ve ben, sevgili şair kardeşim Sunay Akın’ın hemşerisiyim, diyebileceğim!..” Müzenin defterinden son olarak Sevgili Anjelika Akbar’ın duygularını okuyoruz: “Dünyanın oyuncaklar sayesinde iyileşebileceğine inanıyorum! Çok duygulandım gezerken… Ağladım, güldüm… Müthiş bir seyahat gerçekleştirdim… Herkes, büyük, küçük görmeli, hem de defalarca!!!” 23 Nisan günü, İstanbul Oyuncak Müzesi 3 yaşına giriyor… Kitaplarımı okuyanların, tek kişilik sahne gösterimi izleyenlerin övgüleri, sevgileri bana yetiyor… Sanatçı emeğinin karşılığı olsa da, elime geçen maddi gücü asla kendime ait görmedim, göremedim… Antika oyuncak satın aldım yıllarca ve hâlâ da almaya devam ediyorum… Neden mi?.. Ulusal egemenliğimiz ve çocuklarımız için yarınlarımız bayram olsun diye!.. TKV ÖDÜLÜ İŞ BANKASI’NA VERİLDİ Şişli Senfoni Türk Kalp Vakfı için çaldı ZEYNEP ALTAY 25. Ankara Müzik Festivali’nde gerçek anlamda ‘özgün’ bir gösteri izledik Başkentte İtalyan günü EGEMEN BERKÖZ Türk Kalp Vakfı‘nın (TKV), Şişli Belediyesi işbirliğiyle düzenlediği 20. yıl etkinlikleri “İyi Kalpli Ol” ödül töreni ve klasik müzik konseri akşam İş Sanat’ta yapıldı. Törende, Türk Kalp Vakfı Başkanı Çetin Yıldırımakın, beden kadar toplumsal sağlığı da çağrıştıran “İyi Kalpli Ol” ödülünü Türkiye İş Bankası adına Genel Müdür Ersin Özince’ye sundu. Vakıf, desteklerinden dolayı Şişli Belediyesi’ne ve Şişli Belediyesi Senfoni Orkestrası genel müzik yönetmeni ve şefi Serâ Tokay’a da teşekkür plaketi verdi. Ersin Özince teşekkür konuşmasında; “Türkiye’nin bankası olma bilinciyle, bankacılığı sağduyuyla yani kalbimizle, aklımızla Cumhuriyet kurumu olmaya özen göstererek yapıyoruz. Bu yolda yürüyerek müzemizde göreceğiniz gibi çok küçük Kuvayı Milliye bütçesinden bulunduğumuz coğrafyanın en büyük bankası olmayı başardık” dedi. Çiğdem Tunç’un sunduğu törenin ardından başlayan konserde Serâ Tokay yönetimindeki Şişli Senfoni Orkestrası Dvorak, Slav Dansları no.8, no.2; Mozart, Keman Konçertosu no.218 ve Şostakoviç, 5. Senfoni’yi çaldı. Konçertonun solisti genç yetenek Esen Kıvrak’tı. nkara Müzik Festivali’ndeki ilk günüm, benim için tam bir İtalyan günü oldu. Akşam 20.30’da MEB Şura Salonu’nda İtalyan mimci Ennio Marchetto’nun gösterisi vardı. Ama ondan önce, 18.30’da Oda Tiyatrosu’nda mevsim başından beri oynanan “Japon Kuklası” adlı oyuna gittim. Çünkü Dario Fo’nun bu ilginç oyununun nasıl oynandığını, çevirmeni olarak, çok merak ediyordum. İzledikten sonraki düşüncemi kısaca yazmak isterim: Kanımca, sahneleme de, oynanış da, oyuncu seçimi de doğru ve iyiydi. Özellikle Armida, olağanüstü bir seçimdi: Kepenkperde açıldığında gördüğüm Armida’nın yüzü oyunu çevirirken gözümün önünde beliren yüzdü tıpkı. Dario Fo’nun oyunları hızlı, tempolu oynanması gereken oyunlardır. Ancak bu oyunda temponun çok hızlı olması ve bu hızın oyun boyunca sürmesi, izleyi A cinin oyunun iletisini kaçırmasına neden olmuş olabilir mi diye sormaktan da kendimi alamıyorum. Günün benim için ikinci İtalyan’ı olan Ennio Marchetto, pandomimle Japon kâğıt katlamakesme sanatını birleştirerek çok kendine özgü, sözcüğün gerçek anlamıyla “özgün” bir gösteri yaratmış. Tasarımcısı ve arkadaşı, Hollandalı Sosthen Hennekam’la birlikte oluşturdukları kâğıt giysileri (giysi dediğime bakmayın, stilize gemi borda yor. Bir “sahne karikatürcüsü” de denebilir Marchetto’ya, çünkü sahnede bütün bu kâğıtlarla, beden diliyle, mimiklerle, dansla.. karikatür çiziyor. Ankara İtalyan Kültür Merkezi ile Generali Sigorta’nın katkılarıyla gerçekleştirilen bu gösterinin müzik festivaliyle ilgisi ne derseniz; yanıt, sanırım, gösteriye eşlik eden müziklerin 20. yüzyılın en ünlü parçalarından bir derleme olması. sından fırına, şapkadan saç lülelerine.. bin bir biçim) kullanarak kılıktan kılığa giriyor. Müzik eşliğinde Marlyn Monreo’dan Mona Lisa’ya, Elvis Presley’den Britney Spears’a, Kraliçe Elisabeth ’ten Freddy Mercury’ ye, Türkiye için hazırladığı Ajda Pekkan’a dönüşü Duygu Asena’nın yaş günüydü Sevgili Duygu, Dün 19 Nisan senin yaş günündü… Bir yanda senin adına Doğan Kitap’ın açtığı Roman Yarışması sonuçlandı, “Lal Kitap” eseriyle Nur Yazgan kazandı, öte yanda, Feminist Kitabevi Amargi’de doludizgin senden söz edildi, kitapların okundu, üzerine tartışmalar açıldı. (Amargi’de bugün de devam ediyor senin etkinliklerin.) Hiçbirine katılamadım, İstanbul dışındayım… Ama şu Pippa Bacca olayından beri yine seninle konuşup duruyorum… Cinsel suçlara tahrik indirimleri veren savcılarla, yargı sistemiyle az mı mücadele ettin yaşamın boyunca! Senin yaptıklarını sana anlatacak değilim. Nasılsa sen biliyorsun! Ama bilmediğin belki de şu var: Hayattayken seni kovanlar, seni üzenler, seninle didişenler bile şimdi sen aramızdan gittikten sonra seni paylaşamaz oldular. Sevgili Duygu, ülkemizde ölüm hâlâ her kadına bu kadar yakınken, seni çok özlediğimi söylemek istedim. Şimdi burada olsan sen de başkaldırıp, çocuklarımızı böyle bir ortamda, kadın düşmanı, sanat düşmanı bir ortamda yetiştirmek istemiyoruz diye haykırırdın! [email protected] C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle