07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 NİSAN 2008 ÇARŞAMBA 4 HABERLER Bahçeli, AKP ile bundan sonra yürüyecekleri yol olmadığını söyledi, AB ve STK’leri eleştirdi GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU MHP tüm köprüleri attı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, AKP hakkında açılan kapatma davasıyla ilgili yargı sürecini “cihat ve kıyamet” anlayışıyla değerlendirdiğini belirterek yaşananların büyük siyasi depremin “öncü sarsıntıları” olduğunu söyledi. Bahçeli, AKP ile bundan sonra “beraber yürüyecekleri bir yol olmadığını” vurguladı. Bahçeli, dün partisinin grup toplantısında AKP hakkında açılan kapatma davasının siyasi sonuçlarının daha fazla hissedileceği ve AKP’nin tüm tasarruflarının tartışmaya açılacağı nazik bir döneme girildiğine dikkat çekti. “Türkiye çok ağır tahribatı olacak siyasi bir depremin öncü sarsıntılarını yaşamaktadır” diyen Bahçeli, gerilimin düşürülmesi için herkese görev düştüğünü söyledi. Bahçeli, “âdet savma kabilinden sağduyu ve uzlaşma çağrısı” yaptıklarını savunduğu TÜSİAD ve Mısır: Ekonomi Harika Halk Aç Mısır ekonomisi yüzde 7 büyüyor. IMF ve Dünya Bankası bu performanstan, “reformlardan” hoşnut. Uluslararası yatırımcılar, Mısır’ın “kredi krizinden” etkilenmeyeceğini düşünerek borsaya koşuyor, Mısır ekonomisinin en parlak şirketlerini satın alıyorlar (AFP, 30/03). Özetle, ekonomi çok iyi. Ama galiba halkın haberi yok. Çünkü sanayi işçileri, öğretmenler, hatta doktorlardan avukatlara kadar sokaklara dökülmüş (Daily News Egypt, 18/03) istikrarsızlık çıkarmaya hazırlanıyor. Muhalefet (yasal, yasaklı siyasi partiler, sendikalar, mahalle örgütleri. El Cezire, 29/03) 6 Nisan’da hem de yerel seçimlerden iki gün önce genel grev çağrısı yaptılar. ? AKP hakkındaki kapatma davasını siyasi bir depremin öncü sarsıntıları olarak tanımlayan Devlet Bahçeli, şimdiye kadar vekil dokunulmazlığını kendisine kalkan yapan Erdoğan’ın şimdi de milli irade zırhı arkasına saklanmaya çalıştığını söyledi. AKP’nin “imdat” çağrılarına AB’den yanıtın gecikmediğine dikkat çeken Bahçeli, AB’nin AKP konusundaki hassasiyetinin ise “her istediklerini yaptırdıkları bir taşeronu kaybetme telaşından kaynaklandığını” vurguladı. TOBB’yi de “idarei maslahatçılık”la suçladı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu gelişmeler karşısında “fevri” tavırlarına devam ettiğini kaydeden Bahçeli, Başbakan’ın sürekli “kendini haklı görme psikolojisiyle” hareket ettiğini söyledi. Erdoğan’ı özeleştiri yapmaya çağıran Bahçeli, “Milletvekili dokunulmazlığını bugüne kadar arkasına saklanacağı bir koruma zırhı olarak gören Başbakan, şimdi de aynı amaçla milli irade kalkanına sığınmaya çalışmaktadır” dedi. Bahçeli şu görüşleri dile getirdi: “Sayın Başbakan’ın ‘Eğer muktedir olsaydım kapatma davasını önlerdim’ sözleri de aynı psikolojinin bir yansıması olmuştur. Bu söz bilinçli olarak söylendiyse, bu aynı zamanda Başbakan’ın siyasi meşruiyetini kaybettiğinin ve eğer imkân bulursa anayasa suçu işlemeye hazır olduğunun açık bir ikrarı olacaktır. Bu süreci demokrasi taraftarları ve karşıtları arasında son savaş olarak gördüğü anlaşılan AKP’nin her yolu meşru ve mubah sayan bir anlayışla bütün imkânlarını cepheye sürme hazırlığında olduğu anlaşılmaktadır.” AKP’nin kendisine yakın medya desteğini de yanına alarak “bağımsız yargıyı ağır bir kuşatma altına aldığını” kaydeden Bahçeli, yargıyı etkisizleştirmek için “AB ve ABD sopasını tehdit unsuru olarak kullanmaktan kaçınmadığını” ifade etti. AKP’nin “imdat” çağrılarına AB’den yanıtın gecikmediğine dikkat çeken Bahçeli, AB’nin AKP konusundaki hassasiyetinin ise “her istediklerini yaptırdıkları bir taşeronu kaybetme telaşından kaynaklandığını” vurguladı. Bahçeli, MHP’nin parti kapatmay la ilgili gündeme getirdiği ve bireysel sorumluluk ilkesini esas alan anayasa değişikliği önerisinin AKP yöneticileri tarafından “Verin genel başkanınızı, alın partinizi” şeklinde değerlendirilmesine de tepki gösterdi. Kendilerinin hiçbir zaman “ömür boyu siyasi yasaklılık” önermediğini kaydeden Bahçeli, şunları söyledi: “Biz Başbakan ve AKP ile sandık başında hesaplaşacağız. Sayın genel başkanınız sizin olsun. Biz kendisini alıp da ne yapacağız? Kapatma davası iddianamesinde suçlanan genel başkanınız ve partiniz, bu süreçte savunmasını yapar ve aklanırsa, biz bundan demokrasi adına sadece memnuniyet duyarız. Sizler de şarkı nakaratlarına uygun olarak yolunuza devam edersiniz. Bizim sizin genel başkanınızla ve sizlerle beraber yürüdüğümüz ve bundan sonra da yürüyeceğimiz yol yoktur.” O kadar bildik bir öykü ki… Bu o kadar bildik, o kadar derslerle dolu bir öykü ki bizim için… Liberallere sorarsanız, Mısır tarihsel bir “devleti toplumdan ayırma süreci yaşıyor”. Örneğin, Al Ahram Vakfi tarafından yayımlanan Al Siyassa Al Dawliya dergisinin editörlerinden siyaset bilimci Khalil AlAnani’ye göre, “Yeni ve modern talepler ileri süren bir burjuva sınıfı oluşuyor. Mısır’ı bu dönüştürecek”. Ama bu arada “devlet özelleştirme ve liberalleştirmenin olumsuz etkilerini hafifletecek tedbirleri alamamış” (ne kadar tanıdık bir söylem değil mi?). AlAnani’ye göre, en büyük toplumsal güç Müslüman Kardeşler bu gelişmeye ayak uyduramıyormuş (Ama büyümeye devam ediyorE.Y). MK’nin genç kuşakları giderek daha çok militan Salefi düşüncelerin etkisi altına giriyormuş. Mübarek rejiminin MK’yi resmi siyasete sokmamakta direnmesi gelişmeyi engelliyormuş. Bu arada “halk giderek dini söylemin etkisi altında içine kapanıyor, siyasete ilgisini kaybediyor”muş. Halbuki Mısır tam anlamıyla bir nüfus patlamasının eşiğindeymiş, gelecek 5 yılda 2030 yaş arası grup toplam nüfusun yüzde 75’ini oluşturuyor olacakmış. Bunlara iş, demokratik platform gerekiyormuş! Bu benzer yorumları yapan liberal entelijansiya, bu durumun bizzat liberal ekonomik modelin ürünü olduğunu göremeden ahkâm kesiyor. Bu arada Mısır toplumu yollu liberal demokrasiye değil, boğucu bir şeriat rejimine. Devlet toplumdan çıkarken, aslında, halkına olan sorumluluklarını terk ederek, tüm dikkatini, kaynaklarını uluslararası kapitalizmin ve yerel uzantılarının beklentilerini yerine getirmek üzerinde yoğunlaştırırken, açılan boşluğu Müslüman Kardeşler örgütü yoluyla siyasal İslam dolduruyor: Sivil toplum hizmetlerini üstleniyor, sivil dayanışma, kamu hizmeti pratiği yerine, İslami çözüm, dini dayanışma inancını yerleştiriyor. MK, toplumu adım adım ele geçiriyor. Mısır’da artık tüm meslek örgütlerinin yönetimi MK’nin elinde, en büyük muhalefet bloku MK. Bu sırada, Mübarek rejimi, babanın yerine oğlunu geçirmeye hazırlanarak daha da müstehcenleşiyor, gerçek sorunlara gerçek ekonomik ve kültürel çözümler getirmeyi düşünene kadar, MK’yi yasalar ve şiddet yoluyla durdurmaya çalıştıkça. Kendisi tecrit oluyor. IMF’nin aklına uyup ekmekten devlet desteklerini çekerek kendi kuyusunu kazıyor… A KP’NİN DAVA SÜRECİ İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN D TP’NİN DAVA YORUMU Savunmayı Cemil Çiçek hazırlayacak ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Anayasa Mahkemesi heyetinin AKP hakkındaki kapatma davası iddianamesini kabul etmesinin ardından hukuksal süreç başlarken, AKP’nin 1 Mayıs tarihine kadar ön savunmasını yapması gerekecek. AKP Merkez Yürütme Kurulu toplantısında savunmayı hazırlamak üzere Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek görevlendirildi. Çiçek Fazilet Partisi’nin kapatılmasında da savunma yapmıştı. AKP hakkındaki davada süreç adım adım şöyle işleyecek: Ön savunma için 1 Mayıs’a kadar süresi bulunan AKP isterse ek süre talebinde bulunabilecek. Ön savunmanın mahkemeye verilmesinin ardından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, esas hakkındaki görüşünü bildirecek. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın esas hakkındaki görüşü AKP’ye gönderilecek. Belirlenecek bir tarihte Başsavcı, Anayasa Mahkemesi heyetine sözlü açıklama yapacak. AKP’li yetkililer mahkeme heyetine sözlü savunmalarını verecek. Bilgi ve belgelerin toplanmasının ardından raportör görevlendirilecek. Raportör, esas hakkındaki raporunu hazırlayacak. Hazırlıklar sürerken, Cumhuriyet Başsavcılığı ve AKP ek delil veya yazılı ek savunma verebilecek. Rapor mahkemenin 11 üyesine dağıtılacak. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın belirleyeceği günde heyet toplanarak, kapatma istemini esastan görüşmeye başlayacak. Anayasaya göre bir siyasi partinin kapatılmasına karar verilebilmesi için nitelikli çoğunluğun oyu aranacak. Buna göre, kapatma kararı için 11 asıl üyesinin en az 7’sinin oyu gerekecek. Anayasa Mahkemesi, anayasanın 69. maddesine göre, temelli kapatma yerine, dava konusu fiillerin ağırlığına göre devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakma kararı da verebilecek. Refah Partisi hakkında “laikliğe aykırı fiillerin odağı olduğu” iddiasıyla açılan dava 8 ayda karara bağlanmıştı. Türk: Güç odaklarının çatışması ? AKP’nin kapatılma davasıyla hız kazanan gerilimin perde arkasındaki nedenin yaşanan “iktidar savaşı” olduğunu kaydeden Türk, “Bunu devlet içi güçlerin iktidar savaşı olarak tanımlamak gerekir’’ dedi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) DTP Grup Başkanı Ahmet Türk, AKP hakkında açılan kapatma davasının “güç odaklarının çatışmasının bir ürünü” olduğunu belirterek “AKP bu çatışmanın mağduru değil, bizzat tarafıdır” dedi. DTP Grup Başkanı Türk, partisinin grup toplantısında güneydoğudaki sorunun çözümüne yönelik “ithal bastırma yöntemlerinin suyunun çıktığını, askeri çözümlerin ise havlu attığını” savundu. Türk, çözümün Meclis’ten geçtiğini söyledi. Türkiye’de AKP’nin kapatılma davasıyla hız kazanan gerilimin perde arkasındaki nedenin yaşanan “iktidar savaşı” olduğunu kaydeden Türk, “Bunu devlet içi güçlerin iktidar savaşı olarak tanımlamak gerekir’’ dedi. Türkiye’de üç devletin olduğunu öne süren Türk, bunların birincisinin AB rotasında ilerlemek isteyen kesimler; ikincisinin değişime karşı duran, iktidarı için mevcut statükoyu sürdürmek isteyen kanat; üçüncüsünün ise devleti çete devleti haline getirmeye çalışanlar olduğunu söyledi. AKP’yi, Meclis’te birlikte “demokrasi için kurtuluş mücadelesi vermeye” çağıran Türk, bunun için bir kurucu meclis oluşturup, yeni anayasa hazırlanmasını istedi. Türk, “Siyaseti camikışlastatüko arasında sıkışan bir olgu olmaktan çıkaralım. Demokratik özerk bir yapıya kavuşturalım. A partisi, B partisi ayrımı yapmadan parti kapatmaları tümden devreden çıkaralım’’ dedi. 19772008 Dünya Bankası’na göre, Mısır’da halkın yüzde 20’si yoksulluk sınırı altında yaşıyor. Kimi yerel araştırmacılar bu oranın yüzde 40’ın üstünde olduğuna inanıyorlar. Bir tarım işçisi günde ortalama 1.8 dolar kazanıyor. Üniversite öğretim üyelerinin aylık maşları 115 665 dolar arasında. Dünya Gıda Programı örgütüne göre, dünyada gıda fiyatları geçen hazirandan bu yana yüzde 55, Mısır’da yüzde 50 artmış. Bu nedenle Mısır’da işçisinden doktoruna, öğretim üyesinden avukatına kadar halk sokaklarda, ücretlerin yüzde 100 ile yüzde 400 arttırılmasını istiyorlar. Dünyanın kişi başına en çok ekmek tüketen ülkesi Mısır’da ekmek kuyruklarında kavgalar çıkıyor, insanlar ölüyor. Müslüman kardeşler temsilcisine göre “şehit sayısı” geçen hafta başında 15’e ulaşmıştı. Hemen akıllara, 1977’de 100’e yakın insanın yaşamına mal olan ekmek ayaklanmalarının gelmesi doğal. Ancak şimdi durum farklı. O zaman ekmek ayaklanmalarına sendikalar ve sol önderlik etmiş, ama eylemlerden en büyük örgütsel kazancı Müslüman Kardeşler elde etmişti. Bu kez Mısır’da dikkate değer bir sol yok. Olanlar MK’ye yaklaşmış durumda. Sendikalardan meslek örgütlerine, öğretim üyelerinin derneklerine kadar tüm “sivil toplum” mevzileri MK’nin eline geçmiş durumda. Bu koşullarda MK hem bu örgütleri yönlendiriyor, halkın kızgınlığına tercüman oluyor hem de mahalle örgütleri, sivil dayanışma örgütleri yoluyla ekmek dağıtımını düzenlemeye çalışarak, 1990’lardaki büyük depremde olduğu gibi, toplumsal bir yaraya merhem olarak etkisini ve örgütlenmesini derinleştiriyor. Mübarek döneminin sona ermesini beklerken gittikçe iktidara yakınlaşıyor. İktidara yakınlaştıkça, daha da muhafazakârlaşıyor, siyasi merkezlerinde kadınları siyasetten çekmenin yollarını tartışıyor. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com ‘İsot tarlasına girildi’ Türk, iktidar partisinin şu anda düştüğü durumu ise Kurtuluş Savaşı döneminde Urfalılar’la ilgili anlatılan şu fıkrayla özdeşleştirdi: “Urfalılar’a Fransızlar saldıracak, haydi kalkın savunmaya geçin demişler. Urfalı, ‘bir şey olmaz’ demiş. Bu sefer ‘Fransızlar kapıya dayandı’ demişler, Urfalılar yine oralı olmamış. Son olarak ‘Fransızlar, isot tarlalarına saldırdı’ demişler. Bunun üzerine Urfalı, ‘Haydi kalkın savaşalım, bugün namus günüdür’ demiş. Şimdi AKP de isot tarlalarına girildiği için telaş içinde demokrasi havariliğine soyunuyor.” [email protected] Gül, tarihçileri ağırladı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Çankaya Sofraları”nın üçüncüsünde tarihçiler Prof. Dr. İlber Ortaylı ile Yılmaz Öztuna’yı ağırladı. Gül, yemekte İzmir’in EXPO fuarını kaybetmesinde Antiller ve Okyanusya’daki ada devletlerinin önemli rol oynadığını söyledi. Camlı Köşk’te basına kapalı olarak gerçekleşen yemek, yaklaşık 2 saat sürdü. Çıkışta açıklamalarda bulunan Öztuna, “Sayın Cumhurbaşkanı ile çok güzel bir kültür, sanat, tarih, coğrafya turu yaptık, konuştuk. Çok güzel vakit geçirdik” dedi. Öztuna, Gül’ün daha önce de kültür ve sanat adamlarıyla bir araya geldiğini, kendilerinin de bu kapsamda Köşk’e çıktıklarını anımsattı. (Fotoğraf: AA) Parti kapatma davasıyla ilgili bir şeyler yazmaya oturduğumuzda karşımıza şu soru geliyor: AKP’nin kapatılması sorunları çözecek mi? Bazılarına göre çözecek. Çünkü AKP’nin rejimi değiştirip laikliği ortadan kaldıracağına inanıyorlar ve bu nedenle her yolun denenmesini kendilerince haklı görüyorlar. O zaman da ekonomi, AB, iç siyasi gerginlik gibi gelişmeler onlar açısından ikinci planda kalıyor. AKP’nin kapatılmasıyla sorunların çözülmeyeceğine inananların sayısı da az değil. AKP’ye oy verenleri ve AKP’yi destekleyenleri kastetmiyorum. Onlar zaten oy verdikleri partinin laikliğe aykırı bir davranış içinde bulunmadığına inanıyorlar. Bu davanın da bir komplo olduğunu düşünüyorlar. Burada AKP’li olmayan, AKP’ye oy vermemiş, ancak bu kapatma davasıyla işlerin daha da zorlaştığına inananlardan söz ediyorum. Onların kaygılarından. Onlar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da CHP Genel ‘Ne Olacak Bu Türkiye’nin Hali?’ Başkanı Deniz Baykal’ın da siyaseti gerdiğini düşünüyorlar ve onların tutumlarından yakınıyorlar. Parti kapatmayı engelleyecek formülün AKPCHP mutabakatından çıkabileceğine, çıkması gerektiğine inanıyorlar. Bu ne kadar gerçekçi bir talep, bunu söylemek kolay değil. Çünkü şu anda iki liderin parti kapatmayı zorlaştıran bir çözüm konusunda bir masaya oturup uzlaşmaya niyetli olduklarını gösteren bir işaret görünmüyor. Kaldı ki Deniz Baykal da AKP’nin kapatılması gerektiğini düşünenlere yakın bir yerde duruyor. Her ne kadar “Parti kapatılmasına gönlüm razı olmasa da” diyorsa da AKP’nin laiklik karşıtı bir çizginin sürdürücüsü olduğunu ifade ediyor. ??? “Uzlaşma” sözcüğünü hepimiz kullanıyoruz. Herkesin “uzlaşma” sözcüğüne yüklediği anlam farklı. Bazı görüşlere göre “uzlaşma” Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karara uymak, mahkemenin kararını beklemek. Bazı görüşlere göre ise Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karar belli. Onlar, 367 tartışmasındaki tutumundan, davayı açma kararından ve başka çok sayıda örnekten yola çıkarak, mahkemenin hukuki olmaktan çok siyasi bir karar vereceğini düşünüyorlar. Buna da güvenmek mümkün değildir diyerek duygularını dile getiriyorlar. O zaman “uzlaşma” nasıl mümkün olacak? Örneğin bir bildiri ile sürece “uzlaşma” yönünde katkıda bulunmak isteyen sivil toplum örgütleri ne yapacaklar? Onların açıklamalarında “parti kapatma”ya karşı oldukları da ifade ediliyordu, hukuka saygı da. Bu nasıl ortalanacak? Yani parti kapatma zorlaştırılırken, yargı sürecinin işlemesine de saygılı davranmak hangi formülle kendisini gösterecek? Bunu bilmiyoruz. Çünkü sonuç olarak parti kapatmanın zorlaştırılması anayasa değişikliğini gerektiriyor. Burada da bir “uzlaşma” ortada görünmüyor. Bazı çevrelere göre böyle bir değişiklik Anayasa Mahkemesi tarafından geri çevrilir. Onlar, dava sürerken böyle bir yola başvurmanın anayasaya aykırı olduğunu belirtiyorlar. AKP’liler ise anayasa değişikliği dışında bir formülün kendilerince kalmadığı inancıyla hazırlıklarını yapıyorlar. AKP bu konuda hangi adımı atarsa atsın belirsizlik ortadan kalkmayacak. Çünkü CHP, bu tür değişikliklerin tümü için Anayasa Mahkemesi’ne gideceğini açıkladı. ??? Şimdilik bir orta yol gözükmüyor. Ancak sürecin bu şekilde yürümesi de son derece gergin bir ortam yaratıyor. Yani bekleyelim görelim diyecek bir noktada olmadığımız anlaşılıyor. Ben her zamanki iyimserliğim içinde, sonunda bir çözüm üretilir, iktidarla muhalefet birlikte bir orta noktada uzlaşırlar diye düşünüyorum. Böyle diyorum da şu anda böyle bir duruma ilişkin en küçük bir belirti göremiyorum. Birkaç gündür “Ne olacak bu solun hali?” diye başlayan yazılar yazdım, okurlarımın bu konudaki düşüncelerini köşeme aldım. Hâlâ elektronik mektuplar gelmeye devam ediyor. Onları biriktiriyorum. Ancak görünen o ki artık soru “Ne olacak bu solun hali?” olmanın da ötesine geçmiş durumda. Şimdi, “Ne olacak bu Türkiye’nin hali?” sorusunu soruyor ve bu soruya bir cevap bulmakta güçlük çekiyoruz. Gerçekten “Ne olacak bu Türkiye’nin hali?”... Gelişmeler endişe verici. Süreç belirsizliğini koruyor... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle