05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 MART 2008 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Anayasa Mahkemesi ve Türban Anayasa Mahkemesi, bu durumu göz önünde tutarak, türban konusunda vereceği kararı karar hangi yönde olursa olsun belirsizlik yaratmayacak bir biçimde kamuoyuna sunmalıdır. PENCERE Türban ve Kadın Donu... Takıyyeci iktidar her şeyi şirazesinden çıkarttığı için, artık hiçbir şeye şaşılmaz... AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat adıyla maruf kişi gazetelerin yazdığına göre ne demiş: “ Türbandan korkan psikiyatra başvursun...” Eklemiş: “ Bunlar fobilerinden kurtulmalıdırlar..” İki sözcük: “Psikiyatr..” “Fobi..” İkisini de açıklamaya gerek yok; ama, psikiyatra kimin ya da kimlerin gitmesi gerektiği aynı gün gazetelerde çıkan bir başka haberle vurgulanıyor... ? Bu haberin sahibi de tıpkı Mir Mehmet Fırat gibi RTE’nin çok yakını, dostu, sırdaşı... Adı: Cüneyd Zapsu... Ne demiş?.. “ (Başı örtülüye) türbanını çıkar demek, sokaktaki kadına ‘donunu çıkar’ demekten farksızdır...” Türban ve don... Biri kadının başına takılır, öteki kıçına giyilir... Bu ikisi arasında cinsel bir ilişki kurmak neyi vurguluyor?.. Hangi psikiyatra başvurup da bir açıklama istemeli?.. ? Gerek Fırat, gerek Zapsu, Recep Tayyip’le birlikte bu devletin önemli sorunlarını konuşuyorlar, tartışıyorlar, halleşiyorlar; ama şu türban işinin döne dolaşa geldiği yere bir bakın... Başbakan RTE ne demişti: Türban siyasal bir simgedir... Yardımcısı Zapsu ne diyor: Türban cinsel bir simgedir... Bir kadının türbanını çıkarması, tesettürden kurtulması, erkekle eşitlenmesi, insan haklarında farksızlaşması anlamına geliyor; ama, bu saatten sonra kim bir cinsi latife şöyle hitap edebilir: Türbanını çıkar!.. Vallahi bunu söyleyen kişinin tokadı yemesi işten değildir... ? Psikiyatr, fobi, türban, tensellik, cinsellik, kadın donu gibi sözcüklerin al gülüm ver gülümle birbirine girdiği bu yazıyı bitirirken aklıma geçen gün bir gazete köşesinde okuduğum fıkra geldi... Fıkrayı Hürriyet’teki köşesine aktaran Şükrü Kızılot... Aklımda kaldığına göre fıkra şöyle: Kadın adama ‘Kombinezonumu çıkar’ der.. Adam çıkarır.. Kadın adama ‘Sutyenimi çıkar’ der.. Adam çıkarır.. Kadın adama ‘Donumu çıkar’ der.. Adam çıkarır.. Kadın adama ‘Sapık herif’ der, ‘bir daha benim çamaşırlarımı giyersen, seni fena yaparım...’ Peki bu fıkrayı neden aktardım?.. Değiştirmek için... Fıkranın son faslında, iş dona gelince, kadın der ki: Sapık herif, türbanımı çıkar!.. ? Peki, sapık ya da sapıtmış olanlar kimler?.. Kimlerin fobileri köpürüyor, kimler psikiyatra muhtaç duruma düşmüşler?.. Türbanı kadın donuyla özdeşleştirenler mi?.. Yoksa dincilik mincilik, tesettür mesettür diye kafayı kadının örtünmesine takanlarla hep birlikte tırlatıyor muyuz?.. Siyasal Çözüm? DOĞRUSU, hepsini kutlamak gerekiyor; hiç dikkati çekmeyen, neredeyse kendiliğinden oluşuvermiş gibi gözüken bir uyumla, sonuçta Silahlı Kuvvetler’i de “operasyon” tartışmalarının içine çekip yıpratmayı becerdiler. Kimler? Önce Amerikalılar. Her şeyi bildikleri halde, sanki kendileri ağırlık koydular da o sayede geri çekilmenin sağlandığı izlenimini vererek, içte ve dışta çeşitli Kürt çevrelerin gözüne girmek istediler. Niçin? Çünkü bir Kürt devleti kurdurarak bölgede bir İsrail daha yaratma hedeflerinden vazgeçmiş değillerdir. Sonra, Tayyip iktidarı. Başa geçti geçeli, gerektiğinde susarak, gerektiğinde sorumluluğu onların üstüne yıkarak, Silahlı Kuvvetler’i her fırsatta yıpratmayı başardılar. Niçin? Çünkü bu ülkede irtica, Kıbrıs, Afganistan’a ek asker yollama, Güneydoğu’da siyasal çözüm gibi konularda ABD’nin her istediğini şıp diye yapmayan birkaç kurumdan biri olarak ordu kalmıştır. an Dündar, “ülke medyasını yönlendirenler” dediklerini geçen akşam “Neden?”de toplayıp “operasyon”u konuşturdu. Dikkati çeken iki nokta vardı. Birincisi, konuşanlardan ancak bir ikisi, ABD ile Tayyip iktidarının bu kargaşayı yaratmaktaki ve askeri böyle bir kapışmanın içine çekmekteki rolü üzerinde durdu. Oysa olayın özünü Silahlı Kuvvetler’i yıpratma amacıyla oynanan bu oyun oluşturmaktadır. İkincisi, “siyasal çözüm” konusunda aşırı bir ısrar vardı. Ne anlama geldiği pek derinleştirilmeden. Konuşanların bir kısmında Atlantik ötelerinden estirilen rüzgârların etkisi açıkça görülmekteydi. Onlara göre, siyasal çözüm, ulusdevlet anlayışının dışında her şey olabilirdi. Bölgesel özerklikten kalkıp federatif çözüme, Kürtçenin resmi öğretim dili olarak kabul edilmesinden geçerek hatta toprak terkiyle ayrı bir devlet kurdurmaya kadar her şey. Arada bir, yine Amerikan telkinlerine uygun olarak Kürt istemlerinin artık ılımanlaştığını söyleyip pekâlâ ayrılıkçı unsurlarla masaya oturulabileceğini vurgulamayı ihmal etmeden. ayret verici olan, siyasal çözümün hep statüyle ve tanınacak haklarla ilgili oluşu, ekonomik politikayı değiştirmekten hiç söz edilmemiş olmasıydı. Sade bir kişi “ekonomik paket” dedi ama, kastı özel kesim için vergi kolaylıkları falan gibi şeylerdi ki, pek üzerinde durulmadı. Oysa siyasal çözüm denince, ulusdevlet kavramı içinde ilk akla gelmesi gereken, ekonomi politikasıdır. Sorun, yalnız terör açısından değil, her açıdan bununla ilgili. Konunun püf noktası da ülkenin bütününde uygulanan ve “liberal” denen küreselci ekonomik politikaların aslında ciddi ve topyekun planlama, özellikle de devletçi kamu yatırımları gerektiren Güneydoğu’ya hiç uymamasıdır. Bunlar, işsizlik başta olmak üzere “dağa çıkış”a yol açan dertlerin çoğuna asla merhem olamazdı ve olmadı. Bizim büyük medya bunu tartışır mı? [email protected] Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM S C on anayasa değişikliği konusunda vereceği kararın içeriği ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’ne akıl öğretmek aklımdan geçmez. Konu şu anda onların sorumluluğu altındadır ve verecekleri karara da başta YÖK Başkanı olmak üzere herkes uymak zorundadır. Benim sorunum, taşıdığı makamın gerektirdiği donanımdan yoksun ve emre amade uygulayıcılar elinde Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararın yanlış yönlere çekilmesi ve bunun da ülkede yapay olarak yaratılmış olan gerginliği ve huzursuzluğu daha da arttıracak olmasıdır. Anayasa Mahkemesi’nin gerek nicelik ve gerekse nitelik yönünden üstlendiği ağır iş yükü, anayasanın açık buyruğuna rağmen gerekçeli kararlarının Resmi Gazete’de yayımlanmasında büyük gecikmelere yol açıyor. Buna çare olarak ortaya çıkan yürürlüğü durdurma kararı ise, doğası gereği belli bir formülü içeren biçimsel bir gerekçe ile yayımlanıyor. Çoğu kararlarda bu yöntem istenen ve beklenen sonucu sağlamaktadır. İptal ile sonuçlanan kararlarda durum böyledir. Ama kimi kararlarda yürürlüğü durdurma ile güdülen amacın tam tersi bir sonuç ortaya çıkabiliyor. Özellikle yorumlu ret kararları bu niteliktedir. Çünkü bu tür kararlarda açılan dava reddedilmekle birlikte, kararın gerekçesi, çoğu kez dava konusu kuralın belli bir anlamda yorumlanmasına bağlı kılınmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin türban konusunda verdiği en son karar bunun tipik örneğidir. Daha önce yükseköğretim kurumlarında türbanı serbest bırakan bir kuralın Anayasa Makemesi’nce iptal edil Kararlar ve gerekçeler mesi üzerine Yükseköğretim Kanunu’na “Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir” şeklinde yeni bir kural eklenmiştir (Ek Madde 17). Halen de yürürlükte olan bu kurala karşı açılan davada Anayasa Mahkemesi, davayı reddederken bu maddeyi şöyle yorumlamıştır: “...Yürürlükteki kanun ifadesinin anayasayı öncelikle kapsadığında kuşku bulunmamaktadır. ...getirilen serbesti, yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak koşuluna bağlıdır. Dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü ve türbanla kapatılmasının, öncelikle anayasaya aykırı olduğu, Anayasa Mahkemesi ...kararında belirlenmiştir. Dolayısıyla maddedeki yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak koşulu, anayasaya aykırılığı saptanmış olan, dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü ve türbanla kapatılması durumunu, kılık kıyafet serbestisi dışında tutmaktadır.” (AYM 09.04.1991, E.90/36 ve K.91/8: RG; 31.07.1991 20946) Şimdi bu gerekçe bilinmezse, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ret kararının ne yönde bağlayıcı olacağını belirlemek mümkün olamaz. Oysa bu yalın gerçeğe rağmen, bugün bile yüksek mahkemelerimizden birinin eski bir başkanı, anayasa yargısının alfabetik bilgilerini bir yana iterek, Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçesinin bağlayıcı olmadığını, ancak hüküm fıkrasının bağlayıcı nitelik taşıdığını ileri sürmekte ve bu söylemiyle devlet organlarını ve kişileri Anayasa Mahkemesi’nin bu kararına uymamaya teşvik edebilmektedir. Oysa Anayasa Mahkemesi kararında yer alan gerekçelerin, hüküm fıkrasının dayanağı olan, hüküm fıkrasıyla doğrudan ve ayrılmaz bir bağlantı içindeki bölümünün bağlayıcı olacağı tartışmasızdır. Esasen Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçeli olarak yazılacağı ve Resmi Gazetede “hemen” yayımlanacağına ilişkin kurallar da bu amaçla konulmuştur. Görülüyor ki anayasa yargısı, ceza usulünün penceresiyle kavranabilecek bir dal değildir. Buna koşut olarak türbanla ilgili sorunların analizi de türban sorununun çözümü dahil olmak üzere hukuksal açıdan ancak uzmanların altından kalkabileceği karmaşık bir konudur. Kararlar ve yorumlar Anayasa Mahkemesi, bu durumu göz önünde tutarak, türban konusunda vereceği kararı karar hangi yönde olursa olsun belirsizlik yaratmayacak bir biçimde kamuoyuna sunmalıdır. Yürürlüğü durdurma isteminin kabulü halinde, herhangi bir belirsizlik gündeme gelmeyecektir. Ancak yürürlüğün durdurulması isteminin olağan yönteme uygun olarak biçimsel gerekçeyle reddi halinde, bilgisiz ya da kötü niyetli kimseler, türbanın artık serbest kaldığını ileri sürerek ülkeyi gereksiz bir gerginliğe ve huzursuzluğa sürükleyebilecektir. Oysa yürürlüğü durdurma isteminin reddi, yükseköğretim kurumlarında türbanın serbest kalacağı anlamına gelmez. Bu konuda verilecek nihai karar yukarda örneğini verdiğimiz yorumlu ret kararı biçiminde de sonuçlanabilir. Bu nedenle bu tür belirsizlikleri önlemek, Anayasa Mahkemesi’nin sorumluluğu altındadır. Bunun en kestirme yolu ise, ret eğilimi ağır basıyorsa, yürürlüğü durdurma istemini karara bağlamak yerine, davanın esastan sonuçlanmasına öncelik vererek nihai kararı en kısa zamanda gerekçeli olarak yayımlamaktır. H Yayınlarda Cinsiyet Ayrımcılığı Zehra İPŞİROĞLU adının toplumdaki yeri ve konumunun sorgulanması, cinsiyet ayrımcılığına karşı çıkılması yıllardır roman ve öykülerimizin önemli bir ağırlık noktasını oluştururken, çocuklara ve gençlere yönelik yayınlarda bu konu genellikle ya gözardı ediliyor ya da bilinçli olarak ayrımcılığı savunan bir söylem benimsetilmeye çalışılıyor. Okullarda okutulan ders kitapları cinsiyet ayrımcılığını doğal bir biçimde destekliyor. Örneğin ilkokullardaki Hayat Bilgisi derslerinde gerek kullanılan görsel malzemede, gerek aktarılan bilgilerde erkek ve kız çocuklar belli rollere göre yönlendiriliyorlar. Baba evde televizyon izler, erkek çocuk oyun oynarken, anne ev işleriyle uğraşıyor, kız da ona yardım ediyor. Cinsiyet ayrımcılığını bütün ders kitaplarında görüyoruz. (1) Örneğin Matematik dersindeki bir ödev çok çarpıcı. “Bir okulun 400 öğrencisinden yüzde dördü kız öğ K rencidir. Bu okuldaki kız öğrencilerin sayısı kaçtır?” (2) Yalnız ders kitapları değil, Milli Eğitim Bakanlığı’nın çıkardığı çocuk kitapları da bu tür örneklerle dolu. Resmi ideolojinin yıllardır planlı ve programlı bir biçimde nasıl bir cinsiyet ayrımcılığı yaptığını göz önüne alacak olursak, bugünkü genç kuşakta giderek yoğunlaşan tutuculuğa, örneğin kızların ısrarla başörtüsünü savunmalarına şaşırmamak gerekir. Öte yandan, son yıllarda sayıları giderek artan dinci basın da çocuklara ve gençlere yönelik kitaplarla cinsiyet ayrımcılığını başarıyla destekliyor. (3) Resmi ideolojinin dışında kalan çocuk ve gençlik yazınında ise bu sorun çoğu kez görmezden geliniyor. Cinsiyet ayrımcılığını doğrudan konu alan kitapların sayısı ise yok denecek derecede az. Çocuk ve gençlere yönelik yayınlarda toplumsal cinsiyet açısından üç eğilim göze çarpıyor: Toplumsal cinsiyet sorununu bütünüyle yok sayan kitaplar ki, bunu kitapların çoğunda görüyoruz. Bu konuyu ataerkil toplumun izin verdiği bir çerçeve içinde çok dikkatli ve sınırlı bir biçimde ele alan, genellikle de pek sorunsallaştırmayan kitaplar. Bu kitaplarda geleneksel değerler pek fazla sorgulanmadan, toplumun beklentileri doğrultusunda başarılı toplumsallaşma süreçleri gösteriliyor. Bu açıdan da bu yayınlar çok satışı olan piyasa yazınının başını çekiyor. Toplumsal cinsiyet sorununu hiçbir kısıtlama yapmadan büyük bir yüreklilikle gündeme getiren, bu açıdan da özgürleşme yolunda önemli bir adım atan kitaplar ki, bunlar parmakla sayılacak kadar az, satışı da diğer yayınlara oranla çok daha kısıtlı. Bu tür yayınların içinde yalnız kadınerkek eşitliğini savunma açısından değil, yazınsal açıdan da en başarılı olanlar, sorunları doğrudan gençlerin gözüyle, onların bakış açısından anlatan kitaplar. Çocuk ve gençlik yazını, yazın ve eğitimi buluşturma kaygısında olduğu için, yetişkinler için yazılan yazının hep gerisinde gitmiştir. Bu açıdan da toplumsal cinsiyet sorununun kitaplarda daha yeni yeni gündeme gelmesine pek şaşırmamak gerekir. Ama şu da bir gerçek ki gençler için yazan yazarlar ancak kendi içlerindeki gizli polisten kurtuldukları anda bu alanda verimli ürünler vermeye başlayacaklardır. Günümüz çocuklarına ve gençlerine ille bir şeyler dayatmamız ve öğretmemiz gerekmiyor. Önemli olan, kadın erkek eşitliğinin geçerli olduğu ve kadının hiçbir biçimde ikinci plana itilmemesinin gerektiği, çağdaş bir anlayışın ışığında gençlere kendi yollarını bulmaları ve kendi yeteneklerini keşfedebilmeleri için destek olabilmek. (1) Elvan İnan, Dersimiz Cinsiyet Ayırımcılığı, Çoban Ateşi. Sosyalist Mezopotamya 22.2.2008. (2) Aynı yapıt. (3) Zehra İpşiroğlu, Köktendinci Cocuk Yazınına Eleştirel Bir Yaklaşım, Eğitimde Yeni Arayışlar, İstanbul 2004, s.109. B azı Alman yayın organları ve politikacıları, günlerdir Türk medyasını Almanya’daki yangınlarla ilgili olarak “sorumsuz, kışkırtıcı yayıncılık yapmak”la suçluyor... Onlara göre çoğu Türk basınyayın organında ileri sürülen 3 Şubat Pazar günü Ludwigshafen’de meydana gelen ve aynı aileden Almanya’da neler oluyor?.. GÜRSEL KÖKSAL çoğu çocuk 9 Türk’ün öldüğü yangının büyük bir olasılıkla kundaklama sonucu çıktığı iddiası temelsiz. Üstelik, yanan binadan kurtarılan çocuklardan 2’si ilk günden beri bir kundakAvrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB) Başkanı çıyı iş başında gördüklerini açıklamalarına rağmen... Söz konusu Alman yayın organları ve politikacılara bakılırsa, söz konusu kundaklamanın bir aşırı sağcı saldırı niteliğinde olabileceğine yönelik iddialar da temelsiz... Üstelik, yanan evin giriş katındaki lokalin yıllar önce neonazilerin buluştuğu bir mekan olarak kullanıldığı bilindiği halde.. Üstelik, evin girişinde neonazilerin meşhur “hass” (nefret) sözlerinin yazılmış olduğu bilinmesine rağmen... Ludwigshafen’deki yangının ardından Almanya’nın çeşitli kentlerinde, tamamen Türklerin ya da çoğunlukla Türklerin oturduğu çok sayıda binada yangın çıktı. Hemen hepsinde büyük tesadüfler sonucu yangınlar büyümeden farkedildi ve maddi zararla atlatıldı.. Bunlardan en azından birinin, geçen hafta Marburg’da meydana gelen yangının yabancı düşmanlarının kundaklama eylemi sonucu çıktığı kesin. Tüm bu yangınlarla ilgili resmi açıklamalar, soruşturmaların kundaklama olasılığının da dikkatle sürdürüldüğü yolunda... Yani bu yangınların nedenlerini araştıran savcılar, görevlerini yapıyor ve bu konuda bazı Alman politikacıyla medya organlarının tersine, kundaklama olasılığını da soruşturuyorlar... Aslında Türk medyasının yaptığı da özünde bun dan farklı birşey değil. Söz konusu yangınların birer kaza sonucu değil, aşırı sağcıların kundaklamaları sonucunda çıktığı olasılığını öne çıkarıyorlar. Çok sayıda Alman basın yayın organı ise bunun tersini yapıyor. Yani başta Ludwigshafen’deki olmak üzere son yangınlarda kaza olasılığına ağırlık veriyorlar. Daha doğrusu kundaklama olasığını ya hiç görmüyorlar, ya da çok zayıf bir olasılık olarak değerlendiriyorlar. “Kundakçıyı gördük” diyen çocukların ifadelerine güvenilemeyeceğini ileri sürüyorlar. Hatırlanacağı gibi Ludwigshafen’deki yangın yerinde olayın sıcağı sıcağına bir açıklama yapan Eyalet Başbakanı (aynı zamanda Almanya Sosyal Demokrat Partisi Genel Başkanı) Kurt Beck, kundaklama olasılığı olmadığını kesin bir dille ileri sürmüştü. Ve o bunu yaparken, başta Ludwigshafen Belediye Başkanı olmak üzere diğer yetkililer de yanındaydı.. Beck, bunları söylerken onun emrindeki polis ve iftaiye yetkilileri, yangının nedeninin bilinmediğini açıklıyorlardı.. En üst düzeyde bir mülki amir böyle yaparsa... 90’lı yılların başında yaşanan ve bu ülkedeki Türklerin kolektif hafızasına yerleşen Mölln ve Solingen katliamları nedeniyle Türk medyasının, son yangınların kaza değil de kundaklama olabileceği olasılığını öne çıkarması gayet doğal. Elbette gazetecilerin benzer bir katliamla karşı karşıya olabileceğimiz olasılığını araştırırken ve bununla ilgili gelişmeleri duyururken “doğru habercilik”ten vazgeçmemesi gerekiyor. Burada Türk medyasında son günlerde görülen bazı manşetlerin abartılı olduğunu, sorumlu davranılmadığını söylemek mümkün.. Almanya’daki Türk gazetecilerin, bir yandan Solingen ve Mölln’ü hatırlarken, diğer yandan da 1997’de Krefeld’de meydana gelen ve bir Türk anneyle, iki çocuğunun yaşamını yitirdiği yangının derslerini de unutmaması gerekiyor. Hatırlanacağı gibi bu yangınla ilgili olarak günlerce yabancı düşmanlarının kundaklama eylemi olduğu yolunda yayınlar yapılmış, ancak sonunda büyük bir şok yaşanmış, yangının kadının eşi, yani çocukların babası tarafından çıkarıldığı anlaşılmıştı... Ludwigshafen yangınıyla ilgili soruşturma sürüyor. Yetkililer bugünlerde soruşturmayla ilgili yeni açıklamalar yapacaklar. Bu yangın nedeni ne olursa olsun, Almanya’daki Türklerin durumu, TürkAlman ve TürkiyeAlmanya ilişkileri üzerine yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Son seçim kampanyalarında Türkleri malzeme yapan politikacıların daha da zehirlediği ortam nedeniyle kuşkuların, güvensizliğin egemen olduğu son gelişmelerin hiç de şaşırtıcı olmadığını gösteriyor. Dostluk adına yapılacak çok şey var daha... CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle