23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 31 MART 2008 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Sessizliğin Derinliklerindeki Fırtınalar Toplumsal sorumluluk sahibi bireyler uzlaşma çağrısına umutla sarılırken uzlaşıyı bizimle “uyuşur” diye anlatan ve “uyuşuk” bir toplum yaratmak gibi kendilerine vazife çıkaran çığırtkanların nidaları kulaklarımızı tırmalıyor. Yapay Gerilimi Aşmak GEÇEN yılın aşağı yukarı aynı günlerinden beri yaşanan olaylardan ve çizilen zikzaklardan bu günlere gelindi. Şimdi bir “gerilim” lafıdır gidiyor. Neymiş, ülkenin siyasal ortamında müthiş bir kutuplaşma olmuş ve çare bulunmazsa vahim bir felaketle karşı karşıya kalınırmış. Böyle olduğu için, herkes bir adım geri çekilmeli ve birbirine el uzatıp tokalaşmalıymış. Bütün toplumlarda her zaman şu ya da bu biçimde ortaya çıkan solsağ ya da ilericigerici gibi kutuplaşmaları mutlaka tehlikeli sayıp ortalama çözüm ve uzlaşma formülleri aramaya kalkışmak kadar büyük yanlış olamaz. Diyalektiğe ister Hegel’ci ister Marx’çı açıdan bakın, varılması gereken sağlıklı sonuç, mutlaka kutuplaşmaları aşan, onlardan kaynaklanmakla birlikte onların üstünde, onlardan daha ileride, yeni gelişmelere yol açabilecek bir sonuç olmalıdır. Dolayısıyla, şimdi gerilim denen durumdan çıkmanın çaresi, karşılıklı birer adım geriye çekilme ya da birbirine el uzatıp tokalaşma biçiminde ortaya konursa Türkiye’yi yerinde sayan bir ülke durumuna sokmaktan başka bir sonuca varılmaz. Oysa bu ülkenin yerinde saymaya, durgunluğa tahammülü yoktur; bisiklet gibi, durursa düşer. Öyleyse, genellikle söylenenin ve istenenin aksine, kutuplaşmaların devam etmesi, her kanadın ne istediğini açıkça ortaya koyması ve tutumunu savunması gerekir ki, tutumların karşı karşıya gelmesinden yeni bir dinamizm çıkabilsin. Gerilimin şiddete, birbirini yemeye ve ülkeyi kaosa sürüklemeye yol açmaması, görüşlerin karşılıklı tıraş edilmesiyle değil; tam tersine tutumların mertçe, uygarca ve insanca ortaya konmasıyla sağlanabilir. Başka türlüsü, ikiyüzlülük, kaypaklık ve bulanıklık demektir. Düzeltilecek hata, üsluptadır. orunlara böyle bakınca, Kemalist Cumhuriyeti ayakta tutmak isteyenlerimizin görüşlerini açıkça ortaya koymalarından ve karşı tarafı da aynı açıklığa davet etmelerinden başka çare yoktur. Örneğin, büyük çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda demokrasinin ancak laiklikle sağlanabileceğine inanılıyor mu, inanılmıyor mu? İnanılıyorsa, aksine bir inancın simgesi olduğu ilan edilen “türban özgürlüğü”nde ısrarın anlamı nedir? Örneğin, ekonomik ve sosyal kalkınması yarıda kesilmiş bir ülkeyi kamusal ve özel bütün girişimci güçlerini sağlam bir ulusal planla seferber etmeden sağlıklı gelişme sağlanabilir mi? Örneğin, Osmanlı’nın son döneminden beri bu toplumun bağımsızlığını ve kalkınmasını sağlamakta askerin ve bürokrasinin ne ölçüde önemli rol oynadığı belliyken, her fırsatta orduyu yıpratıp karar süreçlerinin dışında tutmaya, bürokrasiyi akılcı yönetim ilkelerinden uzaklaştırıp tarikatçı kadrolaşmaya kurban etmenin anlamı nedir? unlar ve benzeri ikilemler açıkça bilinmeli ki, görüşler çatışsın ve bilek, para, hatta oy gücüyle değil, akıl yoluyla aşılıp bir üst düzeye çekilebilsin. mumtazsoysal@gmail.com Tansel ÖZBEY alan yanlış düzmece haberlerle ses çıkartma, boy gösterme fırsatını yakalamış, boş iftiralarından dolayı cezanlandırılmak kaygısı taşımayan cengâverlerin; demokrasi kılıfında diktatörlük edenleri yücelterek, sözünkalemin ve hatta adaletin diktasını ele geçirme çabalarını izliyoruz. Suskunuz. Susmakla görmek arasında bir oran olduğunu bilmezdim. Sustukça daha çok görüyorum ve daha iyi duyuyorum sanki. Ama gördükçe, dinledikçe, anladıkça susmak... İşte bu çok zor... Söz gümüşse sükut altındır demişler, ne kadar doğrudur şüpheli. Ama sükunetin, aklı selimin, sağ duyunun şu an bu toplumun en büyük ihtiyacı olduğu şüphesiz. Terör örgütü olarak bilinen örgütün artık uluslararası arenada meşrulaştığı, meşru bir devletin vatandaşlarının kendi ülkelerinde vatan bütünlüğünü savunan yazar ve düşünürlerin de “terör örgütü” üyesi olarak toplandığı bir zamanda ortalık toz duman olmuş. Toplum faydasına yatırıma dönüştürülmeyen ve kısa vadeli çıkarlar uğruna tüketime yönlendirilen sermaye fazlasından nasiplenerek tüketimin zirvesinde bulunmaktan dolayı gözü dönmüş, akıldan yürekten yoksun zekâlarını günlük çıkarların hizmetine sunmuş, karanlık dehlizleri ellerindeki uyduruk ampulün cılız ışığında aydınlık gelecek olarak gösterebilecek ikna kabiliyetindeki entelektüel magandaların önderliğinde, bir girdaba doğru yol aldığımızı hissediyorum. Bu gidişatın tehlikelerinin farkında olan, gidişata dur demenin de, yol vermenin de neticelerinin bilincindeki, sosyal sorumluluk yükü altında bir şey yapmanın ve aynı zamanda bir şey yapamamanın suçluluk duygusu ile yüklü bireylerin felç olmaya karşın sessiz direnişinde buluyorum kendimi. Sorumlu bireyin yutkunup sessizliği tercih ettiği acı dolu sükunetinde, Bertolt Brecht’in “Augsburg’un Tebeşir Dairesi” isimli kısa romanı çağrışıyor: Martin Luther’in İncil’i Latinceden Almancaya çevirmesi ile Katolik Hırısti Y yanların Tanrı ile kul arasındaki saltanatı yerinden kuvvetlice sarsılır ve böylece Hıristiyanlığın reform dönemi başlar. Martin Luther önderliğindeki bu reformist harekete katılanlara Protestan denilir. 1555 Augsburg deklarasyonuyla Katolikler ve Protestanlar arasındaki savaş sona ermiş ve Hıristiyan Avrupa prenslikleri Protestan ve Katolik mezhepler arasında seçim yapabilme özgürlüğünü elde etmiş oldu. Protestanlık Almanya, Danimarka, Baltık kıyıları ve Fransa’da yaygınlaşır. İsviçre ikiye bölünür. Katolik İrlanda ile Protestan İngiltere arasındaki günümüze kadar süren mezhep çatışmasının temelleri atılır. Barış uzun sürmez. Katolikler ve Protestanlar arasında 16181648 yılları arasındaki tüm Avrupa’yı saran kanlı dönem tarihe 30 yıl savaşları olarak geçmiştir. Brecht kısa romanında bu dönemi bir aile kesiti üzerinden konu olarak ele almış. ğun anne sevgisine ihtiyacı olduğuna kanaat edilmiştir ama.. gerçek anne sevgisi kimdedir? Hâkim, mahkeme ortasına tebeşirle bir çember çizdirir ve çocuk bu çember içine konur. Gerçek annenin ve hizmetçi kızın çocuğun sağına ve soluna geçmelerini, her ikisinin de bulunduğu taraftan çocuğun elinden sıkıca tutmalarını ister. Çocuğu kim kendi tarafına çember dışına çekip çıkarırsa çocuk onda kalacaktır. Gerçek anne çocuğun koluna hırsla öylesine asılır ki, hizmetçi kız çocuğun kolunun kopacağını anlar ve yavaşça tuttuğu kolu bırakır. Hâkim çocuğun velayetini, gerçek anne olmamasına rağmen merhamet ve sevgisinden dolayı hizmetçi kıza verir. CUMHURİYET’TEN OKURLARA İBRAHİM YILDIZ Gazeteci Olmak! Cumhuriyet gazetesine bundan 2 yıl önce, 2006’nın mayıs ayında arka arkaya 3 kez el bombalı saldırı düzenlenmişti. Üçüncü saldırının ardından bilindiği gibi, Danıştay saldırısı gerçekleştirildi. Önceki gün yine gazetemize yönelik bir saldırıda bulunuldu. Kamera kayıtlarından da anlaşıldığı gibi 3 kişi gazete binasının önünden geçerken ellerindeki molotofu bahçenin içine atarak kaçıyorlar. Çalışanlar ve polisin takibi sonucu bir çocuk yakalanıyor. Güvenlik güçleri öteki saldırganları da yakalayarak soruşturmayı sürdürüyor... ??? Bir süre önce başyazarımız ve imtiyaz sahibimiz İlhan Selçuk’un gözaltına alınması medyada farklı biçimde ele alındı. Sıkça belirttiğimiz gibi son yıllarda gazetecilik mesleğini rencide edici gelişmeleri görüyoruz. Bu son olayda da buna tanık olduk. Bazı gazeteciler kendilerini polis ya da savcının yerine koymaya başladı. İhbarcılık, karalama; karşılıklı bir öç alma yöntemine dönüştü. 6 Mayıs 2006 Konuyla ilgili en somut adımı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti attı. Cemiyet Başkanı Orhan Erinç’in yaptığı açıklamada altı çizilmesi gerekenleri bir kez daha okuyalım. Halkın bilgi edinme hakkı uyarınca, gazeteci, kendi açısından sonuçları ne olursa olsun, gerçeklere ve doğrulara saygı duy11 Mayıs 2006 mak ve uymak zorundadır. Gazeteci; bilgi ve haber alma, yorum yapma ve eleştirme özgürlüklerini ne pahasına olursa olsun savunur. Başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çoksesliliği, farklılıklara saygıyı savunur. Gazeteci; her türden şiddeti haklı gösterici, özendirici ve kışkırtan yayın yapamaz. 12 Mayıs 2006 Gazeteci; kaynağını bilmediği bilgi ve haberleri yayımlamaz. Gazeteci; çalıntı, iftira, hakaret, lekeleme, saptırma, manipülasyon, söylenti, dedikodu ve dayanaksız suçlamalardan uzak durur. Gazeteci; her ne amaçla olursa olsun, tehdit ve şantaj gibi yollara başvurmaz. Gazeteci bu şekilde baskılara da karşı koyar. Gazeteci; devleti yönetenlerin belirlediği ulusal ve uluslararası politikalar konularında önyargılara değil, halkın haber alma hakkına dayanır. Onu mesleğin temel ilkeleri ve özgürlükçü demokrasi kaygıları yönlendirir. İyi haftalar... Gözaltındaki Türkiye Gerçek sevgi, fedakârlıktır anafikrini taşıyan bu hikâyenin kaynağı ortaçağdan eskiye, Avrupa’dan da öteye dayanmakta: Çinli efsanevi bilge Tao’ya uzanmaktadır. Romanın konusunun geçtiği Bertolt Brecht’in doğum yeri Augsburg da öylesine bir yer değil. Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’nı yaşamış nesilden olan Bertolt Brecht “Augsburg’un Tebeşir Dairesi”ni 1940’ta yazmış. Nazi önderliğinde dünyayı savaş alanı yapan dönemin Almanya’sının geçmişten bir noktasına ışık tutarak Brecht, yaşadığı günün karmaşasını anlatmak istemiş. Günlük haberlerin hengâmesinde çağrışımların zihnimde kopardığı fırtınalarda oradan oraya savruluyorum. Kendi hikâyemin acımasız iniş çıkışlarında buluyorum kendimi. Etrafı tebeşirle çizilmiş çocuğu vatanım gibi hissediyorum. Bir kolunu dinciler kapmışlar. Buna karşılık diğer kolunu da çeteciler. Ayaklarından da yakalamış bölücü diğer gruplar. Her biri acımasızca çekiyor çekiştiriyor. Koparana kopardığı kâr kalacak. Tüm bu hırslı grupların ağızlarında öfkeli köpükler saçarak yanlarına çekmeye uğraştığı, “suskun çoğunluk” provokasyonlarıyla harekete geçirmek istedikleri bizler ise çocuğun başında toplanmışız. Tüm çekiştirmelere karşın, çocuğun kulağına durmadan manevi gücünü fısıldayıp duruyoruz; kendini toplamasını ve kopmamasını umuyoruz. Kolunu bacağını çekiştirenler bizden başını çekip koparmamızı bekliyorlar. Biz ise başında nöbet tutuyoruz.. kimse çekip koparmasın diye. Sessizce, ama bilinçli ve kararlı. Tebeşir Dairesi’nin gerçeği İsviçre kökenli zengin bir dokumacı aile, protestan olduğu için Augsburg’un Katoliklerin eline geçmekte olduğuna dair haberler gelince aceleyle toparlanmaya başlar. Evin hanımı değerli özel eşyalarını, mücevherlerini toparlamakta o kadar çok vakit kaybeder ki.. son anda telaşla evden ayrılırken yükte hafif pahada ağır değerli eşyalarını yanına almıştır ama, küçük bebeğini evde unutur ve gider. Evin hizmetçisi genç kız Magd, bebeği yaşamını riske atarak saklar. Protestan bir bebeği saklamanın ölümcül bir suç olmasının yanı sıra henüz evlenmemiş genç hizmetçinin bu bebeğin kendisinin olduğunu iddia etmesi halinde de dönemin Katolik engizisyon mahkemesince verilecek ceza yine ölümcüldür. Bu çocuğu yaşatabilmek uğruna genç kızın tüm hayatı değişir. Romanın sonunda savaş biter ve zengin ailenin hanımı evine dönebilecek duruma gelir. Çocuk, hizmetçi kızın korumasında sevgiyle büyümüştür. Zengin anne, biraz da aile varlığının tamamını kontrol edebilmek için çocuğu bulur. Hizmetçi ise çocuğa bağlanmıştır, vermek istemez. Mahkemeye giderler. Çocu S B C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle