25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 ŞUBAT 2008 ÇARŞAMBA 4 HABERLER Yusuf Ziya Özcan, göreve geldiğinden bu yana açıklamaları ve uygulamalarıyla tepki çekiyor GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU AKP’nin YÖK Başkanı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, göreve geldiğinden bu yana sergilediği “AKP yanlısı çizgi” ile kurulun “özerkliğine” gölge düşürüyor. Özcan’ın, yükseköğretim sisteminden sorumlu birinci kişi olarak, sürekli “AKP’nin isteklerini gündeme getirmesi”, uygulamalarının da bu yönde olması dikkat çekiyor. Özcan’ın, göreve geldiği 10 Aralık 2007’den bu yana imza attığı “skandallar” şöyle: Göreve gelir gelmez yaptığı ilk basın toplantısında, “üniversitelerdeki tüm yasakların kaldırılmasından yana olduğunu” açıkladı. Özcan’ın, “türbana yeşil ışık yakan” bu açıklamasından sonra, AKP konuyla ilgili çalışma başlattı. Özcan, üniversitelerde türban yasağına ilişkin yargı kararları için “Bunlar, üniversitenin dışında konmuş yasaklardır. Mahkemelerle ilgilidir. Bu bakış me Fantezi, Dehşet ve Seçenek… Adeta bir siyasi parti üyesiymiş gibi konuşan, “A takımı” listesi yapan, “taraf” başlıklı gazeteler çıkaran, ülke realitesini yeniden şekillendirmek iddiasıyla AKP’yi destekleyen liberal entelijansiya, şimdi dehşet içinde. Ah! Her “fantezi” gerçekleşince, tatmin duygusu yerine tiksinti yaratmaz mı? ? YÖK Başkanı Özcan’ın, yükseköğretim sisteminden sorumlu birinci kişi olarak, sürekli “AKP’nin isteklerini gündeme getirmesi”, uygulamalarının da bu yönde olması dikkat çekiyor. Göreve geldiği günden bu yanan türbanı üniversitelere sokmaktan başka bir çalışması olmayan ve AKP ile işbirliği açık unutulan mikrofon aracılığıyla tüm Türkiye’ye yansıyan Özcan, kısa sürede pek çok skandala imza attı. selesidir. Öyle bir kural olabilir. Ama siz onu önemli görmeyebilirsiniz, bir sürü insanı rahat ettirirsiniz” dedi. Üniversitelerin paralı olması gerektiğini söyleyen Özcan, “Amaç, sadece belli sayıda insanı üniversiteye taşımak olabilir. Okullar bedava. Hiçbir yerde görülmemiştir” dedi. YÖK Başkanı, TBMM Başkanı Köksal Toptan’ı ziyareti sırasında da açık unutulan mikrofona yansıyan sözleriyle çok tartışıldı. Özcan, “Sayın Cumhurbaşkanı (Abdullah Gül) tavsiye etti. Başbakan ‘Aman hocam’ dedi. ‘Dikkat’ dedi, ‘Bir şey söylersin, ipimizi çekerler’ dedi” ifadelerini kullanmıştı. Özcan hakkında Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ile müsteşarı Hasan Basri Aktan arasında geçen ve yine açık olan mikrofon sayesinde kamuoyunun duyduğu konuşma ise şöyleydi: “Aktan: Yeni YÖK Başkanı’nın havası değişmiş. Gayet güzel sözler söylüyor? / Unakıtan: İsterse söylemesin... Türban için yasal düzenleme yapılmasına karşı tepki göstermek için bir araya gelecek olan ÜAK’nin toplantısını engellemek isteyen Özcan, toplantıdan ön ceki gece bazı rektörlere telefon ederek toplantının yapılmamasını istedi. Özcan, engelleyemediği ÜAK toplantısına katılarak bu kez toplantıdan önce rektörleri “tehdit etti” ve “kılık kıyafetle ilgili düzenlemelerin kurulun gündemi olamayacağını, aksi takdirde suç işleneceğini” savundu. Özcan sayesinde, YÖK’ün ilk genel kurul toplantısında imam hatiplere alanı dışında üniversite okuma olanağı tanıyacak katsayı düzenlemesi “üstü kapalı da olsa” gündeme girdi. Özcan’ın son icraatı da günlerdir sert tartışmalara yol açıyor. Rektörlere pazar akşamı gönderdiği genelgeyle türbanlıların üniversiteye alınmasını isteyen Özcan, rektörlerin hukuksuzluğa ortak olmayarak türbanlıları üniversiteye almadığını görünce de bu kez yeni bir açıklama yaparak rektörlerin “suç işlediklerini” öne sürdü. Liberal fantezi Liberal entelijansiya, AKP’ye destek verdi, siyasal İslamın hegemonya/mevzi savaşında işlevsel oldu. Şimdi, AKP’li yazarlar tarafından, ihanetle suçlanıyor. Ne yazık ki liberallerin durumu, “en doğru” yerde durduğu için dışlanan trajik karakteri değil, fanteziyi yaşamaya çalışan megalomanı anımsatıyor. Kendilerinden başka kimsenin göremediği (megalomani!) fantezi şöyle: AKP yönetiminde, AB standartlarında özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi, bireysel özgürlükler ve farklı etnik dini kimliklere sahip bireylerin uyum içinde yaşayabileceği, rekabetçi piyasa ekonomisini uygulayarak, küresel ekonominin sağladığı fırsatlardan yararlanarak kalkınacak, toplumsal refahı artacak bir ülke… Bu sırada, Avrupa’da özgürlükçü çoğulcu demokrasinin standartları, terorizme karşı mücadele politikalarının etkisiyle hızla düşüyor. Yakın izleme, gözlemleme, dosyalama teknolojileri, bireyin “özel” alanını hızla daraltıyor. Çokkültürlülük politikaları da iflas etti; yerini egemen kültüre asimilasyon politikaları alıyor. Aynı anda, dini kimliklerin, cemaatlerin desteklenmesine yönelik (ya benim maymunum ol, ya da olduğun yerde kal) devlet politikaları getto olgusunu güçlendiriyor. Ekonomik koşullar bozuldukça, kaynakları daralan Avrupa, farklı dinleri ve kimlikleri bir arada uyum içinde yaşatma umudunu giderek terk ediyor, yabancı girişini engellemenin yeni yasal, idari yollarını geliştiriyor. Geleneksel sosyal demokrat partiler de bu mutabakatı onaylıyorlar. Güçlenmeye başlayan ekonomik ulusalcılık, devletin ekonomiye müdahale eğilimleri de cabası. Dahası, Avrupa’da (ABD’de) toplum, yaşamı çeşitli uzmanlar gittikçe yaygınlaşan özel sektör ve devlet bürokrasisi tarafından hemen her aşamada “düzenlenen”, zevk eğilimlitüketim ilişkileri içinde apolitikleşmiş, yalnızlaşmış bireylerinin aritmetik toplamına dönüşüyor… Bugünün küresel kapitalizmi içinde liberallerin taleplerini gerçekleştirmek olanaklı değil. Çünkü bu talepleri gündeme getiren sorunları, bizzat küresel kapitalizm yaratıyor ya da derinleştiriyor. Liberallerin, inatla “yadsıdığı” gerçek şu: Bu küresel kapitalizmin yönetimini, Türkiye’de AKP üstlendi/devraldı. Siyasal İslam onu koçbaşı gibi kullanarak toplumu yeniden inşa ediyor. Liberal entelijansiyanın aksine siyasal İslam çok “gerçekçi”, bu sorunlara çözüm aramıyor, kendini, yalnızca sorunların yarattığı ağrılara karşı, ağrı kesici(ler) sunmakla sınırlıyor. Biliyor ki bu ağrılar arttıkça, hem ağrılara yol açanlar, hem de bu ağrıları çekenler açısından ağrı kesicilerin önemi giderek artacak. Birinci grup açısından, sisteme yönelik tepkileri uyuşturduğu için, ikinci grup için de günlük yaşamı sürdürebilmesine olanak sağladığı için… Ö ZCAN’IN YARGILANMASI İSTENDİ Y ARSAV BAŞKANI: İlk suç duyurusu ADD’den ? ADD Bursa Şubesi Başkanı Kırayoğlu, rektörlere ‘türbanı serbest bırakın’ talimatı gönderen YÖK Başkanı Özcan’ın görevi kötüye kullanmaktan yargılanması için savcılığa başvurdu. BURSA/ANKARA (Cumhuriyet) ADD Bursa Şubesi Başkanı Lütfü Kırayoğlu, rektörlere gönderdiği yazıda türbanlı öğrencilerin derslere alınmasını isteyen YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan hakkında “açıklamalarıyla suç işlediği ve görevini kötüye kullandığı” gerekçesiyle Bursa Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Şikâyet dilekçesini sabah saatlerinde Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na veren Kırayoğlu, üniversitelerdeki türban yasağının Anayasa Mahkemesi’nin 7 Mart 1989 tarihli kararıyla uygun bulunduğunu ve üniversitelere türbanla girmenin anayasanın başlangıç, 2, 10, 24 ve 174. maddelerinde ifadesini bulan laiklik ilkesine aykırı bulunduğunu anımsattı. Tüm anayasal ve yargısal emir ve kurallar yürürlükteyken YÖK Başkanı Özcan’ın rektörlere talimat göndererek türbanlı öğrencilerin okula alınmaları için YÖK Yasası’nın değiştirilmesine gerek olmadığını ifade ettiğini anımsatan Kırayoğlu, “Oysa, anayasanın 42. maddesinde yapılan değişiklik, yukarıda sözü edilen yüksek yargı organlarının verdiği kararları ortadan kaldırmamaktadır” dedi. Kırayoğlu, Özcan’ın, bu eyleminden ötürü, Türk Ceza Yasası’nın “Görevi kötüye kullanmak” başlıklı 257. maddesinin 1. bendinde geçen, “Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” hükmü uyarınca cezalandırılması için kamu davası açılmasını istedi. Özcan talimatla suç işledi İLHAN TAŞCI ‘Tayyip’in türbanı ABD bayrağı’ Üniversitelerde türbanı serbest bırakan yasa değişikliğinin onaylanması, Marmara Üniversitesi (MÜ) ve Boğaziçi Üniversitesi’nde (BÜ) protesto edildi. MÜ Göztepe Yerleşkesi’nde yemekhane önünde toplanan öğrenciler, “AKP’yi istemiyoruz” pankartı açarak üniversitenin girişine kadar yürüdüler. Üniversitenin güvenlik görevlileri tarafından okulun kapısı kapatılarak basın mensuplarının içeri girmesi engellendi. Burada öğrenciler adına açıklama yapan Özgür Aydoğan, üniversitelerin adım adım gericiliğe teslim edildiğini belirterek “Dini inançlar her geçen gün daha fazla siyasal ve ekonomik amaçlar için kullanılıyor. AKP üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasını insan hak ve özgürlüklerine ilişkin bir kısıtlamanın kaldırılması olarak göstermeye çalışırken dini inançlar istismar ediliyor” dedi. Aydoğan, üniversitelerin sözde türban özgürlüğünden önce binlere sorununun bulunduğuna vurgu yaptı. Açıklamanın ardından okunan “Üniversiteli Öğrencilerden Akademisyenlere Açık Mektup”da ise türban sorununun özgürlük meselesi değil, karşıdevrim sorunu olduğu vurgulanarak tüm akademisyenlerin ve öğrencilerin birlikte mücadele etmesi için çağrıda bulunuldu. Öğrenciler “Türbana hayır”, “Kahrolsun AKP, bağımsız Türkiye”, “Tayyip’in türbanı Amerika bayrağı”, “AKP’yi istemiyoruz”, “Ne ABD ne AB bağımsız Türkiye” sloganları attı. Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampusu’nda toplanan öğrenciler de “AKP’yi istemiyoruz, 2 Mart’ta Kadıköy’deyiz” pankartı ile yerleşkenin girişine kadar yürüdüler. Burada yapılan açıklamada, üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasının hiçbir biçimde insan hak ve özgürlükleriyle ilgili bir konu olarak görülemeyeceğine dikkat çekildi. (Fotoğraf: UĞUR DEMİR) ‘Rektörlere verilen emir kanunsuz’ İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı Durakoğlu, YÖK Başkanı ve onun talimatına uyan rektörler hakkında dava açılabileceğini söyledi İstanbul Haber Servisi İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı Mehmet Durakoğlu, Yüksek Öğretim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın, bir yazı yazarak rektörlerin üniversitelere türbanlı girişin serbest bırakmasını istemesinin “kanunsuz emir” olduğunu ve başkan ile emre uyan rektörler hakkında dava açılabileceğini söyledi. Anayasa Mahkemesi’nin, başlangıç maddeleri, 2., 10. , 42. ve 174. maddeleri nedeniyle üniversitelerde türban serbestisinin olamayacağına hükmettiğini anımsatan Mehmet Durakoğlu, bunlardan yalnızca ikisinin değiştirilmesi ile sorunun çözülmüş olmadığını ifade etti. Anayasaların uygulama yasaları olmadığını, değiştirilen maddenin de yasayla bunun ortaya konması gerektiğini söylediğine işaret eden Durakoğlu, “YÖK Başkanı ancak yasa düzenlemesinden sonra böyle bir emir verebilirdi. YÖK Başkanı’nın anayasa yorumu yaparak yazdığı yazıyla, rektörlerin üniversitelere türbanlı girişi serbest bırakmasını emretmesi ‘kanunsuz emir’ demektir. Rektörler bu emre uymak zorunda değiller, YÖK Başkanı ve emre uyan rektörler açısından daha sonra hukuki sonuçlar doğurabilir, haklarında dava açılabilir” dedi. ANKARA Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın yargı kararlarını hiçe sayarak türbana serbestlik talimatının ceza yasasına göre suç olduğunu bildirdi. Hâkim ve savcıların örgütlendiği YARSAV’ın Başkanı Eminağaoğlu, YÖK Başkanı Özcan’ın türbana ilişkin talimatını değerlendirdi. Eminağaoğlu, Anayasa Mahkemesi kararlarının tüm organları, gerçek ve tüzelkişileri bağladığının anayasada açıkça ifade edildiğini vurgulayarak şunları söyledi: “Yüksek mahkemenin 1989 ve 1991 tarihli kararları uyarınca üniversitelere türbanla devam söz konusu olamamıştır. Geçerliliğini koruyan bu kararlara uymamak Türk Ceza Yasası’nın 257. maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçunu oluşturur. Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu kararlarının dayanağı olan anayasanın 2. maddesinde bir değişiklik söz konusu olmadığına ve de olamayacağına göre soyut ve genel nitelikte düzenleme içeren, somut ve doğrudan uygulanabilir niteliği bulunmayan son anayasa değişikliği ile önceki Anayasa Mahkemesi kararları bertaraf edilemez.” Eminağaoğlu, Özcan’ın talimatını “anayasaya göre konusu suç teşkil eden emri gündeme taşımak” olarak nitelendirirken “Tablonun hukuk ekseninde yorumu bu şekildedir. Gerek YÖK’ün yazıları hakkında cezai yönden ilgili soruşturma mercileri, işlemin denetimi yönünden de başvuru halinde Danıştay hukuksal gereğini yerine getirecektir” diye konuştu. Eminağaoğlu, YÖK Başkanı’nın çıkışını şöyle değerlendirdi: “Yargı kararlarına uymak dışında hiçbir seçeneği olmayan kişi ve kurumların yargı kararlarını görmezden gelmenin ötesinde bu kararları yok sayması; bunun da siyasi iradenin dışında olması gereken bilim kurumlarında gerçekleşmesi son derece düşündürücüdür.” Ve gerçek Liberal entelijansiyanın şaşkınlığına karşın, kimi AKP yanlısı yazarların, ayrım çizgisini tarihsel bir noktaya çekmeye başladığı söylenebilir. Bunlar, karşılarındakileri, Jacoben’likle, Robespierre’e özenmekle, Cumhuriyetçilikle, “Toplumu yeniden inşa edilebilir bir nesne olarak görmekle” suçluyorlar. Yüzsüzlük inanılmaz düzeyde: Bizzat siyasal İslam, benimsedikleri neoliberalizm, toplumların yapısını, “eşbaşkanlığına” soyundukları Büyük Ortadoğu Projesi, tüm bölgeyi yeniden inşa etmeye yönelik toplumsal mühendislik projeleri değil mi? Yüzsüzlük, türbana ısrarla başörtüsü deme “uyanıklığı” bir yana, bu yazarlar, Jacoben’lerden, Robespierre’den söz ederek, liberallere, ayrım çizgisinin aslında iki “hakikat rejiminin” çatıştığı noktadan geçtiğini anımsatmıyorlar mı? Biri, insanın toplumu, kendi gereksinimleri doğrultusunda, kendi aklına dayanarak şekillendirebileceğini savunan Aydınlanma “olayının” “hakikat rejimi”. Öbürüyse insanın yaşamının Tanrı tarafından gönderilen bir “metne” (ilkelere) göre düzenlenmesini savunan, vahiy “olayının”, dini “hakikat rejimi”. Birincisini seçenler, bu rejimin taşıdığı her türlü soruna, her türlü bozulmaya karşın, bireysel özgürlüklerden, insan iradesinden, özneden, demokrasiden, eşitlikten, ekonomik ve cinsel baskıdan arınmış, sömürüsüz bir dünya özleminden söz etme şansına sahip oluyorlar. Burada her şeyi eleştirmek, her şeyi sorgulamak ve konuşmak olanağı var. Aydınlanma’nın hakikat rejimini benimseyenler, Robespierre ve Jacoben’lerle, Fransız devrimiyle başlayanlar, Komünist Manifesto’dan Paris Komünü’ne, Marx ve Engels’ten, Lenin, Rosa, Troçki, Gramsci’ye, Mao’ya, Latin Amerika’dan Çin’e, Amerikan devriminden, Türkiye’deki de dahil, tüm bağımsızlık savaşlarına, Bolivar’dan Mustafa Kemal’e uzanan bir deneyin zenginliklerine ulaşıyorlar. İkincisiyse içerdiği türlü olumlu yanlara karşın, her aşamasında gittikçe ağırlaşan ağrı kesiciler gerektirecek, ataerkil, totaliter ve son tahlilde imkânsız bir macera… erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ Türbanlı öğrencinin babası olay çıkardı Sanatçı Bülent Ersoy’un sanatçı Ebru Gündeş ile “Popstar Alaturka” programında yaptığı tartışma önce gazetelere yansıdı. Ardından değişik davalar nedeniyle tanıdığımız Bakırköy Cumhuriyet Savcısı Ali Çakır tarafından da soruşturma başlatıldı. Bülent Ersoy’un Güneydoğu’daki gelişmelere ilişkin düşünceleri, onun kişisel düşünceleri. Bir sanatçı olarak, bir insan olarak orada yaşananlara karşı duyarlılığını ifade etmiş. Ne diyor Ersoy: “Şehitler ölmez vatan bölünmez. Hep bunu söylüyoruz zaten. Çocuklar gidiyor, kanlı gözyaşları, feryatlar, cenazeler. Bu sözler klişeleşmiş. Ben sizlerle aynı fikirde değilim. Niye bunlara oyuncak oluyoruz? Neden köklü bir çözüm bulunamıyor? Ama neden hep boşa kürek sallıyoruz? İşte beni bu ‘ama’lar rahatsız ediyor.” Ersoy’un bu sözleri, bir yurttaşın Güneydoğu’daki gelişmelere karşı tepkisini, yönetenlere karşı eleştirel Bülent Ersoy ve Savcılık Soruşturması... duruşunu yansıtıyor. Bu görüşlere katılmayabilirsiniz. Katılabilirsiniz de. Çünkü her iki görüşü savunan insanlarımız da var. Bu fikirler üstelik yeni fikirler değil ki, birçok insan benzer görüşleri yıllardır dile getiriyor. Bülent Ersoy’la aynı görüşte olmayan Ebru Gündeş de kendi görüşlerini ifade etmiş. O da onun hakkı. Bu tartışmaya ihtiyacımız olduğu da ayrı bir gerçek. Türkiye bu sorunla 25 yıldır boğuşuyor. Binlerce gencimizi kaybettik. Hâlâ kaybetmeye devam ediyoruz. Bu soruna tek başına silahla çözüm bulunamayacağı yaşadığımız bunca deneyden sonra daha açık bir şekilde görüldü. Birileri de diyebilir ki, “Hayır kardeşim, bu yöntem doğrudur. Teröristi avlayarak bu sorun halledilebilir.” Nitekim diyorlar da. Bu da onların görüşü. Ortada bir sorun varsa, nasıl çözüleceğine ilişkin tartışma da kaçınılmaz olarak sürecektir. Bazıları “savaşçı” bir dil kullanacaktır, ama bir başkası barışçı bir dil kullanamayacaktır. Böyle şey olur mu? ??? Parçası olmayı düşündüğümüz Avrupa’da “vicdani ret” hakkı birçok ülkede bir hak. Yani askerlik çağı gelmiş bir genç, askere gitmemek, eline silah almamak, vicdanen böyle bir yükümlülük altına girmemek hakkına sahip. Bunun yerine başka sivil kamusal bir hizmeti seçebilir. Seçiyor da. Bülent Ersoy da çocuğu olursa askere göndermek istemediğini söylüyor. Bu soruna köklü bir çözüm bulunarak çocuklarımızın ölmemesini istediğini ifade ediyor. Söyleyemeyecek mi? Ağzını mı kapatacağız? Savaş isteyenler konuşacak, karşı çıkanlar konuşamayacak mı? Burada yargıyı ilgilendiren bir konu olduğunu sanmıyorum. Bu bir tartışma, insanlar düşüncelerini söylüyorlar. Hâlâ düşüncelerin peşinde koşmak mı? Hâlâ durumdan vazife çıkarmakla mı uğraşıyoruz? ??? Tam bu yazıyı yazarken Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) da soruşturma başlattığı haberi geldi. Sanki bir yerden düğmeye basılmış gibi bir durumla karşı karşıyayız. Yıllardır, bildiğimiz, alışık olduğumuz bir sistem yine hemen kendiliğinden devreye girmiş durumda. Ntvmsnbc’den hazırladıkları bir haber için aradılar ve “Çocuğunuzu askere göndermek ister misiniz” diye sordular. Buna tabii ki 18 yaşını bitirmiş olan çocuğumun kendisi karar verir. Ancak ben askere gitme mecburiyetinin birçok gelişmiş demokratik ülkede olduğu gibi zorunlu olmaktan çıkarılmasından yanayım. Bu yönde yasal değişiklik yapılması gerekiyor diye düşünüyorum. Bazıları da tersini düşünebilirler. Bu tartışılır. Burada yanlış olan bu tür tartışmaların soruşturma tehdidiyle karşı karşıya kalmasıdır. Üzücü olan, korkutucu olan budur. ??? Geçmiş deneylerden biliyoruz ki, bu tür soruşturmalar aklanmayla da sonuçlansa, soruşturulan kişi bazı çevrelerin hedefi haline geliyor ve tehdit altında bırakılıyor. Yaratılan hava insanların düşüncelerini ifade edemeyecekleri bir korku dünyası yaratıyor. Bülent Ersoy olayı dikkat edilmesi gereken bir örnektir. Gelişmeler ise iyi bir örnek değildir. SAMSUN/ISPARTA (Cumhuriyet) YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın türbanlı öğrencilerin üniversiteye alınması yönündeki açıklamalarının ardından dün türbanla üniversiteye girmelerine izin verilmeyen öğrenciler olay çıkardı. Samsun Müftülüğü’nde görev yapan İdris Gökçek, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) İlahiyat Fakültesi öğrencisi olan kızı Şule Gökçek’i türbanıyla okula sokmak istedi. Gökçek, Anayasa değişikliği yapıldığını ve YÖK Başkanı Özcan’ın öğrencilerin türbanla üniversiteye alınması yönündeki talimat verdiği ni anımsatarak, kızının türbanıyla üniversiteye gireceğini söyledi. Güvenlik görevlileri ise üniversitenin senato kararı olduğunu belirterek öğrencinin türbanla derse girmesine izin vermediler. Bunun üzerine Gökçek ile güvenlik görevlileri arasındaki tartışma kavgaya dönüştü. Şule Gökçek, türbanını çıkararak perukla derse girerken, yaşanan yumruklaşma nedeniyle dudağı patlayan İdris Gökçek, güvenlik görevlilerinden şikâyetçi oldu. Güvenlik görevlileri de İdris Gökçek’ten şikâyetçi oldu. Taraflar, Atakum Polis Merkezi’ne giderek ifade verdi. CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle