23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 ŞUBAT 2008 ÇARŞAMBA 10 DİZİ Küba’da herkes Başkan Fidel’i eleştirebilir ama aziz kabul ettikleri Che’ye kimseler toz kondurmuyor Dostum, arkadaşım, kardeşim ? Che, İspanyolca ‘hey’ demek. Ernesto’ya bu adı yoldaşları takmış. Herkese ‘Che amigo’ diye seslendiği için. Santa Clara’daki anıtmezarın en önemli bölümü Che müzesi. Yoğun ilgi gösterilen müzede, Che’ye ait her şey titizlikle korunuyor. Müze ve anıtmezar insanı güzel devrim zamanlarına götürüyor. u satırları ağlamadan yazmayı başarmak istiyorum. Santa Clara’da geçirdiğim o günü dostlarıma, arkadaşlarıma defalarca anlattım ve her seferinde ağlıyorum. Ağlamam bitmiyor, kendimi beceriksiz, romantik hissediyorum, acılarla dolu bir geçmiş geliyor aklıma; Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i, Sinan’ı düşünüyorum, acılı kadınlar geliyor aklıma, yitip gitmiş hayatlar. Alışveriş merkezlerindeki histeriyi düşünüyorum, bir tüp Bali için bedenlerini kocaman, iyi aile babası adamlara sunan çocukları. Belleğimi sonsuza dek yitirmek istiyorum. Neyse, tutulduğum ağlama krizi geçti, yaşlandıkça daha da sulugözlü oldum. Kader utansın. Hadi kızım başla. Güneşli bir gün ve biz üç kadın çok şanslıyız. Çünkü arabamız son model bir Hyundai, Nuh’tan kalmış bir Lada ile Küba yollarında 260 kilometreyi gitmek, tam bir gününüzü alır. Şoförümü C H E ’ N İ N Ü Ç D E Ğ İ Ş İ K Y Ü Z Ü Sana dostlarından selam getirdim he’nin, devrimi başlattığı yer olan Santa Clara halkı tarafından 1988 yılında yapılan anıtmezarı kentin biraz dışında. Uzaktan meydan görünüyor. Az sonra oradayız. İşte çevresinde İspanyolca “Sonsuza Kadar Devrim!” yazılı tabelalarla kuşatılmış Che Meydanı. Meydanın bir yanında kocaman, devrimi anlatan rölyefler ve tam ortada 10 metrelik bir kaidenin üstünde Che’nin elinde silah, kocaman, bire bir boyutta heykeli. Meydanda sürekli bir müzik yayını, Che öldüğünde dünyanın hemen her dilinde ağıtlar yakılmış, o ağıtlar işte tam orada, güneşli bir Küba gününde gelip beni buluyor, kaidedeki Che heykeline bakarken Arapça bir ağıt dinliyorum, hemen az sonra da İngilizce bir ağıt. Che’nin heykelinin üstünden bulutlar geçiyor, o bir özgürlük kuşu gibi, başı bulutlara değiyor. C B zün adı Reinaldo, otuz yaşlarında, yakışıklı bir Kübalı ve çok efendi; dokuz ve altı yaşında iki oğlu var, karısı bir devlet dairesinde çalışıyor. Che’nin anıtmezarının bulunduğu Santa Clara kentine doğru yola koyuluyoruz. Küba’da her kentin, her kasabanın bir simgesi var. Şimdi geçtiğimiz Candenas’ın da simgesi bisiklet. Küba’da bisiklet en çok burada bulunurmuş, zaten girişinde de kocaman bir bisiklet heykeli var. Yengeç, karides heykelli kasabalardan da geçtik. Bu heykeller çok çocukça, ama benim hoşuma gidiyor, tıpkı Van’daki kocaman beyaz Van kedisi heykelinin hoşuma gitmesi gibi. B Elian, Küba’da en az Fidel kadar ünİR SEMBOL: ELIAN’IN EVİ lü. Onu tanımayan, hikâyesini bilmeyen hiçbir Kübalı yok. Arabamız Elian’ın tek katlı evinin önünde duruyor. Elian’ın annesi 1999’da küçücük bir bebek olan Elian’ı koynuna alıp Amerika’ya gitmek için bir gemiye kaçak olarak biniyor. Mülteci taşıyan gemi Florida sahillerinde batıyor ve Elian’ın annesi ölüyor, Elian mucizevi bir şekilde kurtuluyor. Mucizelere fazla meraklı Amerikalılar Elian’ı bağırlarına basıyorlar, ama Elian’ın inatçı bir babası var, oğlunu geri istiyor. Ve hiç yoktan bir kriz. Amerika ile Küba gene karşı karşıya geliyor, uluslararası mahkemeler devreye giriyor ve Elian babasına, yani Küba’ya iade ediliyor. Şimdi o bir halk kahramanı, her turist arabası Elian’ın babasıyla birlikte yaşadığı evin önünde duruyor ve turistler dev Amerika’yı yenen Elian’ın inatçı babasına bir selam gönderiyorlar. Elian’ın kapısında durup görevimizi yerine getirdikten sonra yeniden arabaya biniyoruz. Arabadakilerden söz etmedim, 78’li ve Sibirya’daki şantiyeleriyle ünlü Feryal ve henüz otuzlarında bir aile hekimi olan Çağla. Çağla İspanyolca bili yor, yani tam güvendeyiz. Küba’da hız limiti var, altmışı geçemiyorsun, köprüleri geçerken bu hız kırka düşüyor, gene de ilerliyoruz. Göz alabildiğine şekerkamışı tarlaları, palmiye ormanları iki yanımızdan akıp gidiyor. Ü Garip bir heyecan içindeyim. Ç KADIN CHE’NİN ANITMEZARINDA A Hayır ağlamayacağım, kaidenin önünde bir süre ĞLAMAYACAĞIM Dünyanın en bilinen devrimcisi Che’nin anıtmezarına gidiyorum. Adeta kutsal bir yere gidiyorum. Öyle; bütün Latin ülkelerinde, özellikle de Küba’da Che bir tanrı. Fidel hakkında konuşup her şeyi söyleyebilirsiniz, ama Che için asla. Şoförümüz Reinaldo’nun Santa Clara ve Che’nin anıtmezarına bu üçüncü gelişi. Che onun da tanrısı, Türkiyeli üç kadını Che’ye götürdüğü için çok mutlu, gözlerinin içi gülüyor. saygıyla durup arka taraftaki Che anısına yapılmış müzeye geçiyoruz. Müzede fotoğraf çekmek yasak, bence çok doğru bir yasak, fotoğraf makinelerinin sesi bizi gerçek dünyaya götürebilir. Şimdi sadece Che zamanı. Müze U biçiminde ve en ortada Che’nin kocaman bir çocukluk fotoğrafı. Fotoğraflar fotoğrafları takip ediyor, U biçimindeki duvarlarda onlarca fotoğraf. Çocuk Che, doktor Che, devrimci Che, Fidel’le Che. Duvarların dışında her yerde kocaman camekânlar var. İşte Buenos Aires Tıp Fakültesi’nden aldığı doktor diploması, işte EGS yazılı doktor önlüğü... Asıl adı Ernesto Guevara de la Serna; İspanyolca “hey” anlamına gelen Che adını ona yoldaşları takmış, çünkü önüne çıkan herkese şöyle seslenirmiş: “Che amigo!” ‘Ölüm nereden ve nasıl gelirse’ oktor kızımız Çağla heyecanla gösteriyor: “Bakın, bu onun kullandığı inhalator (hava pompası), astım hastasıydı, biliyorsunuz.” Kızım sen onu neden gösterdin bana, bu pompa kanlı, en son ne zaman kullandı onu, 9 Ekim 1967’de yargısız infaz edildiği La Higuera okul binasında mı? Bolivya’da gerilla kampının yerini bizzat köylüler Bolivya ordusuna haber verir ve kamp kuşatılır, Che yakalanır, Bolivya diktatörü Barrientos, Che’nin yakalandığını duyunca hemen “Öldürün!” emrini verir. Bunun üstüne onu bir okul binasına götürürler ve kura sonucu çavuş Mario Teran’ın onu öldürmesine karar verilir. Yüzüne ateş etmezler, o güzel yüzüne; sonra onu bir küvete koyup tüm dünyaya gösterirler. O sırada birileri saçından bir tutam alır, birileri parmağını kesip saklar. İyi ki bunu yapmışlar, yıllar sonra bir mezarda bulunan kemikleriyle saç DNA’sı tutunca kemiklerin tartışmasız Che’ye ait olduğu belirlenir ve ölümünün otuzuncu yılında kemikleri, Bolivya’da kendisiyle birlikte ölen yoldaşlarıyla aynı anıtmezara yerleştirilir. D şırdım.” Ü Dolaşıyorum; Çağla, Che’nin BoNLÜ MEKTUBU MÜZEDE Che bizi hüzünlü bir şiirle uğurluyor livya’da öldürülmeden bir gün önce bir takvim sayfasına yazdığı “Ölüm nereden ve nasıl gelirse” diye başlayan mektubunu, hayır İspanyolcadan okuyup çevirmiyor, ezbere okuyor. Müzede bir fotoğraf var, fotoğraftaki adamın kafası kel, yüzü pırıl pırıl tıraşlı, şiş göbek Bolivyalı bir tüccara benziyor, tanıyamıyoruz, şoförümüz ve gönüllü rehberimiz onun Che olduğunu söylüyor, dağa çıkmadan önce bu şaşırtıcı yeni kimliğiyle Bolivya’nın başkenti La Paz’da bir buçuk yıl yaşamış. S A Müzeden çıktık, artık mezarı ziYİNDE GİBİYİZ P Müzede dolaşmaya devam ediyoARADAN ANLAMAYAN CHE MALİYE BAKANI rum, işte sefertası, işte dişçi aletleri, işte Küba Maliye Bakanı ve Merkez Bankası Başkanı olduktan sonra “Che” diye imzaladığı devrimden sonra tedavüle çıkan Küba pesoları. Paradan puldan hiç anlamayan Che’nin maliye bakanı olmasının oldukça komik bir hikâyesi var. Devrim olmuş, ama ortalık karışık. Fidel bir toplantıda “Aranızda ekonomist var mı” diye sormuş. Che el kaldırmış ve hemen ekonomiden sorumlu bakan olarak ulusal bankanın başına getirilmiş. Daha sonra Fidel ona “Senin ekonomi konusunda böyle bir uzmanlığın olduğunu bilmiyordum” demiş, Che de gülerek yanıtlamış: “Yok zaten. Ben sorunu aranızda komünist var mı diye anladım ve benden başka kimsenin el kaldırmamasına da çok şa yaret vaktidir. Bir kadın görevli mezarın kapısını açıp dördümüzü içeri alıyor, bir dakikalık bir zamanımız var, çünkü turist grupları sıraya girmiş durumda. Kocaman bir odaya giriyoruz. Duvarlar ince tuğla örülmüş, tuğlaların bir kısmı varakla boyanmış, garip, etkileyici bir renk her şeyi sarıp sarmalıyor. Duvarda yatay mezarlar ve her mezarın ön kısmında ölen kişinin topraktan yapılmış bir rölyefi. Che tam ortada, iki tarafında yoldaşları. Sürekli yanan bir meşale var. Ve hüzünlü bir müzik. Ne oluyorsa o an oluyor, “Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin” diyerek Çağla başlıyor, ardından Feryal bütün dostlarının adlarını tek tek sayarak “Hepsinden sana selam getirdim” diyor, ben sadece ağlıyorum. Bütün hayatım bir film şeridi gibi gözümün önünden akıp gidiyor. Sonra birbirimize sarılıp hep birlikte ant içiyoruz, bir ayindeyiz sanki, Reinaldo ağlayan bu üç kadına bakıyor, o sırada mezarın kapısı açılıyor, zaman doldu, ama o da ne, görevli ayinimizi bozmamak için kapıyı usulca kapatıyor, diğerleri biraz beklesin. Ve çıkarken bize soruyor: “Nereden?” “Türkiye” diyoruz, dostça bize sarılıyor. ersemlemiş bir halde Santa Clara sokaklarına dalıyoruz. Geniş bir meydan, çocuklar, annelerbabalar, en çok da çiçekçiler. Şoförümüz ve gönüllü rehberimiz bir an kayboluyor, “Nereye gitti bu adam?” İşte orada, koşturarak geliyor, elinde üç kırmızı gül, birini bana, birini Feryal’e, birini de Çağla’ya uzatıyor. Aziz Che’nin mezarında ağlayan ve bilmediği bir dilden şiirler okuyan üç kadına. Sağ ol Reinaldo. Sokaklarda dolaşıyoruz, karnımız acıkmış, meydanda bir kafeterya var, ayaküstü bir şeyler yemek için; Reinaldo oraya girmemizi engelliyor, bizi gerçek bir Küba evine götürecekmiş. Meydanda gençler var, sürekli turist kovalıyorlar, Reinaldo onlardan birinin yanına gidiyor, bir şeyler konuşuyor ve yola çıkıyoruz, bir on dakikalık yoldan sonra, kapısında Casa yazan bir evden içeri giriyoruz. Burası tam bir İspanyol evi, salondan geçip avluya çıkıyoruz, avluda dört masa, binbir çiçek, üç köpek, bir kedi, iki papağan, yan tarafta mutfak, annebaba, kız kardeş hep birlikte çalışıyorlar. Bir Paladar’dayız. Paladarlar kalkınmayı sürekli kılmak için oluşturulan bir proje. Devlet isteyene belli bir miktar para yardımı yaparak evlerini lokanta olarak kullanmalarına izin vermiş. Yemekten sonra Reinaldo bizi bir istasyona götürüyor. Burası bir açık hava müzesi. Havana’ya giden ilk silahlı birlikler bu istasyondan yola çıkmışlar, bir ara kendime bakıyorum, sanki kırk yıl öncesinde gibiyim, hani trene atlayıp Havana’ya doğru yola çıkabilirim. Artık dönüş yolundayız, elveda Che, elveda Santa Clara. O da ne! Che hüzünlü sesle bir şiir okuyor, fısıldar gibi… “…Zavallı ihtiyar Maria./Hayır, hayır yapma/bir hayat boyu umudunu boşa çıkaran/umursamaz tanrıya kendini teslim etme,/ölümden aman dileme, korkunç bir açlıkla kuşatılmıştı hayatın, sonunda kuşandı astımla./Fakat bildirmek istiyorum ki sana/umutların kısık ve yiğit sesiyle/intikamların en kızılı ve yiğit olanıyla,/ideallerimin en doğru boyutuyla/yemin etmek istiyorum. Sarı sabanla perdahlanmış ellerinin arasına al/bir çocuğunkini andıran bu erkek elini/sertleşmiş nasırlarını ve kıvrılmış saf parmaklarını/doktor ellerimin yumuşak utancında ov./Huzur içinde yat, ihtiyar Maria,/huzur içinde yat ihtiyar mücadeleci, şafağı yaşatacaklar torunlarının hepsi./YEMİN EDİYORUM Kİ.” YARIN: YOLUMUZ ERNEST HEMINGWAY’LE KESİŞİYOR CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle