14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 ŞUBAT 2008 SALI 4 HABERLER YÖK’ün 9 üyesinden türbanı üniversiteye sokmak için yasayı bile bekleyemeyen Özcan’a sert yanıt DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Türkiye’ye BOP İçinde Yeni Bir Rol mü? Irak’taki sınır ötesi operasyonu tüm yurttaşlar gibi yakın ilgi ve büyük bir kaygıyla izliyorum. Kaygım, TSK’nin bu olayı başarıya eriştireceğine olan güven eksikliğinden kaynaklanmıyor. Ama her silahlı çatışma, her askeri operasyon, haklılık derecesi ne olursa olsun kaygı vericidir. Yorum yapanların olayın bu yönünü unutmamalarında yarar var. Ama medyamızda egemen olan hava bu değil. Hamaset edebiyatı daha baskın çıkıyor. Savaşın acılarının üstüne kahramanlık edebiyatı bina edilmesi hep canımı sıkıyor. Böyle bir tutum can sıkıcı olduğu kadar, doğru değerlendirmeleri de engelleyici bir etki yapar. Tayyip Erdoğan’ın Bush ile 5 Kasım 2007 buluşmasından bu yana Türk – Amerikan ilişkilerinde havanın değiştiğini olayları, gelişmeleri izleyerek anlamak mümkün. ??? İlişkilerde bir gelişme olduğu açık. Ama bu gelişmenin arka planında yapılan pazarlıklar acaba neleri içeriyor? Bu konuda elimizde yeterli veri yok. ABD’nin son olaylar karşısındaki tavrı, yalnızca, Washington’un, Ankara’nın baskısı üzerine, PKK kartını artık eskisi kadar iştiyakla oynamaktan vazgeçtiğini ortaya koymakla kalmıyor, aynı zamanda daha önemli politika değişiklikleri de olduğunu gösteriyor. Çünkü son olaylar Kuzey Irak Kürtlerinde de, ABD’nin tutumu konusunda önemli tereddütler doğuracak nitelikte. Yanlış anlaşılmasın! ABD hiçbir şekilde, Irak ve Ortadoğu denkleminde Kürt kozundan vazgeçmeye niyetli değil ve vazgeçmeyecek de... Ancak son gelişmeler büyük ya da genişletilmiş Ortadoğu projesinde, ABD tarafından Türkiye’ye yeni bir rol biçildiği izlenimini uyandırıyor. Bu rolün ne olduğunu, gizli görüşmelerde neler konuşulduğunu bilemeyeceğimiz için, tam olarak değerlendirebilmek için gelişmeleri beklemek durumunda kalıyoruz. Ama görünen o ki, Sam Amca, 1 Mart 2003’ün hemen ertesinde başlayan değerlendirmelerin tam tersi bir yolu tutmakta, Türkiye’ye bölge politikasında daha katılımcı, daha etkin bir rol vermeye hazırlanmaktadır. Bu yeni rol Afganistan’da daha aktif katkı olabilir. Unutmayalım ki, daha önce Washington’un bu yöndeki talepleri, “bize terör konusunda yardımcı olmadan böyle bir dilekte bulunamayacakları” itirazına dayanıyordu. Şimdi bu itirazın gerekçeleri ortadan kalkmıştır. ??? Ama olayın Afganistan cephesi dışında daha önemli boyutları da olabilir. ABD Irak’ta batağa saplanmakta olduğunu, bu bataktan çekilerek çıkmanın da çok kolay olmadığını görmüş bulunmaktadır. Bu gözlem “koalisyon” adı verilen musibet ortaklığının küçük parçalarının da, artık büyük patronu kaderiyle baş başa bırakmaya başladıkları saptamasıyla birleşince, Washington’un yeni ve taze güce gereksinimi olduğunu düşünmesine yol açtı. ABD ve Türkiye yetkilileri arasında her düzeyi kapsayan son zamanların yoğun trafiğini bu arada ABD Başkan Yardımcısı şahin Dick Chenney’in mart ayı içinde ülkemizi ziyaret etmesini hep yukarıdaki gelişmelerin ışığı altında değerlendirmekte yarar var. 1 Mart 2003 tezkere fiyaskosundan sonra, Türkiye’ye acaba bu olayı unutturacak bir rol mü biçiliyor? ABD böyle bir rol biçerse Türkiye’nin tavrı ne olmalı? “Ben bu işin dışında kalacağım, bölgedeki gelişmeler beni ilgilendirmez” demek ne derecede gerçekçi ve çıkarlarımıza uygun? Ya da, koalisyonun eş güdümcüsü rolüne balıklama atlayıp, boğazına kadar Irak batağına batmak veya ABD’nin bölgedeki başka girişimlerinin aktif destekçiliğine soyunmak felaket olmaz mı? Öyle görünüyor ki, bundan sonra, tartışmalar bu noktalarda yoğunlaşacak. ‘Uyarı yok hükmünde’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) YÖK’ün 9 üyesi, rektörlere gönderdiği yazıyla yeni bir yasa çıkarılmadan üniversitelere türbanlıların alınabileceğini bildiren YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın uyarısının “yetki saptırılması niteliğinde ve yok hükmünde olduğunu” vurguladı. YÖK üyeleri Prof. Dr. Engin Ataç, Prof. Dr. Atilla Eriş, Prof. Dr. İsa Eşme, Prof. Dr. Mustafa İlhan, Prof. Dr. Tunçalp Özgen, Prof. Dr. Ali Ekrem Özkul, Bülent Serim, Prof. Dr. Fikret Şenses ve Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu, rektörlere yazdığı yazıyla türbanlı öğrencilerin üniversitelere alınmasını isteyen YÖK Başkanı Özcan’a sert yanıt verdi. “Ulusumuzun ve ülkemizin bölünmez bütünlüğü için, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin Kuzey Irak’a yönelik operasyonunun sürdüğü şu sırada, üniversitelerimizde ? YÖK üyeleri Engin Ataç, Atilla Eriş, İsa Eşme, Mustafa İlhan, Tunçalp Özgen, Ali Ekrem Özkul, Bülent Serim, Fikret Şenses ve Necmi Yüzbaşıoğlu, türbanlı öğrencilerin üniversitelere alınmasını isteyen YÖK Başkanı’ Özcan’ın girişimini yargı kararlarıyla oluşturulan yasal durumu ortadan kaldırmak olarak olarak yorumladı. YÖK üyeleri, “Açıklama hukuken yok hükmündedir” dediler. kargaşaya yol açacağı yıllardır tartışılan hassas bir konuda, Yükseköğretim Genel Kurulu’na bile danışılmadan, YÖK Başkanlığı’nca alelacele yapılan yazılı açıklama karşısında, görüşlerimizi kamuoyuyla paylaşmak sorumluluğu duymaktayız” diyen üyeler, YÖK Başkanlığı’nın yeni düzenlemeye gerek duyulmaksızın, türbanın üniversitelere girebileceğini bildirdiğini anımsattı. Başkanlık açıklamasıyla yargı kararıyla oluşturulan yasal durumun ortadan kaldırılmak istendiğini ifade eden üyeler, şöyle devam etti: “YÖK Başkanlığı’nın yaptığı bu yorum ve değerlendirme, öncelikle bu değişiklikle anayasanın 42. maddesine eklenen, ‘Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanılmasının sınırları kanunla belirlenir’ amir hükmüne açıkça aykırı düşmektedir. Çünkü, bu hükümle kılık kıyafet dahil, yükseköğrenim hakkını sınırlayan sebepleri belirleme yetkisi ‘münhasıran kanun koyucuya’ tanınmıştır. Dolayısıyla, bu düzenlemenin de ‘mutlaka kanun’ ile yapılması anayasal bir zorunluluktur. 2596 sayılı ‘Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun’un din adamları gibi bazı özel statüler için olduğu, bunun anayasanın 42. maddesinin öngördüğü yasama organınca çıkarılması gereken yasa olmadığı açıktır. Yasama organı söz konusu yasayı çıkarmadan ne Yükseköğretim Kurulu’nun ne de üniversitelerin bu konuda düzenleme yapma yetkisi vardır. ‘Hiçbir kimse veya organın kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanamayacağı’ anayasanın 6. maddesinin amir hükmü gereğidir. Bu nedenle, anayasanın söz konusu hükümleri uyarınca YÖK Başkanlığı’nca yapılan bu açık lama yetki saptırılması niteliğinde olup hukuken yok hükmündedir.” Anayasada yapılan değişikliklerin, mevcut yasal durumu ortadan kaldırdığı şeklinde yorumlanamayacağını vurgulayan üyeler, şunları kaydetti: “Aksine yorum ve değerlendirmeler anayasanın teklif dahi edilmeyen hukuk devleti ve laiklik ilkesine açıkça aykırı düşecektir. Bu nedenle, anayasa değişikliğinden sonra da yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafetle ilgili olarak uyulması ve uygulanması gereken hukuki statü, mahkeme kararlarına dayanarak oluşturulan mevcut hukuki durumdur. Mahkeme kararlarına uymak anayasal ve yasal bir zorunluluk olup, ‘Konusu suç teşkil eden emri hiçbir surette yerine getirmemek’ de anayasanın 137. maddesinin amir hükmü gereğidir.” İKİNCİ AÇIKLAMA SABİH KANADOĞLU Özcan rektörleri tehdit etti ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türbanlı öğrencilerin üniversitelere alınması için rektörlere talimat veren YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan dün bir açıklama daha yaptı. YÖK Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada, rektörlere gözdağı verilirken, “Cumhuriyetin niteliklerinin, kişi hak ve hürriyetlerinin sınırlandırılmasının gerekçesi olarak kullanılamayacağı’’ savunuldu. Rektörlere pazar akşamı gönderdiği yazılı talimatla, türbanlıların üniversitelere alınmasını isteyen YÖK Başkanı Özcan, birçok üniversitenin türbanlılara izin vermemesi üzerine dün yeni bir açıklama daha yaptı. İlkine göre “dozu daha yüksek” ifadelerin kullanıldığı ve bu kez altına Özcan’ın imzasının konmadığı YÖK Başkanlığı’nın açıklamasında, “Cumhuriyet niteliklerinin kişilerin özgürlüklerinin sınırlandırılmasının gerekçesi olamayacağı” ileri sürüldü. Açıklamada, “Kişilerin belirli bir kılık ve kıyafet tarzını benimsemeleri veya terk etmeleri yönünde zorlamaya tâbî tutulması, Türk Ceza Yasası’nın 106. maddesinde tanımlanan tehdit suçunu oluşturur” denildi. YÖK başkanı rektörleri suça itiyor ? Anayasa değişikliği ile türbanın serbest bırakıldığının koca bir yalan olduğunu söyleyen Kanadoğlu, yargı kararlarına uymama çağrısı yapan Özcan’ın da suç işlediğini belirtti. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, rektörlere yazı gönderen YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın suç işlediğini belirtti. Anayasada yapılan değişikliklerin mevcut hükümlerden farklı olmadığını ifade eden Kanadoğlu şöyle devam etti: “Türban serbest bırakılmış değil. Anayasa değişikliğiyle serbest bıraktıklarını iddia edip bir fiili durum yaratmaya çalışıyorlar. Türbanın serbest bırakıldığı kaba bir yalandır. Anayasa değişikliği zaten türbanı serbest bırakma yolunda kesin, doğrudan bir hüküm taşımıyor. Kanunla sınırlanır diyor. Zaten 17. madde şu an yürürlükte. Bunun tartışılması bile abes.” YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Özcan’ın yaptığı açıklamayla suç işlediğini belirten Kanadoğlu, üniversite rektörlerini de “suç işlemeyin” diyerek uyardı. Suç işleyen bir YÖK Başkanı’nın beyanlarına üniversite öğretim üyelerinin de uymamalarını isteyen Kanadoğlu, “Kanunsuz yazı hiçbir şekilde kimseyi bağlamaz. Bu,doğrudan doğruya ‘Bugün geçerli olan Anayasa Mahkemesi kararlarını göz ardı edin’ demenin devamıdır ve aslında YÖK Başkanı suç işlemektedir” diye konuştu. Özcan’ın ‘üniversitelere türbanlı öğrencileri alın’ kararı yeni bir hukuk tartışması başlattı. (Fotoğraf:AA) Kanunsuz emre dava yolu YÖK Başkanı’nın talimatı Anayasa Mahkemesi’nin yasak kararını hiçe saydığı için anayasaya aykırılık oluşturuyor uyarınca, Anayasa Mahkemesi’nin ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) kararları, yasama, yürütme ve YÖK Başkanı Yusuf Ziya yargı organlarını, idare Özcan’ın, Cumhurbaşkanı makamlarını, gerçek ve Abdullah Gül’ün onayının hemen tüzelkişileri bağlayıcı nitelik ardından anayasanın 10. ve 42. taşıyor. Buna karşın Özcan’ın maddelerindeki değişikliklerle kararı yok saymasını anayasanın türbanın üniversitelerde serbest 137. maddesi suç olarak hale geldiği görüşüyle rektörlere tanımlıyor. Madde, “Kamu uygulama talimatı göndermesi hizmetlerinde herhangi bir sıfat “kanunsuz emir” ve buna karşı ve suretle çalışmakta olan kimse, açılacak davaları gündeme getirdi. üstünden aldığı emri, YÖK Başkanı kişisel yorumuyla yönetmelik, tüzük, kanun veya anayasa değişikliğini türban anayasa hükümlerine aykırı serbestliği için yeterli görüyor. görürse, yerine getirmez ve bu Oysa Anayasa Mahkemesi’nin aykırılığı o emri verene bildirir. türbanı yasaklayan ve halen Yusuf Ziya Özcan Ancak, üstü emrinde ısrar eder uygulamada olan kararının ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine dayanağını oluşturan yasa ve anayasa getirilir; bu halde, emri yerine getiren hükümlerinde herhangi bir değişiklik olmadı. sorumlu olmaz. Konusu suç teşkil eden emir, Ayrıca üniversitelerde kılık kıyafeti düzenleyen hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren ve Yüksek Mahkeme’nin de yasak kapsamında kimse sorumluluktan kurtulamaz” hükmünü irdelediği YÖK Yasası’nın ek 17. maddesi halen taşıyor. Dolayısıyla yargı kararını yok sayarak yürürlükte. Üniversitelerde türbanın serbest Özcan’ın talimatını uygulayacak rektörler ceza bırakılabilmesi için anayasa değişikliğine ek soruşturmasıyla karşı karşıya kalabilecekler. olarak ek 17. maddede de değişiklik yapılması YÖK Başkanı Özcan’ın talimatına muhatap gerekiyor. Ancak AKP bu değişikliği yapmak olan rektörler, öğretim üyeleri ve öğrenciler yerine YÖK eliyle yasağı aşma yoluna gitti. buna karşı dava açabilecekler. İdare YÖK Başkanı’nın Anayasa Mahkemesi’nin mahkemesine açılacak olası davalarda, kararını yok sayarak, türbanın serbest Özcan’ın talimatının kanunsuz emir ve yok bırakıldığına ilişkin talimatı “kanunsuz emir”, hükmünde olduğunun belirlenmesi istenecek. anayasaya göre de suç niteliği taşıyor. Anayasa ‘Anayasal bir hak’ YÖK Başkanlığı’nın açıklamasında, anayasa ve yasalarla belirlenmiş sınırlar içinde kullanılan bir hakkın engellenmesinin suç olarak tanımlandığı belirtildi. TCY’nin 112. maddesinde tanımlanan söz konusu suçun, “kişilere karşı cebir veya tehdit kullanarak işlenebileceği gibi örneğin bu hizmetlerin verildiği bina ve tesislere ilişkin kapıların öğrencilerin giriş ve çıkışını engelleyecek şekilde kapatılması suretiyle de işlenebileceği” ifade edilerek, “Bu nedenle, madde metninde ‘cebir veya tehdit kullanılarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla’ ifadesine yer verilmiştir. Bu ifadenin kullanılması, söz konusu suçun oluşabilmesi açısından eğitim ve öğretim hakkına müdahalenin hukuka aykırı bir şekilde gerçekleşmesi gereğini vurguladığı için de önem taşımaktadır’’ denildi. asirmen?cumhuriyet.com.tr CHP İPTAL BAŞVURUSU YAPIYOR ‘Özcan diyet borcunu ödüyor’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP, üniversitelerde türbanı serbest bırakmak amacıyla gerçekleştirilen anayasa değişikliğinin iptali için yarın Anayasa Mahkemesi’ne başvuracak. CHP Grup Başkanvekili Hakkı Süha Okay, YÖK Başkanı Ziya Özcan’ın rektörlere gönderdiği yazıyı sert bir dille eleştirirken “İktidara diyet borcunu ödüyor. Bu yazının bağlayıcılığı yok” dedi. CHP grubu ile 12 DSP milletvekili ve Tunceli milletvekili Kamer Genç imzasıyla Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak başvurusu için titiz bir ön çalışma yürütüldü. Anayasa değişikliğinin iptali ve “yok hükmünde” sayılması istenen dilekçe, yaklaşık 50 sayfadan oluşuyor. 112 imzalı dilekçede, değişikliğin, anayasanın 2. maddesinde belirtilen laiklik ilkesine aykırı olduğu, içini boşalttığı ve işlevsiz hale getirdiği, anayasanın ruhuna aykırı düzenleme olduğu görüşüne yer veriliyor. Değişikliğin anayasanın başlangıç, ilk 10 maddesi, 24, 42, 90, 138, 148, 153, 174 ve 175. maddeleriyle irtibatlandırılarak, anayasaya aykırı olduğu vurgulanırken anayasanın “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” nitelikteki maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle yok hükmünde sayılması veya iptaline karar verilmesi istenecek. CHP’li Okay, anayasa değişikliğinden sonra ayrıca bir yasal düzenlemeye gerek bulunmadığını savunan Özcan’a sert tepki gösterdi. YÖK Başkanı’nın toplumda kaos yaratmak ve gerilimi arttırmak için hukuksal temeli olmayan yazılar gönderdiğini belirten Okay, “Bu yazıların bağlayıcılığı yok. Hiçbir rektörün, bu yazıya uymak gibi bir yükümlülüğü yoktur” dedi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün değişikliğin TBMM’de 411 milletvekilinin oyuyla kabul edildiğine ilişkin değerlendirmesini de eleştiren “Cumhurbaşkanı, haksız gerekçesine haklılık bulmak için rakamlarla oynuyor” dedi. ‘Kararları tanımadığını belirtiyor’ Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Mumcu, anayasada yapılan değişikliğin üniversitelerde türban serbestisi getirmediğini belirterek şunları söyledi: “YÖK Başkanı’nın böyle bir talimat vermeye hakkı yok. YÖK Başkanı AİHM ve bizim ulusal mahkemelerimizin verdiği kararı tanımadığını belirtiyor demeçleriyle.” Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç de rektörlere gönderilen yazının hukuki hiçbir geçerliliğinin olmadığını söyledi. Prof. Dr. Teziç, “Bu talimat yetki tecavüzüdür” diye konuştu. Küba Devlet Başkanı, bağımsız Küba’nın kurucusu, gerilla savaşçısı Fidel Castro da doğa yasasına boyun eğdi. Yaşlılık ve hastalık nedeniyle başkanlığı bıraktı. Fidel Castro, İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan yeni sosyalist devletlerden birinin kurucusuydu. Çok özel bir dönemin çok özel bir politikacısıydı. Fidel Castro, 1950’lerden itibaren dünyada esen sosyalizm ve eşitlik rüzgârının da önemli temsilcilerinden birisiydi. Buna ek olarak ABD’nin yanı başında ve bu süper devlete rağmen ayakta kalmayı başarmış bir ülkenin, bir sistemin yöneticisiydi. Sosyalizm, 20 yüzyıl boyunca insanlığın kapitalizme karşı bir seçeneği olarak ortaya çıktı. İnsanlığın ufkuna yeni umutlar ekledi. İşte Castro bu umudun önemli temsilcilerinden birisiydi. ??? Sosyalizm deneyi, 20. yüzyılın sonuna doğru önemli başarısızlıklara Fidel’e Selam... uğradı. ABD’ye karşı bir başka süper devlet haline gelen Sovyetler Birliği, kendi iç çelişmeleri ve kapitalist dünya ile giriştiği rekabette geriye düştü. Özellikle silahlanma alanında emperyalizmle giriştiği rekabet, Sovyetler Birliği’ni eşitlik ideallerinden uzaklaştırdı ve dişine kadar silahlı bir militarist ülke haline dönüştürdü. Sovyetler, diğer sosyalist ülkeler üzerinde de ekonomik ve askeri hegemonya kurdu. O ülkelerin içişlerine müdahale etti, iktidarlarını değiştirmeye kalktı, karşı koyanları ise askeri müdahalelerle devirdi. Askerileşen Sovyet ekonomisi, eşitlik, refah, demokrasi, özgürlükler alanında tam bir hayal kırıklığına yol açtı. Özellikle sosyalist ülkelerdeki halkın ekonomik sıkıntıları, 20. yüzyılın başındaki umutları, adım adım umutsuzluğa çevirdi. ??? Sosyalist ülkelerin kapitalist ülkelere karşı yaratacağı seçenek, ancak gelir adaleti, yönetimde alt sınıfların da söz ve karar sahibi olabileceği bir sistem yaratabilmekti. Umutlar böyleydi, beklentiler böyleydi. Ne yazık ki, sosyalist ülkelerdeki tek parti yönetimleri toplumsal demokrasiyi gerçekleştiremediler. Tersine, tek parti yönetimleri küçük bir bürokratik azınlığın despotizmine dönüştü. Bu despotizm, kişisel yaratıcılığı öldürdü, rekabeti ortadan kaldırdı. Başlangıçta, mülk sahibi sınıfları deviren komünistler, kendileri bir imtiyazlı zümre yarattılar. Bu imtiyazlı zümre, giderek acımasız bir diktatörlüğün yaratıcısı haline geldi. ??? Fidel Castro, diğer sosyalist liderlerden daha halkçı bir karakterle öne çıkmasına rağmen, o da sonuç olarak, ülkesini bir diktatör olarak yönetti. Çünkü tek parti yönetimi zaten başından birçok zaafı içinde taşıyordu. Kişilerin putlaştırılması ne yazık ki burada da hükmünü yürüttü. Bir gerilla ayaklanmasını lideri olarak siyasi yaşama atılan Castro, küçük bir ülkenin bağımsız bir yöneticisi olarak ABD’nin yanı başında ayakta kalmayı başararak önemli bir olumlu örnek portresi çizmesine rağmen, sosyalist ülkelerdeki genel zaafların birçoğundan o da kendini kurtaramadı. Fidel Castro, 20. yüzyılın önemli bir devrimcisiydi. Yepyeni ve kendine özgü bir ülke kurdu. Bu yönüyle birçok önemli örneğe öncülük etti. ??? Küba da özgürlükler ve demokra si, farklı olanın kendini ifade edeceği çoğulculuk ne yazık ki hiçbir zaman olmadı. Bunun kendine göre bazı gerekçeleri de öne sürüldü. Ancak hiçbir gerekçe bir ülkenin 50 yıl tek kişi ve tek parti tarafından yönetilmesinin doğru olduğunu haklı gösteremez. Fidel ayrılırken, yerini kardeşi Raul’un alması bile bu ülkenin demokratik gelenekleri içselleştirmediğinin kanıtı. Kuzey Kore de Kim İl Sung’u yerini oğlu almıştı. Suriye’de Hafız’ın yerini oğlu Beşşar, Azerbeycan’da Haydar Aliyev’in yerini oğlu İlham almadı mı? ??? Fidel Castro, tabii ki çok özel bir liderdi. Halkı tarafından çok sevildiği de ayrı bir gerçek. Bizim gençlik hayallerimizin, dünyada ABD’ye isyan edebilmenin mutluluğunu temsil eden bir öncüydü… İnsanlık onu, isyancı özellikleriyle anacaktır… CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle