06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 ŞUBAT 2008 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Umutsuzluğa karşıdır şemsiye; pes etmemeyi, zorlukların üstüne gitmeyi öğretir bizlere 15 ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Eteklik giymiş baston!.. PEN Türkiye’nin etkinliği Evimize gelen bir misafir olmasa da, başımızın üstünde yeri vardır onun. Ne sapı değişmiştir, ne de kubbe biçimindeki çatısı. Yağmurlar yağdıkça hükümdarlığını sürdürecektir şemsiye... Eteklik giymiş bir bastondur şemsiye... Evet, Nâzım Hikmet böyle tanımlıyor şemsiyeyi: Eteklik giymiş bir baston!.. Gerçekten de, sözcük anlamı olarak dişidir şemsiye... Şems Arapçada güneş demektir. İye ise aynı dilde dişilik ekidir. Yani şemsiye sözcüğünün Türkçe karşılığı, kadınlar tarafından kullanılan “güneşlik” anlamındadır... Yağmurlu havalarda şemsiye tutan erkeklere baktıkça, Mustafa Kemal Atatürk’ün dil devriminde ne de haklı olduğunu görürüz. Ne var ki, Atatürk’ün Türkçeye yeni sözcükler kazandırmak amacıyla kurduğu Türk Dil Kurumu 12 Eylül döneminde kapatılmış, “bilgisayar” sözcüğünü kullananlar bile anadilimize yeni sözcük kazandırma çabasını tehlikeli görmüşlerdir!.. Attilâ İlhan, âşık olduğu kıza yazdığı mektuplarında Nâzım Hikmet’in şiirlerine yer verdiği için tutuklandığında lise öğrencisiydi... Hiç konuşmadığı, penceresinin önünden geçerken odasına mektupları attığı Vacide ile karakolun kapısında karşılaşırlar! Genç kızla konuşmaz Attilâ İlhan, konuşamaz... Dışarıda yağmur yağmaktadır. Attilâ İlhan şemsiyesini verir âşık oldu Örtünün Örttükleri... Demirel’in “fevkalade üzgün” ve de “ıstırap içinde” olduğu günlerle, Başbakan’ın “Birtakım medyaya” kin, öfke, şiddet ve tehdit savurduğu günler üst üste örtüştü! Bu örtüşmeden benim payıma kahkahalar düştü… Bugüne gelinceye dek Demirel’in dini referansları kendi politikalarına nasıl alet ettiğini hatırladıkça “Günaydııııın” ya da “sabah şerifler hayır ola” diye avaz avaz haykırmak geldi içimden. İnsan yaşlanınca mı unutuyor? İşine geldiği için mi unutuyor? İstediği için mi unutuyor? Yanlışını örtmek için mi unutuyor? Yanıldığını unutturmak için mi unutuyor? En çok imam hatip lisesini açan, Türkiye’nin “laikliği dinsizlik olarak algıladığını” ileri süren, her fırsatta dini siyasete alet eden Demirel de bir zamanlar kendisini ve politikalarını eleştiren basın ve yayın organlarına ateş püskürürdü! Tıpkı bugün Erdoğan’ın yaptığı gibi! Acaba çok yıllar sonra Erdoğan ve Gül de Türkiye’ye bakıp bakıp “fevkalade üzgün” ve de “ıstırap içinde” olduklarını mı açıklayacaklar? Onlar da unutacaklar mı? Ya siz? Örtünen kadınlık imgesiydi. Giderek tüm imgelerdi: “Anne olarak, kardeş olarak, sevgili olarak, bir erkeğin dünyasını kuşatan, sahip oldukları, kadınlığın bütün imgeleriyle hayattan çekilmişlerdi. Kaderi kilit altında tutulan mühürlü bir surettiler yalnızca. Bir imge olarak kadının, hayatın doğal akışı içindeki bütün varlığı, büyüsü, gizi, şiiri eksilmişti…” Ancak imgelerle birlikte asıl üstü örtülen gerçeklikti: “Gövdenin kaybolabilirliği, gerçekliğin de kaybolabilirliğine işaret ediyor. Bir imaya dönüşüyor her şey. Örtü bir ima, çador bir ima, burka bir ima… İma güçlenirken, görünmezlik kutsanıyor. Allah kadar görünmez kılınmak isteniyor her şey. Görünenler bile, yalnızca görünmezlerin işaretleri yerine kullanılıyor.” (Şu son cümle, başı açık olup da illaki her yerde türban görmek isteyenlerin nasıl da kullanıldıklarını anımsatıp duruyor bana!) ‘Barışı özleyen’ öyküler ZEYNEP ALTAY ğu kıza... Vacide gülümser ve yağmurlu sokakta yürüyerek kaybolur gözden. Şemsiye genç kızda kalır... Toplumun geleceğe bakışı Nâzım Hikmet ilk şemsiyesine Roma’da kavuşur. Şaire şemsiyeyi genç bir sosyalist verir... Bir şiirinde anlatır bunu Nâzım... “Yalnızlık” adlı şiirimden birkaç dize: Şemsiye yapımcıları / ıslanmaktan / tek kişiyi koruyacak genişlikte / kesince kumaşları / yağmur değil / yalnızlıktır yağan Şemsiye soyluların elinde görülürdü önceleri... Sonradan sivilleşti ve zengin, fakir ayrımı gözetmeksizin herkesin elinde yer buldu kendine... İstanbul’da ilk şemsiye satıcıları Beyoğlu’nda tüccarlık yapan Yahudiler ve Rumlardı... Lüks mağazaların vitrinlerinde görünen şemsiye zamanla işportada da satılır oldu... Bir toplumun geleceğe hangi gözlerle baktığını şemsiyeler anlatır bize. Ülkemiz sokaklarındaki şemsiyeler koyu renklidir genellikle. Gösterişli, yaşam dolu renkler çok azdır aralarında. Bu da, insanlarımızın yarınlara pek de umutlu bakmadığını gösterir. Politikacılar tarafından onca kandırılmalarının ardından onlara hak vermemek elde değil!.. Ama, umutsuzluğa karşıdır şemsiye; pes etmemeyi, zorlukların üstüne gitmeyi öğretir bizlere... Nasıl mı? Tabii ki, ters dönerek... Ters dönen bir şemsiyeyi düzeltmenin tek şartı, zor da olsa rüzgâra karşı yürümek değil midir?.. PEN 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nü İstanbul Fransız Kültür Merkezi’nde kutladı. Selim İleri’nin yazdığı “Barışı Özlemek” izlekli bildiriyi, İleri katılamadığı için, Sezer Ateş Ayvaz okudu. Açış konuşmalarında PEN Türkiye Başkanı Tarık Günersel ve Fransız Kültür Merkezi Müdürü Arnaud Littardi, edebiyat çevresinde gerçekleşen dostça ve başarılı işbirliğinden duydukları sevinci dile getirdiler. Gelecek yıl düzenleyecekleri öykü yarışmasını kazanan öykücünün Mart 2010 Paris Kitap Fuarı’na katılacağı haberini veren Littardi, “Aslında benim gençliğimde savaşın karşıtı barış değildi, aşktı” sözleriyle başlayan konuşmasında 68 kuşağından bugüne “barış” ve “savaş” kavramları üzerinde durdu. Günersel ise çok küçük bir öyküsüyle geceye renk kattı. Gecede felsefeci yazar Ahmet Soysal barışı, dolayısıyla “savaşı” edebiyatçının duruşu bağlamında sorgulayan çarpıcı konuşmasında; bilinçli yazarların, savaşla ilgili sözü medyacılara, sinemacılara, fotoğrafçılara, en başta da savaş olasılığını, siyaset gereği hep gündeme taşımak durumunda olan siyasetçilere bırakmamaları gerektiğini söyledi. A Prodüksiyon oyuncularının Dilruba Saatçi’nin “Başkaları” oyunuyla, Hakan İşcen’in basılmamış öyküsü “Aşk ve Öykü”yle katıldıkları gece, Coşkun Aral’ın savaş fotoğraflarının gösterimi, aralık ayında yitirdiğimiz Erhan Bener’in son öyküsü “Karga”nın okunması, Nemika Tuğcu’nun genç öykücüler Birgül Oğuz ve Seray Şahiner’le yaptığı “Niçin öykü” söyleşisi ve PEN Öykü Komitesi adına Yasemin Yazıcı’nın kapanış konuşmasıyla sona erdi. Bellek kaybı Murathan Mungan’ı okuyorum: “Burkaların altında yalnızca kadınlar kaybolmuyor. Erkeklerin bütün hayal güçleri, imgelemleri de tükeniyor. (…) Dünyadan boşalmış kadınlarla birlikte erkeğin gözleri siliniyor, zihninde kaybolmaya başlayan kadın imgesiyle birlikte geçmiş yok oluyor, gelecek ümitsizleşiyor, bellek ve hayal gücü bulanıyor…” İşte erkek egemen iktidarın örtmek istedikleri… En çok da bellek… Bu nedenle bu kadar çabuk unutuyorlar! Hep unutuyorlar! Bugün “fevkalade üzgün” ve de “ıstırap içinde” olduğunu açıklayan Demirel gibi… Hep unutuyorlar… Akhbar bir kadından duymuştu: “Çador annelerimizin, ninelerimizin geleneksel ve masum başörtüsü değildir yalnızca. Kafalarımızdaki köprüdür. Örtünmek bir ahlak haline getirildiğinde, arkası mutlak gelir; karara karara gelir. Örtünmenin sonu yoktur. Kadınlar kefene kadar örtünmek zorunda kalırlar.” Yeniden yeniden okumanın tam zamanıdır “Çador”u… [email protected] ‘Örtü bir ima’ Önceki gece, Murathan Mungan’ın 2004’te Metis Edebiyat tarafından yayımlanan “Çador” adlı kitabını yeniden okudum. Kimi zaman, (kimi değil çoğu zaman), edebiyat güncel gerçekler üzerine düşünmemizi, derinlemesine kavramamızı, yorumlamamızı, yaşadıklarımız karşısında değer ölçüleri oluşturmamızı sağlayan en büyük güç olup çıkıyor! Hele Murathan Mungan’ınki gibi Türkçenin zenginliğini şiirle yoğuran, oluşturduğu atmosferle yepyeni dünyalar yaratan, onları sorgulayan ve duyarlığın tüm inceliklerine egemen bir ustanın kaleminden yüreğinden çıkan edebiyat… Annesini, kız kardeşini, sevgilisini aramak üzere yurduna dönen Akhbar’ın peşine takıldığım roman boyunca, kadınları örten örtünün göze görünenden öte daha neleri ve neleri örttüğünü görebiliyordum. ‘2007 Mülkiye Büyük Ödülü’ Sadun Aren’e ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Mülkiyeliler Birliği’nin geleneksel olarak verdiği “Büyük Ödül 2007” yine mülkiyeli olan Prof. Dr. Sadun Aren’e verildi. Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı Ali Çolak, Aren’in bilim dünyasında değerli bir isim olduğunu belirterek “nitelikli araştırma ve bilim ortamının oluşturulması yolundaki emeği”ne dikkat çekti. Mülkiyeliler Birliği’nce geleneksel olarak verilen “2007 Mülkiye Büyük Ödülü” töreni, dün Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Aziz Köklü Salonu’nda yapıldı. Rahatsızlığı nedeniyle “2007 Mülkiye Büyük Ödülü”ne değer görülen Prof. Dr. Sadun Aren’in katılamadığı törene, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras, BCP Genel Başkanı Mümtaz Soysal ve eşi Sevinç Soysal, SBF Dekanı Prof. Dr. Celal Göle, yayımcı ve yazar Remzi İnanç, Aren’in eşi Munise Aren ve oğlu Haldun Aren ile çok sayıda öğretim üyesi katıldı. Tören, Prof. Dr. Sadun Aren’in yaşamını konu edinen bir dia gösterisiyle başladı. Prof. Dr. Celal Göle, törende yaptığı konuşmada, iktisat ve siyaset bilimi tarihinin Aren’den önce ve Aren’den sonra olarak ayrılması gerektiğini söyledi. Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı Ali Çolak, Aren’in bilim dünyasında çok değerli bir isim olduğunun altını çizdi. Konuşmaların ardından SBF Dekanı Prof. Dr. Göle, “2007 Mülkiye Büyük Ödülü”nü, Aren’in eşi Munise Aren ve oğlu Haldun Aren’e verdi. Daha sonra Aren’in bir dönem asistanlığını üstlenen Tuncer Bulutay, Bilsay Kuruç, Muharrem Kılıç ve Erden Öney, Aren’le ilgili anılarını anlattı. Tören, Borusan Quartet Klasik Müzik Topluluğu’nun verdiği konserle son buldu. CUMHURİYET 15 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle