Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 17 ŞUBAT 2008 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Semih’i de yitirdik... emih Vaner’i 12 Şubat, geçen salı akşamüzeri yitirdik. Hepimizin, tüm dost ve yakınlarının başı sağ olsun. Yeri doldurulamaz bilim adamlarımızdan, ‘eş’i bulunamaz nadir insanlarımızdan, arkadaşlarımızdan biriydi. Bu ‘eşsizlik’ laf olsun diye sarf edilmiş bir sözcük değil. O son derece tutucu Fransız idari ve akademik dişlilerinin arasından sıyrılıp, Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsü ve Fransız Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi (CNRS) gibi bir kuruma girmek, başlı başına devasa bir hendeği atlamak olduğu gibi, bir Türk olarak kendini kabul ettirmek, uçurum aşmak gibi bir süreç. Hem de ruhunu, onurunu, aydın dürüstlüğünü kaybetmeden... Matem yazısı yazmak her zaman çok acı. Her türlü yazıdan daha ağır ve yorucu. Ancak birilerinin bu gölgedeki büyük insanlara asgari vefayı göstermesi, onlardan kalan izleri vurgulaması bir boyun borcu, asgari şükran ifadesi. Berlin Festivali’nde Fatih Akın’la boy gösteren, ‘yeni keşif, transparan göçmen kızımız’ (!) ile anında tanışırsınız, ama eserleri asırlar boyu Türkiye’yi tanıtacak bir göçmen bilim insanı Semih Vaner şu fani dünyadan göçer gider de, o boyalı basın, hakkında tek kelime etmez. Aslında Semih’i belki bir kısmınız Türk basınındaki bir iki yazısından veya “Unutkan Tarih (Sovyet Sonrası Türk Dilli Alan)”, “TürkYunan Uyuşmazlığı” (Metis Yayınları) gibi Türkçeye de çevrilmiş çalışmalarından tanıyabilirsiniz. Semih’in eseri elbette ki bunun çok ötesinde. 26 Temmuz 1945 İstanbul doğumlu Semih, SaintBenoit Lisesi’ni bitirdikten sonra Lozan’da Siyasal Bilgiler okudu. Doktorasını Paris Sorbonne Üniversitesi’nde tamamladı. Devrinin bütün idealist solcu gençleri gibi heyecanla ülkesine göreve koştu. İstanbul Üniversitesi’ne girdi. Bursa Uludağ Üniversitesi’nin kuruluşunda yer aldı. Karanlık 12 Eylül tünelinden çıkışı 198182 yıllarında Paris’te buldu. Zorlu bir süreçten sonra Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsü ve CNRS bünyesinde kurulu CERI / Uluslararası Araştırma ve İncelemeler Merkezi’nde öğretim görevlisi ve araştırmacı olarak çalışmaya başladı. Keskin zekâsı, eleştirel bakışı, bilimsel titizliği, zengin mizah özelliği ona seçkin bir konum kazandırdı. Bugün de Türkiye’nin PARİS gündeminde olan demokratikleşme, AB ilişkileri, TürkYunanKıbrıs sorunu, Ermeni tartışması, Kürt ve benzeri çok etni ve UĞUR HÜKÜM kültürlülük sorunları gibi konularda yazdı, araştırdı, ulusal ve uluslararası arenalarda, Türkiye’nin, Türk toplumunun, insanının uzun vadeli yararları doğrultusunda mücadele etti. Yorulmaksızın her sorulana cevap, her davete icabet etti, binlerce genç öğrenci yetiştirdi, eğitti. 1984’te “Fransız Doğu Akdeniz ve Türkİran Dünyası Araştırmaları Derneği / AFEMOTI” bünyesinde çıkarttığı bilimsel CEMOTI dergisi, alanında bir ilkti. 10 kişisel ve kolektif araştırma kitabı, çok sayıda bilimsel makale ve katkısı olan Semih Vaner, Le Monde, Le Figaro ve Libération başta olmak üzere tüm Fransız basınyayınında çıkan yazı ve konuşmalarıyla Türkiye konusunda ölçüt isimdi. Dünyada, Fransa’da Türkiye için düzenlenen sayısız eylem ve toplantıda ülkesinin gerçek, dürüst bir aydını olarak yer almış, AB ve Fransız yöneticileri tutarsız politikalarından ötürü şiddetle eleştirmiş ve katıksız bir insan hakları savunucusu olmuştu. Kendini yalnızca bugün 19 yaşında olan oğlu ve akademik ve siyasi mücadelesine hasreden bu parlak bilim insanı sürekli yeni projeler üretmiş, sayısız kolektif çabanın başını çekmişti. 35 yıldır Fransa’da yaşayan biri olarak sizlere acımızın derinliği ve kaybımızın büyüklüğünü nasıl anlatmalıyız, bilemiyoruz. Fransız kamuoyunun cahilliğine, başta Fransız sağcı ve milliyetçi politikacıların çalışmaları olmak üzere radikal Ermeni çevrelerin baltalayıcı faaliyetleri, Türk makamlarının beceriksiz, silik tavır ve tepkileri ve de elbette ki Türkiye’deki içler acısı siyasi gelişmeler eklenince cevaplanacak yoğun soru ve sorunların sorumluluğu kısmen de olsa iki elin parmak sayısını geçmeyen Fransa’da yaşayan Türk ve Türkiye kökenli aydına düştü. Bu aydınlarımızın başında Semih’in de “En Büyüğümüz” olarak nitelediği, 19 Temmuz 2005’te 63 yaşında aramızdan ayrılan bilge insan, Stefan Yerasimos geliyordu. Semih Vaner geçen yıl, ansiklopedik referans gibi kalacak, çok sayıda uzmanın katkılarıyla hazırladığı “La Turquie / Türkiye” başlıklı bir kitabını ona ithaf etmişti. Şimdi de öteki “En Büyüğümüz” bizi öksüzyetim bıraktı. Son konuşmalarımızdan birinde şöyle demişti, “Nicolas Sarkozy dünya için Recep Tayyip Erdoğan’dan daha büyük bir tehlikedir. İkincisi kendi düştüğü yeri yakar, ilki Avrupa’yı, yani dünyanın aydınlık yüzünü...” Batı tipi materyalizm eş altı metre uzunluğundaki tezgâhın üstü sıra sıra dizilmiş oymalı kakmalı, gümüş rengi, altın rengi, eski kapı kollarıyla dolu. Hemen yanındakinin üstünü ise rasgele atılmış, pergelli gönyeli mason locası amblemleri kaplamış. Yüzlerce metrekarelik alana yayılmış, yüzlerce tezgâh… Tüm Belçika’ya yayılmış, genellikle pazar günleri açık havada kurulan, adeta Belçika’nın simgesi haline gelmiş “bitpazarlarından” birindeyim… Daha fazla kazanıp daha az harcamaya takıntılı onlarca insanla birlikte, genç yaşlı, “homoekonomikusların” arasında dolaşıyorum… “Brocante” denilen bu pazarlarda insan aklından geçen geçmeyen “meta” adına ne varsa bulunur. Elbise, gecelik, palto, inanılması güç ama, tek veya çift epeyce kullanılmış ayakkabı, çatal, kaşık, oyuncak, çoğu Avrupa gustosunu yansıtan eskiyeniantika çeşit çeşit obje, masa örtüsü, şemsiye, yastık kılıfı, peruk, vida, yatak, yorgan, her ebatta boş kutu, boy boy şişe, araba plakası, kulüp arması, gardırop, lazımlık, davul tozu, minare gölgesi, horoz ibiği vs, vs… Marx, “meta fetişizmi” kavramını Brüksel’de S B çocuğunuzu bağırta bağırta elindeki lolipopu yaşadığı yıllarda, bir pazar günü alıp rafa geri koyacak kaç satıcı vardır, bitpazarlarından birini turladıktan sonra Edirne’den Kars’a kadar herhangi bir ortaya atmış olabilir mi acaba, diye varsıl/yoksul bakkalında 70 milyonluk düşündürecek kadar bol miktarda “meta” ve yurdumun? Veya, hamam sıcaklığında bir “meta fetişisti”… mağazada elinde bir sentlik tek bir vida, 15 Hiçbir şey, “Avrupalı kafasını” sabahın çok dakika kasa kuyruğunda bekleyen bir hamile erken saatlerinde kurulan bitpazarlarında kadının alnındaki boncuk boncuk satılanların ve satın alınanların terlere gözünü dikip şöyle diyecek veya satanların ve satın alanların BRÜKSEL kaç kasiyer çıkar Edirne’den çizdiği bu rengârenk tablodan daha Kars’a kadar yurdumun herhangi kestirme anlatamaz. “Batılılar bir varsıl/yoksul aktarında? materyalisttir” lafını tamı “Bunu aldığınız rafa götürün, tamamına anlarsınız. Avrupalı raftaki tartıda tartıp etiketini kaldırımlarda yalpa vurup sağa ÇİMEN TUNÇ yapıştırın ve geri gelin…” sola çarparken başınıza gelenleri BATURALP Bir sent eksik kalınca alışveriş hatırlarsınız, olup bitenleri bir duruyorsa, paketler açılıp satılan çırpıda anlamlandırırsınız. mal anında yerine geri konuluyorsa, “bir “Para”, “meta”, “iş”, “fiş”, “alışveriş”, sent” Avrupa’da büyük paradır. Cebinize “vergi”, “hak” ve “hakkına pençe koyun pek kıymetli bir sentinizi alışverişe geçirme” konu olduğunda bir nefeste uzun çıkın. cümleler dökülür ağzınızdan En varsıl semt okullarında bile ailelerin eski “materyalizme” dair. Sorarsınız… eşyalarını satmak için tezgâh kiraladıkları Yirmi Avro’luk banknotunuzu bozmayınca, belli günler olur. Senede birkaç kez çok cüzdanınızdaki bütün bozuk paraları bir, bir, bir, bir tezgâha koyduktan sonra, 1 sent, evet önceden ilan edilmiş tarihlerde, çoluk çocuk, bazıları belki de bir başka bitpazarından sadece 1 sent eksik kaldı diye, 3 yaşındaki alınmış, yıkanıp paklanmış eşyalarını satmaya çalışırlar. İşte o tezgâhlarda bir sente satılan bir şeyler mutlaka bulunur. Gelir düzeyi sıralamasında dünyada 15’inci olan 10 milyonluk Belçika’da, 61. olan 70 milyonluk Türkiye’dekinden çok daha fazla insan kişisel eşyalarını o pazar tezgâhlarının üstüne serer ve çatır çatır pazarlık ede ede satar. Haftalık “Brocante” dergilerinde ilan edilen pazar eğlencesi bitpazarlarından birini her gezişimde, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesinin en başta “ekonomik” nedenlerden ötürü imkânsız olduğu duygusuna kapılırım. Öyle ya, aramızda kapanması güç bir uçurum var. Türkiye, villasının garajındaki BMW’sine atlayıp pazar sabahı 8.00’de kızına bitpazarından ikinci el palto alacak kadar veya oğlunun küçülmüş çorabını 5 sente satacak kadar yoksul insanların yaşadığı fakir bir ülke mi? Buz gibi bir Brüksel sabahında, ellerim cebimde, tezgâhlar arasında, bir yandan dolaşır, bir yandan düşünürüm… “Yoksulluk” nedir biliriz de “varsıllık” nedir sahiden?.. Balet Hubbe’nin veda dansı S ahnelere veda eden ünlü balet Nikolaj Hubbe, ‘jübile’ performansıyla izleyicileri son kez büyüledi. New York Şehir Balesi’nde 15 yıl baş dansçı olarak boy gösteren Hubbe, Amerikan dans dünyasının unutulmayacak isimleri arasına girdi. Hubbe sanat yaşamını, ilk eğitimini aldığı Danimarka Kraliyet Balesi’nde yönetmen olarak sürdürecek. (AP) ‘Turizmin başına da türban’ kaygısı sveçli emekli öğretmen karıkocanın Alanya’da evleri var, her yaz iki, üç aylarını orada geçiriyorlardı. Karşılaştıkça, Türkiye’nin havasından, suyundan konuşuyorduk. Havalar sıcaksa, güneşliyse kışın da gidiyorlardı. Ancak, birkaç gün önce endişeyle geldiler. Günlerdir İsveç ve dünya medyasından izledikleri Türkiye ile ilgili türban haberleri karşısında tedirgindiler. “Türban tartışmaları onları ilgilendirmez” diyemezsiniz. Türkiye, onlar için de bir can pazarıydı. Zaten son yıllardaki yabancıların Türkiye’de mülk edinmeleriyle ilgili tartışmalardan rahatsız olmuşlardı. Trabzon’da rahibin öldürülmesinden, Hrant Dink suikastından, yabancı din adamlarına yapılan saldırılardan tedirgindiler. “Türkiye İran olur mu” onların da endişesiydi. Onlar da “Sıra bize de gelir mi” diye soruyorlardı. Adını tam koyamıyorlardı ama, bu gidişin sonunda 67 Eylül benzeri olayların yeniden yaşanacağından kaygılanıyorlardı. Caddelerde, kısa etekli kızlara bile saldırılabildiğine göre, deniz kenarında rahatlıkla güneşlenmenin güvencesi var mıydı? Bu yaz, Türkiye’ye gidip gitmeme konusundaki kararsızlıklarından söz ediyorlardı. Onları nasıl yatıştıracağımı bilemiyorum. Özellikle kadın çok tedirgindi: “Ne oluyor?” diyordu, “Bu kavganın sadece altındaki bir tutam saç için olduğuna inanmıyorum. Başka şeyler var bu işin içinde...” diyordu. Türkiye’yi sevmişler. On yıldır orayı ikinci ülkeleri olarak bilmişler. Onlara “turist”, onlara “yabancı” diyemezsiniz. Türkiye’de etin, domatesin, ekmeğin fiyatlarını ben bilmiyorum, onlar MALMÖ biliyor. Tarihi incelemişler, Türkiye coğrafyasını tanıyorlar. Bazen bizim göremediğimiz ayrıntıları ALİ HAYDAR bile yakalayabiliyorlar: NERGİS “Kemal Atatürk, bir zamanlar, ‘Beyler, buna şapka derler’ demişti... Şimdi de, birileri, ‘Beyler, buna türban derler’ mi demek istiyor? Örtü, şapkadan öcünü mü alıyor” diye soruyor adam. Buralarda, her olur olmaz yerde, ülke sorunlarını uluorta konuşmak istemiyorum. Ancak, İsveçli karıkocanın bu telaşı karşısında benim de yüzümde tikler belirdi. Kadın, “örtünün altındaki saç” konusundaki endişesini yineliyor. Kadınların, saçlarını erkeklerden gizlemeleri düşüncesini inandırıcı bulmuyor. Türbanın üniversitelerde serbest bırakılması kararıyla ilgili olarak da, “Üniversitelerdeki erkek öğrencilere potansiyel suçlu gözüyle mi bakılıyor? Neden kızlar, özellikle üniversitelere örtünerek girmek istiyorlar” diye soruyor. Bu soruyu, “İlk adım üniversiteler... Yedirebilirlerse, sıra ilkokullara, liselere de gelecek. Oralardaki küçük kızlar da, saçlarını yaşıtları erkeklerden gizlemek için örtünecekler...” diyerek yanıtlamak istiyorum. Ancak, onları daha fazla kaygılandırmamak için düşüncelerimi kendime saklıyorum. Dikkatimi çeken başka bir konu da şu: Her yıl bu aylarda İsveç televizyonlarında, gazetelerinde boy boy turizm ilanları yayımlanırdı. Türkiye’deki turizm yöreleri tanıtılır, İsveçli turistler, yazın tatile gitmeye özendirilirdi. Bu yıl, bir durağanlık var. Aynı canlılık yok. Adeta yaprak kımıldamıyor. Turizm, zaten son yıllarda kötü gidiyordu. Bu yıl, turizmin başına da türban geçirilebilir... Bütün yetkilileri şimdiden uyarmak istiyorum. Sakalımız yok, sözümüz para ederse tabii... alinergis@yahoo.se İ Çakırkeyf insanlar coşkulu ir şaraphaneden sokağın taşlarına vuran ışıkta iki kara kedi oturuyor. İçeri girmek için fırsat kolluyorlar. Hava soğuk. Birden kırbaç sesleri, eski evlerin duvarlarında yankılar. Kediler kaçışıyor, karanlıkta kayboluyorlar. Şaraphaneden insanlar sokağa dökülüyor. Rengârenk giysili kadınlar, erkekler. Kahkahalar atıyorlar. Bağrışıyorlar. Ellerindeki uzun deri kırbaçları havada şaklatan gençler sokağa giriyor. Çığlıklar atarak. Şarap kadehleri elden ele dolaşıyor. Çakırkeyf insanlar coşkulu. Yaşlı bir kadın toprak sürahide daha çok şarap getiriyor. Hep birlikte içiyorlar. Kırbaç şaklatanlar sokağın karanlığında uzaklaşıyor. Dar sokaklar karanlık. Bomboş. Cumbalı evlerin küçük pencerelerinde tek tük ışık. Perdeler ardında insanlar uyanıyor. Birkaç sokak ötede başka bir şaraphanenin önü de kalabalık. İçeriden müzik sesi duyuluyor, neşeli insanların şarkıları. Kırbaçlıların geldiğini görenler el sallıyor, bağrışıyor. İçeride ayakta duracak yer yok. İnsanların yüzleri boyalı. Beyaz, kırmızı, turuncu. Giysileri de renkli. Müzisyenler masalara çıkmış. Genci yaşlısı insanlar hopluyor zıplıyor, şarap B zıplıyorlar... Kimileri yola sürahileri elden ele dolaşıyor. fırlıyor, dans ediyor. Kemerin Bunalan kendini dışarı atıyor. loşluğunda ortaçağ süvarileri Kentin ıssız sokaklarında görünüyor. Arkalarında yürümek güzel. Havada kar rengârenk giysileri ile kokusu var. Sabah olmak müzisyenler, uzun kırbaçlarını üzere. Ötelerden yine müzik sesleri. Gittikçe yaklaşıyor. Ve havada şaklatanlar... Sonra da maskeli, renkli uzun kadınlı erkekli büyük bir giysili insanlar kara kapıda orkestra köşeyi dönüyor. görünüyor, hoplaya zıplaya. Rengârenk giysili bu insanlar Gülen, ağlayan, şaşkın, öfkeli, da coşku dolu. Az sonra kötü bakışlı maskeler tahtadan güneşin ilk ışınlarıyla bütün oyma. Değişik. Giysiler gibi. kent ayaklanacak! Rottweilin Somurtkan, dişlerini gösterip tarihi sokaklarında kırbaç ve sırıtan, ağızlarını kocaman müzik sesleri... açan korkutucu suratlar erkek Yolun iki yanı insan dolu, dizi maskeleri. Gülen, dizi. Cumbalı evlerin pencereleri STUTTGART yumuşak hatlı olanlar kadın de. Salkım saçak... maskeleri. Afacan, Herkes bekleşiyor. yaramaz, kimi Tarihi taş kulenin yılışık maskelerin kocaman saati ardında çocuklar... sekize geliyor. Giysiler gibi Heyecan doruk AHMET ARPAD maskeler de çok noktasında. eski, tarihi. İnsanlar Yenilerini yapan ustalar artık konuşmuyor. Sadece küçük ender Karaormanlar’da. çocuklar heyecanla sağa sola Çıngırak ve zil sesleri müziğe koşuşuyor. Birden çan sesleri karışıyor. Yürüyüşü bırakıp, tüm kenti dolduruyor. yol kenarında duran insanlara Rottweil’da güneş doğuyor. koşan, onları ellerindeki uzun Taş kulenin altındaki büyük sopalarla dürtükleyen, kemerin kara kapıları ağır ağır kulaklarına bir şeyler açılıyor. Trompetler, mırıldanıp, acayip kahkahalar borazanlar ve davulların atanlar oluyor. Sonra çaldığı Faşing marşı hoplayarak, zıplayarak yine duyuluyor. Gergin bekleşen uzaklaşıyorlar. Tuhaf insanlar artık kendilerini yaratıklar bunlar. Komik ve tutamıyor. Hep birden hüzünlü, çekingen ve bağrışıyorlar, haykırıyorlar, korkutucu maskelerin ardında kimler gizli? İnsanlar onlara gülüyor ve onlardan çekiniyor... Önümüzde duran, olup biteni sessizce seyreden yaşlı adamın yüzü kireç rengi. Yanındaki yaşlı eşi de hüzünlü gibi, neredeyse gözlerinden yaşlar akacak. Tek sevinen, ellerinden tuttukları küçük kız. Başını uzatıp, geçenlere bakıyor. Bıraksalar fırlayıp maskelilerin arasına karışacak. Rottweilin ana caddesinde duygular doruk noktasında. “Çılgınlık günleri”nde kent insanlarının içinden neler geçtiğini anlamak pek kolay değil. Sevinç ve hüzün, özlem ve sonsuzluk duyguları... “Bu kara kapıdan geçip, kendini kentin sokaklarına bıraktın mı bambaşka bir insan oluverirsin” diyor yaşlı adam, elinden tuttuğu küçük kıza eğilip. Sanki bütün vücudu bir an için titriyor. Eski Faşing marşları duyuluyor. Büyük bir orkestra görünüyor. Üzerlerinde ortaçağ giysileri. Rottweil’da Faşing sokak eğlencesi, halk sevinçli. Kışı kovalıyorlar, ilkyazı karşılıyorlar. Bu sevinç bazen gürültülü, bazen anlaşılmaz... Güney Almanya’da bir Faşing daha geride kaldı. www.ahmetarpad.de CUMHURİYET 10 K