07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 ŞUBAT 2008 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Ulusal Çıkarlarımız Işığında Kıbrıs 25 yıldır fiili bir gerçek olan KKTC yaşatılmalıdır. Güçlendirilmelidir. Bunun için diplomatik çabalarımızla, KKTC’nin uygun ülkelerce tanınması sağlanmalı, TSK Kıbrıs’ta barış unsuru olarak varlığını sürdürmelidir. PENCERE Türkiye’nin Yönü İran’a Doğru... Bizim Başbakan Recep Tayyip gazetelerimizde yayımlanan “çırılçıplak kadın” fotoğraflarına kafayı takmış... Gazetecileri suçluyor... Alı al, moru mor, suratı asık, yüzü kasık, çehresi gergin, öfkeli ve bozuk, diyor ki: “ Gazetelerin baş köşelerinde bu toplumun ahlak değerleriyle ters düşen çırılçıplak kadın resimlerini sizler basıyorsunuz...” Vallahi doğru... Daha üç beş gün önce gazetelerin manşetlerinde Carla Bruni’nin bir fotoğrafı vardı... Görülecek şeydi... Carla çırılçıplak yatmış, poposunu objektife çevirmiş, ayaklarında çizmeler... Resim iç gıcıklayıcı... Gel de basma... Carla Bruni kim?.. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy adındaki adamın nikâhlı karısı... ? Dünya garip... Bizim Cumhurbaşkanı karısını tesettüre mahkum ederken, Fransa Cumhurbaşkanı soyuyor... Nasıl çıkacaksın bu işin içinden?.. Çıkılması güç değil... Kadın ile erkeği eşit saydığın an iş biter... Kadın ne erkekten aşağı, tesettüre mahkum, günah kaynağı bir yaratık sayılır; ne de piyasaya pazarlanması makbul bir meta yerine konulur... ? Türkiye üniversite kapılarında türban kavgasıyla birbirine girip ikiye ayrıldı... Aferin RTE’ye!.. Sandıktan çıkıp ülkeye hizmet edeceğine toplumu gerilimin doruğuna taşıdı... MHP’yi de kafakola alıp dinsel gerekçeyle anayasayı deldi... Ancak Erdoğan da, Bahçeli de, hukukçular da, hukuktan anlamayanlar da biliyorlar ki yapılan değişikliğin neye yarayacağı belli değil... Peki, bilinen ne?.. Hiçbir şey... ? Akıldan fikirden zerre kadar nasibi olan kişi, yapılan işin saçmalığını ilk bakışta görür... Türban... Çarşaf... Çador... Sıkmabaş... Başörtüsü... Tesettür açısından bunlar arasında fark yoktur... Üniversiteye türbanla giren kızı neden, hangi gerekçeye dayanarak çarşaftan yoksun bırakacaksın?... Bir gerekçe bulun ki türbanı olumlu bulsun, başörtüsünü ya da sıkmabaşı içlesin; çarşafı dışlasın... Olanağı var mı?.. Bir giyim ki bedeni ve başı örtüp yalnız yüzü açıkta bırakıyor... Çarşafın ne günahı var?... ? Türkiye’de tartışılan ne türban, ne sıkmabaş, ne de başörtüsü... Türkiye İranlaşıyor... Ayetullah sivil darbe sonucunda Fransa’dan Tahran’a gelmişti... Fethullah şimdi Amerika’da, Türkiye’ye hareket gününü bekliyor... Göz göre göre Türkiye dincilik batağına gömülüyor... Görmemek için kör olmak gerek... Sanat GALİBA Bacon’undur akılda kalan şu söz: “Sanat, doğaya eklenen insandır.” Başbakan’ın “Öfke bir hitabet sanatıdır” dediğini duyunca bu sözü anımsamadan durabilir misiniz? Demek ki, Meclis kürsüsüne ya da kalabalıkların karşısına çıkarken, iyi hatip olabilmek, yani sanatını “icra” edebilmek için önce öfkelenmesi, daha doğrusu kendi kendisini öfkelendirmesi gerekiyor. Belki, iyi bir Stanislavski oyuncusu olarak daha önceki duygularını, kızgınlıklarını, yaşadığı olayları, hınçlarını anımsayarak. Aslında yaşananlar, yalnız bizim toplumda değil, bütün toplumlarda yaşanmaktadır: Toplumu ileriye, daha iyiye çekmek isteyenler ile yerinde tutmak, hatta geriye itmek isteyenler arasındaki çelişki, çekişme, mücadele, yani savaşım; duruma göre hangi sözcük uygun düşüyorsa o. Örneğin, Üçüncü Selim’e karşı Kabakçı Mustafa tayfası, Mithat Paşa’nın çırpınışlarına karşı İkinci Abdülhamid’in istibdadı, Jön Türkçü “mektepli zabitan”a karşı 31 Mart’ın alaylı “Avcı Taburları”, Mustafa Kemal’e karşı Babıâli ve Mütareke “matbuat”ı, Kubilay’a karşı Menemen olayının yobazları ve nihayet Kemalist Cumhuriyet ile karşısındakilerin bitmeyen diyalektiği. Sayın Başbakan’ın, sanatını “icra ederken”, Tevfik Fikret’in değil de Mehmed Akif’in üslubunu ve neredeyse sözcüklerini kullanması boşuna değildir. alnız, şimdi yaşanmakta olanlar daha öncekilerden çok farklı. Örneğin, dış destek açısından, Milli Mücadele sırasında Kemalistlerin karşısına dikilenlerin arkasında bu kadar büyük bir kalabalık toplanmamıştı. Şimdi, yalnız İngilizlerle Yunanlılar, yahut sadece “yedi düvel” değil, ABD’yle AB’li topluluklar ve bugünün dengelerinde Türkiye’ye yeni bir rol biçmiş olan bütün Batı dünyası, insan hakları ve özgürlük kavramlarını ancak kendi işlerine geldiği zamanda ve ölçüde kullananlar, bu ülkenin kendine özgün devrimini bir türlü anlamak istemeyen sözde “müttefik”ler. İçte, doğal olarak her zamanki karşıdevrimciler değil, ilericilik, çağdaşlık adına, hatta ulusalcılık niyetine karşıdevrimcilerle işbirliğine soyunmuş olanlar. Kısacası, her dönemde olduğu gibi bir bölünme; ama göz gözün görünmediği, safların belirlenmediği, karmakarışık türden bir ayrışma; “cepheleşme” demeye “bin şahit ister”. ma, mademki kritik bir dönemece gelinmiştir ve Cumhuriyet’in geleceği söz konusudur, onu geriye çevirmek isteyenlerin çeşitliliğine, karmaşıklığına, içli dışlı yapısına karşı verilecek mücadelenin tutarlı, dayanışmalı ve geleceğe ilişkin olarak özellikle de bilinçli bir eşgüdüm içinde yürütülmesi gerekir. Karşının sayıca üstünlüğü ancak akılcılıkla yenilebilir. Tanju ERDEM Amiral (E) on yıllarda uluslararası sorunlarda Türkiye’nin ulusal çıkarlarının ABD ve AB talepleri karşısında etkinlikle savunulmadığını görüyoruz. Bu hususta en belirgin örneklerden biri Kıbrıs sorununda izlenen yoldur. Bilindiği üzere Kıbrıs’ta Türk ve Rum toplumlarının yönetimde 30/70 oranında ve eşit haklara sahip olduğu Federal Kıbrıs Cumhuriyeti 1960’ta kuruldu. Türkiye, Yunanistan, İngiltere bu devletin garantörleri idiler. Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar bu Cumhuriyeti Enosis’e geçişin ilk adımı olarak kullandılar. 1963 Kasım’ında Makarios, Kıbrıs devleti anayasasını tek taraflı değiştirerek Türkleri yönetimden dışlayacak, 1963 Aralık’ında ise EOKA tedhiş örgütü vasıtasıyla Türk toplumunu katletme ve de adadan kaçırtmak üzere AKRİTAS planını yürürlüğe koyacaktı. Yüzlerce soydaşımızın katledilmesiyle sürdürülen bu tedhiş hareketleri, Türkiye’nin havadan müdahalelerine ve Rauf Denktaş’ın önderliğindeki Türk Mukavemet Teşkilatı’nın direnmesine karşın 1967 yılına kadar devam etti. Can güvenliği uğruna dağınık işyerlerini, topraklarını terk eden, çadırlara yerleştirilen soydaşlarımız bir yandan da ağır bir iktisadi ablukaya maruz bırakıldılar. S Y Bugüne geliş 1974 Temmuz’unda Yunan Askeri Cuntası Kıbrıs’ta darbe yaparak Makarios’u devirip azılı bir EOKA teröristini cumhurbaşkanlığına getirdi. Bu bir Enosis girişimiydi. Darbeciler karşıt Rumları ve Türkleri katletmeye başladılar. Türkiye 20 Temmuz 1974’te Başbakan Bülent Ecevit’in başında bulunduğu yönetimin usta diplomasisiyle soğuk savaşın taraflarını hareketsiz kılarak, garantör sıfatıyla Kıbrıs’a askeri müdahalede bulundu. Harekât iki aşamada başarıyla sonuçlandırıldı. Adanın kuzey kesimi (yüzde 30 kadarı) Türk kontrolüne girdi. Rumlar bundan böyle kalıcı bir barış için yapılan müzakerelerde uzlaşmaya hiç yanaşmadılar. İki toplumlu, iki bölgeli, iki egemen yönetimlerin eşit koşullarda federe bir çatı altında kurulmasına karşı çıktılar. Kafalarında Batılı güçlerin desteğiyle Türklerin azınlık olarak yaşatılacağı, zamanla varlığını yok edecekleri bir Kıbrıs Rum Cumhuriyeti vardı. Bu ortam ve koşullarda 1983 yılında Rauf Denk taş’ın liderliğinde KKTC kuruldu ve yerleşik bir yapı niteliği kazandı. 2002 Kasım’ında iktidar olan Türk yönetimi ABD ve AB taleplerine genelde uyum gösterirken bu durumdan Kıbrıs da etkilendi. Türkiye’nin AB’ye girmesi için Kıbrıs sorununun mutlaka çözümlenmesi gerektiğini öngören zihniyet; Annan Planı denen ve KKTC’nin ilga edilerek parça devlet adıyla tanımlanan ve adanın kuzeyindeki yüzde 30’un üzerindeki Türk topraklarının en verimlilerini Rumlara terk ederek yüzde 10’lara indiren, bünyesine yaklaşık 200 bin Rum’u daha katacak olan, 60 binin üzerindeki Türk’ü, Rum’a verilen topraklardan göç ettiren, 50 bin civarındaki Türk’ü Anavatana döndüren zihniyettir. Rumların Türk topraklarındaki eski taşınmazlarını bireysel olarak geri almalarına olanak veren, kısa erimde Rumları Türk parça devleti yerel yönetimlerinde de iktidar yapabilecek olan, Türkiye’nin garantörlüğünü sulandıran ve giderek yok eden bu planı kabul ettikleri gibi, AB’nin ve Türkiye yönetiminin sağladıkları olanaklarla ve desteklerle ve yoğun propagandalarla Kıbrıslı soydaşlarımıza referandumda plana evet dedirttiler. Kıbrıs Türk’ünün fedakâr, cefakâr, vatansever evladı Rauf Denktaş da yönetimden uzaklaştırıldı. Sabırsız ve uzak görüşlülükten yoksun Rumlar ise planı reddettiler. Böylece oyun bozuldu. Annan Planı çöpe atıldı. Keza görüldü ki AB’nin soydaşlarımıza yönelik, yaptırımların kaldırılacağı vaatleri bir aldatmacadır. Bu süreçte Türkiye’nin yeterli ve etkin bir tepki ve direnç göstermemesi sonucu uluslararası hukuka karşın en doğal hakkımız olan Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin AB’ye girmesini önleyemedik. tasfiyesi anlamına gelmez mi? Güçlü Türk askeri varlığından yoksun birleşmiş bir Kıbrıs’ın kuzeyinde Türk parça devletinde Rumların yerel yönetimleri ele geçirme, taşınmazları sahiplenme, ekonomik hâkimiyet kurma, vb. nedenlerle doğması olası ihtilafları ağır silahlarla donatılmış Rum tarafının tedhişle ezmesi girişimine karşı 1974’te olduğu gibi az kayıpla müdahale olanaklı mıdır? Kendi ellerimizle verdiğimiz egemenliği gelecekte bile bile riskler alarak kurtarmaya çalışmak uygun bir hareket tarzı olabilir mi? Türkiye jeopolitiği ve jeostratejisi açısından Doğu Akdeniz’de de Rumların hâkim konuma geçmesinin Türkiye açısından anlamı ve önemi nedir? Kanımızca Türkiye’yi yönetenler tüm bu ve benzer faktörleri idrak etme ve değerlendirme durumundadırlar. Kıbrıs’ta sorunun kalıcı çözümü için, dil, din, kültür, etnik yapı faktörleriyle benzeşmeyen, beraber yaşama konusunda müşterek rızaları olmayan iki toplumun, bugün olduğu gibi kendi bağımsız devletleri içinde kendilerini geliştirmeleri uygun model olacaktır. Bu durumda Türkiye, KKTC’yi himayesi altına alabilir. Türkiye bu tezi formüle etmeli, dünyaya uygun zaman geldiğinde deklare etmelidir. Tezin kabulü bugünkü dünya konjonktüründe mümkündür. Türk Kıbrıs Devleti Enosis’i gerçekleştirme ya da üniter Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ni kurma yolunda Federe Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkan, anayasasını tağyir eden Rumlardır. Yakın zamanlarda Kıbrıs Türk’ü ile eşit koşullarda, bir federal yapı içinde bulunmayacağını dünyaya ilan eden de Rumlardır. Rumun tavırları, emelleri değişmemişken biz neden Rumla birleşelim diye ısrar ediyoruz? 25 yıldır fiili bir gerçek olan KKTC yaşatılmalıdır. Güçlendirilmelidir. Bunun için diplomatik çabalarımızla, KKTC’nin uygun ülkelerce tanınması sağlanmalı, TSK Kıbrıs’ta barış unsuru olarak varlığını sürdürmelidir. Zamanla ikili ilişkiler, TürkiyeYunanistan iyi komşuluk ilişkilerine koşut eşitlik, saygı içinde yumuşayabilir. Burada Türkiye’nin ulusal birliğini pekiştirerek güçlenmesi, Yunanlı ve Kıbrıs Rumu’nun büyük Yunan ülküsünü tarihin derinliklerine içtenlikle gömmeleri ve Rumların yetişen kuşaklarına vereceği eğitim felsefesinin değişimi önemlidir. Bir turizm, kültür, eğitim, tarım ve ticaret merkezi olarak geliştirilecek Türk Kıbrıs Devleti kalıcı olarak tarihte yerini alırken, bu Türkiye için de Doğu Akdeniz’in güvenliği açısından yaşamsal bir durumu ortaya koyacaktır. Varılan nokta Şimdi tüm bu olanlardan sonra Rumların niyetleri aşikâr iken Türkiye yönetiminin ve KKTC Cumhurbaşkanı’nın Kıbrıs sorununun çözümü için, Rum seçim sonuçlarını bekleyip, ölü Annan Planı’nı diriltmeye çalışarak birleşmiş Kıbrıs tezini ısrarla savunan beyanlarının manasını anlamak mümkün müdür? Papadopulos’un yerine Hristofiyas’ın seçileceği beklentisi içinde olanlar Rumların şahıslara bağlı olmayan milli ve tarihi kökleri olan bir politika izlediğini nasıl göremezler? Annan Planı’nın diriltilmesi Kıbrıs Türk’ünün orta erimde varlığının Kıbrıs’tan A [email protected] Yüksek Faiz ile Türban Ali ATEŞ A BD’den mortgage (tutsat gayrimenkul kredi sistemi) krizi ile başlayarak reel ekonomiye ve dünyaya yayılmasının büyük bir olasılık olduğu uluslararası (küresel) finans krizinin tartışıldığı günleri yaşıyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetleri, 3 Kasım 2002 tarihinden günümüze, dünya ekonomisinin en yüksek reel faizlerinden birini ödeyerek ve ödemeye devam ederek Türkiye’nin iç ve dış borçlar tutarının özel ve kamu toplamı olarak 218 milyar dolardan 436 milyar dolara çıkmasına neden olmuştur. Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin 80 yıllık birikimli borcunun 5.5 yıl gibi kısa bir sürede yüzde yüz artması anlamına gelir. Türkiye’nin yıllık milli gelir büyüme hızını aşan yüksek reel faiz (yaklaşık olarak yüzde 9), bir yandan, üretilen ulusal katma değerin faiz olarak kapitalist emperyalist ülkeler ile AKP’nin şürekâsı finanskapitalistlere aktarılmasına, diğer yandan Cumhuriyet döneminde yoktan var edilen kamu kuruluşlarının özelleştirme adı altında özel sektör kuruluşları ile birlikte yabancılaştırılmasına neden olmaktadır. AKP döneminde Türkiye’nin milli gelir artışını sağlayan ağırlıklı etken, yeni yatırımlar sonucu üretilen katma değer değil, ekonominin yüksek reel faizli borçla finanse edilmesidir. Bu, sıcak para nedeniyle cari açığın artmasına neden olduğu gibi, aynı zamanda işsizliğe çare üretmeyen bir büyüme olmaktadır. Siyaset referansı İslamiyet olan AKP, Kuranıkerim’de faizin yasaklanmış olmasına rağmen, yüksek faiz uygulaması, yanı sıra kayıt dışı ekonomiyi sürdürmek suretiyle şürekâsının ve işbirlikçilerinin ekonomik gücü nü ve servetini arttırmaya devam etmektedir. Dünyanın en yüksek reel faizlerinden birini ödeyerek ekonomideki istikrarı ancak sağlayabilen AKP, Türk ekonomisini olumsuz etkileme olasılığı yüksek olan küresel finans krizinden kurtulabilmenin yöntemini adeta türbana sarılarak bulmaya çalışmaktadır. AKP’nin, ABD ve AB kaynaklı fon girişlerinin azalması olasılığına karşı Asya fonları ile Arap petrodolarlarından oluşan fonları Türkiye’ye çekebilmek amacıyla türban kozunu ileri sürdüğünü söyleyebiliriz. Böylece, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile Türkiye bölümünde gerçekleştirmeye çalıştığı uygulamalarını, kendi siyasal İslamcı ideolojisi ile bütünleştiren AKP, ılımlı İslam devleti modelinin gereklerini yerine getirerek İslamcı Ortadoğu Arap ülkelerinin devlet ve petrodolar fonlarına göz kırpmaktadır. AKP ve ona payanda olan MHP’nin üniversitede türbanı serbest bırakma çıkışları, Türkiye’de olası ekonomik krizi kat kat aşabilecek bir krizin tohumlarını bağrında taşımaktadır. Yüksek faiz üzerinden kapitalist emperyalizmin uluslararası finanskapitali ile işbirlikçilik yaparak Türkiye Cumhuriyeti’ni ekonomik açıdan ABD ve AB’ye bağımlayan AKP, Kuranıkerim’in hükümleriyle de oynamaktan çekinmemektedir. Kuranıkerim’de yasaklanmış olan faiz ile farz olmayan türban, AKP ve şürekâsının siyasal İslamcı ideolojisini gerçekleştirebilmek amacıyla, ABD ile yaptığı işbirlikçiliğinin gereği olarak; laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik ve siyasal açılardan teslim olmasını sağlamaya yönelik unsurlardan ikisidir. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle