08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 ŞUBAT 2008 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 15 Dost Mektupları... James Baldwin Engin Cezzar arasındaki mektuplaşmalar yalnız bir dostluğu değil, büyük bir yazarın direncini, azmini de yansıtıyor… ıl 1967. Gazetecilikte ilk günlerim… Amerikalı yazar James Baldwin’in İstanbul’a geldiğini duyduğum an, bir randevu ile soluğu yanında almıştım… Saatler süren bir konuşma. Sorular, yanıtlar... Ertesi günün akşamı müzikli, içkili bir yerde James Baldwin, Gülriz Sururi ve Engin Cezzar’a rastlıyorum. Masalarına katılıyorum. Sahnede genç bir şarkıcı “Blues’’ söylüyor. Bir ara sohbet niyetine “Fena söylemiyor değil mi?’’ diyecek oluyorum... O anda masaya bir yumruk iniyor. O anda fırtına, kıyamet, ateş! “Bu.. bu, benim müziğim! Atalarımın müziği! Adam, müziğimi katlediyor! Rezil ediyor!..’’ Kocaman açılmış gözleri yuvalarından fırlamış, öfkeden sözcükleri bulmakta güçlük çekerek kesik kesik, ama haykırarak burnundan soluyor ve üzerime tüm şimşeklerini yağdırıyor! “Sen! Sen buna fena değil diyebiliyorsun!.. Adam müziğimi öldürüyor! Beni öldürüyor ve sen!..’’ Çevremizdekiler onu bir yana, beni bir yana uzaklaştırırken; onu yatıştırmaya, beni avutmaya çalışırlarken, o, simsiyah yüzü mora dönüşmüş bir volkandı. Ve arkamdan şöyle bağırıyordu: “Sana, sana hiç güvenim yok! Onun için seni men ederim. Benimle ilgili, dün konuştuklarımızla ilgili tek satır yazamazsın!’’ Çok korkmuştum! Ama artık çok geçti. Çünkü yazımı çoktan gazeteye vermiştim. Ertesi sabah Baldwin röportajım “Yeni Gazete’’de çıktığında ben hâlâ korkudan titrerken kapı çaldı… Minik bir sepette 25 adet gül. Güllerin arasında bir kart: “Bütün söylediklerimi geri alıyorum, sizden özür diliyorum. Yazınızı çok sevdim. Teşekkür ederim.’’ İmza: James Baldwin. Öğrencilik yıllarımda eserlerinden tanıdığım ve yalnızca çevremdeki siyahların değil, kendi beyazlığımın da kimliğini keşfetmeme yardımcı olan ve başucuma yerleşen “The Fire Next Time Bir Daha Sefere Ateş’’ kitabıyla hayran/tutkun olduğum James Baldwin’le işte ilk böyle karşılaşmıştım… KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Sanatın Patronları Tekelcilik yaşamımızın her alanına damgasını vurmaya devam ediyor. Hem de her gün biraz daha artan bir dozda. Siyasette çoğulculuğun gündemden düştüğü, çokseslilikten ne kadar dem vurulursa vurulsun tek ses, tek renk, tek güç formülünün her alanda geçerli kılındığı bir ortamda, kültürsanat alanında olup bitenlere göz atmakta yarar var. Tekelcilik, imparatorluktan Cumhuriyete uzanan süreçte hep gündemde oldu. Otoriter rejimlerin temel özelliği olan tek iradenin ve onun bir sonucu olan teksesliliğin, imparatorluğun yıkılmasından sonra, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde de “resmi ideoloji” kalıpları çerçevesinde devam etmesi, o günün koşullarında anlaşılabilir bir şeydi ama demokrasi deneyimimizde kat ettiğimiz yol da bu yazgıyı değiştiremedi. Siyasi iktidarlar, devlet mekanizmasını kendi ideolojileri doğrultusunda kullanmayı, farklı sesleri susturmayı alışkanlık haline getirdiler. Giderek güçlenen burjuvazimiz de demokrasinin gereği olan çoksesliliğe açılmak yerine, kendi gücünü pekiştirmeye koyuldu. Farklı söylemlere olanak tanıyan bu gelişme, yönümüzü çoğulculuğa çevirmek yerine, yeni tekellerin oluşması sonucunu doğurdu. Yani, artık birden fazla tekelimiz, kartellerimiz, birden fazla patronumuz var. Bunu tekelci kapitalizmin doğal bir sonucu olarak kabullenmek, Batı demokrasilerinde bazı parantezler içerse de kabullenilen çoğulculuk anlayışından, demokratik sistemin olmazsa olmaz kuralları, saydamlık ve hukuk önünde eşitlik ilkelerinden habersiz olmak demektir. Dilerseniz, teoriden pratiğe inip günümüz Türkiye toplumunun kültürsanat politikalarına bir bakalım, kuşbakışıyla… Demokratik bir hukuk devleti olmayı hedefleyen Türkiye Cumhuriyeti’nin kültür politikalarının tartışılmaya açılması oldukça yeni bir olgu. Siyasetin, kamu kurumları üzerinde kurduğu egemenlik, tarihimizin çeşitli dönemlerinde tehlikeli boyutlara ulaştığını biliyoruz. DP’nin “Vatan Cephesi” sürecini ve onun ardından gelen Cunta dönemlerini yaşayan bir vatandaş olarak, günümüzde siyasetin tüm kurumlar üzerindeki baskısını arttırmasını ve teksesliliğin giderek güçlenmesini izlemekten acı duyuyorum kuşkusuz. Kültürsanat alanında da kaygılar artıyor. Geçen aylarda Özerk Sanat Konseyi’nin düzenlediği “Anayasa ve Sanat” sempozyumunda, AKP iktidarının sanat politikası kıyasıya eleştirildi. Kuşkusuz, haklılık payı olan eleştirilerdi bunlar. Ne var ki, “Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim etmeyen” eleştiriler, önyargılardan kurtulamıyor. Neden derseniz, AKP hükümeti kültürsanat alanında olabildiğince dikkatli davranıyor (bu alanın hassasiyetini ve “vitrin değerini” iyi değerlendirdiğinden olsa gerek). İkili bir politikanın egemen olduğu söylenebilir AKP’nin kültürsanat politikasına. Anadolu’da yerel yönetimlerin inisiyatifi giderek güçlenir ve bunun sonucu olarak “muhafazakâr” bir anlayış kentlerin kültür politikalarına egemen olurken merkezde farklı bir anlayış sürdürülüyor: Sanat alanına siyasi müdahaleden olabildiğince kaçınan ve çoksesliliği benimsemese de dışlamayan bir anlayış. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın en önemli sanat kurumları, sanatçı ve yönetici kimlikleri ile temayüz etmiş genel müdürleri (Devlet Tiyatroları’nda Lemi Bilgin, CSO ve Devlet Opera ve Balesi’nde Rengim Gökmen) ve çalışanlarının dayanışması ile dimdik ayakta. Keşke, Kültür ve Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay, bu kurumların özerkliğini sağlayacak bir gelişmeye imza atabilse… Keşke, devlet desteklerinin saydam ve eşitlikçi bir anlayışla dağıtılması için cesur kararlar alabilse; siyasi ölçütlerle değil, objektif ölçütlerle davranan mekanizmalar oluşturabilse, sanat alanında varolan tekelleri desteklemek yerine, farklı sivil dinamiklere şans tanıyan bir politika izleyebilse... AKP’nin demokratik açılımlarının durakladığı, “teksesli” bir politikanın sonuçlarının çokça tartışıldığı bir dönemde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın Şehir Tiyatroları’nın başına, tiyatro yönetmenişair Orhan Alkaya’yı ataması, son günlerin en olumlu haberiydi. Topbaş’ın başarı hanesine yazılması gereken başka işler de var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Hüseyin Öztürk, İBŞB’nin yirminin üzerindeki kültür merkezinde her yıl binlerce sanat etkinliği düzenliyor. Sanat etkinliklerini kentin merkezinden çevreye doğru yaygınlaştırılmasında önemli bir başarı sağlıyor. Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Genel Sanat Yönetmeni Yalçın Çetinkaya’nın dengeli ve düzeyli seçimleri ile gerçekten başarılı bir program sürdürüyor. Dünyanın önemli senfonik orkestralarından Fazıl Say’a, Derya Türkan, Göksel Baktagir, Yansımalar gibi gelenekselden evrensele çizgiler çeken topluluklarımızdan, Arif Sağ, Sabahat Akkiraz gibi halk müziğimizin ustalarına uzanan çoksesli bir panorama sunuyor. Ve özel sektörün başarılı sanat kurumları ile yarışıyor. Özel sektörün sanat kurumlarındaki performansına da haftaya değiniriz. Gündeme yeni bombalar düşmezse… [email protected] Y Engin Cezzar, James Baldwin ve Gülriz Sururi İstanbul sokaklarında... ? Yıllar boyu James Baldwin’i yakından tanımış, onunla çalışmış biri olarak, kitabı Türkçe okurken sanki Jimy’nin sesini duyuyormuşum, onu dinliyormuşum duygusuna kapılıyordum. Teşekkürler Engin Cezzar, bu dost mektuplarını, arkadaşın Baldwin’in direncini ve duyarlılığını bizlerle paylaştığın için… Şimdi durup dururken nereden çıktı bu anekdot demeyin. Durup dururken değil. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan, James Baldwin ile Engin Cezzar’ın “Dost Mektupları’’nı okuyorum. Yukarıdaki de dahil olmak üzere, daha nice yaşanmış anıyı bana yeniden ve yeniden anımsatan mektuplar, açıklamalar… Ama sadece yaşadıklarımızı anımsatmakla kalsaydı bu mektuplar, kanımca böyle değerli olmazdı. Değerleri dostluk, kardeşlik ilişkilerini ortaya koymasında… Bu dostluk ilişkisinin, birlikte çalışmakla, üretmekle perçinleştiğini göstermekte… Bu mektuplar aynı zamanda 20. yüzyılın çok önemli bir yazarının iç dünyasını da ortaya koyuyor… Bu sıra dışı yazarın o birbirinden güçlü DOSTLUK, KARDEŞLİK eserleri yaratırken verdiği mücadeleyi de ortaya koyuyor. Engin Cezzar’la James Baldwin’in dostlukları 50’li yıllara dayanıyor. Oyuncu, tiyatrocu yetiştirmekle ünlü New York’taki “Actor’s Studio’’ya.. 1957’den, Baldwin’in öldüğü 1987’ye dek arkadaşlıkları, dostlukları sürüyor. Sık sık buluşmalarla, düşlerle, düş kurmakla, düş kırıklıklarıyla, ortak projeler üzerine çalışmakla, ortak mücadelelerle ve sonsuz bir sevgiyle ilerleyen bir dostluk onlarınki… Yazın hayatıyla, tiyatroyla, sinemayla, oyunculukla, yönetmenlikle ve ha bire yeni tasarılarla, yaratıcılıkla beslenen bir dostluk… ALDWIN ÜZERİNDEKİ BASKI Ama tüm sanatsal faaliyetin arasında Baldwin üzerindeki baskıyı da görebi B liyorsunuz. (Yayımlananlar daha çok Baldwin’in mektupları.) Ah hele o mektup: Diyor ki Baldwin, “Bir bağış kampanyası için Martin ile Carnegie Hall’de sahneye çıkmak üzere New York’a davet edildim. Takım elbisem yoktu, hemen o gün bir takım diktirdim. Aynı takımı Martin’in cenazesinde giydim.’’ Bunca yalın anlatıyor Engin’e, Martin Luther King’in ölümünü… Kimi mektubu okurken onun “İnsanoğlu olarak doğmuşum, insanoğlu olarak yaşayacağım ve insanoğlu olarak ölecektim. Ama atalarımdan da bir miras almıştım. ‘Pis zenci’ olma mirası...’’ deyişini sık sık anımsadım. Bunu söylediğinde 60 yaşındaydı. Haksızlığı, ayrımcılığı iyi bilen, yaşayan, hisseden James Baldwin, yaşamı boyunca her tür ayrımcılığa karşı mücadele etmekten vazgeçmedi. Amerika’da ve dünyanın her yerinde… Arkadaşı, kan kardeşi Engin’e 1974’te yazdığı bir mektupta şu açıklaması dikkat çekici: “Amerika’nın işlediği suçların Almanya’nın işlediği suçları bağışlatmayacağını; eğer Almanlar, benim bir tanığı olduğum ünlü Amerikan zenci sorununu gerçekten anlamak istiyorlarsa, harıl harıl ve minnetle sokaklarını süpüren Türklerle, Yunanlılarla, İspanyollarla konuşmalarının yeterli olacağını söylemem de her şeyin üzerine tüy dikti.’’ Bu mektupları Seçkin Selvi’nin, her sözcüğü, her satırı, hatta her satır arasını anlamlandıran enfes Türkçesinden okuyoruz. Yıllar boyu James Baldwin’i yakından tanımış, onunla çalışmış biri olarak, kitabı Türkçe okurken, sanki Jimy’nin sesini duyuyormuşum, onu dinliyormuşum duygusuna kapılıyordum. Teşekkürler Engin Cezzar, bu dost mektuplarını, arkadaşın Baldwin’in direncini ve duyarlılığını bizlerle paylaştığın için… [email protected] ANTALYA CUMOK ÇAĞRISI TEHLİKENİN BÜYÜDÜĞÜNÜN FARKINDAYIZ AYDINLANMA VE DAYANIŞMA KAHVALTISINDA BULUŞALIM Önce ortama uyulur, sonra uydurulur Ya sonra… Konu: “AKP’nin Yeni Anayasa Girişimi ve Son Gelişmeler” Konuşmacı: Prof. Dr. Çetin YETKİN 17 Şubat 2008 Pazar / Saat:10.30 Yer: Akdeniz Üniversitesi Yerleşkesi Sosyal Tesisleri Antalya Kahvaltı Ederi : 10.00 YTL. Öğrenci : 2.00 YTL. İletişim: 0532 455 30 92 / 0242 259 33 53 0532 401 71 62 / 0506 611 45 06 SEN GELMEZSEN ÇOK EKSİĞİZ www.cumok.org MARMARİS CUMOK ÇAĞRISI TC ÜRGÜP İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN TAŞINIRIN AÇIK ARTTIRMA İLANI DOSYA NO: 2007/282 Tal. Bir borçtan dolayı hacizli ve aşağıda cins, miktar ve kıymetleri yazılı mallar satışa çıkarılmıştır. Birinci arttırma 28.02.2008 günü saat: 14:0014:30’da, Aksalur Kasabası, Zefirium İçecek Fabrikası Deposu’nda yapılacak ve o günün kıymetlerinin %60’ına istekli bulunmadığı takdirde 04.03.2008 günü, aynı yer ve saatte 2. arttırma yapılarak satılacağı. Şu kadar ki, arttırma bedelinin malın tahmin edilen kıymetinin %40’ını bulmasının ve satış isteyenin alacağına rüçhanı olan alacaklının toplamından fazla olmasının ve bundan başka paraya çevirme ve payların paylaştırma masraflarını geçmesinin şart olduğu, mahcuzun satış bedeli üzerinden KDV’nin alıcıya ait olacağı ve satış şartnamesinin icra dosyasında görülebileceği, masrafı verildiği takdirde şartnamenin bir örneğinin isteyene gönderilebileceği, satışa iştirat etmek isteyenlerin, muhammen bedelin %20’si oranında nakit para ya da eşdeğerde banka teminat mektubu vermeleri şarttır. Fazla bilgi almak isteyenlerin yukarıda yazılı dosya numarasıyla dairemize başvurmaları ilan olunur. Muhammen kıymeti LİRA: 158.000,00 YTL ADEDİ: 316 ton CİNSİ: Delta Manka Ham İşlenmemiş Şarap Tonu 500,00YTL. (Depo Numaraları 2526272829303113394244454748 ve 50 Numaralı Depolardaki Şaraplar) (Basın: 7617) 17 ŞUBAT 2008 PAZAR SAAT: 10.30 CUMHURİYETİMİZİ SAHİPLENME VE AYDINLANMA KAHVALTISINA TÜM YURTSEVER HALKIMIZI BEKLİYORUZ SEN GELMEZSEN BİR EKSİĞİZ YER: ŞAHİNTEPE RESTAURANT İLETİŞİM: 0532 514 85 94 KAHVALTI EDERİ: 5 YTL. www.cumok.org Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. NİHAL AYDIN CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle