24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 5 EKİM 2008 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 15 Uğur Pamuk: “Evrenin sırrı protonların çarpışması; kapitalizmin sırrı patronların çarpışması.” Atatürk Havaalanı’nda yolculara müzik ziyafeti veriliyormuş. Rötar başka türlü çekilmez! Kime ne Muhsin Salman: “Alman Deniz Feneri’nden Adalet Bakanı‘na ne? Kuran’ı bile İngilizce öğrenen ülkemde Almancaya itibar edilir mi?” Jeton Hasan Baş: “Küresel krizin Türkiye’ye etkisi Recep’in jetonuna bağlı!” Yer Avni Kurtuldu: “Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, AKP’den ayrılırsa siyaseti bırakırmış. Yatacak yeri olmayanın gidecek yeri de olmaz!” YağmurDeniz Telefon dinlemelerinin sonu: Alo faşizm! AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi’nde uzun yıllar yargıçlık yapan Rıza Türmen Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazmaya başladı. Türmen, Ergenekon soruşturması ile gündeme gelen telefon dinlemeleri konusuna değindiği yazısında dinlenen telefon görüşmelerinde (tabii ki yasal yoldan) kanıt niteliği taşımayan ve suçla ilgili olmayan bölümlerinin kamuoyuna yansımasından devletin suçlu duruma düşeceğini bildiriyor. Görülen o ki, iktidar yandaşı medyanın insan hakları ihlallerinin bedelini devlet ödeyecek ve sonuçta tazminatlar, tutanakları sızdıran müdürlerin, amirlerin, memurların değil halkın cebinden çıkacak. Türmen önemli bir saptama da yapıyor ve “Kitlesel telefon dinlemelerinin (54 bin telefon dinlemesi olduğu söyleniyor) doğurduğu toplumsal tedirginlik demokratik bir toplum açısından önemli bir sorun. ‘Telefonum dinleniyor olabilir. Dikkatli konuşmalıyım’ gibi kaygılar totaliter yönetimlere has bir durum” diyor. Meclis’te İçişleri Bakanı Beşir Atalay‘ın Türkiye’de kaç kişinin telefonunun dinlendiği sorusuna “devlet sırrı“ diyerek yanıt vermediğini düşünürsek Türkiye’nin “Ilımlı İslam Cumhuriyeti” diye sokulduğu yolun sonu göründü: İslam Faşizmi! - Deniz Feneri, İçişleri Bakanlığı’na kitap basmış... “Kitabına uydurmuş yani!” SERBEST piyasa ekonomisine dayalı kapitalizmin yaşamakta olduğu “küresel kriz”in geçmişinden geleceğine doğru kısa bir değerlendirmesini yapıyor Sıtkı Ergüney: “Kapitalist sistemde üretim araçlarının sahipleri yani sermayedarlar ya da kapitalistler, kısa dönemde kendilerine en yüksek kârı sağlayacak mal ve hizmetlerin üretimini hedefler. Bunun için de yatırım mallarının yerine tüketim mallarının üretimine yatırım yapar. Kısa dönemde parasal getirisi olmayan yatırımları devletin yapmasını ekonomi yönetimine ve topluma sürekli olarak pompalarlar. Tüketicinin beyni reklam kampanyaları ile yıkanarak tüketim özendirilir. Bu doğrultuda 19. yüzyıldan başlayarak Batı ekonomilerinde sermaye sınıfının öncülüğünde gerçekleşen ekonomik büyüme ile birlikte işçi kesimi de büyüdü. İşçiler zaman içinde örgütlenerek sendikalar oluşturdular. Üretime yaptıkları katkıdan daha fazla pay alabilmek için sendikaların pazarlık gücünü arttırarak mücadele ettiler, refah düzeylerini yükselttiler. Bu süreç 1980’li yılların ortalarına kadar işledi. Ancak, bu gelişmelerden rahatsız olan Batı kapitalizminin temsilcileri ‘ucuz emek’ arayışına girdiler. Kendi ülkelerinde istedikleri düzeyde sömüremedikleri emekçilerin yerine Uzakdoğu ülkelerinde ayda 150-200 dolar karşılığında çalışmaya razı olan emekçileri kullanmaya başladılar. Bunun için de üretim tesislerini kısa sürede bu ülkelere taşıdılar. Bunun adı da ‘küreselleşme’ oldu! Böylesine köklü ve yapısal değişikliğin ‘ulusal sermaye’ kavramını, idealini yozlaştırarak kendi ülkelerindeki emekçilerin işsiz kalmalarına, sendikal güçlerinin zayıflamasına yol açması kaçınılmazdı. İşlerini kaybeden, daha düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalan Batı toplumlarındaki emekçiler, geniş kitleler büyük ölçüde banka kredileri ve kredi kartları ile desteklenen konut edinme isteklerini, tüketim alışkanlıklarını sürdürmeye devam edince bankalara olan birikmiş borçlarını ödeyemez oldular. Para bitti, tüketim durdu; ‘harç bitti, yapı paydos’ oldu. Karl Marks’ın 160 yıl önce söylediği ‘Kapitalist üretim modelinin önündeki en önemli engel yine sermayedir’ sözü bir kez daha doğrulandı! Şimdi tartışılan önlem paketleri, bankaları kurtarma girişimleri yanan ormana kova ile su taşımaktan farklı bir iş değildir.” Kriz PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Laf Ola Torba Dola Bir Eleştiri Oral Çalışlar’ın 29 Eylül günkü Radikal’de yayım- lanan ‘Orhan Pamuk’a İki Yaklaşım’ başlıklı yazısına ‘şaşırmadım’ dersem yalan söylemiş olurum. Oral Ça- lışlar Cumhuriyet’te yazarken yazdıklarını maddi ha- talarla sakatlamamak için ince eleyip sık dokur, sorup soruşturduktan sonra yayımlardı. Söz konusu yazısı- nı okuyunca anladım ki artık yazılarına eski, alışılmış özeni göstermiyor; ‘liberal bir coşkuyla’ çalakalem ya- zıyor. Yazısında TÜYAP’ı hedef almış, “Orhan Pamuk’u görmezden gelmekle” suçluyor. “TÜYAP her yıl bir ya- zara Onur Ödülü veriyor,” dedikten sonra, “her sefe- rinde acaba bu yılın ismi Orhan Pamuk mu olacak di- ye merakla bekledim. Şu ana kadar bu konuda bekle- nen gerçekleşmedi. Böyle giderse belli ki gerçekleşe- meyecek de” diyor. Daha sonra da “Neden?” diye sorup sorusuna ken- dince yanıtlar vermiş: “Dünya çapında bu kadar etki- li olan bir yazarı TÜYAP’ı düzenleyenler neden gör- mezden geliyor? Edebi değerini beğenmedikleri için mi? Sanmıyorum. O zaman geriye kalıyor siyasi tercihler. Orhan Pamuk’un siyaseten söyledikleri herhalde TÜ- YAP yöneticilerinin hoşuna gitmiyor. Bir sanat etkin- liğinde, bir kültürel etkinlikte bu kadar açıktan ve bel- li olacak tarzda siyasi tercihler ön plana çıkarılabilir mi? Kitap fuarı gibi kültürel bir etkinlikte böylesine siyasi ter- cihler yapmak doğru mu? Orhan Pamuk’a yönelik bu yaklaşımı herhangi bir evrensel kültür insanına açıkla- mak mümkün mü? Ayrıca Pamuk’a bu yaklaşım ondan çok TÜYAP Kitap Fuarı’nın inandırıcılığını ve kültüre yak- laşımını sorunlu hale getirmez mi? Orhan Pamuk’un 2006 Nobel Edebiyat Ödülü’nü al- dığı o yılki İstanbul Kitap Fuarı’nın açılışından 16 gün önce, 12 Ekim günü açıklanmıştı. Etkinlik programının (248 söyleşi, konferans, açıkoturum vb.) çok önceden hazırlanıp yaklaşık 700 konuşmacıya teyitlerinin veri- lip basın tarafından kamuoyuna duyurulduğu, sergi sa- lonlarının son metrekaresine kadar dolduğu, altı top- lantı salonunun tümünün etkinliklere tahsis edildiği bir durumda ne yapılabilirdi? Fuayeye Orhan Pamuk’un Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından hazırlanan ve al- tında da bir kutlama yazısı yer alan büyük bir fotoğ- raf panosu kondu ve dışarıdan gelen bir grup örgüt- lü ülkücünün protesto gösterisine, aldığımız çok sa- yıda tehdit telefonuna karşın fuar süresince orada kal- dı. Açılış konuşmamda Orhan Pamuk’un başarısını TÜ- YAP adına kutladım ve Türk dilini, Türk edebiyatını dün- yaya duyurduğu için kendisine teşekkür ettim. Gelelim ‘siyasi tercihler’e. İstanbul Kitap Fuarı ilk kez 1982 yılında, 12 Eylül baskılarının en yoğun olduğu dö- nemde düzenlenmiş ve ‘özgürlükçü’ karakterini bugüne kadar titizlikle korumuştur. Sürekli gelişmesinin baş- lıca nedenlerinden biri de Türkiye’de bir benzerine rast- lanmayan bir ‘demokratik platform’ oluşturmasıdır. Laf ola torba dola gerekçelerle İstanbul Kitap Fuarı’nı ve TÜYAP’ı siyasal çekişmelerin, yararsız itiş kakışların diş- lileri arasına çekmek her şeyden önce bu kuruluşun çeyrek yüzyılı aşan çabalarına, emeğine, özverilerine karşı insafsızlıktır. Ayrıca İstanbul Kitap Fuarı TÜYAP tarafından tek ba- şına değil, Türkiye Yayıncılar Birliği ile ortaklaşa ha- zırlanmaktadır. Kendisine o yılki Kitap Fuarı’na ‘onur vermesi’ dileği iletilen yazarları da yıllardır Doğan Hız- lan’ın başkanlığında toplanan bir Danışma Kurulu be- lirlemektedir. Bu kurulda Füsun Akatlı, Semih Gümüş, Jale Parla, Cevat Çapan, Selim İleri ile Türkiye Ya- yıncılar Birliği (Metin Celal, Kenan Kocatürk) ve TÜ- YAP’tan (Deniz Kavukçuoğlu, Sunay Girgin) ikişer temsilci bulunmaktadır. Kurulun aldığı karara TÜYAP yönetimi hiçbir şekilde müdahalede bulunmadığı gi- bi isim de önermemektedir. Oral Çalışlar’ın ‘siyasal ter- cihte bulunmakla’ suçladığı işte bu kurulun üyeleridir. Üstelik Doğan Hızlan, Metin Celal ve Jale Parla Stockholm’e giderek Nobel Ödül Töreni’ne de katıl- mışlardır. Dolayısıyla bu suçlamanın yersizliğini baş- ta Orhan Pamuk olmak üzere sanırım edebiyatla iliş- kisi olan herkes kabul edecektir. Öte yandan fuarı onurlandıracak (baştan beri uy- gulama budur) yazar ya da çizerin belirlenmesinde ede- bi kişilik, edebi ün de tek başına yeterli değildir, insa- ni kişilik, duruş gibi niteliklerle bütün bir hayat da öl- çütler arasındadır. Bugüne kadar İstanbul Kitap Fua- rı’nı onurlandırma inceliğini gösteren yazar ve çizer- lerin tümünün 70 ve üzeri yaşlarda olmalarının bir ne- deni de budur. Oral benim TÜYAP’ın kültür fuarlarının genel koordinatörü olduğumu bilir, bir telefon açıp sor- saydı bunları anlatırdım kendisine. Yapmadı. Herhal- de bir bildiği vardır. Eğer bu sözü duymasaydõk, yapõ sanatõnõn tarihsel beşiğin- de ve en eski kentlere analõk et- miş şu güzel ve yalnõz ülke- mizde, “mimarlık ve şehircili- ğin öncelikleri”ni kavramamõz belki de mümkün değildi. 1960’lardan 70’lere akan yõl- larõn mimarlõk öğrencileriydik... Kimimiz Kars’tan, kimimiz Kas- tamonu’dan, Muğla’dan, Mar- din’den, Bursa’dan, Edirne’den, kimimiz de İstanbul’dandõk... Yani, geçmişin en görkemli anõtsal ve sivil mimari örnekle- riyle bezeli kentlerimizin, mimar olmaya heveslenmiş gençle- riydik... İşte karşõmõzda Sinan’õn ef- sanevi abidesi Süleymaniye; eş- siz Ayasofya, Topkapõ Sarayõ ve Sultanahmet silueti; Boğazi- çi’nin her biri sanat şahaseri yalõlarõ; Zeyrek’in, Süleymani- ye’nin görkemli konaklarõ; Ga- lata’nõn, Beyoğlu’nun zarif ve heykelsi yapõlarõ, Bağdat Cad- desi’ndeki “henüz kuleleşme- miş” modern mimarinin özenli apartmanlarõ... Böylesi bir çev- rede mimar olun- maz da ne olunur- du? Ne var ki aynõ çevrenin “iç”leri- ne girdiğimizde; yanõndan dolaşõp arkasõna baktõğõ- mõzda; gerilerdeki kenar semt- lere yöneldiğimizde; karşõmõz- da bu kez “öndeki”lerin tam ter- si bir “gerçek”lik... Kentin giderek çoğunluğunu oluşturan gecekondular; dün- yanõn en çirkin betonarmeleri; tasarõmõn “t” sinden yoksun bir mimari; şehirciliğin “ş”sinden habersiz yerleşmeler; yoksul- luk ile varsõllõğõn en sefil ve en gösterişli yapõlarõyla donanan bir İstanbul; derken Ankara, İz- mir ve diğerleri... Böylesi bir çevrede nasõl mi- mar olunurdu; nasõl planlama öğrenilirdi? Unutulmaz ders İşte, bizim kuşağõ bu acõmasõz ikilemden kurtaran; ne yapma- mõz, nasõl yetişmemiz gerektiğini öğreten; mimarlõk ve kent tari- hinin en zengin ülkesindeki bu en sefil yapõlaşma ve şehirleş- menin “kader” olmadõğõnõ kav- ratan “ders”, 68 kuşağõnõn o unutulmaz tanõmlamasõydõ; “Kentler düzenin aynası- dır...” O halde, “rantı değil insanı gözeten mimarlık” ve “yağ- maya karşı toplum yararına şehircilik” için, bunlarõ dõşlayan çõkar düzenini de sorgulayacak bir tasarõm ve planlama eğitimi kaçõnõlmazdõ... Kent merkezlerini tarihsel ve kültürel kimliklere saygõsõz sö- mürge gökdelenlerine; yeşil va- roşlarõnõ da yasadõşõ yağma ya- põlaşmasõyla birlikte sözde yasal villa pazarõna teslim eden; ka- musal alanlarõ topluma açmak yerine imar tüccarlarõna dağõtan; ormanlarõ işgal yerleşimleriyle yok edip, su havzalarõnõ inşaat pazarõna dönüştüren bu “dü- zen”e karşõ mimarlõğõn ve şe- hirciliğin ulusal ve evrensel il- kelerini savunmadan, ne mimar olunabilirdi; ne de plancõ... Bu nedenle yine o yõllardaki “özerk ve demokratik üni- versite” talebinin temel nedeni de toplumsal sorunlarõ gerçek nedenleriyle tartõşarak çözüm yollarõna rehberlik eden, “si- yasetin tutsak alamadığı” bir eğitimin ülkeye kazandõrõlma- sõydõ... ...Ve 40. yıldan ‘sonuç’lar... Bu yõl, işte o coşkunun 40. yõ- lõndayõz... Şu siyasal himayeli “Dubai Towers” hâlâ yükselemediyse; Haydarpaşa’nõn pazarlanmasõna karşõ direnişi aşa- bilmek için so- nunda “özel ya- sa” çõkartmak zo- runda kaldõlarsa; Galata-Port’taki onca parlak projeler bile geçersiz kõlõndõysa; benzer yağma projeleri meslek odalarõnõn ve hukukun kamu yararõndan ödün vermemeleri sa- yesinde hâlâ durdurulabiliyorsa; hatta “siyasette dürüstlük” için bile en çarpõcõ örnek “Hilton’un bahçesi” olabiliyorsa.. geçen 40 yõlõn kanõtladõğõ “haklı- lık”tan ötürüdür... Hele şu 3. köprü için de her “Artık temel atılacak” dendi- ğinde yükselen kamuoyu tepki- si bile 1. köprüye karşõ 68’ler- deki “Köprüler çözüm değil” haykõrõşõnõn “yaşanarak” ka- nõtlanmasõndan değil midir? 68’liler ‘İmar Dosyası’nda... 68’lilerin 40. yõlõnõ, bu akşam Kanal B’deki “İmar Dosyası” da kutlayacak. İstanbul’daki Piramit Sanat Merkezi’nde düzenlenen 40. yõl sergisi eşliğinde 68’liler Bir- liği Vakfõ Başkanõ Sönmez Tar- gan, vakfõn kurucularõndan hu- kukçu Haşmet Atahan ile Tüm Öğretim Üyeleri Derneği İstan- bul Şubesi Başkanõ Prof. Dr. Eren Omay, dünden bugüne de- ğerlendirmelerle “neden haklı çıktıklarını” anlatõyorlar... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com HARBİ SEMİH POROY 5 Ekim Sır SESSİZ SEDASIZ (!) ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ ‘KentlerDüzeninAynasõdõr...’ ekinci@cumhuriyet.com.tr BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ 19. yüzyõlõn ikin- ci yarõsõndan sonra Avrupalõ siyaset adamlarõnõn Os- manlõ devleti için kullandõklarõ deyim. 2/ Buyurucu... Le- tonya’nõn başkenti. 3/ Olağandõşõ olay- larõ anlatan öykü... Irmaklarõ geçmek için kullanõlan sal. 4/ Akarsu yatağõ; mecra... Bir nota. 5/ Kuş- başõ doğranmõş koyun eti ve yufkayla yapõlan bir tür kebap. 6/ Hollanda’nõn plaka imi... Bağ budama- ya ya da ağaç kesmeye ya- rayan eğri bir bõçak. 7/ Yapma, etme... Genellik- le eski kitap satan kitapçõ. 8/ Yaldõzlõ... Düzgün bi- çilmiş uzun ve ensiz tahta. 9/ Elli yaşõna doğru baş- layan yaşlõlõk öncesi bunama hastalõğõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kaba, kültürsüz ve incelikten yoksun kimseler için kul- lanõlan bir sözcük... Ünlem. 2/ Gözleri görmeyen... Da- mõtma yöntemiyle elde edilen her tür içki. 3/ Tropikal böl- gelerde yetişen ve yapraklarõndan değerli bir tekstil elya- fõ elde edilen bitki... Bir mal ya da hizmetin piyasaya sü- rülmesi. 4/ Yanardağ kayalõklarõ arasõnda bulunan bir tür feldispat... Yarõ memnunluk belirten bir ünlem. 5/ Hay- vanlarõn bağlandõğõ gölgelik. 6/ Utanç duyma... Pakistan’õn en büyük kenti. 7/ Derinliğin bittiği yer... İçyağõ. 8/ Eski Yunan kentlerinde pazaryeri... Tanrõtanõmaz. 9/ Yaprak- larõ çay gibi haşlanarak içilen bir Güney Amerika bitki- si... Gözkapaklarõna sürülen boya. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 H A V L I C A N A L O S E D İ R M A L T I Z M E B T O R A M A N E L A R A İ R L İ İ N İ K A T E R İ K L A U S İ M M E D A R K A R A K O C A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle