06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 OCAK 2008 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 G İ R İ Ş u dizide Almanya’daki göçmen kökenli üçüncü kuşağın sesini dile getiriyoruz. Ataerkil aile yapılanmasıyla modern dünya arasındaki çatışma tutucu bir çevre içinde yetişen bu kuşağın temel sorunu. ‘Pembe Pazartesi’ öyküsünün yazarı Deniz, ‘Ben ve kendim’ ikilemiyle bir kişilik bölünmesini anlatır. ‘Ben’ geleneklerin kıskacında kuşatılmıştır, ama ‘kendim’ başını alıp gider, dilediğince gezer tozar, başına buyruk bir yaşam sürdürür. ‘Ben’ hüzünlü hüzünlü evine kapanırken, ‘kendim’ öylesine uçuktur ki, kimseye kulak asmaz, İtalyan bir sevgilisi vardır, onunla gezer, sonunda da ‘herkes ne der’e kulak asmadan gizlice evlenir onunla. İnanılmaz derecede mutludur. ‘Ben’ kendime içerleyip kızdığı gibi, hayranlık da duyar, onun umursamazlığına ve cesaretine B gıpta eder. Bu öykü üçüncü kuşağın iç çalkantılarını çok güzel simgeliyor. Çünkü her biri yapmak istedikleriyle yapamadıkları, düşleriyle gerçekler, özgürlük arayışlarıyla baskılar arasındaki çalkantıların yarattığı mutsuzluk ve güvensizlikle kuşatılmışlar. Çoğunun en temel sorunu kolektif kimliğin, kendilerine dayatılan rollerin, kendi kimliklerini bulmasını engellemesi. Aslında burada gündeme gelen sorunlar, yalnız Almanya’dakilerin değil, bizim gençliğimizin de sorunları. Aradaki fark Almanya’dakilerin konserve ettikleri geleneklere daha bağlı olmaları. Öte yandan Alman toplumunun yabancı olanı ‘ötekileştiren’ duruşu da gettolaşmayı kolaylaştırıyor. Geleneklerle modern dünya arasındaki çatışmayı her toplum kendi tarihsel gelişme sürecine bağlı olarak yaşamıştır. Almanya’da da on dokuzuncu yüzyılda ayırdına varılan ve türlü yazınsal yapıtlara konu olan bu çatışma yirminci yüzyılın çalkantılı ortamı içinde çeşitli sosyal katmanlarda farklı biçimlerde gelişiyor. Bu açıdan Almanya, kendi tarihinde de benzer sorunları yaşamış olduğunu, toplumun alt katmanlarında kimi sorunların ‘KÜLTÜREL FARKLILIK’TAN NE ANLIYORSUNUZ sürdüğünü çoğu kez göz ardı ediyor. Kamuoyunda öçmen kökenli gençlerle bir anket çalışması yapmıştım. hep bir soyut kültürel farklılık kavramı gündemde, ‘Kültürel farklılık deyince ne anlıyorsunuz? Dil, ulus, din, öte yandan bu farklılığın başını çeken ve bütün toplumsal cinsiyet, kuşaklararası farklılık, sosyal katmantoplumlar için geçerli olan sosyal ayırımcılık, lar, bunların hangisi sizce belirleyici?’ Çoğunluğun sadece cinsiyet ayrımcılığı gibi sorunlar pek önemsendil, ulus ve din kavramlarında odaklaşmaları, diğerlerini ise miyor. önemsememeleri düşündürücüydü. Çünkü üniversitede yaYakında kitap olarak çıkacak olan ‘Özgürlük pılan yaratıcı yazma ya da drama atölye çalışmalarından alıYolları’nda bugünkü göçmen kuşağın arayışı nan ürünler söyledikleriyle yazdıklarının örtüşmediğini gösgündeme getiriliyor. Doğal ki bu arayışı herkes teriyordu. Örneğin kuşaklararası çatışma ya da toplusal kendi kişiliğine ve yaşadığı koşullara göre çok cinsiyet yaratıcı çalışmalarda da görüldüğü gibi yaşamlafarklı bir biçimde yaşıyor ve farklı yollar seçiyor. rında büyük bir rol oynuyor. Bunların değil de, kalıplaşÖzgürlük yolunda arayış tek bir yoldan geçmiyor, mış genelgeçer söylemlerin dile getirilmesi bir ikiliği tüm kilitleri açacak bir anahtar yok, herkesin kendi gösteriyor. Gençlerin söylemleri ile duruşları arasınanahtarını bulması gerekiyor. Bunun için de belki en daki bu ikilik dinsel ya da milliyetçi güdümlenmeönemli olan insanın kendi iç sesine kulak vermesi; yalerin ne kadar etkisi altında olduklarını gözler şamda ne elde etmek istediği, kendi amaçlarıyla beklentiönüne seriyordu. Bu ikiliği yaratan etkenler nelerinin ne derecede birbiriyle örtüştüğü ya da birbirinden ler? Söylemler nasıl oluşuyor ve neden bu ayrıldığı, engelleri aşmak için nasıl bir yol seçmesi gerekkadar kolay kalıplaştırılarak betiği gibi sorularla kendi yaşamını biçimlendirmeye çalışnimseniyor? ması. Bu dizimizde bu arayıştan kesitler sunuluyor. G ? Aile baskısıyla büyüyen ve Almanların ‘öteki’ gözüyle baktığı Gülpembe’nin en büyük hayali iki kültürlülüğü aşmak Ben dünya vatandaşıyım “ “ erelisin sen, Alman mı?’ ‘Sayılırım’ dedi Gülpembe, ‘Almanya’da doğdum ama ailem Türkiyeli. Hem Almanım, hem de Türk.’ ‘Türk mü? Benimle dalga mı geçiyorsun?’ Soruyu soran yanında staj yaptığı dazlak kafalı, yupi kılıklı İngilizce öğretmeniydi. Şaşkınlıkla Gülpembe’nin uzun sarı saçlarında, yeşil gözlerinde, omuzlarından askılı ince yazlık giysisinde gezdiriyordu gözlerini. Gülpembe kendisini süzen bakışlardan tedirgin olmuştu: ‘Hem Alman’ım hem Türk’ dedi inatlaşarak. “Olur mu öyle şey. Neyse odur insan, yani ya Almandır ya da Türk, ikisini birden olamaz anladın mı?” Adam ben yutmam tavrıyla “Varsayalım ki futbol maçındayız, Almanlar Türklere karşı oynuyorlar, söyle bakalım hangi takımı tutacaksın? Hangi bayrak senin bayrağın; siyah, kırmızı, sarı olanı mı yoksa ay yıldızlı kırmızı bayrak mı? Ya da bir savaş çıksa hangi tarafı tutacaksın?” Gülpembe’yi tedirgin eden, insanların kafalarındaki klişeleri başkalarına dayatmaları. Bu klişeye uymayan bir şeyle karşılaştıklarında ya karşı çıkmaları ya da görmezden gelmeleri. Kendisi değil tek kültürlü olmayı, iki kültürlü olmayı bile bir sınırlandırılma olarak yaşıyor. En büyük hayali iki kültürlülüğü de aşmak, dünya vatandaşı olmak. Üniversitede İngiliz dili ve edebiyatı okumuş. Okulda da dil yeteneğinden yararlanarak hem İspanyolca, hem de Fransızca öğrenmiş. Anadilini de sayarsak, beş dil konuşuyor Gülpembe. “Ne çok dil bilirsem, o kadar özgür duyabileceğim kendimi. Dünya vatandaşı olma her tür kültürel, dinsel, milliyetçi klişeyi kırmak anlamına geliyor. Dünyayı karış karış gezmeli, çeşitli ülkeler görmeli, insanlar tanımalıyım” diyor heyecanla. En merak ettiği ülke de İspanya. Hayali orada birkaç yıl yaşayabilmek. ‘N K Ö Y G Ö Z L E M L E R İ M SELİN ‘ B E N V E B İ Z ’ BUGÜN “ Okulda, her yıl tatilde gittiğimiz köyümüzle ilgili gözlemlerimi yazdığımda, öğretmen öyle beğenmişti ki, örnek göstererek sınıfta okumuştu. Salkım söğüt ağaçlarıyla çevrili bir dereden akan buz gibi şarıl şarıl sular, yemyeşil dağlardan esen yumaşacık bir rüzgâr, masmavi güneşli gökyüzü, ağaçlarda öten cıvıl cıvıl kuşlarla dolu romantik bir köy betimlemesiydi. Köydeki yoksulluk ve pislik diz boyu. Evlerde tuvalet bile yok. Sıkışan çalılıkların arasında bitiriveriyor işini... Yazın sineklerden geçilmiyor, çocukların parmaklarında yakacak için ikide bir tezek taşımadan koca koca çıbanlar çıkmış diyecek değildim ya! “ Türk arkadaşlarım da Almanlar gibi ‘biz’ dedikleri zaman kendilerini sınırlıyorlar. ‘Biz’le hiçbir zaman Almanya’yı kastetmiyorlar. Belki de bunun nedeni Almanların böyle bir şeyi kabul etmemeleri. Yabancı olanı hep dışlamaları. Oysa göçmenler de bu toplumun insanları değil mi? Onların da ‘biz’ deme hakkı yok mu?” diyor Selin. “Aslında senin yaşadığın ‘biz’ duygusu sadece bir ikiliği dile getiriyor” diyorum. “‘Biz’in bin bir çeşidi yok mu? Biz gençler, biz kadınlar, biz aydınlar, biz işçiler böyle sürüp gidebilir... Hangi grupla birlikte olmayı seçmişsen, o grup ‘biz’ oluyor. ‘Ben’i ben yapansa, bu ‘biz’leri özgürce seçip kendi yaşam alanımı kendim yaratabilmem. Bu açıdan sonuçta gene de kararları veren, yaşamımı biçimlendiren ‘ben’im, biz değil. Eğitim yeni dünyanın kapısını açtı ELA B ‘Yasaklı’ çocukluğu ülpembe kendisini çocuk yaşta kapatan, sınırlayan geleneklerine bağlı bir göçmen ailesinin kızı. Ege kıyılarında küçük bir köyden geliyor ailesi. Çocukluğunu anımsadığında, aklına ilk gelen yasaklar. “Türkiye’den gelmek sanki korku, baskı ve yasaklarla örülü bir dünyanın içinde kapatılmak demekti. Oysa dışarda yeterince tanımadığım, bilmediğim bir dünya vardı, insanların yaşamın tadını doyasıya çıkardıkları heyecan dolu ve gizemli bir dünya...” Köydeki yaşam biçiminin, değerlerin, alışkanlıkların Almanya’da da sürmesi çoğu göçmenin ortak yazgısını oluşturuyor. Zaman içinde iç göçle birlikte köy de değişiyor, köydeki değerler, alışkanlıklar da. Ama göç edenlerin bu değişimden haberleri yok. Onlar hâlâ yirmi yıl önce geldikleri köyün değerlerine bağlı bir yaşamı sürdürüyorlar. Sanki gerçeklerle bağlantıları kopmuş, yalnızca kendi kafalarının içinde yaşıyorlar. Yasaklarla kuşatılmış çocukluğunu anımsamak bile istemiyor Gülpembe. Daha dokuz yaşında, dördüncü sınıfta arkadaşının doğum günü partisine çağrılı. İzin çıkacak mı? Ya çıkmazsa? Korkudan ağlıyor. Belki de babası dökülen bunca gözyaşına dayanamıyor ve izin veriyor. Sonradan da bu günü felekten çalınmış olağanüstü bir gün olarak anımsıyor. Çocukluğunun sayılı mutlu günlerinden. Ama bir gün annesi dolabında, doğum gününden kalma fotoları keşfedince, evde kıyamet kopuyor. Fotoğrafta erkek çocuklar da var, oysa hani kız kıza eğlenilecekti? Her şey apaçık ortada işte: Kızlar, erkekler itiş kakış bir aradalar, üstelik de hiçbir yetişkin yok başlarında. Oysa Gülpembe sınıf öğretmeninin de geleceğini söylememiş miydi? ugün onu en şaşırtan, çocukluğundaki onca baskıya karşın dilinin artık çözülmüş olması, konuşabilmesi, ne yapmak istediğini, ne düşündüğünü dile getirebilmesi. Okumanın, özellikle de yükseköğretimin ona yepyeni bir dünya açması. Geleceği düşündüğünde aydınlık bir yol canlanıyor gözünde. Bu yolda tek başına ilerlemeli. Kendini, olanaklarını, yetilerini, gizilgücünü keşfetmeli. Geçmiş yıllarda kaçırmış olduklarını yakalayabilmeli. Kendisine ayırması gereken bol zamana gereksinimi var. Bu kolay değil ama. Çünkü bugün göçmenlerin çoğunlukta olduğu bir okulda yeni başlamış öğretmenliğe. Okulda sorunlar diz boyu. Çeteleşme, kavga, şiddet... Gün geçmiyor ki okulun camlarını kırma, bilgisayarları bozma, duvarlarda asılı resim ve posterleri yırtma, otomatları parçalama, esrar satma, bıçak çekme gibi bir olay çıkmasın ve okul polislerle dolup taşmasın. İşin kötüsü Gülpembe göçmen kökenli olduğu için Alman meslektaşlarının bütün sorunlardan sanki o sorumluymuş gibi bir hava yaratmaları. Her an onlardan biri olmadığı duyumsatılıyor kendisine. ‘Aaaa sen hiç Türk’e benzemiyorsun doğrusu!’, ‘Başörtüsü taktın mı hiç, neden’ gibi sorular Gülpembe’yi bir çekmeceye yerleştiriveriyor. Gülpembe şaşkın. Onca yıldır verdiği özgürlük savaşımının başlıca nedeni öteki olmaktan kurtulma ve yaşadığı topluma uyum sağlama değil miydi? Öyleyse bu okulda işi ne? YOK ARTIK BASKI Ailesiyle ilişkisi ise YA Ş A S I N ERDA İ K İ D İ L L İ L İ K O kulda konuşma saati. Erdal babasına çevirmenlik yapacak. Saatlerce bekliyorlar kapının önünde. Neden sonra öğretmen telaşla ikisini de içeri aldığı gibi Erdal’la ilgili bir yığın olumsuzluğu, tembelliğini, haylazlığını üç cümlede özetleyiveriyor. Erdal da hemencecik çeviriveriyor söylenenleri. Böylece babası, oğlunun okula düzenli geldiğini, çok iyi çalıştığını, yakında sınıf birincisi olacağını öğrenmiş oluyor. Karabasan gençlik çağı u olaydan sonra ağabeyinin onu izlemesi için görevlendirilmesi. Ağabeyi Ali kendisine tepeden inme dayatılan bu sorumluluktan hoşnut değil, okul çıkışı çoğu kez Gülpembe’yi yakalayıp “Kız bizimkileri kızdıracak bir şey yapma gözünü seveyim, sağına soluna bakmadan hemen eve yaylan, okey mi?” diye tembihleyip, onu başından savıyor. Bir gün gene maça gitmek üzere hazırlanırken, bir de ne görsün, Gülpembe sırtında okul çantasıyla uzaktan gelmiyor mu. Alman sınıf arkadaşlarından biri de kızın peşinde. Gülpembe onu başından atmaya çalışıyor, ama herifin umurunda mı. Ali ikisinin de yollarını kesip, B dikiliyor karşılarına. Bizimkiler oldukları yerde donup kalıyorlar. Şu Almanlar da üflesen uçarlar ha! Çocuk hemencecik toz oluveriyor. Bu olaydan sonra evde iyi bir fırça yiyen Gülpembe daha sıkı denetim altına alınıyor. Annesi onu sabah sabah elinden sıkı sıkı tuttuğu gibi kendi okula götürüyor, getiriyor. Sınıfta çocuklar kendisine tuhaf tuhaf bakıp aralarında fısıldaşıyorlar. Elinden geldiğince renk vermemeye çalışıyor Gülpembe. Doğal davranıyor bir şey yokmuş gibi. Annesinin on yaşındaki koskoca kızı okulun kapısına kadar getirip götürmesi dünyanın en olağan şeyiymiş gibi. Zorlanarak anlattığı bu küçücük anısı şimdi bir meslek sahibi olduktan sonra kulda çocuklar tatillerini nasıl geçirdiklerini andüzene girmiş gibi. latıyorlar, Mayorka’dan, Kanarya Adaları’ndan, Babasının ve denizlerden, göllerden, ormanlardan söz ediyorlarağabeyinin üsdı. Anılara sığmayan renk renk tatil yaşantıları. Cıvıl cıvıl tündeki baskısı sesler, konuşmalar, gülüşmeler. Yaz tatilinin sıcak ve neşeli havası buortadan kalkram buram doluyor sınıfa. Erdal susuyor. Anlatacak nesi var ki? Kimse mış. Hele Türona ne yaptığını sormuyor bile. O koca bir hiç, ya da masalların görünkiye’de ailesimez adamı.. Sonra birden şurasına tak ediveriyor... Parmak kaldırıyor, nin ona uygun ısrarla. Bak, işte onun da anlatacağı bir şey var... Hem de şahane bir gördüğü nişanışey... Şaşkınlıkla ona çevrilen gözler... Erdal sözü aldığı gibi başlıyor nı da bozma ceanlatmaya. Babasının çalıştığı mezbahaya gittiğinde kendi gözleriysaretini gösterle gördüklerini anlatıyor, hem de yağlandıra ballandıra... Bıraksadikten sonra (ithal lar neler anlatacak neler daha ama öğretmen susturuyor onu. Çokoca kesinlikle iscuklar da bağrışıyorlar. Şu öğretmen lafı ağzına tıkamasa, öytemiyor), kimse le bir anlatacak ki mezbahayı onlara, sinema gibi. Kanlı Gülpembe’ye karışagörüntüler bir yapışacak ki belleklerine bir daha hiç mıyor. Kim bilir araunutmayacaklar... Ama her zaman olduğu gibi, gedan geçen süre içinde ne susturuluyor. Çevresinde düşmanca babelki ailesi de çok şey öğkışlar... Her zaman olduğu gibi yasaklı yılların rendi. Gülpembe de şu meslek gene yalnız... yalnızca başlangıcı. yaşamını bir yoluna koyabilse, Ergenlik çağı ise bir karakendisine dilediği gibi bir yaşam kurabasan... Benzer yaşantıları olan bilecek. arkadaşlarının çoğu çıkışı yalanda buluyorlar ama işte Gülpembe buna yanaşmıENİ BİR İŞ ARIYOR yor, çünkü en küçük bir yanlış adımda ailesinin kendisini yaka paça köylerine Bugün Gülpembe kendine yeni bir okulda, gönderip başgöz edeceklerini biliyor. yeni bir iş arıyor. Başaramazsa, bir zamanlar Belki de çok küçük yaşta yaşadığı bu hayal ettiği gibi İspanya’ya gidecek ya da ötekileştirilme duygusu, yalnızlığı Gülbelki de üniversitede okumayı sürdürüp İspembe’ye olağanüstü bir güç veriyor. panyolcasını geliştirecek. Öğrenmenin sonu Okulda çok başarılı. Ama bu yeterli deyok ki. Bildiği bir şey varsa, bunca savaşımğil. Önemli olan kendi dilini bulabilmedan sonra, yaşamını artık daracık bir çeksi. Kaç dil biliyor, ama bir türlü kendini ifade edemiyor ki. Açık verme duygusu, korkular, içindeki polis... ERDAL G Her zamanki gibi susturuluyor O L Y S Ü R E C E K CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle