04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 OCAK 2008 CUMA CUMHURİYET SAYFA HABERLER 9 Erdoğan hükümeti 5510 sayılı yasayla sosyal devletin son kırıntılarını da tasfiye etme amacında AKP’nin ‘sosyal sadaka’ yasası A KP’nin anayasa taslağının gerekçesinde asıl niyetin sosyal devletten liberal devlete geçiş olduğu satır aralarına gizlenmiş, sosyal yardıma vurgu yapılarak “hak yerine iane”, “sosyal devlet” yerine “sadaka devleti” anlayışı egemen kılınmaya çalışılmıştır. H ükümetin 2008 yılı içinde üç sosyal güvenlik kurumuna yapacağı aktarma, yüzde 4.02 olarak tahmin edilmektedir. AB’de bu oran yüzde 20 civarlarındadır. Aktarma, hem gelir adaletsizliğinin düzeltilmesine yardımcı olacağı gibi hem de sosyal devlet olmanın bir gereğidir. S osyal güvenliğin finansmanı, çalışanların ödediği primlerin yanı sıra özellikle varlıklı kesimlerden alınan vergilerle sağlanır. Ancak 2007 yılında 206 bin YTL faiz geliri vergiden muaf tutulacak. Buradaki kayıp sosyal güvenlik hakları budanarak karşılanacak. aktarma çalışanların sağlık harcamalarını ve emekli maaşlarını karşılamaya yöneliktir. Hatta büyük ölçüde sağlık harcamalarından oluşmuş olup AKP’nin “Sağlıkta dönüşüm projesi” çerçevesinde ilaç bedellerindeki artışlar ve özel sağlık kuruluşlarına yapılan aktarmadan kaynaklanmaktadır. Kaldı ki, çalışan ve emekliler, bunun bedelini sigortalı oldukları sürece ödemişlerdir. Çalışanın ücretinden her ay sağlık ve emeklilik primi olarak yüzde 14 oranında bir kesinti yapılmakta, işveren de çalışanı adına yüzde 19.5 oranında bir prim ödemektedir. 25 yıl boyunca prim ödeyen sigortalının bunun karşılığını alması son derece doğaldır, bu bir “iane” değildir, SSK fonlarının çarçur edilmesinin sorumlusu da çalışanlar ve emekliler değildir. Bu çerçevede, “bütçeden yapılan aktarmayla hastane ya da okul yapılabilirdi” karşılaştırmasının bir mantığı yoktur. Dr. ATİLLA ÖZSEVER Maltepe Üni. Öğ. Gör. ‘S osyal Güvenlik Reformu’ olarak sunulan aslında sosyal güvenlik haklarını iyice budayan 5510 sayılı yasa, bir kez daha sosyal devlet tartışmasını gündeme getirdi. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda devletin önemli niteliklerinden biri de “sosyal” olmasıdır. Her ne kadar anayasada böyle bir ibare yer almışsa da diğer çağdaş ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’de gerçek anlamda, uygulama düzeyinde bir “sosyal devlet”in varlığından söz etmek pek mümkün değildir. Nitekim anayasanın 65. maddesinde, devletin sosyal ve ekonomik alanlardaki görevlerini “mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceği” belirtilerek bir sınırlama da konmuştur. As lında ülkemizdeki uygulamaya bakarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bir “Sosyal vaatler devleti” demek daha uygun düşmektedir. Tarih boyunca siyasilerce ifade edilen sosyal vaatlerin ancak sınırlı bir bölümü yerine getirilmiştir. Kaldı ki, küreselleşme süreciyle birlikte 1990 sonrasında dünyada olduğu gibi ülkemizde de sosyal devletin işlevleri giderek daraltılmıştır. Politik düzeydeki vaatlerin de sonuna gelinmiş, sosyal devletin son kırıntıları da tasfiye sürecine girmiştir. L İBERAL DEVLETE GEÇİŞ AKP tarafından Prof. Dr. Ergun Özbudun başkanlığındaki bir komisyona hazırlattırılan anayasa taslağında da, sosyal devletin önemli simgesi olan sağlık ve sosyal güvenlik hakları, tek bir maddeye indir genmiştir. Oysa 1982 Anayasası’nda sağlık ve sosyal güvenlik hakları 56. maddeden 65. maddeye kadar on madde halinde düzenlenmiştir. AKP’nin anayasa taslağının gerekçesinde asıl niyetin sosyal devletten liberal devlete geçiş olduğu satır aralarına gizlenmiş, sosyal yardıma vurgu yapılarak “hak yerine iane”, “sosyal devlet” yerine “sadaka devleti” anlayışı egemen kılınmaya çalışılmıştır. Başbakan Tayyip Erdoğan, 3 Ocak 2008’de yapılan Ekonomik ve Sosyal Konsey toplantısında, sosyal devlete, sosyal güvenliğe bakışını daha ilginç bir biçimde ortaya koymuştur. Başbakan Erdoğan, üç sosyal güvenlik kurumuna 2006 bütçesinden yapılan 23.3 milyar YTL ’lik aktarma ile 400 yataklı 150 hastane ya da 16 derslik 8 bin ilköğretim okulunun yapılmasının mümkün olduğunu ifade etmiştir. Öncelikle belirtelim, bütçeden yapılan bu MİLLİ GELİRİN SADECE YÜZDE 4’Ü AKTARILDI ükümetin 2008 Yılı Programı’nda da belirtildiği gibi 2006 yılında bütçeden üç sosyal güvenlik kurumuna yapılan aktarma, gayri safi yurtiçi hasılanın (milli gelirin) sadece yüzde 3.97’sini oluşturmaktadır. Bu oran, 2005’te yüzde 4.8 olmuş, 2007 yılında da yüzde 5.13 olması beklenmektedir. 2008 yılı için de yüzde 4.02 olarak tahmin edilmektedir. Bu orana, devletin işveren olarak çalışanları adına ödediği prim miktarı da dahildir. Aslında bu miktarın dahil edilmemesi gerekir. Çünkü özel sektör işverenleri de çalışan adına doğal olarak prim ödemektedirler. Devlet de, işveren olarak sosyal sigortanın mantığına uygun biçimde bu katkıyı ödemek zorundadır, o nedenle bunu “açık” ya da “aktarma” olarak değerlendirmek doğru değildir. Ayrıca memurlara ödenen emekli ikramiyesi de, bu açık tanımı içinde yer almaktadır. Oysa sigortalı işçiye nasıl kıdem tazminatı ödeniyorsa memura da emekli ikramiyesinin ödenmesi yasal bir zorunluluktur ve bu nedenle bütçeden yapılan aktarma hesabına dahil edilmesi son derece yanlıştır. H AB’de sosyal güvenliğe katkı ukarıda ifade edilen devletin işveren katkısı, yüzde 1 dolayındadır ve bu durumda yüzde 4’lük, yüzde 5’lik oran daha da aşağıya düşmektedir. Oysa tam üyelik için başvurduğumuz Avrupa Birliği ülkelerinde bu oran, yani devletin sosyal güvenliğe yaptığı katkının milli gelir içindeki payı, 25 AB ülkesinin ortalaması olarak yüzde 19.3’tür. Bir kere daha ifade edelim, Türkiye’de bu oran ortalama yüzde 4’tür. Milli gelir olarak değil de, bütçeden sosyal güvenliğe ayrılan paya baktığımızda; Türkiye’de bütçeden sosyal güvenliğe yüzde 14 oranında pay ayrılırken AB ülkelerinde devlet katkısının bütçe içindeki payı yüzde 40’tır. Üstelik bu oranlara devletin sağlık harcamaları dahil değildir. AB ülkelerinde bütçeden sosyal güvenliğe ayrılan pay yüzde 25 (Kıbrıs Rum Kesimi) ile yüzde 46 (Almanya) arasında değişmektedir. %20 Y İşçi, memur, esnaf, emekli, dul ve yetimlerine bütçeden yapılan aktarma “açık” ya da “kara delik” olarak ifade edilirken faize, yani rantiye kesime yapılan aktarma “kara delik” olarak nitelendirilmiyor. 1994 ile 2004 yıllarını kapsayan bir araştırmaya göre, (Aziz Çelik, Sosyal Güvenlik Reformu’nun Gerekçeleri ve Gerçekler, Almanak 2006, İstanbul, Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayını) bütçeden faiz ödemelerine 10 yıllık ortalama olarak yüzde 43 oranında bir kaynak aktarılırken aynı dönemde sosyal güvenliğe bütçeden aktarılan kaynak ortalama yüzde 10 oranında olmuştur. Yine aynı dönemde faiz ödemelerinin milli gelir içindeki payı yüzde 16.3’ken sosyal güvenliğe ayrılan pay yüzde 4’ün altında gerçekleşmiştir. 2008 bütçesi’nde faiz giderlerinin payı yüzde 25.2, sosyal güvenlik kurumlarına aktarılacak miktar ise yüzde 12.9 oranındadır. BÜTÇEDEN AKTARMA ‘KARA DELİK’ DEĞİL SOSYAL DEVLETİN GEREĞİ slında sosyal güvenlik, gelirin yeniden dağılımı demektir. Varlıklı sınıflardan dar gelirli, yoksul kesimlere aktarma yapma amacını taşır. Türkiye, gelir dağılımının iyice bozuk olduğu ülkeler içinde yer almaktadır. Ülkemizde en zengin yüzde 20’lik kesim, milli gelirin nerdeyse yarısını almaktayken en yoksul yüzde 20’lik kesimin aldığı pay ise yüzde 10 dolayındadır. Arada 5 kat fark vardır. Sosyal güvenlik bir anlamda bu gelir adaletsizliğini düzeltmeyi amaçlayan mekanizmaların kullanılmasına hizmet eder. O nedenle bütçeden sosyal güvenliğe yapılan aktarma, hem gelir adaletsizliğinin düzeltilmesine yardımcı olacağı gibi hem de sosyal devlet olmanın bir gereğidir. Sosyal güvenliğe yapılan aktarmayı “açık” ya da “kara delik” olarak nitelemek son derece yanlıştır. A Rantiyenin 206 bin YTL’si vergiden muaf osyal güvenliğin finansmanı, çalışanların ödediği primlerin yanı sıra prensip olarak özellikle varlıklı kesimlerden alınan vergilerle sağlanır. Türkiye’de Özal döneminden başlayarak sermaye kesiminden alınan vergi oranları iyice düşürülmüş, bu kesime çeşitli muafiyetler tanınmıştır. 2007 yılında 206 bin YTL (eski parayla 206 milyar lira) faiz geliri elde edenlerden vergi alınmayacaktır. Yani Hazine bonosu, devlet tahvili gibi menkul S kıymetleri bulunanların elde ettiği gelirin 206 bin YTL’si vergiden muaftır, vergi dışıdır. Sermaye ve rantiye kesime böyle muafiyetler olunca, devletin vergi gelirleri azalmakta, sonuçta emek kesimine yapılacak sosyal harcamalardan kısıntıya gidilmekte, sosyal güvenlik hakları budanmaktadır. AKP hükümeti, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile sosyal devletin son kırıntılarını da tasfiye etmeyi amaçlamaktadır... CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle