16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 EYLÜL 2007 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ARADA BİR Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV Yargının Özelleştirilmesi ve Çok Hukukluluk PENCERE “Koruyucu hukuk” adına, insan hakları çerçevesinde gelişen hukuk normlarını bir tür kadı görevini yapacak arabulucunun keyfi değerlendirmesine terk ederseniz belki çok hukukluluk özlemine ulaşırsınız, ancak adaleti, güçlülerin kolayca delip geçtikleri zayıfların takılıp kaldıkları bir örümcek ağına çevirmiş olursunuz. Laiklik, Terör ve Ardındaki… Komutanımızın Kara Harp Okulu’nun açılış dersinde terör tehdidi ve laiklik üstünde durması yalnız Cumhuriyetimizin yapısı ve güvenliğimiz açılarından değil, çarpık küreselleşmenin eleştirisi yönüyle de bize benzeyen ulusdevletlerin haklarına sahip çıkan ve demokrasiden yana tam zamanında bir tepkidir. Bu değerlendirmem bir abartma değildir. Her iki kaygının da iç kaynakları kuşkusuz var. Ancak, genel tanıyı da doğru koyalım. ABD hem Kemalizmkarşıtlığına dümen kırılmasından hem de bölme tasarısında maşa olan terörü desteklemekten sorumludur. Bu tavırlar önce bizim için yaşamsal tehlikelerdir. Komutanımızın anımsatmaları, daha önce Genelkurmay Başkanımızın yaptığı gibi, önce Cumhuriyetimizi ve ülkemizi koruma görevlerinin gereğidir. Ayrıca, kürenin sürüklendiği ilkellik, bağımlılık, sömürü ve eşitsizlik fırtınasına karşı akılcı bir uyarıdır. Laiklikkarşıtlığının bir bacağı kendi içimizde, bilimselliğe ters düşen yaymacada, oy avcılığı uğruna kandırmada, tarikat kuyruklarında ve yeşil sermayededir. Ama bir bacağı da sözde küreselleşmenin başını çeken dünya gücünün yayılma tasarısı içindedir. Gerçek şu ki, yobaz bir dinerkillik batağı, Beyaz Saray dahil, ABD karar vericilerini de çevrelemiş durumdadır. Bu gerçeğin ülkemizde iyi bilinmediği kanısındayım. AKP ile ABD arasında bu açıdan da uyum var. Ayrıca, Beyaz Saray’ın sözde terör karşıtlığı yaftası altında yürüttüğü savaşın bir dayanağı petrol tekelleriyse, öteki de Hıristiyan Evangelist köktendinciliktir. ABD’deki laiklik düşmanları Suudilerle ve benzerleriyle yarışır. Son başkanlık seçimi Cumhuriyetçileri orada da ABD tarihinin ilk din partisi yapmıştır. O ülkede din yobazlığının uzun geçmişi de bizde bilinmiyor. Ancak, bugün geldiği nokta yeni siyasal güç kazanması, Beyaz Saray’ı da teslim alması, (bizden farklı olarak) askeri de vurucu gücü gibi kullanması ve özellikle “kutsal İncil bölgesi” dediği topraklara ayrıca bir göz koymasıdır. Petrolde egemenlik, bunda askerden yararlanma ve doları koruma üçlemesinin bir desteği de Hıristiyan köktendinciliğidir ki, bunun içinde Fethullahçılığın da, AKP’nin de yeri vardır. Beyaz Saray’da oturan kişinin Tanrı’nın onayını aldığı iddiası ve savaşlarının böylece “kutsallığı” Amerikan yayınlarındadır. Bu bir kitap, kitaplar konusudur. Teröre gelince: ABD geçmişinin kendi bir yanıyla terör tarihidir. Bugün de, çeşitli anlamlarda terörün baş kaynağıdır. Böylesine değerlendirmeleri Amerikan tarihçileri, eski devlet görevlileri ve küreye yayılmış tekelci ortaklıkların temsilcileri kitaplarında nesnel kanıtları, resmi belgeler ve kişisel deneyimleriyle açıkladılar. Bunların özeti bile ciltleri doldurur. Terör kuruluşları içinde karşı çıktıkları da vardır ama, kimilerine de para, silah, askeri eğitim ve lojistik diplomatik destek verir. “Damokles’in kılıcı” gibi havada asılı duran ama dizemini arttıran “Ermeni sorunu” da ek bir göz dağı aracıdır. Türkiye’de ve Kuzey Irak’ta PKK’ye arka çıkışının ülkemize Sevr’i uygulatmanın yeni bir yolu gibi gözüktüğüne artık gerçekçi bir tanı koymalıyız. Bu ciddiyet Cumhuriyet birikimimizin, ulusallığımızın, yurtseverliğimizin ve güvenliğimizin gereğidir. PKK’nin ardında demokrasi değil, başka tasarılar var. Tasarlanan yeni harita petrol kaynaklı ve stratejik bölgede ABD egemenliğinin anahtarıdır. PKK’yi bir hak arayışı değil, emperyalizmin genel tasarısı çerçevesinde görmek gerekir. Bizde ve komşularımızda uyguladığı terörünün artması da iplerinin ABD elinde olmasından ötürüdür. ABD bu yoldan ilgili ülkeleri de yeni ve gereksiz ödünlere sürüklemekte, ödünleri aldıkça onları daha da zayıf düşürmektedir. Ödünler terörü arttırmış, yandaşlarını, giderek temsilcilerini TBMM’ye sokmuştur. Sorunu sözde “demokrasi içinde çözme” seçeneğinin kuyruğunda yeni ödünler sıralanmıştır. Avrupa birleşirken Ortadoğu bölünüyor. Üstelik, Türkiye için gerçekleşmeyeceği görünen bu bağlantının bir koşulu olarak. Av. Başar YALTI İstanbul Barosu Avukatı yürütülen yargının özelleştirilmesine hükümetin nasıl dört elle sarıldığı, bu çerçevede yer alan ilişkiler ağını başarıyla işlemektedir. Ancak, özelleştirmeler sonucu ortaya çıkan aşırı yoksulluk ve zenginlik, yılkı atları gibi doğaya terk edilmiş milyonlarca “yılkı adamlarını” yaratmış, özelleştirme yanlılarınca bile bu kadarı da olamaz dedirten sistem, sonuçta yılkı adamları tarafından çökertilmiştir. “Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanun Tasarısı”yla yapılmak istenilen aslında yargının bir tür özelleştirilmesidir. Adında ‘adalet’ olan iktidar partisinin, toplumsal yapımıza ve devlet geleneğine uymadığı açık olan böylesine uçuk projelerle adalet dağıtılamayacağını kendisinin de bildiğini sanıyoruz. Çünkü mevcut hukuk sistemimizde uzlaştırma amacıyla yapılan düzenlemeler zaten bulunmaktadır. Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası’nda yer alan tahkim, Avukatlık Yasası’nın 35/A maddesinde yer alan uzlaştırma ve son olarak Ceza Muhakemesi Yasası’nda yer verilen uzlaştırma kurumları, belli uyuşmazlıkların mahkemeler dışında çözümünü mümkün kılmaktadır. Ancak, var olan bu kurumların işlemediği, vatandaşların bu kurumlara itibar etmediği, uygulamanın ve istatistiklerin ortaya koyduğu kesin bir gerçekliktir. Öyleyse bu tür önerilerde ısrarcı olunmasının nedenini, başka yerlerde aramak gerekiyor. Bu bakımdan bizi endişelendiren sorun, “Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanun Tasarısı”nda yer almayan ancak gazete haberlerinde yer verilen, “boşanma, nafaka, mal paylaşımı, miras” konularında arabulucuya başvurulacağı ve arabulucunun vereceği kararın mahkeme kararı hükmünde olacağı hususudur. Yapılmak istenen, Türk hukuk devriminin temelinde yer alan laik hukuk anlayışının temeli olan Türk Medeni Kanunu’nun ortadan kaldırılmasıdır. Böylece, laik esaslara göre düzenlenmiş olan Türk yurttaşlık hukuku, bu özelliğini yitirecek, özellikle evlenme, boşanma, miras konuları özelleştirilmekle Cumhuriyetin temelini oluşturan laiklik büyük yara alacaktır. Tasarıya göre, arabulucu olarak seçilecek kişilerin hukukçu olmalarına bile gerek du hükümet programında; “İhtilafları çıkmadan önlemek amacıyla ‘koruyucu hukuk’ uygulamaları daha da geliştirilecektir” taahhüdünde bulunulduktan sonra, “Uyuşmazlıkların hızlı, basit, az giderle ve etkin bir şekilde çözülmesini sağlamak ve böylece yargı organlarının iş yükünü azaltmak amacıyla, özellikle hukuki uyuşmazlıklarda alternatif çözüm yollarını öngören yasal düzenlemeler yapılacaktır” denilmektedir. Gazetelerde daha sonra yer alan bu konudaki haberlere göre, hukuksal uyuşmazlıklarda alternatif çözüm yollarına örnek olarak Avusturya modeli gösterilmekte, benzer uygulamanın Türkiye’de yerleştirilmesi için yasa çıkartılacağı belirtilmektedir. Gazete haberlerine göre; “Boşanma, nafaka, mal paylaşımı, miras gibi her türlü özel hukuk anlaşmazlıklar(ını) hâkim önüne gitmeden taraflar anlaşıp ‘arabulucu’ (mediatör) önünde çözecek”. ‘Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanun Tasarısı’ tartışmaya açılmış bulunmamaktadır. Tarafımızdan incelenen bu tasarıda gazete haberlerindeki “mahkemesiz adalet” projesine uygun bir özellik görülmemiştir. Devletin temel üç yetkisinden birisi olan yargılama, yine devletin varlık nedenleri arasında bulunan adaleti sağlama görevinin bir gereği ve sonucudur. Peşin olarak belirtmeliyiz ki, 60. hükümet programında yeni bir “buluş” gibi sunulan arabuluculuk, adaletin yerine getirilmesinde yararlı olmayacağı gibi, böyle bir uygulama, bazı kesimlerce bir özlem olarak arzulanan çok hukukluluğu hayata geçirmenin gizlenmiş yöntemi olarak kullanılabilecektir. Tahsin Yücel, “Gökdelen” adlı romanında, İstanbul’u New York gibi gökdelenler kenti haline getirmeyi kafasına koymuş zengin müteahhidin, bu hedefine ulaşmasına engel olan mahkemelerin aşılması için, ünlü avukatının ortaya attığı yargının özelleştirilmesi konusunu, fantastik ancak gerçekçi bir kurgu çerçevesinde işlemiştir. Roman, her şeyin özelleştirildiği bir ortamda tek kamusal faaliyet olarak 60. yulmamıştır. Bu durumda “herkes” arabulucu olabilecek, büyük olasılıkla taraflar arabulucularını seçtiği gibi, kendilerine uygulanacak kuralları da belirleyecektir. Herkesin kendi hukukunu seçmesi anlamına da gelecek olan bu uygulama sonucunda, en az ülke birliği ve bayrak birliği kadar önemli olan hukuk birliği ortadan kalkacaktır. Bazı çevrelerin Medine Sözleşmesi özlemi böylece hayata geçecektir. Hukukun aydınlanma sonucu ortaya çıkan modern yaşam biçiminin toplumsallaştırılmasında araçsal bir işlev gördüğü bilinmektedir. Cumhuriyet temellendirilirken, aynı işlev yapılan köklü değişimlerle Türk hukukuna da yüklenmiş, bu çerçevede, laik yaşam biçimini yerleştirmek üzere Türk Medeni Kanunu ve birçok yasa yürürlüğe konulmuştur. Atatürk, aydınlanmanın temelinde bulunan akılcılığı esas alan sayısız uygulamayı toplumsal yaşama geçirerek toplumda zihinsel bir çağ değişimini amaçlamış, bu amacı gerçekleştirmek üzere hukukta da devrim yapmıştır. Hukukun modernitenin yerleştirilmesi işlevine yönelik eleştiriler elbette yapılmıştır. Ancak, her şeyin rasyonel olarak tasarlandığı ve insanı soyut bir varlık olarak ele alan pozitivist hukuk anlayışına, bu mekanik tutumu nedeniyle yöneltilen haklı eleştirilerin, bireyi ve toplumu özgürleştirme ve adaleti gerçekleştirme adına bugün yapılan kerameti kendinden menkul düzenlemelerle bir ilgisi bulunmamaktadır. Türkiye’de modernleşme süreci kesintiye uğrayarak tam olarak gerçekleştirilemediğinden, (dinsel, etnik ve feodal bağlar tam olarak çözülemediğinden) hukukun, modernleşmenin tamamlanmasına hizmet eden işlevini ortadan kaldıracak şekilde özelleştirilmesi, özgürlük yerine bağımlılığı, eşitlik yerine adaletsizlik sonucunu doğuracak, kişilerin cemaatçi bağımlılıkları artacaktır. Ankara Hukuk Mektebi’nin açılışında yaptığı konuşmada, “köhne hukuk erbabının” Cumhuriyetin en sinsi can düşmanı olduğunu belirten Atatürk, bu kişilerin devrimci ülküleri mahkum etmek için sindikleri yerden fırsat kolladıkları saptamasında bulunmuştur. “Koruyucu hukuk” adına, insan hakları çerçevesinde gelişen hukuk normlarını bir tür kadı görevini yapacak arabulucunun keyfi değerlendirmesine terk ederseniz belki çok hukukluluk özlemine ulaşırsınız, ancak adaleti, güçlülerin kolayca delip geçtikleri zayıfların takılıp kaldıkları bir örümcek ağına çevirir, laik hukuk sistemini de bütünüyle yok edersiniz. Tehlike Neymiş?.. Aradan çok bir zaman geçmedi; 22 Temmuz seçiminden önceydi... Cumhuriyet’in manşetlerinde yayımlanan uyarıyı anımsadınız mı?.. Neydi?.. “Tehlikenin farkında mısınız?..” Ardından Cumhuriyet mitingleriyle değişik kentlerde meydanlar doldu... ? Ancak bizim medya ne âlemdeydi?.. Ne tehlike... Ne farkındalık.. Ne uyanış.. Medya kendi âlemindeydi, demokrasi martavallarıyla dolup taşan köşeler gerçekleri örterek dinci iktidarın ekmeğine yağ sürüyorlardı... 22 Temmuz seçimleri AKP iktidarının yüzde 46’lık başarısıyla sonuçlanınca soruldu: Peki bu durumda Cumhuriyet mitingleri fiyasko olmadı mı?.. Demek ki tehlike mehlike yoktu... Ama, medyanın uyurgezerliği kısa sürdü... ? Meğer tehlike varmış.. Üstelik büyükmüş.. Tehlikenin eli kulağındaymış, Malezya olabilirmişiz... Ya Türkiye ne âlemdeymiş?.. Allah korusun!.. ? Eh... Sonunda tehlikenin farkına vardık, varıyoruz... Buna da şükür.. mü diyelim?.. Önce bir gerçeğin altını çizmekte saymakla bitmez yarar var... Cumhuriyet’in söylediği, yazdığı, haber verdiği tehlikenin gerçeğiyle, Cumhuriyet mitinglerinde meydanları dolduran milyonların dile getirdikleri gerçek artık elle tutulur, gözle görülürcesine somutlaşmıştır... Cumhuriyet gazetesi medyada tektir... 1991’de Sovyetler’in çökmesiyle ortaya atılan “Küreselleşme, Yeni Dünya Düzeni, Yükselen Değerler” konularında da Cumhuriyet medyada tek başına tavrını koymuştu... Gazetemizin yazdığı her şey aradan geçen sürede, bir bir ortaya çıktı, doğrulandı; Küreselleşme’nin ve Yeni Dünya Düzeni’nin ne demek olduğu Ortadoğu’da kabak çiçeği gibi sergileniyor... ? Bugün yazdıklarımız da yarın doğrulanacak ve gerçekleşecektir... Atatürk’ün laik ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti teslim olmayacak... Ama tehlikenin farkında mısınız?.. Farkına varmamak için ya kör, ya aptal ya da satılmış olmak gerek... CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle