14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 EYLÜL 2007 PAZAR CUMHURİYET SAYFA DİZİ Ümit Kaftancıoğlu, artık sıranın kendisine geldiğini yakınlarına sık sık söylüyordu 9 BİLİM İNSANLARININ 12 EYLÜL’Ü İktidarlarla hiç anlaşamadı mit Kaftancıoğlu, 1935 yılında Ardahan’ın Hanak ilçesine bağlı Koyunpınar köyünde, yedi çocuklu yoksul bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukluğu Dede Korkut boylarının zengin anlatım geleneği içerisinde, halk âşıklarının, söz sohbet bilenlerin dizinin dibinde destan, masal, türkü, efsane dinleyerek geçti. Daha ilkokula başlamadan, okuma yazmayı öğrenerek, köyün mektupçusu ve köy odalarının kitap okuyucusu oldu. Beş yaşında çok iyi bir okur olduğu için, köy ve çevre ileri gelenleri onu evlerine götürür, “Tanrı vergisi” dedikleri bu erken okuma olayını yakından izlerlerdi. İlkokulu kendi köyünde okuyan Kaftancıoğlu, Cılavuz Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra bir süre ilkokul öğretmenliği (MardinDerik) yaptı. Daha sonra Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü başarıyla bitirip Türkçe öğretmenliğine (RizePazar) başladı. Askerliğini yedek subay olarak yaptı. Askerlik dönüşü, TRT’nin açtığı sınavı kazanarak, köy yayınları bölümünde göreve başladı. Bütün Türkiye’nin belleğinde yer eden programlara imza atan Kaftancıoğlu, 1970 yılında “Dönemeç” adlı öykü kitabıyla TRT Büyük Ödülü’nü, 1972 yılında “Hakullah” adlı röportajı ile Milliyet Gazetesi Ali Naci Karacan Ödülü’nü kazandı. Ümit Kaftancıoğlu evli ve iki çocuk babasıydı. A. Mustafa Kıvılcım Roman, öykü, çocuk öyküleri türlerinde seçkin ürün Ü ler veren Kaftancıoğlu, “Dilden Dile” ve “Yurdun Dört Bucağı” adlı radyo programlarıyla da ses getiriyordu. O yıllarda “Dilden Dile” ölçüsünde dinleyici bulmuş bir başka program yoktu. “Köroğlu” adlı incelemesi de büyük yankı uyandıran Kaftancıoğlu’nun yayımlanmış 17 yapıtı bulunuyordu. K Yazar ve TRT Kültür Yayınları Bölümü IZININ GÖZLERİ ÖNÜNDE ÖLDÜRÜLDÜ prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu 11 Nisan 1980 Cuma günü, saat 08.20 sularında Mecidiyeköy Ortaklar Caddesi Ünsal Sokak Aksu Apartmanı’ndaki dairesinden kızı Pınar’ı Esentepe Ortaokulu’na götürmek ve oradan da görevine gitmek üzere arabasına bineceği sırada, yaşları 1820 arasında iki kişinin yaylım ateşine tutuldu. Sırtına ve göğsüne isabet eden 5 kurşun nedeniyle ağır yaralanan Kaftancıoğlu, Şişli Hastanesi’ne kaldırıldı, ancak ameliyata alınmadan yaşamını yitirdi. Saldırı sırasında Kaftancıoğlu’nun yanında olan 12 yaşındaki kızı saldırıdan yara almadan şans eseri kurtuldu. Öldürülmesinin ardından acı haber tüm dostlarına, yakınlarına ulaşmıştı. Kaftancıoğlu’nun yakınları, yazarın daha önce çeşitli yazıları nedeniyle tehdit edildiğini, son günlerde bir gazetede yayımlanan yazısı nedeniyle de yeni bir tehditle karşılaştığını söylediler. Tören için bir araya gelen Kaftancıoğlu’nun ailesi, yakınları, arkadaşları ve sevdikleri törenin yasaklanması üzerine camide toplandı, cenaze törenine TRT yöneticilerinden kimsenin katılmaması dikkat çekecekti. Cenaze namazından sonra topluluğun mezarlığa kadar yürümesine de izin verilmemiş ve törene katılanlar askeri kordon altında araçlara bindirilerek camiden uzaklaştırılmışlardı. Türkeş’in televizyondan yayımlanan basın toplantısı üzerine Ümit Kaftancıoğlu’nun öldürüldüğü iddia ediliyordu. Alparslan Türkeş, bir gün önceki basın toplantısında konuşmasını şöyle bitiriyordu: “Bugünlerde yalan ve iftira kampanyasını bazı CHP’li yöneticilerle bir komünist yazarın birlikte bir senaryo halinde sahneye koydukları ve yalan ve iftira kampanyasına bazı gazeteleri de alet ettikleri anlaşılmaktadır.” ‘Özgürlük ve demokrasi haklarında geriye gidildi’ BURAK ALİÇAVUŞOĞLU E 12 Eylül’den sonra Kaftancıoğlu’nun MRİ VEREN İSTANBUL ÜGD BAŞKANI Yeğeni ve ağabeyi (beyazlı) acı haber üzerine bayılan yengesiyle ilgileniyor. katillerinden Ahmet Mustafa Kıvılcım ve Bayram Çimen yakalandı. Kıvılcım, polis ifadesinde “Ülkücü Gençlik Derneği üyesi olduğunu, eylem emrini İstanbul ÜGD Başkanı Hasan Küçük’ten aldıklarını ve İrfan Çakıca ile Yusuf Teke’nin de kendisiyle birlikte eyleme katıldığını” söylüyordu. Olayda kullanılan silahlar da gömüldükleri yerden çıkarılmış ve Kaftancıoğlu’nu öldüren kurşunların ait olduğu silah bulunmuştu. Pınar Kaftancıoğlu ise sanığı teşhis etmekte hiç zorlanmamıştı. Olaydan 6 yıl sonra görülen davada askeri mahkeme “Bayram Çimen’in delil yetersizliğinden beraatına, Mustafa Kıvılcım’ın ise taammüden adam öldürmek suçundan idamına” karar verdi. Ancak, Askeri Yargıtay, sanığın “asli fail değil, feri fail” olduğu gerekçesiyle kararı bozdu. Bozmaya uyan mahkeme Mustafa Kıvılcım’ın “cürüm işlemek için oluşturulan silahlı teşekküle girdiğini” sabit görse de bu suçtan açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine, Kaftancıoğlu’nun öldürülmesine yardım etmekten 8 yıl 4 ay ağır hapis cezasına çarptırılmasına karar verdi. Kıvılcım bu cezaya göre 4 yıl yattı. Diğer sanıkların ise mahkemeye göre kimlikleri tespit edilmedi. 2 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden 27 yıl geçmesine karşın anayasası, kurumları, yok ettiği ve yerine geçirdiği değerleriyle toplumun her kesiminde etkisini sürdürüyor. Çok sayıda farklı düşünen akademisyen, ya kendi isteğiyle ya da 1402 sayılı sıkıyönetim yasasıyla üniversiteden uzaklaştırıldı. 27. yıldönümünde 12 Eylül askeri darbesinin baskıları altında kalan öğretim üyeleri 12 Eylül’ü ve 12 Eylül sonrası üniversiteleri değerlendirdiler. ÖDP İstanbul Milletvekili, İstanbul Üniversitesi eski öğretim üyesi Ufuk Uras, 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte üniversite gençliğinin “hizaya sokulmaya” çalışıldığını belirterek özetle şu görüşlere yer verdi: “12 Eylül darbesi sonrasında sadece üniversitelerde değil, toplumun tüm kesimlerinde son derece köklü ve ciddi değişimler, özgürlük ve demokratik haklarda bir geriye gidiş yaşandı. Uygulanan Türkİslam sentezinin, yani toplumu milliyetçileştirme ve dincileştirme sürecinin etkileri akademik alanı da tarumar etti. Akademik çalışmaların doğası gereği içinde barındırması gereken eleştirelliği, bilimsel yaklaşımı, aydınlanma yönelimini büyük ölçüde tahrip etti. Üniversitelerdeki öğretim kadrolarına yönelik tasfiye operasyonları bu ülkenin çok değerli insanlarını akademik hayatın dışına itti. Üniversiteler, 12 Eylül cuntası tarafından çıban başı olarak değerlendirildikleri için, en fazla tahribatı yaşayan kurumlar oldu. Pek fazla düşünmeyen, eleştirmeyen, haksızlıklara ve adaletsizliklere itiraz etmeyen, protesto etmeyen bir gençlik yaratmanın adımları o günlerde atıldı. 12 Eylül’lün üniversitelerde yarattığı sorunların başında YÖK geliyor. YÖK, üniversite gençliğini hizaya sokma anlayışıyla oluştuUras: Uygulanan ruldu.” 1 Dr. Ali Naki Kaftancıoğlu, sanıkların devlet tarafından kollandığı izlenimini her zaman edindiklerini söyledi ‘Babam insan sevgisiyle doluydu’ mit Kaftancıoğlu demek köyü, köylüleri ve çocukları demekti. Yaşamını belirleyen imgeler temelde bunlardır. Her işinde genelde Türk köylüsünün, özelde kendi yöresinin yararını hedeflerdi. Çocuklarına âşıktı demek az gelir; tapardı. Çok zeki, sosyal, atak, lider tavırlı, kendine aşırı güvenli idi. Her anı edebiyatçı arkadaşlarıyla iletişim, çocuklarının bakımı, radyo programı, köylülerinin Malta’da ziyareti, akrabalar, yazıçizi işleriyle doluydu. 24 saat az gelirdi babamın aktivasyonu ve çabasına. İlk anılarım sanırım 34 yaşlarında başlar babamla ilgili. Dünyanın en eğlenceli babası idi. Hiçbir isteğimiz kırılmaz, alabildiğine şımartılırdık. Bize kızılması yasaktı. Akşamları Radyoevi’nden babam neşe ve küçük tavuklu sandviçlerle gelirdi. Hiç yorulmamış gibi at olur, masal anlatır, sorularımıza yanıtlar verirdi. Köyünü, karakışı, insanların yoksulluğunu, Köy Enstitüleri’ndeki çocukların öykülerini daha o zamandan masal gibi dinlemeye başladık. Akşam ilerledikçe annem yazılı kâğıtlarını, babam kitaplarını okumaya başlar, ben de resim yapardım. Evde olduğu günler çoğunlukla Fatih’e, Malta’ya giderdik. Saskaralıların toplandığı kahvede babamın çevresi hemen sarılır, sıkıntılar dile gelmeye başlardı. İş arayanlar, karısıyla kavga edenler, dolandırılan, yatacak yeri olmayanların derdine derman babamdı hep. O zaman ben çok da fazla farkında değildim neler olduğunun. Ancak şimdilerde 35 yaşında genç bir adamın ne kadar çok iş bulduğu, yardımcı olduğu, özverili, yardımsever, akıllı, girişken olduğunu anlayabiliyorum. Radyoevi ve yazmak dışında derdi dünyası çocukları ve köylüleri idi. İnşaatlarda çalışanlara üzülür, kimi zaman gözyaşlarını tutamazdı. Ü Ümit Kaftancıoğlu eşi ve çocuklarıyla birlikte. tan, Köroğlu, eşitlik, yoksulluk, okuma hakkı, çalışana saygı, düşündüğünü ifade etme hakkı, köylüleri ve türküleri hiç düşmedi dilinden. Şimdi anlıyorum ki o insancıldı, köyünün âşığı idi. İnsan sevgisi ile doluydu. Onun Kâbe’si, Mekke’si çalışan ezilen insandı. En başta da yöresinin insanı. Delice yaşama sevgisiyle doluydu. Kısacık 45 yılını yalnızca özel insanların doldurabileceği kadar fazla kavga, aşk, çalışma, öğrenme, yardımlaşmayla doldurdu. Kız kardeşim Pınar ve ben, sanırım dünyanın en sevecen babasına sahip çocuklar olarak büyüdük. 14 Bir cuma sabahı okulda beden eğitimi dersinYAŞINDAYDIM Türkİslam sentezinin, yani toplumu milliyetçileştirme ve dincileştirme sürecinin etkileri akademik alanı da tarumar etti. Prof. Dr. Türkay: 12 Eylül askeri darbesi, üniversiteleri hizaya sokarak piyasa mantığının hegemonyasını kurma sürecinde önemli bir rol oynamıştır. Prof. Dr. Oran: 12 Eylül cuntasının ‘anarşi’den sorumlu tuttuğu birkaç kurum arasında üniversite de vardı. Dolayısıyla üniversiteler bu faşizmin özel hedefi oldu. ‘E Marmara Üniversitesi ĞİTİMİ TİCARİLEŞTİRDİ’ abam öldürülmesine yakın o kadar hızlı yazıyordu ki, sanki biliyordu zamanının kısıtlı olduğunu. Alabildiğine artmıştı sigara, daktilo sesi ve ülkücülerin tehditleri. Anneme, kardeşlerine hep söylemiş “Sıra bana geliyor artık” diye. Gene de yazmaktan geri durmadı. Önüne çıkamayanlar arkadan vurdular, kızını okula götürmek üzere silerken arabasını. şefkatini doyasıya yaşamış, ama yaşama bakışını, başardıklarını anlamaya ancak başlayabileceğim 15 yaşında ondan ayrılmış olmak. İktidarlarla hep anlaşmazlık çekti. Sağcı iktidarlar onu hep kızağa aldı. Sevmediği sabah programlarını hazırladı. Sonra sol iktidarlar geldi. Onların beceriksizliğini, korkaklığını eleştirdi. Radyoevi’nin genel müdürüne gereğinde bağırdı çağırdı. Tıpkı evimiz gibi Radyoevi’ni hep hareketlendirdiğini hissederdim. Dilden Dile’nin demirbaş program kayıtları silindi. Kültür servisi kültür katliamıyla dağıtıldı. Sonuçta Televole kültürü doğdu. Direnenlere selam olsun. Babam radyoya, Radyoevi babama çok şey kattı. Servis arkadaşlarının hepsine takdir ve sevgi ile baktı. Tanınması temelde radyo programlarıyla oldu. Yazın dünyasıyla çevresi genişledi. Her yerde her zaman bir tanıdık bulurdu. Konuşması, ricası kırılgan değil, dostça idi hep ve geri çevrildiğini anımsamam. Kimini okula soktu, kimini işe koydu, kimine diploma aldı, kiminin bürokrasideki işini çabuklaştırdı. TÖBDER, mektupları, köylülerin işleri… Hepsine yetişmeyi bildi. B ‘S Okumayı ve yazmayı hiç bırakmadı benim çaIRA BANA GELİYOR ARTIK’ K Sertti gereğinde, çoğu zaman güleçti. Yaşlı kaÖKLERİNİ UNUTMADI dınlarla çok gülüştüğünü anımsarım, eskilerden çok konuştuğunu. Köklerini hiç unutmadı babam. Hep yerde daha rahat oturdu, en çok kuzinede pişmiş patatesi ellerini yakarak yemeyi sevdi, hem Anadolu kültürünü araştırdı, öğrendi, yazdı, yaşadı. Alevileri ezilmiş ve ilerici diye sevdi; onları sömüren kimi dedeleri ise hiç sevmedi. Onlarca, yüzlerce türkünün derleyicisinin babam olduğunu bilmek ne büyük gurur. Ve ne kadar üzüntü, onun ancak sevgi ve lışkan, zeki ve kahraman babam. Varlık, Çevren, Dönemeç, Cumhuriyet, Milliyet, Aydınlık, Ilgaz, Türk Dili sık sık onun yazılarıyla doldurdu sayfalarını. Hele öldürülmesine yakın o kadar hızlı yazıyordu ki, sanki biliyordu zamanının kısıtlı olduğunu. Alabildiğine artmıştı sigara, daktilo sesi ve ülkücülerin tehditleri. Anneme, kardeşlerine hep söylemiş “Sıra bana geliyor artık” diye. Gene de yazmaktan geri durmadı. Önüne çıkamayanlar arkadan vurdular, kızını okula götürmek üzere silerken arabasını. Kendisi vurmaktan, öldürmekten yana değildi hiçbir zaman. Ama hiçbir zaman da çekinmedi mücadeleden ve öldürülmekten. Pir Sul den idareye çağırdılar. Dayım oradaydı. Babamın hastanede olduğunu söyledi. Böbrek rahatsızlığı diye düşündüm. Yolda babamın öldürüldüğünü söyledi dayım. 14 yaşında idim. Şişli Etfal Hastanesi’nin morgunda babamı gördüm, ama orada gördüğüm beden babam değildi. O soluk, sessiz, hareketsiz “şey” benim canlı, güleç, gürültülü, hareketli babam olamazdı. Hiçbir zaman da olmadı. Bu aşamada ben aktif değildim. Kız kardeşim tanık olduğu için birkaç kez ifade ve yüzleştirme için çağrıldı. Ancak askeri mahkeme olmasına karşın sanıkların arsız, hakaretamiz sataşmalarına muhatap oldu. Yıllar sonra tanıklık çok da anlamlı olmadı. Sanıkların devlet tarafından kollandığı izlenimini her zaman edindik. Emperyalizm ve kapitalizm karşıtı çabaları başta olmak üzere, o dönem kan davası gibi bir sağdan bir soldan cinayetler serisinin önemli bir kurban adayı idi, ününden dolayı öldürüldü. Öldürülmese idi 12 Eylül cuntası olabildiğince baskı yapacaktı. TRT’den çıkarılacağı kesindi. Onun kadar aktif bir insan dostlarının olduğu kadar düşmanlarının gözünde de büyüyecekti. Genel ilgi alanı son yıllarda köyden kente yönelmişti. Kentteki özellikle varoş insanlarının sorunlarıyla daha çok ilgilenecekti. Eskiden Abdi İpekçi, Bedri Karafakioğlu, Bedrettin Cömert, Doğan Öz, Uğur Mumcu, Cavit Orhan Tütengil, Cevat Yurdakul, Ümit Doğanay, Akın Özdemir, Kemal Türkler, Ümit Kaftancıoğlu vardı. Şimdi bizler varız. Umarım halkları için can veren bu yiğit, bilge insanlara layık olabiliriz. Unutmayıp unutturmadığınız için teşekkürler. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Türkay ise 12 Eylül’ü ve sonuçlarını şöyle değenlendirdi: “12 Eylül askeri darbesi mevcut sisteme muhalif tüm kişi ve kurumların tasfiyesine yönelik bir niteliğe sahiptir. Bu çerçevede öncelikle üniversitedeki muhalif unsurlar tasfiye yoluna gidilmiş, takip eden süreçte de YÖK düzenlemesiyle öngörülen yeni yapı kalıcı hale getirilmiştir. Bu dönüştürme sürecinin en somut izlenebileceği alan üniversiteyi üniversite yapan bilimsel özerkliğinin ortadan kaldırılmasıdır. Bu dönüşümü besleyen bir diğer müdahale de üniversiteyi piyasanın mantığına uygun bir işleyişe sahip, eğitimin ticarileştirildiği bir yapıya dönüştürme yönünde olmuştur. Bu haliyle bakıldığında 12 Eylül darbesi ve bunu izleyen YÖK uygulamaları kendi mantıki sonuçlarına başarılı bir biçimde ulaşmış görünmektedir. YÖK, üniversiteleri piyasa ve devletin doğrudan müdahalelerine açık hale getirerek asli işlevini yerine getirmiştir. 12 Eylül askeri darbesi, üniversiteleri hizaya sokarak piyasa mantığının hegemonyasını kurma sürecinde önemli bir rol oynamıştır.” ‘Ü Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi NİVERSİTELER FAŞİZMİN ÖZEL HEDEFİ OLDU’ BİTTİ emekli öğretim üyelerinden Prof. Dr. Baskın Oran da, üniversitelerin “anarşiden” sorumlu tutulduğuna dikkat çekerek 12 Eylül’ü ve sonuçları şöyle özetledi: “12 Eylül cuntasının ‘anarşi’den sorumlu tuttuğu birkaç kurum arasında üniversite de vardı. Dolayısıyla, üniversiteler bu faşizmin özel hedefi oldu. Dünyanın en merkezileştirilmemesi, en kalıplaştırılmaması gereken bu kurumuna YÖK ve rektörler yoluyla üniforma giydirildi. Bunun sonucu çok basit: Zaten nereye çeksen oraya gitmeye hazır olan üniversiteler bir de bu üniformayı giyince aynı şekilde hareket etmeye başladılar. Onun formüle ettiği resmi ideoloji ne diyorsa, ‘bilim’ kisvesi altında onu papağan gibi tekrarladılar. 12 Eylül cuntasının üniversitelere hediye ettiği bir kurum da YÖK’tür. Dünyanın her yerinde YÖK gibi bir üniversite eşgüdüm organına ihtiyaç vardır. Ama, sadece eşgüdüm olarak. Yoksa, bugünkü haliyle üniversitelerin akademia’yla uzaktan yakından ilişkisi olamaz; buna olsa olsa ancak ‘yüksek lise’ denir” CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle