22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 AĞUSTOS 2007 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 İki nehrin önemi Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler’in dikkatini Türkiye’ye yöneltmesine neden oluyor Ortadoğu, Dicle, Fırat ve GAP D icle ve Fırat nehirleri ülkemizin su potansiyelinin yaklaşık dörtte birini oluşturmasına rağmen sınıraşan akarsu sistemi niteliği taşıması nedeniyle geliştirmekte en çok zorlandığımız nehirlerdir. Sınıraşan su karakterindeki bu nehirlerden Fırat’ın ortalama yüzde 80’inden, Dicle’nin ise beşte ikisinden fazlası Türkiye’den kaynaklanmaktadır. Bölgede GAP dahil yukarı havzadaki tüm tesislerin gerçekleştirilmesinden sonra Türkiye’den kaynaklanan suların normal koşullarda Fırat’ta yüzde 40’ı, Dicle’de yüzde 65’i komşu ülkelere akmaya devam edecektir. Dicle ve Fırat nehirleri sularının kullanımını engellemeye yönelik ilk etkinlikler GAP’ın uygulamaya geçirilme süreci ile başlamıştır. 1982 yılında Türkiye’nin çağrısı ve inisiyatifiyle gerçekleştirilen OTK toplantıları ve Türkiye’nin uluslararası gelişmeleri de dikkate alarak geliştirdiği ve Dicle ve Fırat nehirlerinin tek havza olarak kabul edilmesini içeren “Üç Aşamalı Plan”dan istenilen sonuç alınamamıştır. Bu plan; Türkiye, Irak ve Suriye’nin su ve toprak envanterinin yapılması ve akabinde bu veriler üzerinden üç ülkenin su ihtiyacının ve bu ihtiyacın karşılanma yollarının geliştirilmesini içermektedir. Bu plan ile de bağlantılı olarak Türkiye, “Dicle ve Fırat nehirlerinin tek bir havza olduğunu ve bütüncül bir yaklaşımla ele alındığında iki nehrin toplam su potansiyelinin üç kıyıdaş ülkenin ihtiyaçları için yeterli geleceği ve suyun faydalarının paylaşılmasına zemin sağlayacak hakça, makul ve optimum bir şekilde kullanımının esas olması gerektiğini” savunagelmiştir. Türkiye, DicleFırat havzasına ilişkin sınıraşan su politikalarını ulusal hükümranlık haklarını da dikkate alarak bölgesel işbirliği açısından değerlendirmiş, ancak bölge ülkelerinden yeterli destek ve iyi niyeti görememiştir. Bugün gelinen noktada, Dicle ve Fırat havzasında suyun kullanımı gerek AB’nin gerekse BM’nin ilgi alanında çokça yer almaya başlamıştır. Nitekim Türkiye’ye yönelik 2003 Katılım Ortaklığı Belgesi, 6 Ekim 2004 İlerleme Raporu, 9 Kasım 2005 İlerleme Raporu gibi bir dizi Avrupa Birliği belgesi kapsamında sınıraşan su işbirliğine, özellikle Su Çerçeve Direktifi ve Birliğin taraf olduğu diğer uluslararası sözleşmeler kapsamında spesifik atıflar vardır. Öte yandan Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu’nun 2004 yılında yayımladıkları, Türkiye’nin Birliğe Adaylığına İlişkin Öncelikli Konuları ve Türkiye’nin Muhtemel Üyeliğinin Birlik Üzerindeki Etkileri’ni içeren raporlarında, FıratDicle havzasına gerek bu havzada “İsrail ve komşularını dikkate alan uluslararası yönetim ve işbirliği”, gerek “Türkiye’nin, Suriye dahil güney komşularıyla, Irak ve İran’ın güneyinde yer alan Mezopotamya bataklıklarının su ihtiyaçlarını özellikle dikkate alan adil su dağıtımını sağlayabilecek çalışma gruplarını kurma” çerçevesinde özgün atıflar bulunmaktadır. Bu gelişmeler ışığında, Birliğin dikkatinin özellikle Türkiye’nin başlıca sınıraşan su kaynaklarından olan ve Ortadoğu’daki komşularıyla paylaştığı DicleFırat havzasına çevrilmiş olması dikkat çekicidir. NSANİ GELİŞME RAPORU İTİLAF POTANSİYELİ Irak savaşının etkileri apılan analizler ve oluşturulan senaryolar, Kuzey Irak’ta Kürtlerden, Orta Irak’ta Sünnilerden, Güney Irak’ta ise Şii Araplardan oluşacak üçlü bir eyalet sisteminin oluşabileceğini ortaya koymaktadır. Yakın bir gelecekte kurulma olasılığı yüksek görünen yeni Federatif Irak Cumhuriyeti’nin anayasasında federal hükümet ile eyaletlerin yetki ve sorumluluklarının tespit ve koordinasyonunda su kaynaklarının yönetimine ilişkin hangi hükümlerin yer alacağı bilinmemektedir. Dicle Nehri’nin Fırat’la birleşmeden önce yıllık ortalama su potansiyeli olan 53 milyar metreküpün 21 milyar metreküpü Türkiye sınırlarında Irak’a intikal etmekte, 32 milyar metreküpü ise tamamen Irak sınırları içinde oluşmaktadır. Suriye’nin ise Dicle sularında hiçbir katkısı bulunmamaktadır. Dicle Nehri’nin en çok suyu taşıyan kolu Büyük Zap’ın su toplama alanının çok büyük bir bölümü Kuzeydoğu Irak sınırları içerisinde olup yaklaşık Fırat Nehri’nin taşıdığı su miktarı kadar bir su, Kürtlerin denetimi altındaki yörelerden Dicle Nehri’ne katılmaktadır. Hidropolitik uzmanları, Irak’ta etnik ve mezhep temeline dayalı zayıf bir federasyonun diğer çeşitli siyasal problemlerin yanında orta ve uzun vadede Fırat ve Dicle nehirlerinin kullanılmasına ilişkin Irak sınırları içinde ciddi itilaflar yaratma potansiyeli taşıdığını ileri sürmektedir. Uzmanlar, Irak’ın kuzeyindeki Kürt oluşumunun Türkiye’nin en önemli su kaynaklarının yönetimini de kısıtlayabilecek talepler ileri sürmesi olasılığından söz etmektedir. Bu nedenle Irak’taki siyasal yapılanma süreci, bölgedeki su yönetimi konusunda da büyük önem taşımaktadır. Çünkü bölgede federal bir yapının ortaya çıkması, su ile ilgili tarafların artmasına neden olacak ve anlaşmayı zorlaştıracaktır. Özellikle Ortadoğu gibi bir coğrafyada içteki sorunların dışa yansıması her zaman beklenebilecek bir gelişmedir. Tüm bu gelişmelerin sonuçlarının yanı sıra havzanın su dengesi ele alındığında, Dicle ve Fırat nehirlerinin Türkiye, Suriye ve Irak’ın ihtiyaçlarını ancak karşılayabilecek potansiyele sahip olduğu, diğer ülkelerin su sorunlarının çözümüne katkıda bulunamayacağı ortaya çıkmaktadır. Y Çatışma bölgesinde su denkleminden Türkiye olumsuz etkileniyor İ AB’nin yanı sıra Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından 9 Kasım 2006’da yayımlanan “İnsani Gelişme Raporu”nda küresel bir sorun olan su kirliliği ve suyun adaletsiz bir şekilde dağılımının yanı sıra Türkiye’nin Dicle ve Fırat sularını adaletsiz kullandığına ilişkin tespitler de bulunmaktadır. Raporda “GAP’ın havzada kazananlar ve kaybedenler yaratarak Suriye’ye olan akışı üçte bir oranında düşürebileceğinden” söz edilmektedir. Bir yandan Irak’ın 2003 Mart ayından bu yana Amerika Birleşik Devletleri’nin işgali altında olması ve buna paralel bu ülkedeki siyasal ve ekonomik yeniden yapılandırma sürecinin muhtemel etkileri, öte yandan uluslararası su hukukundaki gelişmeler ve Avrupa Birliği’ne katılım şartları bu konuda sürdürülen ulusal politikalarımızı zorlamaktadır. BOP ve GAP’ın kesişimi on yıllarda Ortadoğu’da yaşanan hızlı gelişmelerle birlikte su denkleminin nasıl çözüleceği de Büyük Ortadoğu planlamasını yapan ülkelerin ilgi alanında daha çok yer almaya başlamıştır. Ortadoğu’da bağımsız ülkelerin haritası şekillendikten sonra bölgedeki su sorunları, birçok çatışma ve savaş atmosferinin arka planındaki önemli ve etkileyici bir neden olmuştur. Bölgenin su denkleminin karışıklığından Türkiye de çeşitli şekillerde etkilenmiştir.Türkiye açısından Dicle ve Fırat üzerindeki su yapıları için dış kredi bulunması, kıyıdaş ülkelere bırakılacak su miktarı konusundaki gerginlikler ve terör gibi birçok olumsuz sonuç doğuran bu denklem bugün yeniden ele alınarak masaya konmuştur. S ? Tartışılan su kaynakları üzerinde yer alan GAP’taki projelerin başladığı hızda devam ederek daha ileri bir aşamaya ulaştırılması Türkiye’nin elini büyük oranda güçlendirecek iken gelişme bu yönde olmamıştır. Bölgede GAP’ın başlamasıyla yoğunluğu artan ve sürekli gündemde tutulan sınıraşan sular konusu, aslında bir boyutu ile de aşağı kıyıdaş ülkelerin ve uluslararası güçlerin GAP üzerinden yürüttükleri stratejilere araç yapılmıştır. Bu süreçte rol alan aktörler GAP’taki projelerin tümüyle engellenmesini başaramasalar da projenin bazı bölümlerinin ilerleyişini etkilemeyi başarmışlardır. Yaşanan bu gelişmeler sonrasında bugün Türkiye,bölgede su konusunda anlaşmazlık yaşayan ülkeler arasında çözüm(!) için mutlaka farklı adımlar atması beklenen su kaynağına sahip bir ülke olarak değerlendirilmektedir. Tartışılan su kaynakları üzerinde yer alan GAP’taki projelerin başladığı hızda devam ederek daha ileri bir aşamaya ulaştırılması Türkiye’nin elini büyük oranda güçlendirecek iken gelişme bu yönde olmamıştır. Bu sonuçta dış etkilerin yanı sıra GAP ile ilgili hedeflere ulaşma konusunda yaşanan ekonomik ve bölgeye özgü sosyopolitik güçlükler de etkili olmuştur. Bugün için projede yüzde 54 dolayında mali gerçekleşme sağlanabilmiştir. GAP’taki sulama yatırımlarının bugüne değin sadece yüzde 13 oranında gerçekleştirilmiş olması, özellikle bu alanda proje hedeflerine ulaşma konusundaki baştaki kararlılığın zafiyete uğradığı yorumlarına neden olmaktadır. Bu nedenledir ki 5 yıllık AKP iktidarı döneminde GAP sulamalarında ancak yüzde 1.3 oranında bir ilerleme gerçekleşmiştir. Dicle ve Fırat’ta su potansiyelimizin geliştirilmesi bugün AB mevzuatına uyum ile de ilişkilendirilerek gündemde yeniden ön plana çıkmaktadır. Bu düzenlemelerin sınıraşan su politikamızın ve stratejimizin değiştirilmesini gerektirecek nitelikler taşımakta olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Su güvenlik bölgesi ve Türkiye Dünya petrol rezervlerinin yüzde 65’ine sahip olan ancak petrol tüketiminin yalnızca yüzde 4’üne hükmeden Ortadoğu’da su kaynakları, bölgede uluslararası güçlerin elinde bölge dengelerini korumak veya bozmak açısından her zaman önemli koz olacaktır eniden tasarlanmaya çalışılan OrY tadoğu’da İsrail pivot ülke olma özelliğini sürdürecektir. Bu durum, İsrail’in su denkleminin çözümü sürecinde belirleyici rol üstlenmesi isteğine de uygun bir ortam yaratacaktır. Bunun işaretleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Suyunun yaklaşık yüzde 20’sini, işgal altında bulundurduğu Golan Tepeleri’nden karşılayan ve Filistin’in kullanmasına kota koyarak Batı Şeria’daki su kaynaklarının büyük bir bölümünü kullanan İsrail’in, bölgedeki bu düzenlemelere seyirci kalması beklenemez. larını yönetmek ve denetlemek, bölgenin ekonomi politiğinin anahtarını elinde tutmakla eşdeğer bir öneme sahiptir. Bölgede su paylaşımı nedeniyle bir savaşın çıkması çok yakın bir ihtimal değildir. Ancak bölge dışında yapılan planlarla rasyonel kriterleri ve bölge duyarlılıklarını göz önüne alarak kalıcı bir su barışı ve çözümü tesis edilmesi de aynı oranda güç görünmektedir. Çünkü bu coğrafya, petrolün bolluğu nedeniyle su kıtlığı bahane edilerek uluslararası güçlerin sürekli denetim altında tutmaya çalıştığı bir özel kimlik taşımaktadır. Bölge petrolüne büyük oranda bağımlı ülkeler, uzun zaman önce petrol vanalarının istedikleri şekilde işletilmesinin bölgedeki su vanalarının işletilmesindeki hâkimiyetleriyle ilişkili olduğunu tespit etmiştir. Dünya petrol rezervlerinin yüzde 65’ine sahip olan Ortadoğu ülkeleri, petrol tüketiminin sadece yüzde 4’üne hükmedebilmektedir. Bu nedenle su kaynakları, bölgede uluslararası güçlerin elinde bölge dengelerini korumak veya bozmak açısından geçmişte olduğu gibi yarın da önemli bir koz olarak büyük önem taşıyacaktır. Bundan dolayı bölge, su konusundaki anlaşmazlıkların çeşitli yöntemlerle çözüldüğü, dünyanın diğer bölgelerinden farklı bir özellik taşımaktadır. Özetlemek gerekirse; bölge ülkeleri arasında sorunla ilgili değerlendirme birlikteliği ve teknik işbirliği sağlanmadan mevcut çözüm arayışlarından gerçekçi ve kalıcı sonuçlar elde edilmesi güçtür. Bunun önündeki en büyük engel de bölgedeki istikrarın sağlanmamış olmasıdır. ÇÖZÜME DOĞRU ADIM MI? Y İŞBİRLİĞİ ÇABASI SÜRMELİ Ancak tüm bu zorluklara rağmen, bu işbirliğinin sağlanmasına yönelik çabalara devam edilmelidir. Çünkü bu işbirliğinin sağlanamaması halinde bölge ülkelerinin, bölge dışında yapılan planların uygulayıcısı olması kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle bölgede öncelikle ortak teknik işbirliği ile gerçekleştirilebilecek “Bölgesel İşbirliği Projeleri” için gerekli teknik altyapı hazırlanmalıdır. Denizaşırı planlar yerine bölge iradesiyle ortaya çıkacak teknik işbirliği ilişkileri, kavram ve değerlendirmelerde ortak bir dile ulaşılması açısından da büyük yararlar sağlayacaktır. Bunun için atılması gereken öncelikli adım; üç aşamalı planda da belirtildiği gibi bölgede su ve toprak kaynaklarının veri envanterinin çıkartılması ve paylaşılmasıdır. ÇÖZÜM DENKLEMİ Yakın bir gelecekte Ortadoğu’daki su denkleminin Irak’ın kuzeyinden başlayarak Dicle ve Fırat Havzaları’nın bütünlüğü içerisinde “yeni bir güvenlik bölgesi yaratma” ekseninde yeniden masaya yatırılması olasılığı yüksektir. Bugüne değin, İsrailSuriye görüşmelerinde, Golan Tepeleri’nin su kaynaklarına ilişkin pazarlıklarda, anlaşmazlığın çözümü için Fırat Nehri’nin su potansiyeli denkleme dahil edilmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşımın yakın bir gelecekte güçlenerek yeniden gündeme gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Ortadoğu’da kısıtlı olan su kaynak SÜRECEK aşanan gelişmeler Büyük Ortadoğu’da sınırların değişmesine kadar uzanabilecek yeni bir düzen arayışının olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Dünyanın bu bölgesinde de barış(!), istikrar(!) ve güvenliği(!) tesis etme konusunda kendi kendilerini yetkilendiren koalisyon güçleri, su konusunda uygulayacakları stratejilerini bölgedeki müttefiklerine açıklayarak uygulamaya koyma kararı almış gözükmektedir. Esas olarak Dicle ve Fırat’taki su kullanımları üzerinden yürütülen bu uluslararası değerlendirmeler, Irak’taki işgalin seyrine bağlı olarak Türkiye’yi denklemin çözümüne dahil edecek bazı taleplerin ortaya çıkacağı bir sürece doğru ilerlemektedir. Ortadoğu’nun nihai güvenliğinin su güvenliği sağlanmadan, su güvenliğinin de nihai güvenlik sağlanmadan gerçekleştirilemeyeceği bilinmektedir. Bu nedenle Ortadoğu’da her türlü güvenliğin tesisini kendilerine görev bilen güçler, Ortadoğu’da bir “su güvenlik bölgesi”nin yaratılması için çeşitli alternatifler üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir. Denklemdeki bazı değişkenleri sabit kılarak bölgenin su denklemini yeniden düzenleme çabası, yakın veya ortayakın gelecekte TürkiyeSuriyeIrak özelindeki su sorununa yeni boyutlar ve yeni aktörler eklenebileceğinin işaretleri olarak da değerlendirilebilir. CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle