19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 AĞUSTOS 2007 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr ‘Naif’ sanatta bir efsane; Gürcistan’ın sesi soluğu Pirosmani İstanbul’da 15 KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Yaptığının ‘sanat’ olduğunu bilmiyordu Pera Müzesi’nin hayranlarındanım. Açtığı sergilerle, koleksiyonlarıyla, dünyanın her yerinden ve Türkiye’den önemli sanatçılar, önemli birikimlerle, eşsiz deneyimlerle bizleri buluşturduğu için değil sadece. Hayranlığımın asıl nedeni gençlere, genç sanatçılara kucak açmasından. Bu kez, “eski bir dost”la (Dünya çapında bir sanatçı Nikolai Pirosmani’yle) yarenlik etmek üzere gitmiştim Pera Müzesi’ne, ama kendimi bir üst katta bulduğumda, oradan ayrılamaz oldum. ENÇLERİN AÇTIĞI UFUKLAR Neden mi? Çünkü orada Yıldız Teknik Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi öğrencilerinin çalışmalarından, tasarımlarından oluşan heyecan verici bir sergi var! Heyecan verici çünkü tüm kalıplara meydan okuyan, sınırları aşmaya çalışan, özgür düşünceyi kanatlandıran “İşleyen Mekân” adlı bir sergi var. Kimi bitmiş işlerden oluşuyor, kimi gelişim sürecinde ucu açık, bundan sonraki çalışmalara gebe işler... Heyecan verici çünkü ufuk açıyor; çünkü farklı okumalar öneriyor. Çünkü bakmakla yetinmeyip görmeyi, algılamayı, bu algıladıklarınızdan yeni anlamlar çıkartmayı, anlamı çoğaltmayı kışkırtıyor. Heyecan verici çünkü hemen hemen hepsi içinde yaşadığımız toplumsal dinamiklerden beslenmiş; çoğu sanatın muhalefet gücünden etkilenmiş. İlla ki politik muhalefetten söz etmiyorum, ekonomik ya da kültürel, sanatsal, estetik, kişisel muhalefet de olabilir... Ve hepsi sizi düşünmeye yöneltiyor. Özellikle örnek vermemeye çalışsürdürmemiş, daha doğrusu hiçbir resim eğitimi almamış Pirosmani’nin, belki de ortaçağ freskleri, minyatürlerinden etkilenmiş olabileceği aklıma düştü. Tıpkı Gürcistan’daki manastırlarda gördüğüm fresklerdeki gibi koyu zemin üzerine figürler, açık renkli “sınırlar”la öne çıkarılmış... Lekeler (kuşlar, böcekler, çiçekler, onsuz yapamadığı şarap kadehleri) simgelere dönüşmüş... Elbet fresklerdeki azizlerin, azizelerin yerini, tanıdığı, bildiği meyhanede karşılaştığı sıradan insanlar, köylüler, bir gece bekçisi ya da bir Gürcü güzeli alır... Bu resimlerde, ister hayvan ister insan figürlerini çevreleyen doğanın hem her yer olduğunu, hem de hiçbir yer olmadığını görüyorum... Yemek sofralarını, lokanta sahnelerini bile doğaya yerleştirmiş, iç mekânlara değil... Doğayı kendince yeniden tanımlamış, düşlediği doğayı resimlemiş... Görmediği ama resmettiği hayvanlar, ölçeksizdir ama “gerçektir”. Gerçeğin kopyasını, suretini yapmaya çalışmamış, el yordamıyla, düş yordamıyla gerçek olduğunu bilmediği düşlerinin gerçeğini resimlemiş. İnanıyorum ki, Pirosmani yaptığının “sanat” olduğunu , kendisinin “sanatçı” olduğunu hiç bilmedi... Ah evet, daha hayattayken 1913’te Moskova’da, 1916’da da Tiflis’te (bir günlük bir sergide) birkaç resmi sergilenmişti... Ama aleyhte çıkan, onu küçümseyen birkaç yazı, “kültür”lü toplumdan “okuryazarçizer” takımından tümüyle kopup şarap mahzenlerine dönmesine yetmişti... Batı dünyasının Pirosmani’yi “keşfetmesi”, tanıması için 1950’leri beklemek gerekiyordu. Oysa o, bu dünyayı çoktan tanımış ve çekip gitmişti. Batı dünyası yine geç kalmıştı! Siz geç kalmayın, sözünü ettiğim her iki sergi de 7 Ekim’e dek sürüyor. Kaçırmayın! Zeynep @zeyneporal.com Faks: 0 212 257 16 50 Kültür Politikasında Yeni Açılımlar Siz bu satırları okurken muhtemelen yeni kabine açıklanmış, Kültür (ve Turizm?) Bakanımız belli olmuş olacak (Aydın kamuoyunda yaygın bir destek bulan “İki Bakanlık ayrılsın” kampanyasının sonuç alıp almadığını da görmüş olacağız böylelikle). Her durumda, sonucun ülkemiz için hayırlı olmasını dileyelim ve kaldığımız yerden devam edelim. Geçen haftaki yazımızda, “Kültür politikamızın ilkeleri neler olmalı” sorusunu sormuştuk. Öncelikle, ifade özgürlüğünün koşulsuz benimsenmesi, bu özgürlüğü sınırlayan tüm yasal ve idari engellerin kaldırılması hedeflenmeli; sonra, kültür alanına ayrılan kaynakların artırılması (geçen hükümetin çıkarttığı vergi muafiyeti yasasının kaynak konusunda önemli bir katkı sağladığını görmezlikten gelemeyiz ama, bununla yetinmemek, devlet bütçesinden kültürsanata ayrılan payı da artırmak gerekir, kültürsanatın kamusal bir görev, toplumsal bir sorumluluk olduğu gerçeğinden hareketle) ve bu kaynakların adil ve şeffaf kullanımı ilke edinilmeli. Bunun için de, tarafsız karar mekanizmalarının oluşturulması için harekete geçilmeli (Bu konuda da, geçen hükümet döneminde çok olumlu bir uygulamanın başlatıldığını, ülkemizin ‘Onur Konuğu’ olacağı 2008 yılında Frankfurt Kitap Fuarı’na resmi katılımımızın sivil toplum kuruluşlarıyla ortaklaşa planlandığını belirtmeliyim). “Kapitalist bir demokraside sanatın kamu kaynaklarıyla finansmanı elbette sınırlı ve zor olacaktır, ama bu en azından bir forum oluşturur. kamusal tartışmaya ve eleştirilere açık bir forum.”(*) Bu ortamın oluşması için önkoşul saydamlık ve özerkliktir. “Mühür kimdeyse Süleyman odur” mantığının yerini AB standartlarının almasıdır… Kamu desteğinin saydam ve ilkeli olarak dağıtılması toplumun da yararınadır, siyasi iktidarın da... ??? Başbakan Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’ün yansız bir politika vaat eden demeçleri umut veriyor. Kimseyi “öteki”leştirmeden, herkese eşit mesafede duran bir devlet, toplumsal yaşamda istikrarı sağlayacak en önemli güvence olacaktır. Umuyorum, bu yeni dönemde Kültür Bakanlığı, siyasal (ya da duygusal) tercihler yerine rasyonel tercihler üzerine kuracaktır politikasını. Bu ülkenin aydın potansiyelinden yararlanmak için yeni yöntemler bulacak, kültürsanat alanında ‘yönetişim’ ilkesini hayata geçirmek için yeni mekanizmalar oluşturacaktır. Kültür kavramının, dar ve geniş tanımları olduğunu biliyoruz. Dar tanım, gerek popüler, gerekse elit (yüksek) kültür mirasını / ürünlerini / etkinliklerini içeren sanat ve iletişim alanlarını; geniş tanım ise dinden spora uzanan bir yelpazeyi, yaşamın tüm alanlarındaki pratikleri kapsıyor. Kültür Bakanlığı, hangi çerçeveyi benimserse benimsesin, yukarda saydığımız ilkelere uyumlu davranabilirse; geleneksel ve yerel değerlerimizle evrensel kültüre birlikte sahip çıkarak, çoğulculuğa, demokratik kurallara saygılı, dünya ile bütünleşmeyi hedefleyen bir politika uygulayabilirse başarılı olacaktır. ??? Kültür politikamızın temel hedefleri arasında, kültürün eğitimle ilişkisini en üst düzeye çıkartma hedefinin yer alması gerektiğine inanıyorum. (Genç Cumhuriyetimizin oluşturduğu bakanlığın adı ‘Eğitim ve Kültür Bakanlığı’ değil miydi?) Kültürün, iletişim alanı ile ilişkisi de aynı derecede önemli. ‘Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ politikasının sonuçlarını görüyoruz: ilkellik ve seviyesizlik. Bundan kurtulmanın yolu, iletişim alanının yöneticilerine ve çalışanlarına sorumluluklarını hatırlatmaktan geçiyor. Tabii ki, yasaklarla değil; özendirerek, olumlu örnekleri destekleyerek.. (Bugün tiyatro ya da sinema alanında kamu desteği azaltıldığı zaman feryat ediyoruz da, iletişim alanına aynı desteği sağlamayı neden düşünmüyoruz?) Devlet aygıtının yeniden yapılandırılmasını konuşurken, kamu sanat kurumlarının da yeniden yapılanma ihtiyacını tartışmaya açmak gerekir. Tepeden inmeci ve her şeyin merkezden belirlendiği politikaların değişmesi gerekir.. (Bu değişimden ürkenlerin de, politikalarını yeniden gözden geçirmelerinin zamanıdır. Korkuya dayalı bir politikayla hiçbir yere gidilemez çünkü.) Sivil ve yerel dinamiklere güvenmek, onların kapasitelerini geliştirmek için yeni projeler üretmek gerekir. Kamu sanat kurumlarının özerk yönetimlere kavuşturulması gerekir. Eğer kültür politikamızı ciddi temellere oturtmak istiyorsak... Ama, yukarda sıraladığımız ilkelere gerçekten sahip çıkılmaz da, kamu gücünü zayıflatmak, sanat kurumlarını yerel siyasete teslim etmek niyetiyle yola çıkılırsa, sonucun nereye varacağı açıktır... Siyasi iktidarın iyi niyetini kanıtlamak için öncelikle yapabileceği şeyler var: Özerkliği elinden alınmış TRT, TÜBİTAK gibi kurumların sahici bir özerkliğe kavuşturulması gibi…YÖK’ün yerini alacak ‘özerk’ bir Üniversitelerarası Kurul’dan söz ediliyorsa, bu kurumların özerkliği de gündeme gelebilir; Bakanlık şemsiyesi altında ‘özerk’ bir Sanat Kurumu da oluşturulabilir… Kim bilir, belki de yeni Bakanımız bu cesareti gösterecek, ‘herkesin’ Bakanı olmayı başaracaktır. Umut fakirin ekmeği demişler… (*) Chintao Wu, “Kültürün Özelleştirilmesi”, İletişim Yayınları. [email protected] G tım. Biri ötekinin önüne geçmesin diye... Ama siz her çalışmanın önünde saatler geçirebilir; gençlerin düşüncelerinden, düş güçlerinden, enerjilerinden ve sinerjilerinden yararlanıp ufkunuzu genişletebilirsiniz. 2005’te kurulduğu günden beri Pera Müzesi, her yaz gençlere çalışmalarını sergilemek olanağı veriyor. Bu çok önemli olanak için sonsuz teşekkürler... Artık “eski dost”la yarenliğe geçebilirim. Bundan yirmi yıl önce, ilk kez Tiflis’e giderken, en çok, nicedir kitaplardan, kartpostallardan tanıdığım, sevdiğim bir ressamın, Pirosmani’nin eserlerini yerinde göreceğim için seviniyordum. O güne dek bu sevgimin nedeni belki de gördüğüm resimlerde sonsuz bir keyif, sevinç arayışıyla, göze görünmeyen ama inceden inceye hissedilen gizli bir hüznün birlikteliğiydi. Tiflis’te geçirdiğim günlerin sonunda, başka nedenler de eklendi bu sevgiye. GÖRÜNMEYEN HÜZÜN Örneğin, Gürcistan’ın ne çok Pirosmani’ye, Pirosmani’nin ne kadar çok Gürcistan’a benzediğini keşfettim... Bu, elle tutulamayan ancak yürekle, gönülle “duyulan” bir benzerlik, bir bütünlüktü. Gürcistan’ın doğasını, Gürcü insanının doğasını, kişiliğini, sesini soluğunu yansıtıyordu sanki orada gördüğüm her eser. (Yıl 1987’ydi ve Gürcistan Sovyetler Birliği’ne bağlıydı...) Geçen pazar Cumhuriyet’te sevgili Işıl Özgentürk, Pirosmani’nin yaşamını (1862 1918), adeta bir öykü tadında sizlere ilettiğinden, o çileli yaşama geri dönmeyeceğim, ancak onun resimlerine baktığımda ne “gördüğümü” paylaşmaya çalışacağım... Pera Müzesi’nde sergilenen Pirosmani resimlerine bakarken yukarıda belirttiğim iki özellik, yine geldi içime yerleşti. Sonra... Sonra, kendinden önceki hiçbir ustadan etkilenmemiş, hiçbirine öykünmemiş, herhangi bir resim geleneğini DÜŞLERİNİN GERÇEĞİ Bir Varmış... Bir Yokmuş... TEMA Ormanlarımız Yanıyor. Seyirci Kalmayın. Fidan Dikim Hattı: (0 212) 284 80 00 www.tema.org.tr CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle