27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 NİSAN 2007 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr 200 yıl geçmiş ama daha dün gibi dönemin eli kalem tutanlarından birinin yazılı tanıklığı şöyledir: “Taşınmaları sırasında kendi dışkılıkları içinde balık istifi olmuş durumdaydılar. Bulundukları ambarın zemini sümük, kusmuk ve kanla örtülmüştü.” Toprağa bağlı üretimin efendisi feodal tüccarın, tütün, şeker, keten üretiminde ihtiyaç duyduğu insan emeğini, Afrika’lardan getirilen köleler sayesinde sağlayabildiği döneme ait bir tanıklıktır bu. Elbette adı geçen tüccar tarafından başlatılmayan, kökleri Yunan, Roma toplumlarına dek giden, İncil’de, Kuran’da doğal görülen büyük insanlık ayıbı köle ticaretinin, şimdi bize acı gelen, ama o dönem toplumları için bir hayli doğal sayılan görüntüleridir bunlar. Tanıklık sadece bununla sınırlı değildir. Şu da anlatılır: “Eğer bir köle, içinde bulunduğu onursuz durumdan kurtulmak için, ölmek amacıyla yemek yemeyi reddederse ağzına yanmış kömür O söylenir. O dönem insanlarının her atılır, çenesini açık tutacak bir türlü ticari işin döndüğü limanlarda metal destek yerleştirilerek zincire vurulmuş insanları gözlerinin boğazından gıda verilirdi.” önünden geçerken nasıl fark Kölenin, zorla hayatta etmedikleri günümüz insanı için tutulmasındaki amaç, ağır işçiliğinden, halsiz düşüp öleceği ana mantıklı bir soru olabilir ama bu o dönem, kanıksanmış bir manzaradır. kadar yararlanmaktır. Ölüm bile Kanıksanmış kölenin kendisinin olguların soru verebileceği bir karar LONDRA konusu olamamıştır. Feodal tüccar, olamadıklarını siyah adamın güçlü bedeninin herhalde öğrenmiş yararını tütün tarlasında olmalıyız. Bu gördüğü içindir ki, köle getiren kanıksanmışlıktan gemilerin yanaştığı limanlara koşardı sık sık. En iyilerini, en MUSTAFA KEMAL doğan toplumsal onaylama, zincire kaslılarını kendisine ayırmak ERDEMOL vurulmuş siyah için, diğer feodal efendilerle köleyi elbette fark küçük çapta bir mücadele de edilmeyen bir “işgücü aracına” vermesi gerekecektir çünkü. indirgemişti o dönemin beyaz İngiltere’de bu liman rekabetinin en insanının gözünde. John Hawkins yoğun görüldüğü yer Liverpool’du. İngiltere’de 1562 yılında başlatmış Bu İngiliz kenti, dünyada en büyük köle ticaretini. Adının tarihe köle taşımacılığının yapıldığı kentti. yazılması Sierra Leone’den Karayip İkinci sıraya da Bristol’u yerleştirir adalarına kadar birçok yerden 300 tarihçiler. Bu iki kentin sakinlerinin köle getirip satmasındandır. olan bitenden haberlerinin olmadığı, Başladığından on dokuzuncu burunlarının dibindeki insanlık yüzyılın ortalarına kadar 1025 dramını nedense göremedikleri milyon arası kölenin şeker, tütün, keten üretiminde çalıştırıldıkları biliniyor. Kraliyet üyesi bireylerin de, kilisenin de, önde gelen eğitim kurumlarının da içinde oldukları bir ticaretti köle ticareti. Yani tam anlamıyla kurumlaşmış bir ticaret. Şeker ticaretinde ciddi sanayileşme hamleleri gerçekleşince, köleliğe ihtiyacın azalması, İngiltere’deki “iyi insanların” soruna el atarak, kölelik karşıtı hareketi başlatmalarıyla birleşti. Buna gittikçe gelişen Evangelizmi de ekleyin. Hıristiyanlığın “iyi yüzü” olan din adamlarından ikisi Granville Sharp ile Thomas Clarkson adlarına köleliğe karşı hareketin içinde rastlarsınız. “İyi insanlar” arasında, sanayi devriminin büyük adamı Josiah Wedgwood’u, oksijeni bulan bilim adamı Joseph Priestly’yi, Charles Darwin’in büyük babası Erasmus Darwin’i de saymalıyız. Kölelik karşıtı hareket, sanayi devriminin kölelere ihtiyacı azaltmasıyla da gelişince, egemen sınıf insancıl olma fırsatını kaçırmak istemediği içindir ki, 1789’da Muhafazakâr Parti milletvekili William Wilberforce parlamentoya götürür sorunu. İtirazlarla, tartışmalarla geçen uzun bir süreçtir bu. 1807 yılında kölelik resmi olarak kaldırılır İngiltere’de. Bu tarihten sonra bile sömürgelere sahip ülkelerde 1.9 milyon kölenin çalıştırıldığı bilinmedik değildir. Bugün hâlâ, örneğin İngiliz televizyonlarının bazı siyah haber sunucuları, o kölelerin soyundandır. 200 yıl önce resmi olarak kaldırılan köleliğin, dışkılık, kan, sümük, kusmuk içinden çıkıp, ekranlarımıza kadar gelebilmiş bu torunları, dünyanın başka yerlerinde köleleştirilmiş ulusların akıbetlerine ilişkin haberleri duyuruyorlar bize hemen her gece. Bugünün eli kalem tutan tanığının tarihe yazacağı bilgi de kendinden öncekilerden farklı olmayacak maalesef: “İnsanlığın yaşadığı zemin kan, gözyaşı örtülüydü.” Haksız mı? Irak’a bakınca ne görüyorsunuz? Avusturya ordusu kiralık yle şeyler oluyor ki dünyada, kırk yıl düşünse insanın aklına gelmez. Şeytan kadar zeki olmak gerek, bazı şeyleri düşünebilmek için. Ancak unutmayalım, aramızda şeytana taş çıkartacak insanlar yok değil... Nedenler de geliyor akıllarına! Yılda birkaç kez uğruyor Stuttgart’a, Viyanalı tanışım. Her gelişinde görüşüyoruz. Ben Viyana’ya gittiğimde de Wollzeile’deki bürosuna mutlaka uğruyorum. Onun Stuttgart ziyaretlerinde buluşma yerimiz kentin en iyi Türk lokantası. Tanışım Viyanalı, üstelik de avukat... Sağ olsun, biraz çenesi düşük! Fakat sohbeti güzel, keyfi hep yerinde. “MezerakıAdana” derken her defasında konu konuyu açıyor. Konuşacak şeyler hiç bitmiyor. En son gelişinde de öyle bir şey anlattı ki, inanılır gibi değil. Daha anlatmaya başlamadan, “Şimdi söyleyeceğim her şey gerçek” dedi gülerek. “İstersen yemin edeyim...” Sonra da anlattı. Gerçekten inanılması pek kolay bir şey değil. Daha ilk cümlelerinin ardından: “Bu tam Avusturya işi bir şey” dedim. Evet, tam bir operet! Sohbetimiz baştan sona gülmeyle geçti. Bundan kısa süre önce 50. yaş gününü büyük bir davetle kutlamak isteyen Viyana’nın ünlü reklamcılarından Wolfgang Rosam’a güzel bir sürpriz yapmış büyük gazete sahibi bir dostu. Davetin yapıldığı villanın kapısına Avusturya ordusunun bandosunu çağırmış. Askeri bando da marşlar çalarak Viyana sosyetesinin şık hanım ve beyleriyle Rosam’ın komşularını yarım saate yakın coşturmuş! Olup bitenler buraya kadar hoş ve de ilginç... Gazete sahibinin buluşu güzel diye düşündüm bir an. STUTTGART Fakat ondan sonra Viyana’da olup bitenler AHMET ARPAD çok daha ilginç! Ertesi gün olayı gazeteden okuyan ÖPV’li parlamenter Walter Murauer ayağa kalkar. Hemen Savunma Bakanı Darabos’a okkalı bir mektup döşenir. Ordunun gazete sahibiyle ünlü reklamcıya torpil mi geçtiğini sorar. Basına da haber verir ve olay iyice büyür. Başkent Viyana’da herkes bir skandaldan söz etmeye başlar. Ancak birkaç gün sonra bakanlığın basın sözcüsünün açıklaması herkesi daha çok şaşırtır: “Avusturya ordusundan isteyen istediği şeyi kiralayabilir...” sözleri üzerine Viyanalılar gülsün mü ağlasın mı bilemez! “İşte durum böyle” derken dostum gülmeye devam etti. “Kira fiyatlarını bilmek ister misin?” Pahalılarından başlayalım: Bir Blackhawk helikopterinin pilotlu saati 6200 Avro’ya geliyor. İsteyen tank da kiralayabilir. Benzini dahil kilometresi 82 Avro. Akarsu üzerine kurulan ponton köprünün günlüğü, eleman dahil, 600 Avro. Küçük bir hücumbotu mu istiyorsunuz? O oldukça ucuz. Saati 51 Cent. Yeterli paranız ve boş alanınız varsa bir “harpçilik oyunu”na ne dersiniz? Şöyle helikopterli, tanklı, hücumbotlu, ponton köprülü... Tabii gerekli elemanları da veriyor size Avusturya ordusu! Çağırın 100 tane acemi er, tanesi 8 Avro’dan. Başlarına da tanesi 21 Avro’dan birkaç teğmenle tanesi 43 Avro’dan bir tuğgeneral. Oh ne güzel, oynayın saatlerce “harpçilik”... Ödemeler Savunma Bakanlığı’na yapılmıyor, para hazinenin kasasına giriyor. “Yalnız sanma ki, isteyen istediğini kiralayabiliyor ordumuzdan” diye konuştu Viyanalı dost. “Öyle olsaydı Afrika’dan ve Asya’dan gelecek isteklerden kurtulamazdı Avusturya ordusu. Bakanlık her kiralama isteğini iyice kontrol ettikten sonra karar veriyor.” “Ben kiralamak istesem örneğin, zorluk çıkarırlar mı?” Dostum gülüyor: “Sanmam” diyor. “Sen temiz adamsın!” Hesabı ödeyip ayağa kalkarken: “Bir düşüneyim” diyor. www.ahmetarpad.de Ö Kaderi güzel kadın politikacı Başbakan oldu. nadolu halk dilinde 2000 yılının başlarında bir bir söz var; yetişme kadın politikacı olarak çağındaki genç kızların Sahlin’in yıldızı iyice güzelliği söz konusu sönmüştü. O yıllarda, yine edildiğinde, “Yüz Olof Palme Okulu’ndan güzelliği önemli değil, yetişme, üstelik de daha kaderi güzel olsun” genç bir kadın politikacı derler. Eğer, bu söz İsveç olan Anna Lindh’in için de geçerliyse, iki yıldızı yükselişe geçmişti. hafta önce yapılan genel Sosyal Demokrat Persson kurulda Sosyal Demokrat hükümetinde başarılı bir Parti Genel Başkanlığı’na dışişleri bakanı olan getirilen Mona Sahlin, Lindh’in, 2003’te bir yaşamındaki iniş çıkışlara suikasta kurban gitmesi karşın “kaderi güzel” bir üzerine şans ibresi kadın politikacıdır... yeniden Sahlin’den yana Çünkü, Mona Sahlin, 118 dönmeye başladı. yıllık İsveç Sosyal Demokrat Partisi tarihinde 17 Eylül 2006’da yapılan seçimlerin Sosyal ilk kez seçilmiş bir kadın Demokratların genel başkan olmakla yenilgisiyle kalmadı, kendi açısından sonuçlanmasından sonra gecikmiş bir “rövanşı”ı Persson parti liderliğinden da almış oldu. Sahlin de, çekileceğini açıkladı. Parti daha önceki parti içindeki tek ve en güçlü liderlerinden İngvar aday ise 50 yaşındaki Karlsson gibi Olof kadın politikacı Sahlin’di. Palme geleneğinden Mona Sahlin, 18 Mart yetişme bir politikacı 2007’de yapılan genel kimliğine sahip. Parti ile kurulda, daha önce 13 yaşında tanışmış, elinden 1976’da Sosyal kaçırdığı Demokrat MALMÖ liderlik şansını Parti Gençlik yeniden Kolu yakaladı ve Başkanlığı’na delegelerin getirildiğinde oyçokluğuyla henüz 19 yaşındaydı. ALİ HAYDAR NERGİS Sosyal Demokrat Parti 1982 yılında, Genel Başkanlığı’na 25 yaşındayken getirildi. Mona Sahlin’in, milletvekili oldu. 1994’te parti içindeki yükselme parti sekreteri, daha sonra sürecinde, 2001 yılında da Karlsson hükümetinde ölen Kürt yazar Mahmut başbakan yardımcısı oldu. Baksi’nin yeğeni, Sosyal Başbakan Karlsson, parti Demokrat Parti Kadın içinde kendinden sonra Kolları Başkanı Nalin geleceklere şans tanımak (Baksi) Pekgül’den yakın için liderliği bırakacağını destek gördü. Mona açıklamasından sonra Sahlin, 2002 yılında yerine Sahlin’in İsveç’te töre cinayetine getirilmesine kesin kurban giden Türkiyeli gözüyle bakılıyordu. Kürt kızı Fahime Ancak, Sahlin’in attığı Şahindal’ın yakın yanlış bir adım, ayağına destekçisiydi. Fadime kadar gelen liderlik Şahindal öldürüldüğünde, şansını ötelere itmesine Mona Sahlin, neden oldu. Sahlin, göçmenlerden sorumlu 1995’te gittiği bir uyum bakanıydı. mağazada, görev yaptığı Yakından tanıdığı bakanlığın Şahindal’ın harcamalarında öldürülmesinden sonra kullanması gereken kredi duygularını şöyle dile kartıyla özel alışveriş getirmişti: “Bugün çok yapmış, 200 kronluk (40 ağladım ve çok YTL) Toblerone marka üzgünüm! Fadime çikolata satın almıştı. Şahindal’dan daha Yapılan bu alışverişin güzel, daha güçlü ve medya tarafından daha cesur bir insanla belgelenmesinden sonra, hayatımda hiç Sahlin, sadece Sosyal karşılaşmadım.” Demokrat Parti liderliği “Tobleroneci Bakan” şansını yitirmekle olmaktan parti liderliğine kalmadı, yükselen Mona Sahlin’i milletvekilliğinden de bekleyen “kaderindeki istifa etmek zorunda yeni güzellik” ise dört yıl kaldı. O günden sonra da sonra yapılacak “Tobleroneci Bakan” seçimlerden sonra olarak anılmaktan Başbakanlık koltuğuna kurtulamadı. Daha sonra oturabilmek ve bir kadın yapılan genel kurulda olarak İsveç’in parti liderliğine, Mona geleceğinde söz sahibi Sahlin yerine Göran Persson getirildi. Persson, olmak... alinergis@yahoo.se seçimlerden sonra A Kosta Rika’da maske şenliği Kosta Rika’da her yıl yapılan maske şenliği büyük ilgi çekiyor. Başkent San Jose yakınlarındaki Barva de Heredia’da yapılan Ulusal Maske Panayırı’nda politikacılar, sanatçılar ya da sporcular gibi tanınmış kişiliklerin maskeleriyle efsaneler ya da geleneksel öykülerden esinlenerek yaratılmış maskeler sergileniyor. Kosta Rikalı sanatçıların yaptığı rengarenk maskeleri özellikle çocuklar çok seviyor. (Fotoğraf: REUTERS) Wilders fena yakalandı skiden, kentin kalabalığından bunalıp kendini Kaş, Kalkan gibi sakin kıyı kasabalarına attığından söz eden dostlarımı şaşarak dinlerdim. Hele ballandıra ballandıra, “Gazete okumadım, televizyon izlemedim, telefonum hep kapalıydı” diye anlatmalarına bir türlü anlam veremezdim. Meğer ne büyük bir “lüks”müş. 10 günlük zorunlu Türkiye tatilinde bunu çok daha iyi anladım. Ailenin “100 yıllık çınarı” biricik Osman Amcamın ölüm haberinin ardından soluğu memlekette aldım. 10 gün boyunca ne internet girdi yaşamıma, ne gazete, ne telefon. Sessiz, sakin, hüzünlü bir 10 gündü. Her şeye karşın, çocukluğumdan kalan bir sürü güzel anının peşine takılarak, hüzünleri, acıları unutmaya çalıştım. Tatilin son günü, “ağaçlar gibi ayakta ölen”, son gününe kadar ayakta işlerinin başında olan toprak sevdalısı, yeşil sevdalısı o güzel adamın başucuna bir narin çam fidanı dikip vedalaştım. Uçağa adım atar atmaz da, “modern yaşamın kargaşasına” boğuluverdim yeniden. Bir döndüm ki, deyim yerindeyse buralar yine toz duman. Bir yanda “sigarasız yaşam” tartışmaları, diğer tarafta Geert Wilders’ın sonu gelmez zıpçıktılıkları... Hollanda hükümeti, 2008 Ocak ayından itibaren, restoran, kafe ve barlarda sigara içilmesini yasaklamak için harekete geçti. Ancak, bir sivri akıllı, buna esrar içilen “coffee shop”ların da dahil E edilmesini önerince ortalık karıştı. Muhafazakâr partiler bu öneriye destek verirken Sosyal Demokratlar tepki gösterdi. Sosyal Demokratlara göre bu karar, uyuşturucuların yeniden “yeraltına” inmesine ve istenmeyen olayların yaşanmasına yol açabilir. Coffee shop derneklerinin yöneticileri ise, böyle bir önerinin akla, mantığa sığmayacağını vurgulayarak “Bu, restoranlarda yemek yemeyi, barlarda içki içmeyi yasaklamak gibi bir şey. İnsanlar coffee A M S T E R D A M shop’a esrar içmek için geliyor. Böyle saçmalık olmaz” diyor. Tartışmanın YUSUF ÖZKAN alevi şimdilik sönse de, coffee shop’lar bu mücadeleyi kazanacak gibi görünüyorlar. Ama diğer tartışma daha bir “evlere şenlik”. Tartışmanın fitilini ateşleyen kişi, zaman zaman yaptığı anormal çıkışlarla “Hollanda’nın Haset’i” olmayı kimselere bırakmayan aşırı sağcı Özgürlük Partisi’nin lideri Geert Wilders. Hitler’e “rahmet okutan” çıkışlarıyla bilinen Wilders, bu kez de kafayı “çifte pasaport” konusuna takmış. Takıntının ana nedeni, hükümet ortağı İşçi Partisi’nin Türk kökenli Nebahat Albayrak’ı Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı’na, Fas kökenli Ahmed Ebutalib’i de Sosyal İşler Bakanlığı Müsteşarlığı’na ataması. Atama kararlarının ardından Wilders, çifte pasaportlu Hollanda vatandaşlarının ülkeye yeterince “bağlılık göstermediğini” öne sürdü. Bununla kalsa iyi, bir de çifte pasaportluların “bağlılık yemini” etmelerini istedi. Albayrak ve Ebutalib’in tepkilerine diğer partiler de katıldı. Ama Wilders bu “dediğim dedik” tutumunu sürdürdü. 1 milyona yakın çifte pasaportlu Hollandalının “sadakatsiz” olduğunu dillendirmeyi sürdürdü. Wilders’ın “tek kişilik şovu” devam ederken D66 partisinin lideri Alexander Pechtold, “öldürücü darbeyi” indiriverdi. Meğer, “ele verirken talkımı, kendisi yutarmış salkımı”. Milliyetçilik anlayışı faşizmin sınırlarını çoktan aşan Wilders’ın eşi de “yabancı” değil miymiş... Pechtold, “Önce sen Macar asıllı eşinin çifte pasaport taşıyıp taşımadığını açıkla bakalım” deyince Wilders sus pus oldu. Pechtold’un ısrarlı sorularına karşı verdiği yanıt da tam Wilders’lıktı: “Politikacı ailelerini tartışma konusu yapmayın. Bu soruya yanıt verirsem, yarın da kalkar teyzemi, ninemi sorarsınız...” Nebahat Albayrak ve Ahmed Ebutalib gibi sol kökenli polikitacıların ailelerini, kökenini tartışma konusu yapan Wilders, şimdi “kendi kazdığı kuyu”dan kurtulmak için çabalıyor. ozkanyusuf@hotmail.com CUMHURİYET 12 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle