11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 ŞUBAT 2007 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Cassius Clay nasıl dünyaca ünlü Muhammed Ali Clay oldu? 15 ESİNTİLER ZEYNEP ORAL O bisiklet çalınmasaydı!.. Ermeni şair Zahrad öldü Chicago’da üretilen Schwinn bisikletleri, her çocuğun rüyasını süslerdi. 1895 yılında, bir Alman göçmen olan Ignaz Schwinn tarafından üretilen bisikletlerin çoğu da çocukların hayallerinde kalırdı. Son derece pahalı olan bu bisikletleri yoksul ailelerin oturduğu semtlerin sokaklarında görmek olanaksızdı. 1942 yılının 17 Ocak günü, tabelacı Marsellus’un bir oğlu gelir dünyaya... Çocuğa “Cassius” adı konulur. Marsellus kılı kırk yararak kazanmaktadır geçim parasını. Eşi Odessa çalışmamaktadır. Çok geçmeden, Schwinn bisikletleri Cassius’un da hayal dünyasındaki tahtına oturur. Tabelacı Marsellus, 12 yaşına giren oğluna aldığı armağan ile evlerinin bulunduğu sokağa girdiğinde, o sırada sokakta oynayan çocuklar da ardına takılır. Çünkü, Cassius’un armağanı bir Schwinn bisikletidir! Kentucky’de, yoksulların yaşadığı semtte bir Schwinn bisikletinin ömrü çok olamaz. Cassius’u karakolda gözyaşları içinde görürüz!.. Bisikletinin çalındığını anlattığı polis memuru Joe Martin’e şunları söyler, hıçkırıklara boğularak: ‘‘Eğer o hırsızı yakalarsam kimse elimden alamayacak... Onu sabaha kadar kırbaçlayacağım...” Joe Martin, çocuğun hayatını değiştirecek bir teklif sunar: ‘‘Bak evlat, benim bir boks salonum var. Oraya git ve boks öğren. Hırsızı yakalayınca da kırbaçlamak yerine bir güzel pataklarsın.” 1960 yılında, Roma Olimpiyatları’na katılacak ABD boks takımı seçmelerinde görürüz, 18 yaşındaki Cassius’u... Olimpiyat takımına seçilse de buna sevinemez. Çünkü, Cassius uçaktan çok ama çok korkmaktadır. Hayatının bu en önemli spor organizasyonuna katılmak istese de uçak korkusu onu nakavt eder ve takımdan çekilir. Ne var ki, onun dünyanın en iyi boksörü olacağına inanan antrenörleri sabah akşam dil dökerler kapısında. Sonunda Cassius, uçağa binmeye ikna edilir... Ama bir şartı vardır!.. Amerika Birleşik Devletleri boks takımını Roma’ya götüren uçakta tüm sporcuları koltuklarını arkaya yatırmış, kimini kitap okurken kimini de uyurken görürüz. İçlerinde biri var ki, uçağa bindiği ilk an gibi dimdik oturmakta ve kaskatı kesilmiş bir şekilde ileriye bakmaktadır. Şartı gerçekleşen Cassius’tur elbette bu Kültür Servisi İstanbullu Ermeni şair Zahrad 21 Şubat günü 83 yaşında yaşamını yitirdi ve dün Kumkapı Meryem Ana Ermeni Kilisesi’nde yapılan törenden sonra Şişli Ermeni Mezarlığı’nda toprağa verildi. Asıl adı Zareh Yaldızcıyan olan Zahrad, “İstanbul Ermeni şiiri” de denen çağdaş Ermeni şiirinin yaşayan ustalarındandı. 10 Mayıs 1924’te İstanbul’da doğdu. Babası, o daha üç yaşındayken veremden ölünce, anne tarafından dedesi Levon Vartanyan (Hacı Levon) tarafından büyütüldü. 1942’de Pangaltı Mıkhitaryan Lisesi’ni bitirdikten sonra, üç yıl okuduğu İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki eğitimini yarıda bıraktı.Yaşamını ticaretle kazandı. Klasik Ermeni şiirinin etkisindeki ilk dönem şiirlerinden sonra, bir süre Garip Akımı’nın etkisinde şiir yazan Zahrad daha sonra yeni yaratım biçim ve yöntemleri denemeye; düşünce ve coşkusunu gerçeküstücü bir teknikle dile getirerek şiirlerinde çarpıcı imgelere yer vermeye başladı. Kendine özgü bireşimsel bir yapı, kişisel bir şiir dili oluşturarak yeni bir özle birlikte yeni bir söyleyiş biçimi getirdi. Yeni bir şiirsel beğeni dalgası, taze bir soluk yarattı. 1960’ta yayımlanan ilk kitabı ‘Büyük Şehir’de Gece Bekçisi, Mercimek Ayıklayan Kadın, Sivrisinek, Hesapsız, Yapracığı Gören Balık... gibi ilk özgün şiirleriyle birlikte “Garip” etkisindeki şiirleri de yer alır. Yarattığı üslup ve teknikle geniş bir okur kitlesi kazanan Zahrad, yalnızca İstanbul Ermeni şiirinde kendinden sonraki şairleri değil, tüm dünyadaki Ermeni şiirini derinden etkiledi. Şiirleri yirmi beş dile çevrildi. Ancak, bu tutkulu İstanbul ve deniz şairi; Türkiye’de, kendi kentinde bile, cemaati dışında, ancak sınırlı bir çevre tarafından tanınıyor. Zahrad’ın Türkçe olarak, Ohannes Şaşkal’ın çevirisiyle, üç şiir kitabı yayımlandı: “Yağ Damlası” (İyi Şeyler Yayıncılık, 1993 ve 2000), “Yapracığı Gören Balık” (Belge Yayınları, 2002), “Işığını Söndürme Sakın” (Adam Yayınları, 2004). İngilizceye çevrilmiş şiirleri ise “Gigo Poems” (California,1968) ve “Selected Poems” (Canada,1974) adlı kitaplarda toplandı. Utanç Hallerimiz... Zeytinburnu’nda 5 katlı yapı çöküyor, iki kişi ölüyor, 28 kişi yaralanıyor. Zeytinburnu Belediye Başkanı yapının sağlamlığını savunurken, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı önceden riskli yapılar arasına alınıp çoktan yıkılması gerektiğini vurguluyor. Yapı mühürlü müydü? Mührü kim, nasıl söktü? Tartışma sürerken… Ne ilk ne de son çöken yapıdır bu. Yalnız Zeytinburnu’nda değil, ülkemin her yerinde yapılar çöküyor! Eğitim yapısı çöküyor! Sağlık yapısı çöküyor! Adalet yapısı çöküyor! Güvenlik yapısı çöküyor! Kültür yapısı çöküyor! İnsan olma yapısı, kadınerkek ilişkileri yapısı çöküyor! Uygarlık, çağdaşlık, evrensel değerler yapısı çöküyor! Çökmeyen bir tek yapı var: Şiddet yapısı! O, yerli yerinde duruyor! ??? Evrensel çağdaş değerlerin başında insan varlığına saygı gelir, insan yaşamına, insan onuruna değer vermek gelir! 17 Ağustos depreminde yitirdiğimiz binlerce insanın katillerini, malzeme çalanlarını, o kâğıt binaları inşa edenleri, onları denetleyemeyen denetçileri, sorumluluklarını yerine getirmeyen yöneticileri baş tacı ediyor, açılan davaları “zamanaşımı” gerekçesiyle kapatıyorsak, nerde kaldı insan yaşamına saygı! Nerede kaldı insan onuruna saygı! İçinizde hâlâ “adalete güvenin” diyen kaldı mı? Evinin önünde magandaların hücumuna uğrayan, ailesinin gözleri önünde döve döve öldürülen bir genci, kolundaki altın bilezikleri almak için bıçak darbeleriyle güpegündüz katledilen bir kadını bile koruyamıyorsak, nerede kaldı insan yaşamına saygı! (Geçen haftadan bu iki örnek de İstanbul’dan. İlki Bağcılar, ikincisi Ümraniye’den.) İstanbul, Küçükçekmece Adliyesi’nde hâkim İnsaf Gündüz, bir duruşmada hırsızlık suçundan yargılananın tutukluluk halinin devamına karar veriyor. Duruşma sona erince sanığın kardeşi mahkeme koridorunda İnsaf Gündüz’e tekme tokat saldırıyor, yargıcı hastanelik ediyor. İnsana yönelik, kadına yönelik (kararı veren kadın değil de erkek yargıç olsaydı, böylesi açık şiddet uygulaması göze alınır mıydı acaba?) adalete yönelik bu saldırı sıradan bir olay gibi geçiştiriliyor! Bu mu insan varlığına, insan onuruna saygı? Bu mu insan emeğine, mesleğe saygı? Yaşama hakkını, insan onurunu temel değer olarak savunmayacaksak neyi savunacağız? ??? Bunlar olurken, AKP hükümetinin Kanaltürk’e karşı giriştiği sindirme, korkutma girişimi ortaya çıktığının ertesi günü, acaba bu haber neden yalnız ve yalnız Cumhuriyet gazetesinde yer almıştı? Hiç düşündünüz mü? Ertesi gün NTV, birkaç gün gecikmeyle de çeşitli gazetelerdeki köşe yazarları nihayet “haberi” göreceklerdi… Acaba nedendi bunca gecikme? ??? Yukarıda, rastgele seçilmiş birkaç örnek verdim. Siz bunları yüzle, binle çarpıp çoğaltabilirsiniz… Her örnekte Türklüğümüz de, milletimiz de, ülkemiz de aşağılanıyor! Ve bütün bunlar olurken, yaşamak, hayatta kalmak bunca zor, bunca meşakkatliyken, insan onurunu korumak her gün daha zorlaşırken, çoktan kaldırılması gereken 301. madde üzerinde tartışmalar sürüyor. Ne dediniz? Türklüğü aşağılamak mı? Tanrı aşkına, insanı yok saymaktan daha büyük aşağılama olabilir mi? Bütün bunlar olurken iki gün önceki Hürriyet’te bir haber dikkatimi çekiyor: İstanbul Müftülüğü “sol elle değil, sağ elle yemek yeyin” hutbesini camilerde okutacakmış. Ne de olsa sol el Batı kökenliymiş! Batı kökenli yemek yeme adabına karşı açılan bu savaşta, yemeğe başlarken açıktan Besmele çekmek, bitirince Elhamdülillah denmesi de, mücadelenin stratejik önemini vurgulayan öneriler arasında… Haydi hayırlısı! www.zeyneporal.com faks: 0 212 257 16 50 KİŞİSEL BİR ŞİİR DİLİ DÜNYANIN EN İYİ BOKSÖRÜ yolcunun adı. Genç boksörün sırtında uçağa binmek için ortaya sürdüğü şart, yani paraşüt takılıdır!.. Roma’dan altın madalyayla dönen Cassius, 1964 yılında hayatının en önemli maçlarından birine daha çıkar. Rakibi, dünya ağır sıklet boks şampiyonu Sony Liston’dur. Bu maçı da kazanan Cassius Clay, 1975 yılında Müslüman olmaya karar verir ve adını değiştirir. Onu tanıdığınızı biliyorum... Ama ben, bu ünlü boksörün adını Arif Damar’ın bir şiiriyle anmak istiyorum. İşte, Damar’ın oğlu Nice’yi anlattığı şiir: İlk kez Bir zenci kız görür görmez Vapur dumanları gelmiş Nice’mizin aklına Afrika Harlem Amerika Ku Kluks Klan Linç Boksör Muhammed Ali Clay Karabiber siyah lale Dururken Ne gariptir ki, uçaktan çok korkan, sırtına paraşüt takmadan uçağa binmeyen Muhammet Ali Clay, ringdeki halini uçan iki hayvana benzeterek şu açıklamayı yapar: ‘‘Kelebek gibi uçarım, arı gibi sokarım”... Bir Amerikan askeri olarak Vietnam’a gitmeye karşı çıkan Muhammet Ali’nin elinden unvanı alınarak hapse atıldığında yer yerinden oynar. Protestolar karşısında çaresiz kalan Amerika geri adım atmak zorunda kalır. Bu olay, dünya barışı adına Muhammet Ali’nin kazandığı en önemli maçtır. Ne yazık ki, onun bu tavrını Amerika’nın Irak işgali sırasında anımsayan çok azdır. Kentucky’nin bir kenar semtinden Schwinn marka o bisikleti çalan hırsız, 12 yaşındaki Cassius’a dünya ağır siklet boks şampiyonluğunun yolunu açtığını elbette bilemezdi. Günümüzde yapılan hırsızlıklar, kimleri nerelere taşıyor dersiniz!?.. Son sözü hırsızların en büyüğü Al Capon’a veriyorum: ‘‘Çocukluğumda Tanrı’ya her gece bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Baktım böyle olmuyor, ben de tuttum bir bisiklet çaldım ve geceleri Tanrı’ya beni affetmesi için dua etmeye başladım!..” CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle