10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 ŞUBAT 2007 CUMA CUMHURİYET SAYFA HABERLER TBMM’deki ‘kentsel dönüşüm’ tasarısında ‘kamu yararı gözeten devlet’ devre dışında… 7 DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT Kentlerde ‘rejim’ değişikliği OKTAY EKİNCİ Erdoğan İçin Meclis Soruşturması Hükümet, Trabzon Valisi ile Emniyet Müdürü’nü, Hrant Dink’in öldürülmesi ile yürütülen soruşturmalarda ortaya çıkan bazı bilgiler üzerine görevden aldı. O bilgilerin doğrultusunda, kentte daha önce işlenmiş eylemlerle ilgili olarak Mülkiye, Emniyet ve Jandarma Teftiş Kurulları’ndan müfettişler görevlendirdi. Cinayetin işlendiği İstanbul’da, olayın ikinci günü, olayın bir örgüt değil milliyetçilik duyguları kabaran, henüz 18 yaşını bile doldurmamış bir kişinin bireysel eylemi olduğunu söyleyecek kadar heyecana kapılan Emniyet Müdürü’nün de benzer bir önlemle görevinden ayrılması gerektiğini düşünenlere, İçişleri Bakanı’nın, müfettiş tahkikatının sonucunu beklemelerini söyleyerek yanıt vermesi, kamuoyunda kuşkulara yol açmaktadır. Abdülkadir Aksu, Trabzon Valisi ile Emniyet Müdürü’nü, devam eden bir soruşturma sırasında görevleri başında bırakmayarak beklenileni yapmıştır. Ama o müfettişler İstanbul’daki belgeleri de büyüteç altına almak gereğini duydukları zaman, özellikle Emniyet Müdürü’nün görevi başında kalmasında sakınca görmemektedir! İçişleri Bakanı’nın bu ikili tasarrufu, kendisinin bazı kimseler üstünde ayrıcalıklı bir koruma ve kollama görevi mi yaptığı sorusunu yazılı ve görsel medyanın gündeminin ön sıralarına taşıyor. Öyle bir kuşku, bazı görevlilerin kendilerine soru yöneltecek müfettişlere yeterli bilgileri aktarmakta çekinebilecekleri yönünde kuşkular yaratmaz mı? Son zamanlarda yaygınlaşan “kentsel dönüşüm” projeleri, TBMM’deki tasarı yasalaştığı takdirde “rejimi de dönüştürmeye” yönelik yeni bir imar düzeni yaratacak. “Dönüşüm Alanları Hakkında Kanun Tasarısı” denen düzenleme, yeni inşaat ve emlak rantı alanlarının “hukuk devleti etkisiz kılınarak” belirlenmesini sağlıyor. Düzenlemedeki asıl bu “niyet”in tartışılması gerektiği vurgulanan Mimarlar Odası açıklamasında, doğal ve kültürel alanlara bile “keyfi müdahale”leri öngören tasarı için; “ülkemizin varlıksızlaştırılma politikasına yönelik organize sorumsuzluk belgesi” deniyor. Meclis gündemindeki tasarının temel özelliği, “kamu yararını” gözeten imar hukukumuz ile “ulusal değerler”imizi gözetmekle yükümlü “kamu kurumları”nın, kentsel dönüşümde “etkisiz” kılınmaları. ‘Devlet’ devre dışında Böylece, “istenirse” tüm kentleri bile kapsayabilecek dönüşüm alanlarında, devletin yetkisiz bırakıldığı yeni bir imar ve rant düzeni yaratılabilecek. Bu süreçte mülkiyet haklarından toplumsal gereksinmelere kadar “devlet”in yerine geçmesi öngörülen yerel yönetimlerin, şehircilik ve hukuk ilkelerine uymalarını sağlayacak hiçbir önlem de tasarıda yer almıyor. İşte böylesine bir “monarşizm”in, kentsel dönüşüm adına ülkedeki tüm belediyelerde ve il özel idarelerinde “kurumsallaşması”nı da öngören tasarı için; “her yönüyle yeniden yapılanma hazırlığı” denilen Mimarlar Odası açıklamasında, konuyla ilgili uzmanlardan oluşturulmuş “Mimarlık ve Planlama Komitesi”nin raporu değerlendiriliyor. Rapora göre tasarı yasalaşırsa, öncelikle “imar suçlarının affedilmesi”ne başlanacak. Çünkü, yapılaşmanın yasal olup olmadığına bakılmaksızın, “dönüşüm alanları”na alınacak tüm kaçak binalar için de “tapu ve ruhsat güvenceli yeni imar olanakları” sağlanacak. Bunun “engelsiz” gerçekleşmesi için de yine dönüşüm alanları sınırlarına yerel yönetimler “tek başlarına” karar verebilecekler. Böylece, bu sınırların kamusal sakıncaları olsa bile, bunu denetlemekle yükümlü devlet kurumları sadece seyirci kalacaklar… Kamunun “karışamadığı” bu sürecin “uygulama” aşamalarında da yine belediyeler tek yetkili kılınıyor. Örneğin, mülkiyetlerin birleştirilmesi, ayrılması ya da yeni mülkiyetler sağlanmasında bile tapu ve kadastro hukukundaki kamusal ve ulusal çıkarlar geçerli olmayacak… Benzer şekilde, doğal ve kültürel mirasın “ulus ve insanlık adına gözetilmesi”nden sorumlu Koruma Kurul 52 sivil toplum örgütünün katkılarıyla düzenlenen, ‘14. Adalet ve Demokrasi Haftası’ sona erdi “Türkiye’nin canı son 30 yıldır çok yanıyor” diyen Özge Mumcu, (küçük kare) soru sormaktan ve yaşananları sorgulamaktan vazgeçilmemesini istedi. (Fotoğraflar: KORAY AVCI) ları’nın da “söz hakları” bile bulunmayacak. Çünkü kentsel dönüşümün hiçbir aşamasında bu kurullardan “görüş” bile alınmayacak… Böylesine bir imar özgürlüğünün kentsel dönüşümde “maksadı aştığı”na dikkat çekilen Mimarlar Odası açıklamasında; “İlgili yasaların işlevsiz kılınarak, adeta yasalar üstü bir keyfiliğin öngörülmesi, anayasal sorumlulukları yerine getirmeye engel oluşturacak düzeydedir” denilerek şuna da dikkat çekiliyor: “Ülkemiz kentleşmesinde öncelikli sorunlar arasında bulunan, imar yetkilerinin bilime ve kamu yararına aykırı kullanımını gidermek yerine, bu olumsuz süreci daha da hızlandırıp plansızlığı yaygınlaştırabilecek bu yaklaşımın, tüm düzenlemelerde artık kesin olarak terk edilmesi gerekmektedir…” Mimarlar Odası’na göre, Türkiye için kentsel dönüşüm uygulamalarında asıl ve hemen hedeflenmesi gereken, sadece “depreme hazırlık” amaçlı yeniden yapılanma projeleri olmalı. “Yüzde 60 ve daha yukarı oranlarda kaçak ve denetimsiz inşa edilmiş yapılardan oluşan kentsel yerleşimlerde afete yönelik ivedi önlem, depreme karşı kentsel yenileme planları ve uygulamalarının gerçekleştirilmesidir” denilen raporda “çözüm” olarak ise “yeni bir imar ve şehircilik yasası” öneriliyor. Ne var ki hükümet, böyle bir yasanın da tasarısı hazır olduğu halde, 3 yıldır TBMM’ye göndermeyerek, önceliği “kentlerde rejim değişikliği”ne veriyor… Polis, yargıç görevi yapabilir mi? Trabzon’da, Dink’in öldürülmesinden dört yıl önce işlenmiş eylemlerde kendilerini yasaların çok üstünde gördükleri anlaşılan bir zihniyetin polis adı altında görev yaptığını gösteren birden fazla örneğe bakılınca, Sayın Aksu’nun gözetiminde olan bir kamu gücünün dilediği zaman nelere muktedir olduğu da ortaya çıkıyor. McDonald’s‘a atılan ve 6 insanın yaralanması ile sonuçlanan eylemde bombayı hazırlayan kişinin Erhan Tuncel olduğu, olayın hazırlık soruşturması sırasında polis tarafından belirleniyor. Ama bu kişi, başka olaylarda Emniyet Müdürlüğü’ne önceden bilgi verme görevini kabul etmesi koşuluyla cumhuriyet savcısının önüne bile çıkarılma gereği duyulmadan, adeta “arka kapı”dan çıkarılıyor. O dosyada sanık olması gerekirken tanık durumuna sokuluyor. Bununla da yetinilmeyerek, yargıç önünde şaşırarak bir pot kırabilir düşüncesiyle, tanık kimliği ile bile duruşmalara getirilmiyor. Ağır ceza mahkemesine, aranılan tanığın adresinde bulunamadığı doğrultusunda yalan bilgiler aktarılıyor. Kendisini, adalet önünde hesap vermekten kurtarabilen böylesine bir gücün himayesinde gören kişinin, Hrant’ın tetikçisine internetten fotoğraf sağlama görevini üstlenirken hangi özgüven duyguları içinde olduğunu, öncelikle İçişleri Bakanı düşünmüş olmalıdır. Öyle anlaşılıyor ki Trabzon’da istenildiği zaman yargının görevini de üstlenmeyi çok doğal gören ve güvenlik mensuplarından oluşan bir yürütme timi iş yapmıştır. Acaba, o timin “icraatları” arasında, sadece hamburger işyerinin bombalanmasını üstlenen eylemcilerin kanıtlarını diledikleri gibi değiştirerek adaleti yanıltmış olmak mı vardır? Yoksa faraza rahip Santoro’nun öldürülmesi olayında, silahı ateşlediği için tek başına yargı önüne çıkarılan 18 yaşından küçük eylemcinin dosyasında da bazı “gerekli” oynamalar yapılmış mıdır? Mademki bazı komplo teorilerini gündeme getiriyoruz. Yine “acaba”lı olarak Ogün Samast’ın Agos önündeki eylemi sırasında yalnız olmadığını, özellikle o bölgenin karmaşık sokaklarından otogara gidecek beceriyi gösterebilmesi için izlemesi gereken yollarda kendisine kılavuzluk yapan kişi ya da kişilerin bulunduğunu da bildikleri halde, gizleyen kimseler olmuş mudur? ‘Türkiye’nin canı 30 yıldır yanıyor’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Toplam 52 sivil toplum örgütünün katkılarıyla düzenlenen, “14. Adalet ve Demokrasi Haftası”nın kapanışı önceki akşam düzenlenen etkinlikle gerçekleştirildi. Çankaya Belediyesi Anatolia Gösteri Merkezi’nde gerçekleştirilen geceye Adalet Ağaoğlu, Zafer Diper, Doğan Hızlan, Nevzat Şenol ile suikastlara kurban giden aydınların yakınları ve çok sayıda başkentli katıldı. Anatolia Gösteri Merkezi’nin sahnesi, Mumcu’nun yanı sıra yitirilen aydınların fotoğraflarının yer aldığı afiş, mumlar ve kırmızı karanfillerle donatıldı. Sahneye, kaybedilen aydınların fotoğrafları ve haklarında kısa bilgilerin yer aldığı siyah beyaz renkte aydınlatmalı sütunlar da konuldu. Gece, metin derlemesini gazetemiz yazarı Işık Kansu’nun yaptığı “İz Sürerken” adlı belgesel filmin gösterimi ile başladı. PETROLİŞ Petrolde yağma dönemi MURAT KIŞLALI ‘Bu halk unutmaz’ Daha sonra konuklara Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı adına, Mumcu’nun kızı Özge Mumcu seslendi. Özge Mumcu, Uğur Mumcu’nun sıradışı ve seçkin bir araştırmacı olduğunu, bunun da güncele sıkışan haberleri değil, güncelle geçmiş bağlantısını ortaya çıkaran bir gazeteci olmasından kaynaklandığına dikkat çekti. “Türkiye’nin canı son 30 yıldır çok yanıyor” diyen Özge Mumcu, soru sormaktan ve yaşananları sorgulamaktan vazgeçilmemesini istedi. Çankaya Belediye Başkanı Muzaffer Eryılmaz’ın gönderdiği mesajı ise belediyenin Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Canan Karakul okudu. Eryılmaz mesajında, ülkede en büyük bedeli demokrasiden yana olanların ödediğini belirterek bağımsızlığı içine sindiremeyenlerin Cumhuriyetin aydınlığından korktuğunu kaydetti. Eryılmaz, Mumcu ve yitirilen tüm aydınlara işaret ederek “Bu halk kendisi için canını ortaya koyanları unutmayacaktır. Yaşasın Uğur Mumcu. Yaşasın Uğur Mumcular” dedi. Tolga Sağ, Arif Sağ, Bülent Ortaçgil ve Haluk Levent’in konser verdiği gecede, Ağaoğlu, Diper, Hızlan ve Şenol, Uğur Mumcu’nun yazılarından derlenen ve “Tarikat Siyaset Ticaret’’ adı verilen yazıdan bölümler ile şiirler okudu. ‘Karanlık güçler yakalanmalı’ Eski Milliyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, katledilişinin 28. yıldönümünde mezarı başında sevenleri tarafından dün anıldı. İstanbul Haber Servisi Eski Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı Abdi İpekçi, katledilişinin 28. yıldönümünde mezarı başında törenle anıldı. Törende konuşan TGC Başkanı Orhan Erinç, tetikçilerin ardındaki karanlık güçlerin ortaya çıkarılamamasının cinayetleri işleyenlere cesaret verdiğini söyledi. Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin de, İpekçi’nin “sağduyunun temsilcisi” olduğunu vurgulayarak “Türkiye sağduyusunu kaybetti” dedi. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda, dün düzenlenen törende, İpekçi’nin eşi Sibel İpekçi ile kızı Nükhet İpekçi İzzet’in yanı sıra Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) Başkanı Orhan Erinç, Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin, yazarlar Derya Sazak, Doğan Heper, Mehmet Ali Birand, Nail Güreli, Sami Kohen, Altan Öymen, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül ile dostları ve meslektaşları yer aldı. Törende yakalandı. Tetikçinin ardındaki güçler bulunamadı. İpekçi’nin ardından öldürülen gazeteci sayısının bu kadar artmış olmasında tetikçinin ardındaki güçlerin bulunamamasından kaynaklanan bir özendirme olduğunu düşünüyorum” dedi. Erinç’in konuşmasının ardından İpekçi anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Saygı duruşunun ardından konuşan Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ergjn de, İpekçi’nin, evrensel kabul gören gazetecilik ilkelerini Türkiye’ye kazandıranlardan biri olduğuna dikkat çekti. Radikal gazatesi yazarı Öymen de, karanlık cinayetleri işleyenlerin toplumun bazı kesimlerince kahraman olarak algılanmasının üzüntü verici olduğunu vurguladı. İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi gazetecilerin sorusuna, “Doğumunuzu seçemiyorsunuz, ölümde ise toprak oluyorsunuz. Doğumla ölüm arasında katil olanlar var. Bir de olmayanlar var. Bu günlerde sadece bunu düşünüyorum” yanıtını verdi. konuşma yapan TGC Başkanı Erinç, “Türkiye’de ilk gazeteci cinayeti 1909 yılında Hasan Fehmi olmuştur. En son ise Hrant Dink’tir. Suikast sonucu hayatını kaybetmiş 62 gazetecimiz var. Tarihsel sıralamaya bakıldığında Abdi İpekçi 15’inci sırada yer alıyor. İpekçi’nin cinayetinden sonra da sadece tetikçi ANKARA Petrolİş Sendikası, çokuluslu şirketlerin Irak petrollerini “üretim paylaşım sözleşmeleri” (Product Sharing AgreementsPSA) adı verilen anlaşmalarla ele geçirmesinin planlandığını belirterek benzer türde yapılanmanın Türkiye’de de Meclis’ten yeni geçirilen Türk Petrol Yasası ile oluşturulduğunu bildirdi. Irak’taki anlaşmalar ile “devlet hissesi yüzde 12.5’te tutularak petrol şirketlerine yüzde 75 kâr sağlanacak, anlaşmaların süresi 2540 yılı kapsayacak ve bu süreçte hükümetler tarafından değiştirilemeyecek”. Türkiye’de de devlet hissesi yüzde 12.5’ten yüzde 212 arasına çekildi, arama süreleri ikiye katlandı, kâr transferi yüzde 60’a yükseltildi. Ayrıca yasalardan “ulusal çıkarlar, ülke ihtiyacı” gibi kavramlar çıkarılarak ülkenin geleceği ipotek altına alındı. Petrolİş Sendikası tarafından hazırlanan 29 Ocak 2007 tarihli “Petrol Sektöründe YağmaIrak’ta Savaşla Türkiye’de Yasayla” raporunda, yeni çıkarılan 5574 sayılı Türk Petrol Yasası, 1954 tarihli ve 6326 sayılı Petrol Yasası ile karşılaştırılırken Irak’taki “yağmalanma” süreci de irdelendi. Cumhurbaşkanlığı’na da gönderilen Petrolİş raporunda, petrol tekellerinin “Üretim Paylaşım Sözleşmeleri”ni kullanarak, bu anlaşmaların arkasındaki uzun vadeli dayatmalarla millileştirilen petroller üzerinde yeniden egemenlik kurdukları belirtildi. Derin devletten önce derin hükümete bak Bütün bu “acaba”lı soruların bazı kafalarda dolaştığı bir sırada, Başbakan’ın “Derin Devlet” konusundaki demeci, tatsız bir rastlantı olmuştur. Erdoğan’ın devlet üzerine konuşacağı günler, öyle görünüyor ki, fazla uzağında değildir. Ama şu anda, öncelikle başında bulunduğu ve bütün bakanlarının yaptırımlarının sorumluluğunu taşıdığı hükümetin bazı ajanları, yani görevlileri, resmi belgeleri değiştirmekten de çekinmeyecek kadar cesaretle, gerekli gördükleri zaman ve yerde, yargının görevlerini üstlenerek anayasal bir suç işlemişlerdir. Bugün de aynı kurumun Hrant Dink’in öldürüleceğinden aylarca öncesinden haberli olduğunu, CHP Genel Başkanı Baykal’ın deyişiyle “emniyetin bilgisi içinde işlenen bir cinayet olduğu” yönünde güçlü kuşkular ülke gündeminin ön sırasında yer alıyor. Başbakan, o kuşkuları büyüteç altına alacak “Meclis Soruşturması” önergesini destekleyerek sonuçlandırmadan, yani aklanmadan Çankaya yolculuğuna heves etmezse çok yararlı bir iş yapmış olur. Faks: 0 212 677 08 21 obirgit?ekolay.net Köşk’te oturmak zorunda ? ANKARA (ANKA) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın türbanlı olması nedeniyle Cumhurbaşkanı olamayacağı eleştirilerine karşı, “Cumhurbaşkanı seçilir ama Köşk’te oturmaz” formülünü ortaya atan AKP, yaptığı bir araştırma sonucu bu formülün işlemeyeceği, “güvenlik” gerekçesiyle Cumhurbaşkanının Köşk’te ikamet etmek zorunda olduğu bilgisine ulaştı. Başbakan Erdoğan’ın kendi adaylığı ve partinin adayına ilişkin tartışmaları nisan ayına kadar gündemden kaldırdıkları yönündeki açıklamalarına karşın AKP’de bu konudaki inceleme ve araştırmalar alttan alta sürdürülüyor. Araştırma sırasında AKP’ye, Cumhurbaşkanının “güvenlik” nedeniyle Çankaya Köşkü’nde ikamet etmesinin zorunlu olduğu bilgisi verildi. Cumhurbaşkanının Çankaya Köşkü’nde ikamet etmesinin zorunlu olduğuna yönelik bir yasal düzenlemeye rastlanmamasına karşın, AKP’de, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmaya karar vermesi halinde, türban eleştirilerine karşı “kendi evinde ikamet etmesi” formülünde ısrar edilmemesi benimsendi. CUMHURİYET 07 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle