27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 ARALIK 2007 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Bir Tiyatro Dostu: Fahri Atabey “Fahri Atabey ünlü başhekim ve İstanbul’un Cumhuriyet dönemindeki 21. belediye başkanıdır. 1913 yılında İstanbul’da doğdu. 1937 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. 1940 yılında Gülhane Askeri Tıp Fakültesi’ne asistan olarak girdi. 1943’te doğum ve kadın hastalıkları uzmanı oldu. 1947 yılında İngiltere’ye staj yapmak için gitti. 1950’de Türkiye’ye döndü ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde asistan olarak görev aldı. 1952’de Zeynep Kâmil Hastanesi Başhekimliği’ne getirildi. dığı’ndan gelen mektubu okuyunca Başkan Fahri Bey’in yanıtı şu olmuş: “Ben tiyatro kapatan belediye başkanı olmam. Emekli Sandığı ile görüşürüm, indirim beklediğimizi söylerim, mümkün olmazsa öderiz.” Bizim Osmanlı döneminde de, Cumhuriyet döneminde de tiyatroyu bir okul, bir halk eğitimi etkinliği olarak değerlendiren aydınlarımız, siyasetçilerimiz, yüksek bürokratlarımız çoktur. Tiyatro tarihçilerimiz, başlangıcından beri bu yolda ömür tüketmiş sanatçıların üretimlerini anlatırken zor koşullarda onları destekleyen, etkinlik alanlarını genişletmek, kolaylaştırmak için çaba harcayan aydınlardan, kültür adamlarından övgüyle söz etmeyi unutulmadılar. Gazetelerde, dergilerde, sanat, tiyatro, düşün, kültür yayınlarında, valiliği sırasında Bursa’da tiyatro açan Ahmet Vefik Paşa’dan, Darülbedayi’nin kurulmasına önayak olan İstanbul Belediye Başkanı (Şehremini) Cemil Topuzlu’ya, çağdaş tiyatronun başlatıcısı, öncüsü hocamız Muhsin Ertuğrul’a değin tümünün adları anıldı. anımsatıldı. Ama ben burada, toplumumuzun çeşitli kanatlarından, kimi şu ya da bu partiden siyasetçi, kimi bürokrat, kimi Fahri Atabey örneği doktor, mühendis, asker, tiyatro dostu bazı aydınlarımızı da anımsatmak istiyorum. Bursa Valiliği sırasında, kente Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nun kazandırılmasında emeği geçen İhsan Sabri Çağlayangil’i, 1940’lı yılların sonunda kısa ömürlü de olsa, İzmir’de ilk kez tiyatro kuran Belediye Başkanı Reşat Leblebicioğlu’nu, İstanbul vali ve belediye başkanlarını, sırasıyla Kemal Aygün’ü, Refik Tulga’yı, Şefik Erensü’yü, Ahmet İsvan’ı, Ali Müfit Gürtuna’yı unutabilir miyiz? Sanırım, İstanbul Belediye Başkanı, yüksek mimar Sayın Kadir Topbaş bu tür bir sıralamada adının geçmediğine üzülebilir. Biz de üzülüyoruz. Çünkü, Belediye’ye bağlı yıllanmış bir tiyatronun yıktırılmasına karar verilmiş. Belki Sayın Topbaş, yıkılması düşünülen Harbiye Tiyatrosu’nun yerinde yeni bir kültür yapısının yükseleceği, bütün gereksinimleri kapsayacak bir tiyatroya kavuşulacağı açıklamasını yineleyecektir. Ne var ki İstanbul’un bir merkezinin, birkaç yıl için de olsa, tiyatro etkinliğinden yoksun bırakılmasının olumsuz sonuçları göz ardı edilmemeli. Bugün Taksim ve Beyoğlu’nda günün her saatinde, gece yarılarına kadar çoğunluğu üniversiteli, liseli gençlerden oluşan bir kalabalık devinir. Kimileri de aileleriyle birlikte alışverişe çıkmış, bölgenin ışıltısında vakit geçiren insanlardır. Şehir Tiyatrosu’nun, Atatürk Kültür Merkezi etkinliklerinin seyircileri onlardan oluşur. Belediyece yaptırılacak küçük bir araştırmanın bu gerçeği doğrulayacağı inancındayım. Yeni Kültür Bakanımız Sayın Ertuğrul Günay, yine yıktırılması düşünülen AKM için “Projeyi görmeden yıkılmasına onay vermem” diyerek yüreklere biraz su serpmiş görünüyor. Acaba Sayın Kadir Topbaş, Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nun yeri için tasarlanan projenin uygulanması dönülmez aşamaya geldiyse, Sayın Günay da bir arada soruna çözüm bulamazlar mı? Belediyenin yeni yapısı ortaya çıkıncaya değin, Şehir Tiyatroları, haftanın bir ya da iki gününde AKM’de etkinliğini sürdüremez mi? Ya da Belediye, bölgeye yakın bir yerdeki tiyatro salonuna, örneğin Karaca Tiyatrosu’na sahip olamaz mı? Dahası, yakın bir alana, çadır kurdurarak (Sayın Levent Kırca’nın deneyimi örneği) gereksinimi karşılayamaz mı? Sanırız, yüksek mimar Sayın Kadir Topbaş, soruna daha uygun, geçerli çözümler üretilmesine yardımcı olabilir. Beyoğlu’nda Taksim’den Tünel’e kadar bir aşağı, bir yukarı amaçsız dolaşan, sokak aralarında, ellerinde bira bardakları ya da kahve fallarıyla oyalanan gençlerin bir bölümü, bu ortamda beklentilerini dile getiremeyebilirler. Ama hiç kuşkusuz Sayın Günay da, Sayın Topbaş da, belki bilinçsizce, nitelikli şeyler arayan gençlerimizin isteklerini bilinç düzeyine yükseltmek için hizmet üretmenin bir aydın sorumluluğu olduğunu bilirler. Bekleyelim. PENCERE “Güzel Amerikalı”nın Mandacılığı... Okurum Rıza Aksay “Güzel Amerikalı” adlı kitabımdan birkaç sayfayı kesip yollamış... “Güzel Amerikalı” 1965’te şaka değil, 40 yılı aşkın bir süre önce basılmıştı... Uzun sayılabilecek bir kuşbakışı Amerika gezisinin ürünüydü... Kitabın “Amerikancılık Akımı” başlığı altındaki bölümünden kimi satırları aktarıyorum. ? “Tarih büyük bir hocadır... Önünde diz çöküp ders almasını bilene çok şey öğretmeye hazırdır... Türkiye’de bugün memleket olarak kendimizi teslim ettiğimiz Amerikancılık akımı da Türk tarihine bakmadan anlamı kavranabilecek bir sorun değildir...” Yazı bundan sonra Milli Kurtuluş Savaşı’ndaki “Mandacılar”ı ele alarak sürüyor: “Mandacılar, Atatürk Anadolu’ya geçtiği zaman en güçlü gruptu. Çünkü İstanbul’un okumuş yazmışlarından çoğu bu grupta birleşiyorlardı. Ne diyorlardı: Asri (modern) bir millet ve devlet haline gelebilmek için lüzumlu para, ihtisas (uzmanlık) ve kudrete sahip değiliz. Böyle bir Türkiye’yi ancak ‘Yeni Dünya’nın kabiliyeti vücuda getirebilir.” ? “Atatürk daha başlangıçta ‘Amerikan himayesinde bir Türkiye’ fikrinin karşısında açıkça cephe almıştır. (Atatürk’ün) En yakın arkadaşları arasında bile Amerikan güdümüne girmeyi kurtuluş yolu sayanlar vardı. O zamanlar İstanbul’daki okumuşyazmış takımının temsilcisi olarak Kara Vasıf ve Bekir Sami Beyler ve Halide Edip Hanım, Amerikan mandası zorunluğunun Mustafa Kemal tarafından kabul edilmesi için çalışıyorlardı.” ? Atatürk Amerikan mandasını kurtuluş yolu gibi görenlere şu müstehzi suali sordu: “ Lehimize bu kadar şerait (şartlar) dermeyanına müsait bulunacak olan Amerika Hükümeti, bu şekildeki mandaterliği kabul etmesine, yani buna katlanmasına karşılık Amerika namına ne gibi faydalar ve menfaatlar temin etmiş olacaktır?” ? “Atatürk, Amerikancılık akımını yendi. Ata’nın yaşadığı sürece bir yabancı devletin koltuk altına sığınmak fikrini kimse ağzına alamamıştır.” (Güzel Amerikalı, sayfa 126, 1965, İstanbul) ? Aradan bunca yıl geçtikten sonra Türkiye’nin bugünkü hali yalnız düşündürücü değil, ibret vericidir... Gazi Mustafa Kemal, Milli Kurtuluş Savaşı’yla Türkiye’yi kurtardı... Ne var ki Türkiye bugün mandacıların elinde, iktidarında; ülkenin tapusu neredeyse Amerika’nın cebinde... Kırk yıldan bu yana aklı başında yurtseverlerin mücadelesi boşa mı çıktı?.. Amerikancılık zafer mi kazandı?.. Mandacılık ağır basıyor... Etnikçilik ve dincilik mandacılıkla ittifakında ülkeyi avuçlarına mı aldı?.. Soruların yanıtını sizler verin... Bir Dramın Dersleri SÜREYYA AYHAN’IN basın toplantısını derin bir yürek parçalanışı duymadan izleyebilmek herhalde çok kişiye hayli zor gelmiştir. Güncel ve gerçek bir kişisel dram. Roman yazarlığı açısından bakıldığında tam bir roman konusu: Anadolu’nun bağrından kopup gelerek Avrupa şampiyonluğuna yükselen müthiş bir atletik yetenek. Çok küçük yaşlardan başlayarak gelişen bir gönül macerası. Duygusal yakınlıklarla görevsel zorunlulukların çelişkisi. İki kişilikmiş gibi görünen ama bütün ülkenin ilgisini çeken, ortak değerlerin tartışılmasına yol açan, toplumun onurunu örseleyen bir durum. Herkesin birbirini kolaylıkla suçlayabileceği bir tablo. Nihayet, böyle bir tablo ortasında neyi nasıl söyleyeceğini, savunacağını, üzerine atılmış suçlama ağından hangi yöntemle sıyrılabileceğini kestiremeyen bir kadın. Elbet, bu romanın içine spor dünyasının kıskançlıkları, entrikaları, tuzakları, komploları da konabilir. ma bir başka açıdan bakınca, ülkenin eğitim sistemi, spor etkinliklerinin düzenlenişi, sporcuların yetişme düzeyleri, birey, devlet ilişkileri konusunda pek de “romantik” sayılamayacak bir soru akla gelebilir. Örneğin, bir ülkenin okullarında yetişen sporcular yaşam felsefesi, dünyaya bakış açısı, ödev duygusu, etik ilkeler gibi konularda ne ölçüde donanımlı yetişmektedirler? Yoksa, spor dünyasında olup bitenler sadece şan şöhret, unvan, para uğruna mı kirletilmektedir? Çağdaş devlet demek, bireysel özgürlük adına vatandaşlarını kendi alınyazıları karşısında çaresiz, yalnız, onun bunun çekiştirmesiyle sürüklenebilir durumda bırakan devlet midir? Gençleri her bakımdan yarışa benzeyen çekişme ortamlarına salarken, antik Sparta sisteminde olduğu kadar sımsıkı bir disiplinle olmasa da, yeterli moral güçle donatmak devletin ödevi değil midir? “Devlet baba” sözü Türk halkı gibi bir toplumda eğer hâlâ bir değer taşıyorsa, ulusun evlatlarını sahipsiz bırakmak bu anlamın yüceliğine sığar mı? ürkçede “Ülker” diye de bilinen “Süreyya” yedi büyük yıldızdan ve binlerce küçük kitleden oluşan, gerdanlık güzelliğinde bir gökyüzü görüntüsüdür. Bu yıldız takımı, Yunan mitolojisine göre, dünyayı taşıyan Atlas tanrısının yedi kızıydılar; ama sonradan, tanrılardan birine değil de bir “fâni”ye âşık olduğu için utanan yedinci kardeş Melope’yi ortalarına alıp saklasınlar diye hepsi birden yıldıza dönüştürülmüştü. Atina’daki Akropolis Tapınağı’nın çatısını taşıyan sütunlar arasında da onların Pleiades denen heykelleri vardır. Öyle anlaşılıyor ki, yaşam bizim Süreyya’nın omuzlarına taşınması zor bir ağırlık yüklemiş. Kemal BEKİR ahmetli Fahri Atabey’in tiyatroya bakışıyla ilişkili bir gözlemimi anlatmadan önce, onu yaşamöykünü sunarak anımsatmak istiyorum. “Fahri Atabey ünlü başhekim ve İstanbul’un Cumhuriyet dönemindeki 21. belediye başkanıdır. 1913 yılında İstanbul’da doğdu. 1937 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. 1940 yılında Gülhane Askeri Tıp Fakültesi’ne asistan olarak girdi. 1943’te doğum ve kadın hastalıkları uzmanı oldu. 1947 yılında İngiltere’ye staj yapmak için gitti. 1950’de Türkiye’ye döndü ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde asistan olarak görev aldı. 1952’de Zeynep Kâmil Hastanesi Başhekimliği’ne getirildi. Hastanenin gelişip büyümesine katkılarda bulundu. Başhekimliğe atandıktan hemen sonra ameliyathane ile 150 yataklı kadın hastalıkları kliniği ve 200 yataklı çocuk kliniğinin yapımına başlandı. 19601963 yıllarında başhekimlikten ayrı kaldı. Adalet Partisi koalisyon hükümeti döneminde tekrar aynı göreve getirildi. Adalet Partisi’nden İstanbul Belediye Başkanı seçildi. 8 Haziran 19689 Aralık 1973 tarihleri arasında İstanbul Belediye Başkanlığı görevini sürdürdü. 2 Ağustos 1994’te yaşamını yitirdi.” Görülüyor ki, Dr. Atabey, kendi alanında halk sağlığıyla ilgili çok önemli, unutulmaz hizmetler vermiş değerli bir kişi. Ne ki, toplumunun sorunlarıyla yakından ilgilenen her aydın gibi hizmetleri yalnızca sağlık alanıyla sınırlı değildi. Belediye Başkanlığı döneminde, Şehir Tiyatrosu’nun sorunlarına da bir kültür adamı olarak çözüm R A T mumtazsoysal@gmail.com ler getirdi, kurumun yöneticilerinin zorlandıkları konularda olumlu kararlar vererek tiyatro etkinliğinin sekteye uğramamasına özen gösterdi. Bu özelliğine ilişkin bir örnek yaklaşımına, Şehir Tiyatroları’nda bir sanatçı olarak çalıştığım sırada tanık oldum. Şehir Tiyatroları’nda kararlar, genel sanat yönetmeninin başkanlığında yönetim kurulunca alınır. Sanatsal kararlar dışında kalan hizmetleri, personel ve Belediye ile ilişkileri yürüten bir müdür de kurulun doğal üyesidir. Sanatsal kararların uygulamaya geçmesi aşamasında hizmet veren bir sahne direktörlüğü vardır. Bu göreve genellikle sanatçılar getirilir, ara sıra yönetim kurulu toplantılarına girer. Ben de yaklaşık bir yıl süre bu görevi üstlenmiştim. Bir toplantıda, müdürümüz rahmetli Basri Dedeoğlu, Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü’nden gelen bir yazıyı okudu. O zaman, Beyoğlu’ndaki Emek Sineması’nın yanında Şehir Tiyatrosu’nun hizmet verdiği bir sahne vardı, salonu da oldukça büyüktü. Eskiler onu “Komedi Tiyatrosu” ya da “Yeni Tiyatro” adıyla anımsayacaklardır. Bu yapı da sinema gibi Emekli Sandığı’nın malıydı. Belediye tiyatro hizmeti vermek için o salonu kiralamıştı. Gelen yazı, kira artırımı isteminde bulunuyordu. Uygun gördüğü rakam oldukça yüksek olmalı ki, başta yönetim kurulu başkanı rahmetli Vasfı Rıza Bey’i, öteki kurul üyelerini şaşırtmıştı. Kara kara düşünmeye başladılar. Neredeyse, kendilerini o tiyatrodan kovulmuş sayıyorlardı ki, müdürümüz, bu konuyu bir de Başkan Fahri Bey’e arz etmeyi düşündüğünü söyledi. Bir sonraki toplantıya Müdür Bey, güler yüzle gelmiş, müjdeyi vermişti. Emekli San CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle