18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 KASIM 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Yeşil sermaye vurgunları ve Avrupa’da artan işsizlik, döviz girişlerini de olumsuz etkiledi ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK 13 Dışardaki işçi musluğu kesti zun yıllar boyunca Türkiye’nin ihracat ve turizmden sonra en büyük döviz geliri kalemini oluşturan ve yıllık bazda 5 milyar doları aştıktan sonra, 2001’den itibaren hızla azalarak 1 milyar doların altına düşen işçi dövizi girişleri artmıyor. AB Bakışı Konular vardır, ömür boyudur; sorun olarak kalır. Türkiye’nin AB (Avrupa Birliği) üyeliği de bunlardan biridir. AB’nin niteliği de sürekli evrim geçirdiği için, algılanması ve yorumlanması, çoğu kez sağlıklı olmuyor. Sonuçta, ya kayıtsız koşulsuz AB yanlısı olunuyor ya da AB karşıtı. Oysa bu ikisi arasında, biri zamana ve diğeri de değişime bağlı sonsuz bir alan vardır. ??? AB yıllık İlerleme Raporu geçen hafta yayımlandı. Raporda Türkiye’nin son bir yıl içinde AB’ye uyum bakımından yaptıkları ve yapmadıkları yer alıyor. Rapor, TCK 301. maddesinden Kıbrıs’a, yargı bağımsızlığından azınlık haklarına uzanan pek çok konuda yorumlar yapıyor; öneriler sıralıyor. Bu konular da doğal olarak kamuoyunun gündemine giriyor; yoğun biçimde tartışılıyor. Ancak, bir gelenektir; ilerleme raporlarının “ekonomik ve sosyal haklar” kısmı “nedense” kamuoyunun gündemine pek getirilmez. Oysa ekonomik ve sosyal hakların gelişmesi, toplumun geleceği açısından yaşamsaldır. Ekonomik ve Sosyal Haklar başlığı altında rapor, kadın ve çocuk hakları, eğitim ve sendikalar alanındaki durumu betimliyor ve kalıcılaşan sorunların çözümünü öneriyor: “...kadınlara karşı aile içi şiddet halen yaygın... Namus cinayetleri, erken yaşta ve zorla evlendirme sürüyor” dedikten ve bu konularda sayısal veri elde edilemediğinden yakındıktan sonra “Ekonomik katılım ve fırsatlar, eğitime erişim, sağlık, yaşam süresi ve siyasal güç alanlarında, kadınlar ve erkekler arasındaki uçurum ciddi düzeyde devam ediyor” diye ekliyor. Eğitim alanında, rapora göre, kimi sınırlı ilerlemeler olmakla birlikte, “İlkokula kayıt oranları yüzde 90’larda kalmaya devam ediyor... Kız çocuklarının ilkokula kayıt oranı artsa da, ortaöğretimdeki geniş uçurum sürüyor... Çocuk işçiliği... yaygın olarak devam ediyor”. Ve rapor sürdürüyor: “Özürlü kişilerin eğitim, sağlık, sosyal ve kamusal hizmetlere erişimleri açısından hiçbir ilerleme yok.” ??? Sendikal haklar konusuna bir başka bağlamda ya da destekle değiniliyor. ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü), Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kuruldu. ILO’da üç taraf var; hükümet, işveren ve işçi sendikaları temsilcileri. Bu nedenle ILO anlaşmaları ya da yaygın adıyla konvansiyonları, bu üç tarafın üzerinde uzlaştığı belgelerdir, yani ILO, sanıldığı gibi bir işçi örgütü değildir. Ek olarak, ILO sözleşmeleri, işçi haklarına bir alt sınır çizer; bir hükümet, eğer demokratikse, işçilere ILO anlaşmalarında yer alan haklardan daha fazlasını sağlar. Gelelim yeniden AB Raporu’na; Rapor, bu konuda bakın ne diyor: “...sendikal hakların tümüyle uygulanmasında kısıtlamalar devam ediyor. Türkiye özellikle örgütlenme hakkı, grev hakkı ve toplusözleşme haklarında ILO anlaşmalarını tümüyle hayata geçirmiyor. Gözden geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 5. maddesi (örgütlenme hakkı) ve 6. maddesi (toplusözleşme hakkı) üzerinde çekincelerini devam ettiriyor...” Türkiye’nin özellikle örgütlenme, grev ve toplusözleşme hakları alanında AB standartları ve ilgili ILO anlaşmalarına uygun bir şekilde sendikal hakları tümüyle güvence altına alan yasaları kabul etmesi gerekiyor. Avrupa Sosyal Şartı, AB ülkelerinin işçi hakları konusunda benimsediği alt sınırlardır. AB, Türkiye hükümetinden, sendikal hakları, en azından, ILO ve AB’nin belirlediği alt sınırlara çıkarmasını yıllardır yaptığı gibi, bu yıl da istiyor. ??? AB ile ilgili kişisel yargınız ne olursa olsun, ülkeyi yöneten güçlerinden, toplumun ezilen kesimlerinin yararına bir şeyler yapmalarının istenmesi yerindedir. Özellikle, kadının özgürleşmesi, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması ve sendikal hakların güçlendirilmesi konularında, ülkeyi yönetenlerin zorlanması; onların on yıllardır yapmadıklarını yapmaları için bir kez daha istekte bulunulması doğru bulunmalıdır. Çünkü ülkenin demokratikleşmesi, çağdaşlaşması ve ilerlemesi bu alanlarda yapılacaklara doğrudan bağlıdır. AB’nin bu isteklerinin yerine getirilmesi, ülkeyi hiçbir bakımdan zayıflatmaz; tam tersine güçlendirir. [email protected] U 6000 5000 4000 3000 2000 1000 S ayıları 5 milyona yaklaşan yurtdışındaki Türk işçilerinin bu yıl ilk dokuz ayda 849 milyon dolar düzeyinde kalan yurda gönderdikleri döviz miktarının yılın tümünde 1 milyar dolar dolayında kalacağı tahmin ediliyor. rişleri, ekonomik krizin yaşandığı 2001’de 2.7 milyar dolara geriledi. Yıllık giriş miktarı 2006’da 1.1 milyar dolar düzeyinde gerçekleşti. Sayıları 5 milyona yaklaşan yurtdışındaki Türklerin bu yıl ilk dokuz ayda 849 milyon dolar düzeyinde kalan yurda gönderdikleri döviz miktarının yılın tümünde 1 milyar dolar dolayında kalacağı tahmin ediliyor. ANKARA(ANKA) 2000’li yıllara kadar Türkiye’nin cari işlemler kapsamında ihracat ve turizmden sonraki en büyük döviz gelir kalemi olan, özellikle kriz dönemlerinde döviz talebinin karşılanmasına katkıda bulunan işçi dövizi girişlerinde 2001 yılında başlayan hızlı düşüş durdurulamıyor. 1998 yılında 5.3 milyar dolara kadar ulaşan, kriz yılı olan 2001’den itibaren hızla gerileyerek yıllık 1 milyar doların altına inen, geçen yıl ise biraz artarak 1.1 milyar dolar olan yurtdışındaki işçilerin yurda gönderdiği yıllık döviz miktarının bu yıl da bu düzeyde kalacağı tahmin ediliyor. Cari iş lemler açığını ve dış borçlanma gereğini aşağı çeken işçi dövizi girişlerindeki düşüşün nedenleri olarak özellikle ikinci ve üçüncü kuşak göçmenlerin artık Avrupa’ya yerleşmeye başlamasının yanında, bazı kuruluşlarca “İslami sermaye” adı altında toplanan paraların “hortumlanması” gösteriliyor. Yurtdışında çalışan işçilerin Türkiye’ye aktardığı döviz miktarında “şok” düşüş ekonomik kriz yaşanan 2001 yılında başladı. Yıllar itibarıyla sürekli artarak 1998’de 5.3 milyar dolara ulaşan işçi dövizi gi İSLAMİ HOLDİNGLER MAĞDUR ETTİ Sayıları 5 milyona yaklaşan yurtdışındaki Türklerin 3.5 milyonunun Almanya’da yaşadığına dikkat çeken uzmanlar, Avro’ya geçişin yol açtığı işsizlik artışı nedeniyle Türk işçilerin gelirlerinin azaldığına işaret ediyor. Avrupa’daki Türklerden toplanan paralarla kurulan “İslami sermayeli” şirketlerin çoğunun batması ve bu paraların “hortumlanmasının” gurbetçilerin birikimlerini değerlendirirken Türkiye’ye karşı temkinli hareket etmesine yol açtığı ifade ediliyor. Bu şirketler, 1990’ların başında Avrupa’daki Türklerin yastık altındaki kazançlarını “faizsiz” yollarla değerlendirme vaadiyle yola çıkmıştı. PETROL KRİZİNDE İMDADA YETİŞTİ Türkiye, yurtdışında yaşayan Türk işçilerinin parasına en fazla 1974’te ihtiyaç duydu. Yaşanan petrol krizine, ABD tarafından Kıbrıs çıkarması nedeniyle Türkiye’ye uygulanan ekonomik ambargo eklenince ciddi bir döviz darboğazı baş gösterdi. Türkiye, bu dönemde yurtdışında yaşayan işçilerin tasarruflarını yurda çekebilmek için Merkez Bankası nezdinde çalışma başlattı. Türk vatandaşlarına Merkez Bankası nezdinde “Kredi Mektuplu Döviz Tevdiat Hesabı” açılması uygulamasına başlandı. AKP’NİN ELEKTRİK POLİTİKASI: Hane başı harcamada yıllık 1264 dolarla ABD ilk sırada, yeni yıldız ise Çin Önce zam, sonra özelleştirme ? Elektrikte otomatik fiyatlandırmaya geçilmesinin ardından 20 dağıtım bölgesinin özelleştirilmelerine hız verilecek. ANKARA (AA) Elektrikte planlanan özelleştirmeler için tarife değişikliklerinin beklendiği belirtildi. Yetkililerin verdiği bilgiye göre, tarife değişikliklerinin ardından, geçen yıl satışa çıkarılan ve ertelenen Sakarya, İstanbul Anadolu Yakası ve Başkent dağıtım bölgeleri için bilgi güncellemeleri yapılacak ve ardından teklif alma tarihi açıklanacak. Enerji konusunda üzerinde durulan üç aşamalı plan çerçevesinde ilk olarak elektrik fiyatında artış öngörülüyor. Daha sonra, 2008’in ilk yarısında yapılacak düzenlemeler ve yasal altyapının oluşturulmasıyla otomatik fiyatlandırma mekanizmasına geçilecek. Bu aşamaların ardından, bir yandan elektrikte özelleştirmeye hız verilecek, diğer yandan enerji alanına özel sektörden yatırım çekmeye çalışılacak. Özelleştirme kapsamında 20 dağıtım bölgesi bulunurken, Başkent, Sakarya ve İstanbul Anadolu Yakası için açılan ihalelerde, 37 şirket yeterlilik almış, dağıtım özelleştirmesiyle ilgilenen şirket sayısı, bazılarının 3 elektrik dağıtım bölgesine birden başvurmalarından dolayı toplam 82 olmuştu. Yeterlilik alan şirket ve ortak girişim grupları arasında ENKA, Doğan Grubu, Limak, Zorlu, Nurol gibi yerli firmaların yanı sıra EON (Alman), Enel (İtalyan), Iberdola (İspanyol) gibi yabancı firmalar da bulunuyor. Dünya elektroniğe koştu ? Satışların yarısından fazlasını cep telefonu, LCD televizyon ve dizüstü bilgisayarlar oluşturacak. Ekonomi Servisi Tüketici elektroniğinde, 2007’de hane tüketimi 618.6 milyar dolar olacak. GFKCEA’nın (Tüketici Elektroniği Derneği) araştırmasına göre, dinamik tüketici elektroniği pazarı, yeni teknolojilerdeki gelişmeler, büyüyen ekonomiler ve yeni gelişen pazarlarla hızla büyürken, hane başı tüketimde ABD, yıllık ortalama 1264 dolar harcamayla ilk sırada yer aldı. 2008’de ABD, dünya pazarının yüzde 20’sini elinde tutarken ikinci sıraya yüzde 10 ile Çin yerleşecek. İstikrarlı bir pazarı olan Japonya ise en ileri teknolojiye sahip pazar olmasına karşın pazarın yüzde 5.6’sını temsil ediyor olacak. 2008’de global satışların yüzde 60’ı cep telefonu, LCD TV ve laptop satışından sağlanacak. Kişisel kullanım için üretilen diğer portable ürünler (çok amaçlı cep telefonu, PND, MP3 ve MP4 çalarlar) güçlü büyüme potansiyeline sahip. Tüketici 2008’de, 1.6 milyar adet ürün satın alacak. 2008 yılında, tüketici elektroniği pazarı için yüzde 8.2 ile orta düzeyde bir büyüme öngörülürken tüketiciler elektronik ürünlerde 2007’ye oranla 2008’de 49 milyar dolar daha fazla para harcayacak. Bu harcamanın daha çok Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’den gelmesi bekleniyor. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com Mersin’de indirim kuyruğu Türkiye ile birlikte 15 ülkede faaliyet gösteren Alman teknoloji mağazaları zinciri Media Markt’ın İstanbul ile Eskişehir’den sonra üçüncü ve Türkiye’nin en büyük mağazasını Forum Mersin Alışveriş Merkezi’nde açtı. Açılışla birlikte satışa sunulan indirimli ürünlerden almak isteyen vatandaşlar da sabaha karşı 04.00 sularından itibaren mağaza önünde sıra oluşturmaya başladılar. Aynı alışveriş merkezinde yer alan Teknosa’nın teknoloji ürünlerinde sunduğu indirimlerden yararlanmak isteyenler de mağaza önünde uzun kuyruklar oluşturdu. DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA Pakistan çok tehlikeli ve uluslararası sonuçlar doğuracak bir siyasi kriz yaşıyor. Devlet Başkanı General Müşerref, 3 Kasım’da olağanüstü hal ilan ederken, ülkenin kaosa sürüklendiğini, dinci militanların iktidarı ele geçirebileceğini, onları yalnızca ordunun durdurabileceğini, orduyu da yalnızca kendisinin denetim altında tutabileceğini ileri sürüyordu. Bu açıklamalar, ne ülke içinde ne de Batı’da kamuoyunu, siyasi liderleri, sivil toplum örgütlerini tatmin etmedi. Herkesin tepkisi aynı: “Askeri darbe kabul edilemez! Hemen demokrasiye geri dönülmeli!” Ama nasıl? Bence, artık, ne askeri rejim ne de geniş bir ŞerifButtoMüşerref uzlaşması, Pakistan’ın kaosa sürüklenmesini engellemeye, istikrar sağlamaya yetmeyecek. na ayda yaklaşık 150.000 milyon dolarlık, dağılımı hemen hiç denetlenmeyen bir yardım almaya başlayacaktı. Ne ki, bu gelişmeler de ABD’nin Afganistan’a müdahalesiyle birlikte, Pakistan’ın toplumsal çelişkilerini keskinleştirerek bugünkü sonu belirsiz krizi hazırlayacaktı. Pakistan’da 160 milyon nüfusun, yaklaşık 140 milyonu yoksulluk sınırı olan günlük bir dolarlık gelirin ya altında, ya da sınırında yaşıyor (Washington Post, 08/11). Buna karşılık, ekonominin hemen tüm sektörleri, uluslararası sermayeyle ortak, 40 büyük ailenin egemenliğinde (The Telegraph, Karaçi, 17/11/05). Pakistan’ın en zengin işadamlarından Şerif ve en büyük toprak sahibi ailelerinden gelen Butto, işte bu çevrelerin; Şerif, merkezdeki Pencap, Butto da güneydeki Sind burjuvafeodal sınıflarının temsilcileri. Son derecede eşitsiz gelir dağılımının, mafya tipi zengin aile yapılarının yanı sıra, Pakistan esas olarak üç etnik/dil bölgeden oluşuyor: Pencap, Sind ve Peştu. Ekonomik olarak en yoksul olan Peştu bölgesi, Afganistan’a bitişik coğrafi konumundan, 1980’lerde Taliban’a kadro yetiştiren medrese örgütlenmelerinden, aşiret yapılarının egemenliğinden dolayı da, Afganistan’dan ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelen radikal İslami hareketlerin kadroları için bir üs oluşturuyor. Personelinin yüzde 25’i Peştu olduğu için bu bölgede bir türlü etkin operasyonlar düzenleyemeyen Pakistan ordusuna gelince (askerler sıkça yerel güçlere teslim oluyorlar); birçok gözlemci Pakistan’da Kriz yönetim kademesinin, en üst sınıflardan gelme, çok iyi eğitilmiş, çok iyi İngilizce konuşan, dışa kapalı bir seçkinler tabakasından oluştuğunu söylüyor. Diğer taraftan bu ordu, Pakistan’ın kuruluşundan bu yana “ulus inşa etme”, siyaseti sürekli denetleme konumunda olmuş, giderek artan ölçüde ekonomik etkinliklere girmeye başlamış. Avustralya’da çıkan The Age gazetesinin bir araştırmasına göre (6/11/07), ordu, bankacılıktan tılı bir biçimde anlattığı gibi; hızla dincileştirilmiş, günlük Kuran dersleri subayların katılmadan edemedikleri bir zorunluluk haline gelmiş (Mohammed Hanif, The New York Times, 07/11). Bugün ordu üst kademesini oluşturan kadro işte o dönemin ürünü... Bunlara, 1980’lerde, Afganistan’daki Mücahidin hareketiyle, Taliban’la çok yakın ilişkiler içinde çalışmış Pakistan gizli servisini de ekleyebiliriz. Bugün ordunun artık modernistler ve Taliban yanlıları gibi iki kanada ayrılmaya başladığını söyleyenler de var (The Guardian 07/11). ...şimdi patlama noktasında ABD’nin Afganistan’a müdahalesi tüm bu çelişkileri hızla keskinleştirdi. Toplam 11 milyar doları geçen ABD yardımı sayesinde, ordunun giderek ekonomik gücünü arttırması orta sınıfın tepkisini çekiyor, siyasi alanda sivil kurumlar aracılığıyla daha doğrudan temsil edilme, ekonomiden daha fazla pay alma arzusunu, talebini güçlendiriyordu. Diğer taraftan ABD’nin Afganistan saldırısı, Taliban’ın, El Kaide tipi kadroların Peştu bölgelerine çekilmesi, çatışmaların giderek Pencap bölgesine taşmaya başlaması, hem tüm bölgede ABD düşmanlığını, hem de orta sınıfların Taliban korkusunu güçlendiriyor. Bu arada Müşerref’in ABD yakınlığı büyük hoşnutsuzluk yaratıyor. Ordu Müşerref’in denetiminde olsa bile, bir kesimi, Ekonomik, etnik çelişkiler... Pakistan’da, iktidara aday iki siyasetçi var. Biri Navaz Şerif, dışarıda sürgün. İkincisi de ülkeye yeni dönen, ABD destekli Benazir Butto. Bunlar, 1980’lerde, 1990’larda iki kez hükümete geldiler; her seferinde, yolsuzluk, hırsızlık, istismar suçlamaları altında iktidarı terk etmek zorunda kaldılar. Bugünlerde sokaklarda polisle çatışan, tutuklanan avukatlar, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, kentli orta sınıfların üyeleri, 1999’da Müşerref’in askeri darbesini hoşgörüyle karşılamışlar, hatta desteklemişlerdi: Müşerref yolsuzlukları temizleyecek, üst sınıflara hırsızlıkların hesabını soracak, ülkeyi yeniden inşa edecekti. Demokratik eğilimli, ılımlı, aydınlanmacı bir generaldi. Tüm bu beklentilerin gerçekçi olup olmaması bir yana, 11 Eylül’den sonra her şey hızla değişecek, Müşerref kendini ABD’nin en yakın dostu ilan ederek “Terorizme karşı” savaşa katılacaktı. Buna karşılık, Pakistan ABD’den 2001 yılından bu ya petrol istasyonu işletmeciliğine, çiftliklerden fırınlara kadar birçok sektörde yaklaşık 40 milyar dolarlık, bazıları Karaçi borsasında işlem gören işletmelere sahip, ekonominin yaklaşık yüzde15’ini denetliyor. Bu resmi tamamlamak için ordunun bir özelliğine daha değinmek gerekiyor. Başlangıçta laik, modernist eğilimli Pakistan ordusu, 1980’lerde, diktatör Ziya ül Hak döneminde, o zamanlar hava harp akademisinde görevli bir subayın New York Times’ta ayrın ne olursa olsun Taliban’ı ezmek, Peştu bölgesini bastırmak istiyor. Diğer kesimiyse radikal İslami hareketlere olan sempatisinden dolayı etkin mücadele veremiyor; bu arada Müşerref adeta iki atı (ABD ve Siyasal İslam) birden yöneterek iktidarda kalmaya çalışıyordu. Neticede Müşerref, hem içerde hem ABD gözünde, cuma günü Savunma Bakan Yardımcısı Negreponte “vazgeçilemez ortak” deyimini kullansa bile (Reuters, 09/11) hızla zayıflıyordu. Tüm bu çelişkilerin yarattığı karışıklık içinde, Taliban ve Cihad üzerine çalışmalarıyla dikkat çeken Ahmed Raşid’e göre hem Afganistan’da hem de Pakistan’da birer iç savaş mayalanıyordu. Sorun şu ki, Pakistan sıradan bir ülke değil! Elindeki 50100 nükleer bombaya ve orta menzilli füzelere bakarak, kıyamet senaryoları üretmek olanaklı. Örneğin, David, Ignatius, Pakistan’daki durumu, İran’da mollaları iktidara taşıyan krize, Los Angeles Times’da Gary Sick, ABD’nin Müşerref’e verdiği desteği İran Şahı’na verilen desteğe benzetiyordu. Bloomberg’den Friederic Kempe, Pakistan’a ilişkin, düşük olasılıklı, ama çok yüksek riskli ender olaylar için kullanılan “siyah kuğu” benzetmesine başvuruyordu: Nükleer bombalara sahip bir Taliban tipi rejim! İsrail’de çıkan Haaretz gazetesi de yorumunda, Pakistan’ın nükleer silahlarının geleceğini, İran’la birlikte 2008’in en kritik sorunlarının başına koyuyordu. İslamabad sokaklarındaki protestocu avukatlardan Sattar Bey de New York Times muhabirine, bir uzlaşma, MüşerrefButto koalisyonu koşullarında dahi umutsuzluğunu, “Üç yıl sonra ButtoMüşerref hükümeti de halkın güvenini kaybedince, yerini ABD’ye açıkça düşman bir aşırı sağcı hükümet alacak” sözleriyle ifade ediyordu. ESDER BAŞKANI ÇELİKUS ‘Türkiye spekülatörlerin cenneti oldu’ Ekonomi Servisi Esnaf ve Sanatkârlar Derneği (ESDER) Genel Başkanı Mahmut Çelikus, yabancı yatırımcıların, Türkiye’de yatırım yapmadan, ülke ekonomisine hiçbir şekilde katkıda bulunmadan bir koyup beş kazandıklarını belirtti. Çelikus, yaptığı yazılı açıklamada, “Maalesef ülkemiz adeta paradan para kazanan spekülatörlerin cenneti oldu. Türkiye, ekonomik anlamda güçlenmek istiyorsa döviz, faiz ve borsa olarak tanımlanan bermuda şeytan üçgeninden kurtulmalıdır” dedi. Çelikus, “Kapitalist sistemin ekonomideki ayaklarını oluşturan faiz, borsa ve döviz, marjinal bir grubun milyonlarca insanın kanını emmek için oluşturduğu yapılardır. Spekülatörler özellikle azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde Bermuda şeytan üçgenini oluşturan üç ayağı uygulamaya koyarak, hem bu ülkeleri kendilerine daha bağımlı hale getiriyorlar, hem de burada yaşayan insanlar arasındaki gelir uçurumunu fazlalaştırıyorlar” diye konuştu. Yabancıların piyasadaki hâkimiyetini gösteren rakamların üzüntü verici olduğunu kaydeden Çelikus, “Toplumsal bilinç, döviz, faiz ve borsa üçgenine hapsedilerek, milli, dini, ahlaki değerler yok sayılmakta ve bu değerler etrafından gelişecek olan reflekslere müsaade edilmemektedir” dedi. CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle