25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 AĞUSTOS 2006 CUMARTESİ 4 HABERLER DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN ABD’nin Ortadoğu planlarını yıllar öncesinden görüp kaleme alan yazarımız 64. doğum gününde anılacak ‘Vurun Kahpeye!’ ve ‘Ah Biz Eşekler!’ Gazeteci Gülden Aydın ile üniversite öğrencisi kızı Ceren’in başlarına gelenleri, önce dostum Yalçın Bayer ‘‘Yeter Söz Milletindir’’ köşesinde yazdı; ertesi günü de Cumhuriyet manşetine taşıdı, Milliyet de 5. sayfasında yayımladı. Olanları çok kısaca özetleyeyim: Gülden Aydın ile kızı Ceren, yıllık tatillerini geçirmek üzere, İzmir Karaburun’a gidiyorlar, denize girmek için de Çakmaklı plajını seçiyorlar. Gülden Aydın’ın Karaburun’da oturan ablası ve komşuları, o bölgeye üç yıldır haşemalı erkekler ile tesettür mayolu kadınların gelmekte olduğunu ve bikinili kadınları söz ve bakışlarıyla taciz ettiklerini söyleyerek onlarla birlikte gitmek istemiyorlar, ama ısrar üzerine konuklarına kıramayıp eşlik ediyorlar. Gerçekten de plaja vardıklarında, söz konusu grup biraz ötede oturmaktadır... Meslektaşımız, yüzmeye hazırlanırken, kızının sesini duyuyor: Lütfen temizler misiniz?... Dönüp bakıyor ki kızı Ceren, tesettürlü bir hanımın, yakınlarına getirip kakasını yaptırdığı küçük kızının pisliğini orada öylece bırakıp gitmesine karşı çıkmaktadır. Ceren ısrar etmektedir: Burası kamuya açık bir alan, lütfen o pisliği temizler misiniz?.. ??? Kıyamet ondan sonra kopuyor. Haşemalı iki erkek ile birkaç kadın Ceren’in bulunduğu yere gelerek bağırmaya başlıyorlar: Sen buranın çevre sağlık müdürü müsün?... İş onunla kalmıyor, saldırgan erkeklerden biri Ceren’in göğüslerini avuçlayarak haykırıyor: Bikini giyen pislikleri istemiyoruz, gideceksiniz buradan! Sonra da ana kıza saldırı, linç girişimi başlıyor... Dünkü Cumhuriyet’te olaylar bütünüyle verildiğinden, bugün de yayın sürdüğünden, daha fazla ayrıntıya girmiyorum. Bu arada belirtmek isterim ki, yıllardır bütün Ege’nin nabzını elinde tutan Hikmet Çetinkaya, Karaburun’u ve Ege kıyılarındaki benzeri manzaraları, birçok kez yazdı. Karaburun ile ilgili yazısı iki ay kadar önce yayımlandı. Gülden Hanım ile kızının maruz kaldığı saldırı, Türkiye’de her geçen gün yükselen irticaın yeni bir aşamasıdır. Ilımlı İslam ile başlayan bu gelişme, artık saldırı aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Artık Türkiye’nin neresinde olursanız olun, irticaın tehdidi altında yaşamaktasınız. Yalçın Bayer, olayı anlatan yazısının başlığında Halide Edip Adıvar’ın 1920’lerde yazdığı romanın adını kullanmış; ‘‘Vurun Kahpeye!’’. ‘‘Vurun Kahpeye’’ irticaın linç ettiği kadın öğretmenin öyküsüdür ve ‘‘laik Cumhuriyetin!’’ 83. yılında vardığımız aşamayı bu başlık kadar iyi anlatacak hiçbir şey bulamazsınız. ??? Ama kimileri hâlâ bu tehlikenin farkında değil. Örneğin aydınlık kafalı, kültürlü, zeki, esprili dostum Mehmet Barlas, dünkü ‘‘Sabah’’taki başyazısında, kendine özgü mizah dolu üslubuyla böyle bir tehlikenin olmadığını söylüyor, özetle (gazetenin birinci sayfasından aynen aktarıyorum) şunları yazıyordu: ‘‘Rusya’da Kerensky’den sonra komünistlerin iktidara gelmesi üzerine sağcılar ‘Önce ılımlısı gelir, sonra aşırısı’ derlerdi ya... Şimdi benzeri yaklaşım ‘light İslama’ uygulanarak ‘Sıra şeriatta’ deniyor. Oysa bugün kamuoyu irticadan çok, kadının erkekten daha çapkın olması tehlikesine kilitlenmiş durumda.’’ Mehmet Barlas kamuoyu konusunda çok da haksız değil. Gerçekten de son günlerde, Hürriyet’in internet sitesinde en çok tıklanan haber, Pınar Altuğ Hanımefendi’nin çapkınlığıyla ilgili olanıydı. Bu haberi ve Mehmet’in yazısını okuyunca, aklıma Aziz Nesin’in öyküsü geldi; ‘‘Ah Biz Eşekler’’. Bu öyküde Aziz Nesin, kurdun önce kokusunu alan, o andan apışarasına sokulana kadar, yine de ‘‘Bir şey olmaz canım...’’ diye kendini avutup, sonunda da kurda yem olan bön eşeğin encamını anlatır. Şimdi, eğer ‘‘Nasıl oldu da Cumhuriyet’in 83. yılında ‘Vurun Kahpeye!’ aşamasına geldik’’ diye soracak olursanız, size Aziz Nesin’in ‘‘Ah Biz Eşekler’’ öyküsünü bir kez daha okumanızı salık veririm. Bakalım, oradaki eşeği tanıyabilecek misiniz? Uğur Mumcu fikirleriyle yaşıyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Gazetemiz yazarı Uğur Mumcu, 64. doğum gününde 22 Ağustos Salı günü Cebeci Mezarlığı’ndaki gömütü başında anılacak. 24 Ocak 1993 günü bombalı bir saldırı sonucu yitirdiğimiz, Cumhuriyetin ödünsüz savunucusu, yaşamı boyunca yazıları ve araştırmalarıyla yılmadan tüm yurttaşları aydınlatmaya ve uyarmaya çalışan Uğur Mumcu’nun 64. doğum günü nedeniyle 22 Ağustos Salı günü Cebeci Mezarlığı’ndaki gömütü başında tören düzenlenecek. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um: ag) tarafından yapılan açıklamada, ‘‘Gazetecilik mesleğinin önderlerinden olan, yurttaki haksız ? Uğur Mumcu’nun 64. doğum günü nedeniyle 22 Ağustos Salı günü Cebeci Mezarlığı’ndaki gömütü başında tören düzenlenecek. lıkları, yolsuzlukları, kaçakçılıkları, cinayetleri tek tek sergileyen Mumcu, araştırdığı tüm yolsuzlukların gizli karanlık yanlarını adlarıyla açıkladı. Canını ortaya koyarak doğrular adına ölümüne savaştı. Bu, basın dünyamızda ilk kez görülen bir durumdu’’ denildi. Açıklamaya şöyle devam edildi: ‘‘Mumcu, Atatürk devrimlerini içtenlikle savunanların başındaydı. Emekten, emekçiden yana, toplumdaki karanlıkların üstüne giden bir öncüydü. Mumcu’nun yazdığı her yazı, bugüne ışık tuttu. Yazılarında Ortadoğu’daki ‘yeni düzenin’ 12 Eylül öncesi ve sonrası ile Türkiye’de başladığını vurgulayan Mumcu, ABD’nin bölgeye iyice yerleşme planlarını, Ortadoğu’da oynadığı oyunları daha o zamanlarda görmüştü. Mumcu, 25 Ağustos 1990 tarihli yazısında şunları söylüyordu: ‘ABD’nin yeni Körfez doktrini bölgeye Birleşmiş Milletler ve NATO’yu da kullanıp müdahale etmek, sonra da bölgenin tek egemen süper devleti olmaktır. Bunun adı emperyalizmdir. Emperyalizmin oyunu çoktur. Hem oyunu çoktur hem de işbirlikçileri boldur...’ Ele aldığı her konuda tarih, Uğur Mumcu’yu hep haklı çıkardı. Mumcu antiemperyalist, bağımsızlıkçı, ulusalcı, devrimci ve toplumcu bir gazeteciydi. Yaşadığı çağa ışık tutan Mumcu, toplumun vicdanıydı. Topluma hep direnmeyi ve umudu aşıladı. Onun suçu, demokrasi savaşımı vermek, inatla kötülüklerin üstüne yürümekti.’’ Çankaya Belediye Başkanı Prof. Dr. Muzaffer Eryılmaz, Uğur Mumcu’nun 64. yaşgünü dolayısıyla yayımladığı mesajda, ‘‘Onun bedenini ortadan kaldırmaya yeltenenler, onun fikirlerinin diriliği karşısında şaşkınlıktan şaşkınlığa düşüyorlar. Çünkü, onun fikirlerinin tazeliği, gücünü Türk Aydınlaması’ndan ve onun Cumhuriyetçi ışığından alıyor’’ dedi. asirmen?cumhuriyet.com.tr Gazetelere yansıdı, artık kamunun malı oldu. İstanbul Müftülüğü’ne bağlı aile danışmanları, aile içi şiddete çözüm yolu olarak okunmuş suyu önermişler. Üstelik bu danışmanlığı yapan kadın görevliler, yüksek din eğitimi almışlar. İstanbul Müftüsü Profesör Dr. Mustafa Çağırıcı kıyameti koparmış: ‘‘Bunu nasıl söylersiniz? Yüksek din eğitimi gören biri olarak hurafelerle dolu cevaplar vermeniz beni dehşete düşürdü.’’ Bir yönüyle baktığımızda kara mizah. Bir başka yönden ise içler acısı bir durum. Türkiye, Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu ülkelerin en gelişmiş olanlarından birisi. Modernleşme konusunda önemli adımlar atıldığı gibi eksik de olsa uzun yıllara uzanan bir laiklik sistemine sahip. Diğer Müslüman ülkelere gittiğimiz zaman ülkemizin gelişmişliğiyle övünüyoruz. O ülkelerdeki dini hurafelerin yaygınlığı karşısında kendi durumumuzu epeyce ileride görüyoruz. ??? İstanbul Müftülüğü’ne bağlı aile danışmanlarının sözleri bizim için sürpriz mi? İşin doğrusu, dini kitapları, fetvaları, vaazları araştırıp dinlediğinizde benzer çok sayıda akıl almaz ifade, yorum Okunmuş Suya İnanmak... ve akıl yürütmeye tanık olabilirsiniz. Dini inanç çok karmaşık bir yapılanmanın içinde şekilleniyor. Bu yapılanmanın içine Kuran’daki emirlerin yanı sıra daha sonra aktarılmış rivayetler, kültürel alışkanlıklar ve gelenekler giriyor. Geri toplumlar içinde hurafelere her zaman itibar edilir. Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerin ne yazık ki önemli bir çoğunluğu uygarlık açısından geri, gelenekler açısından tutucu ve yoksul. Dini inançlarla, gelenekler bu tür toplumlarda birbirine karışır. Ülkemizde de geri bölgelerimizdeki dine yaklaşımla, gelişmiş bölgelerdeki dine yaklaşım arasında farklar vardır. ??? Türkiye bir ilerleme içinde mi, yoksa gerileme mi? Bir anlayışa göre Türkiye geriliyor ve dini geri şekilde yorumlayan kesimler yaşamımızda etkili hale geliyorlar. Son günlerde zaman zaman gazetelerin manşetlerine de yansıyan dini yobazlık ve ilkellikler dikkat çekiyor. Gerçekten Türkiye bir gerileme içinde mi? Bu tür hurafeler yaygınlaşıyor mu? Bunu tam olarak kestirecek durumda değilim. Ancak geçmişten beri ülkemizde bazı dini çevrelerin bu hurafeleri, toplumun geriliği üzerine kurarak bundan çıkar sağladıklarını biliyoruz. Bazı grup ve kişilerin çeşitli cemaatler kurarak bir çıkar çevresi oluşturdukları da bir gerçek. Yakın tarihimiz bunun örnekleriyle dolu. Dini cemaatlerin gücü, siyaset üzerinde hep etkili oldu. Sağ siyasi partiler yıllarca, dini cemaatlerin oylarını alabilmek amacıyla onlarla ilişkiler kurdular. ??? Durum geçmişten kötü mü? Bundan çok emin değilim. Hurafeler bu ülkede her zaman etkili oldu. Ancak, giderek İslami çevrelerde de değişim isteği ortaya çıkıyor. Müftünün son olaylar karşısındaki tutumu, giderek oluşan duyarlığın da bir yansımasıdır. Akademik kariyerden gelen Profesör Mustafa Çağırıcı, kendi düşüncelerinin ötesinde bu tür olaylara karşı toplumda oluşan duyarlığın ve tepkilerin de farkındadır. Tabii bu gerilikten hâlâ beslenen güçler bulunuyor. Bu nedenle kolay değil. Daha da önemlisi kitaplara girmiş, dini okullarda öğretilen birçok hurafenin hâlâ varlığını sürdürdüğü gerçeği. Aile danışmanlığı yapan yüksekokul mezunu görevliler acaba neden ‘‘okunmuş su’’dan medet umuyorlar? Bu yalnızca ailelerinden ve geleneklerden gelen bir geriliği mi ifade ediyor? Yoksa hâlâ dini okullarda ve dini kitaplarda yer alan hurafelerin mi etkisindeler? ??? Dinle çağdaşlık ve özgürlük arasında bir yol tutturmak kolay değil. Din konusu netameli konu. Değişmeyen formatları var. Değiştirilemeyen ve akılla izah edilmesi mümkün olmayan hükümleri var. Bunları, gündelik yaşamla birleştirmek, çağdaş yaşamla inanç arasında bir uyum sağlayabilmek o kadar kolay değil. Laiklik tek başına bunlar için yeterli olmuyor. Ayrıca dindar insanların dünyaya bakışının da değişmesi ve gelişmesi gerekiyor. Tabii kadın konusu kritik bir konu. Dini bağnazlığın en temel korkularından birisi kadınların hakları. Kadınların bu noktada attıkları her adım, ileri sürdükleri her eleştiri, tutucu çevrelerde tepkilere neden oluyor. Okunmuş suya inanmak... Bütün mesele işte burada... CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle