12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 AĞUSTOS 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Basın ve Toplum Batı ve İslam kaynaklı ‘‘kültür emperyalizmi’’nin etkisiyle şekillenen ‘‘ulusçuluk karşıtı’’ yayınlar Türkiye’de ulusal kimlik bilincinin gelişmesine engel olmakta, ulusal direncin azalmasına yol açmaktadır. PENCERE Türkiye’de ‘‘ulusal bilinç’’in geliştirilmesine destek veren yayınlar yetersiz boyuttadır. Bir kısım basın Türkiye’de ‘‘özgür kamuoyu’’nun oluşmasına engel olmaktadır. Bugün Türkiye’de basın üç gruba ayrılmıştır: Birinci grupta ‘‘Cumhuriyet’’in temel niteliklerini savunanlar; ikinci grupta ‘‘Cumhuriyet’’in temel niteliklerine karşı olanlar; üçüncü grupta ise ‘‘Cumhuriyet’’in temel niteliklerine bağlı olmakla birlikte içinde bulundukları tecimsel faaliyet nedeniyle öncelikle kurumsal çıkarlarını savunan basın kuruluşları yer almaktadır. Birinci grubun mali kaynakları, yalnızca yayın faaliyetinden elde edilen gelirlerdir. İkinci grubun mali kaynakları ücretsiz gazete dağıtacak ve ekranları karartacak ya da satın alacak kadar güçlüdür. (Bu kaynaklar belirsizdir.) Üçüncü grubun mali kaynakları ise sürdürülen basın faaliyeti yanında tecimsel alanda elde edilen kazançtır. Türkiye’de yüksek kazancın elde edilmesi; vergi indirimleri, teşvik önlemleri, kredi işlemleri, borç ertelemesi gibi uygulamalarla ilintili olduğundan, bu gruptaki basın için siyasal iktidarın yanında durmak ya da iktidara destek olmaktan başka bir seçenek yoktur. Resim böyle olunca; özgür kamuoyunun oluşması için faaliyet göstermek yerine toplumsal düşüncenin siyasal iktidara direnç göstermeyecek ölçüler içinde şekillendirilmesi önem kazanmaktadır... Türk toplumu bugün yanlı basının yönlendirmesiyle gerçeklerden giderek uzaklaşmakta ve içinde bulunduğu zorlukları algılayamaz konuma sokulmaktadır. Sonuçta toplumun tepki verme refleksleri giderek yok olmaktadır. Bugün Türkiye’yi uçuruma sürüklediği apaçık görülmekte olan bir iktidara karşı tepki yetersizliğinin nedenlerinden biri de budur. Bireylerin doğru değerlendirme yapabilmesi, doğru sonuçlara varabilmesi için onlar için gerekli olan bilgilerin verilmesi yerine sanal bir resim oluşturulmakta, toplum koşullandırılmakta ve yanlış bir yöne sürüklenmektedir. ‘Terbiyei Nefs’ YALÇIN BAYER’İN kamuoyuna duyurduğu Karaburun olayı, toplumun belki de ön önemli eksiğini bir kez daha vurgulamış oldu: Nefsini, kendi öz varlığını yeterince terbiye edememiş olmak. Olay, uzun süredir üzerinde durulan ‘‘örtünme özgürlüğü’’nün zamanla nasıl bir ‘‘örttürme zorbalığı’’na dönüşebileceğini de göstermekte. İran’da olduğu gibi. Vaktiyle orası da, Türkiye’ye ya da Tunus’a benzer biçimde, Paris modasını izlercesine giyinenler ile inançları gereği örtünen kadınların yan yana yaşadığı bir ülkeydi. Şah saltanatını deviren 1979 Devrimi, ilericilerle kısa süren bir birlikteliğin ardından zoraki tesettürü getirdi. Şimdi, çeyrek yüzyıllık aradan sonra, başörtüsü ucundan ‘‘perçem’’ göstermeye ve çok hafif makyaja izin var. Aslında, örtünme gereğini, herhangi bir zorlanma sonucunda değil de, kendi istençleriyle duyanları anlamak kolaydır. Kaldı ki, bizim iklimlerde kadınların baş örtmesi, hem doğal koşulların, hem de kadim geleneklerin bir gereği de sayılabilir. Ama, aşırı süslenme karşıtı âyetleri, sımsıkı örtünmenin ve kadın giyimini iklime de geleneğe de aykırı düşen acayip giysilere dönüştürmenin gerekçesi sayarak ifrata kaçmanın anlamını sezmek zordur. Hele bu konuyu siyasal mücadele bayrağı yapmak, düpedüz günahtır. enellikle erkeklerce ileri sürülen o çeşit yorumlar, ister istemez, bazı tuhaf soruları da akla getiriyor: Erkeklik hep ‘‘irade’’ timsali sayılır ama, acaba bazı erkeklerin ‘‘irade’’si kumaş ucundan görünecek bir tutam saçla tahrik edilebilecek kadar zayıf mıdır? Yahut, böyle bir tuhaflık bulunsa bile, istenç disiplini yönünde yüzlerce yıldır inanılan ve uygulanan din kuralları insanları bu çeşit zayıflıklarından koruyamayacak kadar da mı etkisiz kalmıştır? Günah ve haram gibi kavramlar niçin vardır? Oruçlar imsaklar da insanlara bu disiplini verememişse başka ne verebilir? Kitaplı dinlerin hepsi, felsefe okullarının birçoğu gibi, insana her şeyden önce kendi nefsine egemen olmayı, ilkel içgüdüleri yenip yüce duygulara yönelmeyi öğretmeye çalışmış değil midir? a da, bambaşka bir açıdan bakıldığında, çıplaklık, kısmen ya da tamamen, mutlaka müstehcenlik ya da erotizm mi demektir? Niçin antik uygarlıklar güzellik, temizlik gibi kavramları çıplak kadın heykelleriyle ifade etme gereğini duymuşlardır? Hattâ özgürlük, adalet gibi yüce idealler neden daima güzel kadın vücutlarıyla temsil edilir? Kadınlar hep güzelleşmek, daha da güzelleşmek için süslenmek gereğini duyuyorlarsa, güzel kadın vücudu bütün o ideallerin de sonsuza dek yüceleştirilmesine işaret ediyor olamaz mı? Yoksa, bütün o çirkin tepkiler acaba, genellikle sanılanın aksine, erkeklerin yeterince güçlü olmadıklarının belirtisi mi? Güç, kendi vücuduna bile hükmedemiyorsa, kime ve neye hükmedecektir? ‘Bilimsel Devrim’ ve Kemalizm... Copernicus, Keppler, Galileo, Bacon, Vesalius, Bacon, Newton, Leibnitz, vb... 16’ncı ve 17’nci yüzyıllarda bu adların başını çektiği ‘Bilimsel Devrim’ insanlığın 2000 yıllık geleneklerini 150 yılda değiştiriyor; ‘Aydınlanma’ sürecini gündeme getiriyor... 1789’da ‘İnsan Hakları Bildirisi’ Fransa’da yayımlanıyor... Dinci hukuk (şeriat) yerine insanın insanlaşmasında büyük atılımı gerçekleştiren yeni kurallar geçerli oluyor... ? Osmanlı o dönemde uykudadır... Ama Osmanlı’yı suçlamayalım... Bütün dünya uykudadır... Halklar ne yapıyorlar?.. Hiç!.. Ancak Rusya’da Çar Büyük Petro ve Almanya’da İmparator 2’nci Joseph Bilimsel Devrim’in ve Aydınlanma sürecinin bilincine varıp ‘‘tepeden inme’’ reform yönetimiyle halklarını silkeliyorlar... Ve Aydınlanma tarihine yazılıyorlar... Osmanlı mışıl mışıl... ? 16 ve 17’nci yüzyıllarda gerçekleşen ‘Bilimsel Devrim’ ve ‘Aydınlanma’ Türkiye’de ancak 20’nci yüzyılda hayata geçirilebiliyor... Nasıl?.. ‘Kemalist Devrim’le!.. Sanayileşmemiş bir İslam ülkesinde Bilimsel Devrim’in ürettiği Aydınlanma felsefesini ve fikirlerini devlette ve toplumda yaşam düzenine dönüştürmenin adıdır Kemalizm... ? Bu yıl Hacıbektaş Şenlikleri sırasında ‘‘Bilimsel Devrim ve Kemalizm’’ konulu bir açık oturum vardı... Prof. Ali Naki Selmanpakoğlu’nun yönettiği panelde, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Rektörü Prof. Ferit Bernay, Gazi Üniversitesi Rektörü Kadri Yamaç ve Mustafa Balbay konuştular... Konu felsefi, bilimsel, siyasal, güncel boyutlarıyla irdelendi... Ortadoğu Savaşı, Üçüncü Dünya Savaşı tehlikesini gündeme getirirken Türkiye kendine özgü büyük bir tehdit altında bulunuyor... Nedir o?.. Bilimsel Devrim’ini çoktan gerçekleştirmiş Batı’nın emperyalizmi ile Aydınlanma’nın dışında kalmış İslam dünyası arasında sıkışarak Kemalist Devrim’in kazanımlarından uzaklaşmak tehlikesi toplumu kuşatmıştır... ? Bu çelişkiyi çözmek Türkiye için insanlığa bir armağan, uygarlığa bir katkı sunmak olacaktır... İslam dünyasında ‘Aydınlanma’yı, geç de olsa ‘Kemalizm’le benimseyen Türkiye tektir... Bu tekliği, özelliği, onuru ‘ılımlı İslam devleti modeli’ne dönüşerek tarihe gömmek, uygarlığa aykırı gidişatın akrebiyle yelkovanını tersine çevirmek utancını alnımıza yazar... Anadolu’da Bilimsel Devrim ve Aydınlanma anlamına gelen Kemalizm’den vazgeçmek, Türkiye için irticanın ta kendisidir. O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU oplumun aydınlanmasında; sosyal, siyasal ve ekonomik yaşamın oluşturulmasında etkili olan basının işlevi tüm dünyada tartışılmaktadır. Türkiye’de ise sözel, görsel, yazılı basının değişik neden ve gerekçelerle kurumsal bir sorumluluk olarak toplumun aydınlatılması görevini yeterli ölçüde yerine getirmediği, eğitim ve kültür gelişimi için gerekli olan altyapının yaratılmasında katkı oluşturmadığı, sosyal yaşamın gelişmesine destek sağlamadığı kanısı giderek yaygınlaşmaktadır. Bireysel davranışların şekillenmesinde ve toplumsal düşünce yapısının oluşmasında etkili olan basının Türkiye’de sorumluluklarını yerine getirmede yetersiz kaldığı ortaya çıkmaktadır. Ekonomik ve ideolojik gerekçelerle basının nitelikli yayınlardan uzaklaşması, yaşama bakış açısı henüz oluşmamış, düşünceleri henüz olgunlaşmamış genç nesiller üzerinde olumsuz, hatta yıkıcı etki yaratmaktadır. Batı ve İslam kaynaklı ‘‘kültür emperyalizmi’’nin etkisiyle şekillenen ‘‘ulusçuluk karşıtı’’ yayınlar Türkiye’de ulusal kimlik bilincinin gelişmesine engel olmakta, ulusal direncin azalmasına yol açmaktadır. Sonuçta birçok alanda ulusal çıkarlarını göz ardı eden bir toplum yaratılmaktadır. Bu sonuç aynı zamanda küreselleşmenin de hedefidir. Ulusal kimlik bilincinin yok edilmesi, ulusal direncin çökertilmesi ‘‘Yeni Dünya Düzeni’’nin amaçları arasındadır. T G deki ‘‘Türkiye Cumhuriyeti’’ni yaşatma sorumluluğu olan yasama, yürütme, yargı erki dışında basının da dördüncü bir kuvvet olarak belli sorumlulukları vardır. Basın, özgür iradeyi yansıtan kurumsallaşmış bir temel yapıdır. Bu nedenle basın, ırksal yaklaşımlarla şekillenmiş; yurttaşlar arasında ayrımcılığa yönelmiş dar kapsamlı milliyetçiliğin, ya da dine dayalı siyasal bir rejimin son aşaması olan ümmetçiliğin doğuracağı sonuçların Türkiye’yi götürebileceği tehlikeli noktayı görmeli ve ulus devleti savunan yurttaşlara Türkiye’nin resmini gerçek şekliyle gösterebilmelidir. ‘‘Atatürk ulusçuluğu /milliyetçiliği’’ ulus devlet olgusunun temelidir. Ulus tümlüğünün ve ülke bütünlüğünün güvencesidir. Atatürk ulusçuluğunu etkisizleştirmeyi amaçlayan her siyasal girişim, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına yönelmiş bir tehdittir. Basının bu alanda yansızlık uğruna yanlış zeminlerde durması, bu tehdidin güçlenmesine neden olmaktadır. Küreselleşme ve basın Küreselleşmeyi tüm boyutlarıyla algılayamayan ve hedeflerini anlayamayan nesillerin, bugün Türkiye üzerinde oynanmakta olan oyunları fark edebilmesi mümkün değildir. Küreselleşmeye karşı direnç gösteren toplumların, küreselleşmeye tepki vermeyen toplumlar haline getirilmesi, ‘‘halk egemenliği’’ yerine ‘‘inanç egemenliği’’nin hâkim kılınması ‘‘Yeni Dünya Düzeni’’nin temel taktiğidir. Türkiye’nin önüne konan ‘‘Ilımlı İslam’’ bu taktiğin şekillendirdiği bir modeldir. Bu model aynı zamanda din devleti özlemi içinde olanların da amaçlarına hizmet ettiğinden, onlar da küresel güçlerin doğal müttefiki olmuşlardır. Onun için de onlar; Yüce Önder ‘‘Atatürk’’le başlayan kalkınma hamlesinin tüm temel değerlerini yok etmek istemektedirler. Çünkü Türkiye’nin öz değerleri egemen güçlerin eline geçtikçe, ‘‘dinsel rejim’’ arzusuyla hareket edenlerin önü açılmakta; bir dayanağa kavuşmaktadırlar. Türkiye’de ‘‘siyasal İslam/şeriat’’ peşinde koşanlarla ‘‘uluslarüstü sermaye’’ arasındaki işbirliği buna imkân sağlamaktadır. Ulus devlet ve basın Uluslarüstü sermaye, ulusal yayınları gelir kaynaklarından yoksun bırakmak amacıyla engeller oluşturmakta, hedeflediği kuruluşları satın almakta ya da değişik yöntemlerle dürüst kalemleri kırmaya, saydam ekranları karartmaya, özgür sesleri susturmaya ya da onları kendi güdümü altına almaya yönelmektedir. Uluslarüstü sermayenin güdümüne giren basın ise kamuoyunu aydınlatma yerine sermayenin belirlediği doğrultuda kamuoyunu şekillendirmeye yönelmekte, toplumu sosyal ve ideolojik alanda etki altında tutmaktadır... Tekil devlet yapısı için Y Kültür emperyalizmi ve basın Türkiye’de basının bir kısmı duyarsızlıkla, bir kısmı da maksatlı olarak, Batı ya da İslam kültürünün Türkiye’de yaygınlaşmasına, her iki kültürün egemen kılınmasına, ‘‘ulusal kültür’’ün, ‘‘ulusal kimlik bilinci’’nin aşınıma uğratılmasına ve yok edilmesine yönelik faaliyet içindedir. Basında bazı kalemler, bazı sesler, bazı çehreler bunu görev üstlenmişlerdir. Kamuoyunu etkileyen bu yayınların ortaya çıkardığı sonuç, ‘‘ulusal irade’’ye giden yolda ulusal direncin yok edilmesidir. Bu girişim aslında küreselleşmenin hedef aldığı ülkelerde uygulanan bir taktiktir. Bu taktiğin ardına sığınılan söylem, ‘‘daha fazla özgürlük, daha fazla zenginlik’’tir. Söz edilmeyen ise ‘‘daha geniş pazar, daha fazla sömürü, daha çok kazanç’’tır. Ardında ABD’nin yer aldığı ‘‘Ilımlı İslam’’ ve ‘‘Büyük Ortadoğu’’ projelerine bu pencereden bakmayan gözler gerçekleri görebilme şansına sahip değildir. Özgür düşünce ve basın Bugün Türkiye’de toplumun aydınlanması yolunda gerekli olan bilgi ihtiyaçlarının karşılanması yerine haberciliğin temel ilkelerinden uzaklaşılarak, yansızlık göz ardı edilerek; yorumla birleştirilmiş haberlerle yönlendirilen bir kamuoyu oluşturulmaktadır. Basında başlı başına yorum haline gelen başlıkların etkisi çoğu zaman haberin içeriğini yok etmekte; yorumsal haber başlıkları birey tarafından kolaylıkla algılanabilen ve beyne kaydedilebilen öz ifadeler haline gelmektedir. Haber yerine yorum sunan sesler, kalemler ya da çehreler, aslında belli bir planın uygulayıcısı olarak hizmet etmektedirler Basında özgür sesleri susturmayı, özgür kalemleri kırmayı, saydam ekranları karartmayı hedefleyen girişimler, özgür düşüncenin doğmasına ve özgür iradenin oluşmasına engel olmaktadır. Türkiye’de bu engel aşılamadığı sürece; bu resim yok edilemediği sürece; özgür olabilmeyi başarabilen az sayıdaki basın kuruluşuyla bunu gerçekleştirebilmek mümkün görülmemektedir. Özgür düşünce; özgür toplum, özgür kamuoyu demektir. Ve Türkiye’de bu ancak özgür basınla gerçekleştirilebilecektir. ??? TÜMA Y HOTEL BİTEZ YALISI / BODRUM YÜZME HAVUZU, DENİZE 60 METRE, BİLARDO, MASA TENİSİ, LANGIRT, DART GAME, ODALARDA KLİMA, MİNİ BAR, FÖN, TV SABAH VE AKŞAM AÇIK BÜFE 5 ÇAYI VE KURABİYE 06 YAŞ ÇOCUK FREE 712 YAŞ ÇOCUK 25 YTL TAM PANSİYON KİŞİ BAŞI 50 YTL 0 252 363 79 30 www.tumayhotel.com DÜZELTME İLANIDIR Antalya 6. İcra Müdürlüğü’nün 2006/955 Tal. sayılı dosyası ile satışı yapılacak taşınmazın 18/07/2006 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan taşınmaz satışı ilan metninde, 1. satışın yapılacağı yer, sehven Antalya D. İcra Müdürlüğü olarak ilan edilmiştir. Söz konusu taşınmazın 1. satışının yapılacağı yer Antalya 6. İcra Müdürlüğü olarak düzeltilmiştir. B. Tashih, A. 1556, B. 35146 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle