12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 AĞUSTOS 2006 CUMARTESİ 16 Doğru söylemiyorlar, çünkü... Türk Tabipleri Birliği Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy, AKP’nin IMF ve Dünya Bankası’nın emirlerine uyarak çıkardığı ‘‘Genel Sağlık Sigortası’’ ile ilgili düzenlemeyi ‘‘sınırlı sağlık sigortası’’ diye tanımlıyor. Çünkü, o düzenleme ‘‘nüfusun yüzde 19’unu oluşturan işsizleri, sayıları 5 milyonu bulan kayıt dışı çalışanları, esnaf ve sanatkârlar ile çiftçilerden primini ödeyemeyecek durumda olanları, aylık geliri 127 YTL olup da prim ödeme gücü olmayan yoksulları’’ genel sağlık sigortası kapsamı dışında bırakıyor. Gençay Gürsoy’a göre, düzenleme aynı zamanda ‘‘asgari sağlık sigortası’’ olarak anılmalı. Çünkü, yasaya göre finansmanı sağlanacak sağlık hizmetlerinin teşhis ve tedavi yöntemleri ile türlerini, miktarlarını ve sürelerini belirlemeye Sosyal Güvenlik Kurumu yetkili olacak. Sağlık hizmetlerinin ödenecek bedelleri de, maliyet etkililik gibi ölçütler dikkate alınarak kurum tarafından belirlenecek. Yani, sağlık hizmetleri sınırlandırılıyor, parası olanın parası kadar hizmet alabilmesi öngörülüyor. Recep Tayyip Erdoğan, fırsat bulduğu her yerde, ‘‘18 yaşa kadar tedavi ücretsiz, çocukların sağlık giderleri devletten’’ filan diyor ya, TTB Başkanı’na göre bu savlar da tümüyle gerçek dışı. Çünkü: ‘‘Emekli Sandığı, SSK, Bağ Kur ve Yeşil Kart kapsamındaki sigortalıların çocukları halen de prim ödemeden sağlık hizmetlerinden yararlanmaktadır ve durumlarında hiçbir değişiklik olmayacaktır. Yapılan tek değişiklik bu kapsam dışında olup da 18 yaşından küçük olan çocukların Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamına alınmasıdır. Ancak GSS kapsamında olmak sağlık hizmetlerini ücretsiz almak anlamına gelmemektedir. Kanuna göre sadece Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu’na göre korunma, bakım ve rehabilitasyon hizmetlerinden ücretsiz olarak yararlanan çocuklar sağlık kurumlarında ücretsiz bakılacaklardır. Kanunun 68. maddesine göre ise diğer bütün çocuklar hekim ve diş hekimi muayenesi; ortez, protez, iyileştirme araç ve gereçleri ile kullanacakları ilaçlar için para ödemek zorundadırlar.’’ Gençay Gürsoy, ‘‘Kanun yürürlüğe girdikten sonra herkesin istediği her hastaneden ücretsiz olarak yararlanabileceği’’ savının da yanıltıcı olduğunu söylüyor. Çünkü: ‘‘Kanunun 73. maddesine göre sözleşmesiz sağlık kurumlarında tedavi görmeyi tercih eden sigortalılara, eğer sevk zincirine uyarlarsa belirlenen bedelin yüzde 70’i, uymazlarsa yüzde 50’si ödenecektir. Faturanın kalan bölümünün tamamı ise hastalar tarafından karşılanacaktır. Hastaların ödeyecekleri muayene ücreti de kanunun Ek 3. maddesinde açık olarak yazılmıştır. Maddeye göre; ‘her bir poliklinik muayenesi için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın teklifi ve Bakanlar Kurulu’nun kararı ile 20 YTL’dan az olmamak üzere muayene ücreti alınır.’ Ayrıca AKP hükümeti, kanunda yer almayan bir hükmü sözleşmelere koyarak SSK’lilerden ‘fark ücreti’ alınmasını mümkün hale getirmiş ve böylece yıllardır ‘bıçak parası’ olarak adlandırılan yasadışı uygulamaya de facto yasallık kazandırılmıştır.’’ Bile bile aldatılırken ‘‘Sağlık olsun’’ mu diyeceğiz? SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Gümbür gümbür gidecekler CHP Ankara İl Başkanı Hakkı Süha Okay, Ankara ilçelerini dolaşıyor epeydir. Gözlemlerini aktardı: ‘‘Kırsal kesimde iktidara büyük tepki var. Vatandaş traktörünü 30 milyara satıyor, 20 milyara geçen yıldan kalma borcunu ödüyor, 10 milyarı peşin yatırıp yine borçlanarak yeniden traktör alıyor, ama onun da borcunu nasıl ödeyeceği belli değil. Üretici kredi alamıyor. Memur kefil istiyorlar.. esnaf, tüccar, çiftçiden kefil kabul edilmiyor. Çok ciddi bir işsizlik yaşanıyor. Gençler üniversite bitirmiş, yüksek lisans yapmış, askerliğini tamamlamış, kahve köşesinde oturuyor. Bundan 12 yıl öncesine kadar çok sıkça duyduğumuz ‘Avrupa Birliği’ne gireceğiz, Avrolar akacak, kurtulacağız’ yolundaki beklentinin bir düş olduğu çok somut anlaşılmış...’’ Ankara’nın ilçelerinde, bucaklarında, köylerinde ‘‘Elim, kolum kırılsaydı da AKP’ye oy vermeseydim’’ sızlanması, öfkeye dönüşmüş. Okay’a göre, AKP çok ciddi anlamda oy kaybediyor. Öyle ki, 1980’li yılların sonunda Turgut Özal ekibinin üzerinden nasıl ‘‘buldozer’’ bu benzetme dönemin bakanlarından Oltan Sungurlu’ya aittir geçtiyse, AKP’yi de öyle gümbür gümbür bir son bekliyor... Hakkı Süha Okay’ın seçim tarihi tahmini de var: ‘‘Mart’ta seçime giderler. Çok yıpranıyorlar çünkü...’’ ‘En Adil Hâkim: Ölüm!’ ‘‘Biz ölüyü, bütün davalarından, bütün ihtiyaçlarından, bütün menfaatlarından, bütün iddialarından, ihtiraslarından, arzularından istifa etmiş bir insan olduğu için severiz; dirisine düşman olduğumuz bir insanın bile ölüsüne yanışımız bundandır... Görülüyor ki, insanları haklarına kavuşturan en adil hâkim ölümdür. Artık inanabiliriz ki, layık olduğumuz alakayı, kıymeti, itibarı, şerefi, saygıyı kazanabilmek için başvurabileceğimiz tek çare vardır: Ölmek!’’ Bu satırları İpek Çalışlar’ın ‘‘Latife Hanım’’ından aldım. Latife Uşşaki hırpalanan ve haksızlığa uğrayan bir eski dostun ölümünün ardından şahit olduğu yağcılıkları ve riyakârlıkları sergilemek amacıyla geçen yüzyılın ilk yarısında kaleme almış bu yazıyı. O gün bugün, demek hiçbir şey değişmemiş. Toplumsal genlerimize işlemiş bu gelenek, olduğu gibi yerinde duruyor. Şaşırtıcı olmasa da, gene de sarsıcı. Benzeri tanıklıkların ağırlığı karşısında tepki duymaktan, ‘‘Yok; artık bu kadarı da olmaz!’’ diye isyan etmekten kendini alamıyor insan... Duygu Asena’nın cenazesinde yaşananlar; ardından yazılan kimi yazılar; etkisinde kaldığım ‘‘Latife Hanım’’ın bu sözlerini hatırlattı bana: ‘‘İnsanları; haklarına kavuşturan en adil hâkim ölümdür!’’ Hakların; inanılmaz bir hafiflik ve lagarlıkla çiğnendiği, hiçe sayıldığı ülkemizde sonuna dek geçerli bir tespit bu. İki neden Eğitimciyazar Ali Dündar’ın ‘‘Kemalizmin Yol Haritası’’ başlıklı kitabından bir saptama: ‘‘Eğitim, eğitimleşme/ekinleşme ve okullaşma, bir ulusun/devletin yaşamında aşama kazanmasına, kendini aşmasına, içeride ve dışarıda düzeylenmesine sağlıklı veri hazırlayan/veri üreten, özdevinim kazandıran kurumların başında gelir. Ancak etkileri geç ortaya çıkan, meyvelerini geç veren, zaman içinde oluşturageldikleri yöneylemleri (paradigmaları) geç kurumlaşan eğitim alanlarına sık sık karışmak ve el atmak oluşu geciktirir ve iyilik getirmez. Onun için devrimciler dışında aklı başında hiçbir siyasi erk, ülkenin eğitim öğretim kurumlarıyla oynamayı göze alamaz. Eğer normal yollardan siyasal erk sahibi olanlar devletin temel kurum ve kuruluşları ile oynamada gözü kara davranabiliyorsa siyaset bilimcilere göre bunun iki nedeni olabilir: Ya o kişi/yönetim, toplumbilim/ yönetimbilim gibi insana/ topluma yönelik bilgi ve bilimlerden yoksundur; ya da o kişinin/yönetimin olağanın dışında saklı ve gerçekten sakıncalı bir amacı, ereği vardır.’’ Bugün işte o iki nedenin ikisinden birden söz edebiliyoruz. Duygu için yazmak, yaşamdı... Muhabirlik, köşe yazarlığı, genel yayın müdürlüğü, televizyon programcılığı... Gazeteciliğin her aşamasında yaşamı boyunca öne çıkmış, satış rekorları kıran kitaplara imza atmış Duygu Asena hatırlayalım hastalanmasından birkaç yıl önce neye uğradığını anlamadığı bir şekilde kendisiyle aynı kaderi paylaşan bir dizi gazeteciyle birlikte kapıya kondu. Duygu Asena’nın kimliğini tanımlayan, yaşamıyla iç içe geçen, onunla özdeşleşen, ömre bedel bir kariyer; olabilecek en sorumsuz, saygısız ve hoyrat biçimde her türlü savrulmaya açık bir noktaya itilmiş; akşamdan sabaha ‘‘marjinalleştirilmişti!’’. Duygu, yaşamının son yıllarındaki bu ‘‘arızi marjinalleşmenin’’ bedelini, beklentilerini karşılamaktan uzun süre uzak kalan ve ucu sonu, önü arkası kestirilemeyen bir ‘‘mesleki boşluğa sürüklenerek’’ ödedi. Kendisine hak etiği değeri ve yeri biçen ‘‘son işini’’ bulduğunda; beynindeki saatli bombanın pimi büyük olasılıkla çekilmiş, geri sayım başlamıştı. Bu acı bir rastlantı mıydı, değil miydi bilinmez. Ancak şurası muhakkak ki Duygu Asena’nın hastalığının ‘‘zamanlaması’’ trajik oldu. Duygu; yazdığı sürece kendisini ‘‘var eden/var hisseden’’ meslektaşlarımızdandi. Yazmak, kısaca onun için, yaşam demekti. Bir seferinde kendisine ‘‘Yanında bir hayat arkadaşın yok. Yaşlılığını tek başına geçirmekten kormuyor musun?’’ diye sormuştum. O dingin, sakin ama bir o kadar da meydan okuyan üslubuyla bana kesin bir ‘‘Hayır!’’ çekmişti: ‘‘Kim kimin arkasına kalır? Kim kime bakar? Bakar mı? Bakmaz mı? Garantisi var mı? Yalnız kalırsak; birkaç arkadaş birlikte huzurevine gideriz!’’ İki Fotoğrafın Düşündürdükleri FATMA ESİN 200607 öğretim yılı yaklaşırken, bir tatil dönemi de geride kalmaya hazırlanıyor. Acaba çocuklarımız bu tatil dönemini nasıl geçirdi veya geçiriyor?.. 12 Temmuz 2006 ve 26 Temmuz 2006 tarihli Hürriyet gazetelerinde yayımlanan iki fotoğraf, çocuklarımızın büyük bir çoğunluğunun bu dönemi nasıl geçirdiğini gözler önüne seriyor. Tabii AKP iktidarının gencecik beyinleri köreltmek ve karanlık emellerine alet etmek için yarattığı yeni yöntemleri de!.. 12 Temmuz tarihli fotoğraf şöyle: Saçları kırlaşmış, orta yaşı geride bırakmış bir erkek (Bolu Müftüsü Ahmet Okutan’mış), oturuyor. Karşısındaki 911 yaşlarında bir kız çocuğu; tesettürlü. Arkasında aynı yaşlarda, aynı kıyafette iki kız çocuğu daha. Erkek karşısındaki kız çocuğunun elini öpüyor. Çocuğun yüzünde şaşkınlıkla karışık bir gurur ifadesi. Diğerleri birbirlerine bakıp gülümsüyorlar. Fotoğrafın altındaki açıklama şu: Bolu Müftüsü Ahmet Okutan, “Geleceğimiz olan bu çocukların eli öpülür!” demiş!.. Ayrıntılı haber ise şöyle: Okullar tatile girince Bolu’da 60 cami ve 2 merkezde Kuran kursları açılmış ve 1780 çocuk katılmış. Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz da bu öğrenciler için Bolu Nikâh Salonu’nda bir toplantı düzenlemiş ve “Sizler deniz kenarında tatil yapmak yerine camilere koştukça bu ülke sağlam temeller üzerinde devam edecektir” demiş. 26 Temmuz 2006 tarihli diğer fotoğraf: Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, iki yanında üç erkek çocuk, Kuran’larını kolları ile göğüslerine bastırmışlar, önünde ise en fazla on yaşında, kenarları oyalı örtü ile sıkıca örtülmüş bir kız çocuğu. Bakan, kız çocuğunun omuzlarına ellerini koymuş, mutlu mutlu gülümsüyor objektife. Fotoğrafa konu olan habere göre Sayın Bakan, Bursa Emir Sultan Camii’ndeki Kuran kursundan çıkan çocukları tek tek öperek, “Sizler bizim geleceğimizin temelisiniz” demiş! (Sayın Bakan ve Bolu Belediye Başkanı’nın ifadelerindeki koşutluk ilginç!) Taptaze, dupduru beyinleri karartmak amacı ile Kuran kurslarına yönlendirmek için her türlü kandırmaca yönteminin, cep telefonu, altın, bisiklet vb. gibi armağan dağıtımının kullanıldığı bilinmektedir. Buna bir de duygu sömürüsü eklendiğini de bu fotoğraflar ortaya koyuyor. Hem de programlı, planlı ve sistemli bir şekilde... Çocuklarımızın okul tatilinde yaşlarına uygun oyunlar oynamaları, spor yapmaları, yeni arkadaşlıklar kurmaları ve geliştirmeleri, kitap okumaları hem hakları, hem de sağlıklı gençler olmalarının gereği. Böylece ufukları biraz daha genişleyecek; belki yeteneklerini ve ilgi alanlarını keşfetme olanağı bulacaklar. Yeni öğretim yılına hem daha zinde, hem daha bilinçli bir şekilde başlayacaklar. Fakat iktidar, çocuklarımızın bu haklarını ellerinden alarak, bedensel ve ruhsal olarak sağlıksız bir kuşak yetiştirmede çok kararlı. Çünkü böylece hem beyinleri karartılmış, çağdaş eğitimden yoksun bırakılmış, inanç dünyasına itilmiş bir kuşak yetiştirecek, hem de daha sonraki kuşaklara ipotek koymuş olacak. Çünkü o eli öpülen kız çocuğu yakın bir gelecekte genç kızlığa adım atacak. Bedeni gelişirken duygu dünyası da şekillenecek. Bu şekillenmede çağdaş eğitimin ve sağlıklı ilişkilerin önemi yadsınabilir mi? Daha da ötesi, geleceğin genci, genç kızı, eşi, annesi, babası olacak bu çocuklar. Ve Türk Ulusu’nu bu annelerin, babaların yetiştirdiği kuşaklar oluşturacak. Örnek de gözler önünde: İlkel düşüncelerini pervasızca dile getiren İdris Arslan’ın yetiştirdiği Danıştay saldırganı Alparslan Arslan! Bu nedenle o iki fotoğraf sadece kısacık bir anı ölümsüzleştiren bir görüntü değil, geleceği de göstermekte. Geleceğin Türkiye panoramasını gözler önüne sermekte. Sağlıksız ilişkiler, mutsuz insanlar, çağın dışına itilmiş bir toplum ve de bütün bunları keyifle izleyen bir avuç insan. Türk ulusunu bu bir avuç insana tutsak etmek ne acı! KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr En büyük ihaneti mesleğinde yaşadı Gözlerinde o zaman gerçekten de böyle bir sondan korkmadığını ve çekinmediğini açıkça görmüş, okumuştum. Duygu Asena’nın kafasında böyle bir ihtimal yoktu; hiçbir zaman da olmamıştı. Duygu; aklı yerinde olduğu sürece ‘‘yazmayı’’; yaşamını son güne dek dolu dolu ‘‘okurlarıyla paylaşmayı’’ düşünüyordu... Okurlar onu sarıp sarmaladığı sürece, hiç yalnız olmayacaktı! Ama sonunda en büyük ‘‘ihaneti’’ işte; en güvendiği yerde, en sağlam durduğunu düşündüğü noktada, ‘‘mesleğinde’’ yaşadı! İlk ameliyatından sonra evine gittiğimde hâlâ; bilgisayarıyla yatağından, kısa süre önce kavuştuğu ‘‘son köşesine’’ hevesle bir şeyler yazmaya, geçmeye çalışıyordu Duygu Asena. Konuşmaya dahi takati kalmadığı günlerde gösterdiği bu arzu ve gayret; yaşamla arasındaki elle tutulur, gözle görülür biricik ‘‘kordon’’ ve ‘‘bağ’’dı... Bu ‘‘hayat kordonuna’’ yazarın yaşamındaki en hoyrat, en vurdumduymaz darbeyi indirenler, şimdi bakıyoruz cenazeye geliyor! Ardından methiyeler yazıp, övgüler düzüyorlar... Kamuoyu önünde bir yüzleşme ve vicdan muhasebesi yapma gereği hissetmeksizin; bu cesareti kendilerinde buluyordu... Latife Hanım çok güzel söylemiş: ‘‘İnsanları; haklarına kavuşturan en adil hâkim ölümdür!’’ Duygu, gasp edilen haklarına, hem de olabilecek en görkemli biçimde kavuştu! O ‘‘adil hâkim’’; geride kalanları da er ya da geç yargılayacak. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com SÖYLEŞİ ve İMZA GÜNÜ TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 19 Ağustos www.mumtazarikan.com ZEYNEP ORAL “Meslek Yarası” 19 Ağustos Cumartesi, saat 16.00’da Ayvalık İnönü Kültür Merkezi’nde imzalayacak ve okurlarıyla söyleşecek. CUMHURİYET 16 K 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Hindu tıp bi1 limi. 2/ Futbolda sayı... Vü 2 cuttaki AIDS 3 virüsünü saptamakta kulla 4 nılan test. 3/ 5 Akla gelen, içe 6 doğan düşün7 ce. 4/ Belirti... Üstü kapalı 8 olarak anlat 9 ma. 5/ ‘‘Uzatır 1 2 3 4 5 6 7 8 9 boynunu arar eşini / 1 P AMU K Ç U K Bir tek gördüm göl kenarında’’ (Karaca 2 O L U R U M A R A B U L İ oğlan)... Gerçekleşti 3 T A R rilmesi zamana bağlı 4 O R A N G U T A N C NO istek. 6/ Vilayet... Sat 5 M A N A A R D A K L rançta özel bir hare 6 A P İ K O L O ket... Tantal elemen 7 N A tinin simgesi. 7/ Aynı 8 İ N K U M R U J türden hayvanlar ara 9 I R Z Y E T İ sında iletişimi sağlayan kimyasal maddelerin ortak adı. 8/ Eskiden Karagöz oynatılan kahvelere verilen ad... İlişkin, değgin. 9/ Elma, armut, kayısı gibi meyvelerin kurutulmuşu... Penye konfeksiyonunda zincirli dikiş yapan bir tür aygıt. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Saldırgan. 2/ ‘‘Hayır’’ anlamında kullanılan söz... Boğa güreşinde, boğayı şaşırtmak ve yormak için kullanılan kırmızı kumaş. 3/ Övünme, iftihar etme... Üzerine yazı yazılan tabaklanmış ceylan derisi. 4/ Maranta adlı kamıştan çıkarılan ve çocuk maması yapmaya yarayan un. 5/ Bir kalenin ya da berkitilmiş bir yerin teslimi... Omurgayı oluşturan kemiklerden her biri. 6/ Ağrı Dağı’nda bir yayla... Yankı. 7/ Aydın’ın turistik bir ilçesi... ‘‘Git, def ol’’ anlamında argo sözcük. 8/ Görkem, heybet... Parola. 9/ Yunan mitolojisinde, koşuda kendisini geçen erkekle evlenen avcı kız.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle