11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 AĞUSTOS 2006 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA MARMARA DEPREMİ’NİN 7. YILI KÜÇÜK SANAYİ DE ETKİLENECEK 7 Depremi felakete dönüştüren rant hırsının yasal güvenceleri hâlâ yürürlükte İstanbul depremi: 200 bin işsiz İstanbul Haber Servisi İstanbul’da beklenen olası büyük depremin, can ve mal kaybının yanı sıra ekonomi üzerindeki etkileri de ağır olacak. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırmaları Enstitüsü Deprem Mühendisliği Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Erdik, olası büyük bir deprem sonrasında İstanbul’da 200 bine yakın işsiz olacağını tahmin ettiklerini belirterek, özellikle küçük ölçekli sanayinin ağır zarar göreceğini söyledi. ‘Sanayi kötü durumda Prof. Dr. Mustafa Erdik, İstanbul’daki büyük ölçekli sanayi tesislerinin genelde iyi durumda olduğuna vurgu yaparak, ‘‘Zaten kendi zararlarını sigorta ile telafi edebilecek durumdalar. Küçük mikro ölçekli sanayi daha kötü durumda. Çünkü büyük bir çoğunluğu düzenli olmayan işyerleri. Önemli bir kısmının deprem sonrasında faaliyetlerini sürdürmesi mümkün değil’’ dedi. Bu tip işyerlerinde 17 Ağustos 1999 depreminde de olduğu gibi işverenin doğrudan işletmesini kapatma yolunu seçtiğini anlatan Erdik, devletin kredi vermesinin de çözüm olmadığını ifade etti. 45 milyar dolar İşletme yeniden açılsa da pazar kaybının telafi edilemediğini kaydeden Erdik, ‘‘İstanbul’daki birçok küçük işletme Avrupa’ya fason iş yapıyor. İşler aksayınca pazar başka yere kayıyor. Devletin verdiği kredi ile pazarı bulamazsınız’’ diye konuştu. Şu anda işleyen DASK sisteminin sadece konutları kapsadığını anımsatan Erdik, bu sistemin küçük sanayiyi de kapsaması gerektiğinin altını çizdi. Erdik, aksi halde İstanbul’da büyük bir deprem sonrasında meydana gelecek endüstriyel hasarın 45 milyar dolar olacağını vurguladı. İşsiz sayısının da 200 bin civarında olacağını belirten Erdik şöyle devam etti: ‘‘İstanbul’da büyük bir sanayinin durması demek tedarikçilerin de durması demek. Sanayi durunca işçilerin maaşı, vergiler ödenemeyecek. Bunlar zincirleme uzun süre devam edecek etkiler. Dünya konjonktüründe ufak bir dalgalanma oluyor borsa etkileniyor. Bugün İstanbul’da para piyasasının bir kısmı en azından Kapalıçarşı tespit ediyor. Kapalıçarşı’nın depremden sonra hangi durumda olacağı çok iyi bilinmiyor. İstanbul’da depremin zararlarının azaltılması faaliyetlerini kamu ve özel sektör birlikte yürütmeli. İstanbul, Türkiye ekonomisinin can damarı. Mali kayıplar çok çabuk karşılanabilir. Bugün en büyük mali kayıp Doğu Almanya ile Batı Almanya’nın birleşmesi 200 300 milyar dolara mal olmuştur. Ama bu karşılanabiliyor. Aynı şekilde depremlerden sonra özellikle inşaat sektöründeki gelişmeler bunları telafi edebiliyor. Mali kayıp olarak bakmamak lazım. Normal yaşama dönebiliyor muyuz, insanlar iş bulabiliyor mu ve faaliyetler verilen aradan sonra eski hızına kavuşabiliyor mu bunları önemsemeliyiz. İstanbul Sanayi Odası, Büyük Şehir ve ticaret bakanlığı depremin kentte yaratacağı işsizliği, ne kadar zamanda toparlanabilir sanayi gibi konuları araştırması gerekiyor. Küçük endüstriye devletin sahip çıkması, onları örgütlemesi gerek. DASK benzeri bir sigortalama sistemi getirmesi lazım. Ortaya çıkan iş kaybı bütün ülkenin kaybı oluyor.’’ İ mar planlarının şehircilik ilkelerine göre değil, ‘‘rant beklentilerine’’ göre biçimlenmesine olanak sağlayan ‘‘denetimsiz imar hukuku’’ değişmedi. 7. yılda da ‘eski yasalar’ geçerli 17 Ağustos depreminin yıkımlara ve büyük can kayıplarına yol açmasına neden olan yasal eksikliklerin giderilmesi için gerekli düzenlemeler TBMM gündemine bile getirilemedi? Meclis’in gündeminde her şey var da imar neden yok? AB müzakerelerinde kokoreç bile konuşulurken imar talanı neden akla bile gelmiyor? OKTAY EKİNCİ ODALARDAN UYARI ‘‘İmar ve afet yasaları çıkmalı’’ ADANA (Cumhuriyet Bürosu) Büyük Marmara Depremi’nin yıldönümü dolayısıyla Jeoloji ve Jeofizik Mühendisleri odalarınca yapılan açıklamalarda, imar ve afet yasalarının bir an önce çıkarılması istendi. Açıklamalarda ‘‘Depremi unutan, ders almayan Türkiye görünümü, felaketten felakete aklı başına gelenlerin uygulamaları, kadercilik anlayışı ülkemize yakışmıyor. Türk toplumu bunu hak etmiyor’’ denildi. Jeofizik Mühendisleri Odası Adana Şube Başkanı Melih Baki, 17 Ağustos 1999 tarihini Türkiye’de yaşamın durduğu bir tarih olarak tanımlayarak, ‘‘Ülkemizin endüstri, sanayi, nüfus, yetişmiş insan gücünün en yoğun olduğu bölgede meydana gelen deprem tüm ülkeyi, insanlarımızı sarsmıştır. Ancak, bugüne kadarki gelişmeler, depremi unutan, ders almayan bir Türkiye görünümünü önümüze koymuştur. Felaketten felakete aklı başına gelenlerin uygulamaları, kadercilik anlayışı ağır basan bir ülke görünümü bize yakışmıyor, Türk toplumu bunu hak etmiyor’’ dedi. Jeoloji Mühendisleri Odası adana Şube Başkanı Mehmet Tatar ise yaptığı açıklamada, ‘‘Nüfusun yüzde 98’inin deprem riski altında yaşadığı ülkemizde uyarılara karşın hiçbir bilimsel çalışma dikkate alınmadığı için depremlerde kaybımız büyük oldu’’ diye konuştu. Geçenlerde açıklanan resmi rakamlara göre ‘‘bilinen’’ can kaybının 17 bin olduğu, bilinmeyenlerle birlikte ise 20 bini geçtiği 17 Ağustos 1999 depreminden önce ‘‘imar düzeni’’miz nasıldı? Sorunun yanıtı çok kısa: ‘‘Bugünkü gibi, düzensiz...’’ Türkiye’nin en ‘‘gelişmiş’’ denilen bölgesini yıkan, bu nedenle daha ilk günden ‘‘ulusal dersler çıkartılacak’’ denilen büyük depremin 7. yılına ulaştığımız halde, ‘‘yer sarsıntısını felakete dönüştüren’’ ihmal ve yanlışların ‘‘yasal güvenceleri’’ hâlâ yürürlükte... Örneğin, imar planlarının şehircilik ilkelerine göre değil, ‘‘rant beklentilerine’’ göre biçimlenmesine olanak sağlayan ‘‘denetimsiz imar hukuku’’ değişmedi. Benzer şekilde, yapıların yer seçimi ve yüksekliklerinin de mühendislik ve mimarlık ilkeleri yerine ‘‘emlak satışı beklentilerine’’ göre belirlendiği ‘‘keyfi imar yetkilendirmesi’’ aynen geçerli... O kadar ki depremin ilk aylarındaki ‘‘pişmanlık’’larla bina yüksekliklerini azaltan kimi belediyeler, şimdilerde imar planlarını yeniden değiştirerek, 17 Ağustos öncesindeki ‘‘özensiz apartmanlaşma’’ya geri dönüyorlar... GÜÇLENDİRME PAZARI hasarlı yapılara temelden çatıya dev betonarme perdelerin eklendiği yeni bir ‘‘güçlendirme pazarı’’ var... Birçoklarının sahipleri ya da ortakları arasında ‘‘belediye meclis üyeleri’’nin de bulunduğu güçlendirme ve yapı denetim firmaları, kentleri, hatta semtleri paylaşarak piyasayı ellerinde tutuyorlar. Bilim çevrelerinin, ‘‘Betonarme güçlendirmeler bina maliyetinin yüzde 40’ından fazlaya çıkıyorsa, tümüyle yeniden inşa etmek daha uygundur’’ şeklindeki açıklamaları ise sadece akademik toplantılarda söylenmekle kalıyor... İMARSIZ YASAMA SÜRECİ Dahası, yine depremin yaralarını sözde sarmak adına ‘‘büyükşehir’’ yapılan Adapazarı’ndan, adını ‘‘bilişim kenti’’ koyan Yalova’ya kadar uzanan bölgedeki hemen tüm yerleşmelerde, Peki, aradan geçen 7 yılda, bütün bunların sürmesini engelleyecek; demokratik yetkilerin bilim dışı kullanılmasını önleyecek; planlamada ve uygulamada rant yerine şehircilik ve mimarlık ilkeleri ile mühendislik gereklerinin eksiksiz uygulanmasını sağlayacak; yapı denetimindeki ‘‘işverene parasal olarak bağımlı’’ sözde kontrollük yerine ‘‘kamuya sorumlu teknik hizmet’’ kuralını gözetecek; yeni bir imar, kentleşme ve yapı hukuku neden oluşturulamadı? Böyle bir hukuku yaratmak şöyle dursun, depremin yıkımlara ve büyük can kayıplarına yol açmasına neden olan yasal eksikliklerin giderilmesi için gerekli düzenlemeler neden TBMM gündemine bile getirilemedi? Meclis’in gündeminde her şey var da imar neden yok? AB müzakerelerinde kokoreç bile konuşulurken, imar talanı neden akla bile gelmiyor? ‘Keyfilik’ daha da arttı Bu soruların yanıtı için de yine imar ve yapılaşma alanında ‘‘yasalaşan’’ yeni kurallara bakmak yeterli. Geçen 7 yılın en çok yasa üretilen, son 3 yıllık tek partili meclis egemenliği döneminde bile, depremi felakete dönüştüren mevzuata hiç dokunulmadan, aynı plansızlığı, aynı keyfiliği ve aynı bilim dışılığı ‘‘daha da arttıran’’ yasalar yürürlüğe girdi. Örneğin, bütçe kanununa eklenen maddelerle kaçak yapılara elektrik, su, doğal gaz vb. bağlanması ‘‘gelir sağlamak’’ adına teşvik edilirken; yasadışı yapılaşmanın en yoğun olarak yaşandığı tarım alanlarında da ‘‘işgalcilerin para karşılığı ruhsata kavuşmaları’’nı sağlayan imar affı yürürlüğe girdi... Orman Bakanı, onca muhalefete ve anayasal engellere rağmen; hâlâ ‘‘2B’lerdeki kaçak imara tapu hakkı’’ diyor, başka bir şey demiyor... Bunların yanı sıra, başta Özelleştirme İdaresi ve TOKİ olmak üzere, ellerinde ‘‘devlete ait satılık gayrimenkul’’ bulunan kamu kurumlarına, kendi arsalarına kendi bildikleri gibi ve rantını arttırmaya dönük imar kuralı tanımlayarak pazarlama yetkileri tanıyan yasalar da ‘‘deprem ülkesi’’nin mevzuatında yerini alabildi... Hatta, her nasılsa ‘‘ceza yasası’’na konan ‘‘imar suçu’’nun bile ‘‘cezasının azaltılması’’ yönünde hazırlıklar var. Kimi kıyı belediyelerindeki bütün bunlardan cesaretle yaygınlaşan imar yolsuzlukları da yasal önlem almanın yerine, ‘‘yağma kararlarının Ankara’ya bağlanması’’ heveslerine adeta ‘‘bahane’’ ediliyor... Peki bu neden böyle? Yüzlerce yasa çıkartan hükümet ve Meclis’te, depreme karşı planlı ve sağlam yapılaşmayı sağlayacak yeni bir hukuk neden oluşturulmuyor? Bunun yanıtı da çok açık: Çünkü, depremde yıkım yaratan hemen tüm hatalı, yanlış ve eksik imar kararlarının temelinde, ülke ekonomisini de tutsak alan ‘‘arsa ve arazi rantlarını çoğaltma’’ hırsı var. İşte bu hırs, denebilir ki egemen siyasetin de damarlarına kadar işlemiş olduğundan, 17 Ağustos’un 7. yılında değişen bir şey yok... Deprem olduğunda ‘‘cenazelerin nasıl kaldırılacağı’’ konusundaki milyarlık bütçelerle yapılan hazırlıkların dışında... CUMHURİYET 07 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle