11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 AĞUSTOS 2006 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 İnme Ergun Öktem: ‘‘Siyami Ersek Hastanesi’nin bir istatistiğine göre 2002’de 11 bin, 2005’te 24 bin kalp hastası muayene edilmiş. Artış, hükümetinin vatandaşın yüreğine indirdiğini gösteriyor.’’ Ya ğ m u r E k i m Hükümet, Hilmi Özkök’e madalya takacakmış ‘‘Darısı bizim Ertuğrul’un da başına!’’ GEÇENLERDE TÜSİAD’ın eski başkanlarından işadamı Tuncay Özilhan Kuzey Irak için şöyle demişti: ‘‘Oraya önemli bir ihracat yapıyoruz. Kuzey Irak’ın toplam şişeleme hakkı bizde. Bunların içinde en sakin, problemsiz ve güvenliğin olduğu yer Kuzey Irak. Yerel bir ortakla başladık. Tahmin ediyorum, bir yıl sonra üretime geçeceğiz. Türkler orada çok aktif. Havaalanı yapılıyor Erbil’e. Türkler yapıyor. Satılan malın yüzde 85’i Türk malı. Orası Türkiye’nin bir kolu gibi. Türklerin Kuzey Irak’ta liderlik yapması lazım. Bunu Dışişleri’ne de söyledim. Hepsi de bizim girişimizi destekliyor. Türklerin aktif olmasını Ankara da istiyor. Önemli teşvikler var.’’ Ertuğrul Sevimbike ise şöyle diyor: ‘‘Sanki Kuzey Irak sıradan bir ülke ve bizim PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Lübnan’da ateşkes ilan edilmiş. Bombalanacak yer kalmadığı için mi! Gölge Naci Tataroğlu: ‘‘Fıkra bu ya gazeteciler Deniz Baykal’a ‘Günlük yürüyüşlerinizi sabahları doğuya doğru, öğleden sonra batıya doğru yapmanızın özel bir nedeni var mı’ diye sormuş. Baykal: Elbette var; olmaz olur mu! Ben, gölgemin bile benden önde olmasını istemem!’’ işadamlarımız da soğukkanlılıkla yatırım kararları verebiliyor. Neymiş; en sakin, problemsiz ve güvenliğin olduğu yer Kuzey Irak’mış. İşte büyük sermaye için sorun bu kadar basit. PKK saldırısı, mayınlarda ölen askerlerimiz, ülkemizin güvenliği, yeniden çizilen Ortadoğu haritaları ise sıradan olaylar. Oysa Irak tam bir iç savaşın içinde. Şiiler Sünniler birbirlerini boğazlarken Kürtler ABD çıkarları için işgali destekleyip Kerkük için planlar yaparken, Kuzey Irak sakin ve güvenliymiş. Ayrıca bizim Dışişleri de bu girişimleri destekliyormuş üstelik teşvikler de varmış. Demek oluyor ki Kuzey Irak’a askerimiz giremiyor ama büyük sermayemiz işadamlarımız Irak’ın kuzeyi rahatlıkla giriyor, yatırım bile yapıyor. Güneydoğu’da güvenlik nedeni ile yatırım yapmayan sermayemiz PKK’nin korunup kollandığı Kuzey Irak’ta yatırım yapabiliyor. Savaş, kan , gözyaşı, işgal hiçbir şey ifade etmez; çünkü her şey Amerikan Doları içindir; çünkü her yerde Amerika’nın çıkarları esastır. Türkiye Güneydoğu’da on binlerce insan kaybetmiş, terör her gün can alıyormuş, ülkemiz açıkça ABD ve İsrail tarafından tehdit ediliyormuş bunların hiçbir anlamı yoktur. Daha fazla dolar için her şey göze alınır! Peki, mayınların yok ettiği insanlarımızın katilleri, Barzani ve Talabani’nin koruması altında Kuzey Irak’ta yaşarken, büyük sermayemiz burada nasıl yatırım yapabilmektedir? Ve daha da önemlisi Dışişleri Bakanlığı bu bölge için hangi teşvikleri vermektedir?’’ Duyarlılıklar, Duyarsızlıklar Aydınlanma Devrimi’nin canlı tanığı olan kuşaklar, karşıdevrimci gelişmeler karşısında, bu süreç içinde doğan, yetişen, bunu ‘‘toplumsal bir olgu’’ olarak kabul eden genç insanlardan çok daha duyarlılar. Bunu, bana gelen okur mektuplarından da gözlemliyorum. ‘‘Devrim’’i yaşamayanlar, devrimin kazanımlarını hazır bulanlar, kendilerini içinde buldukları gelişmelerin karşıdevrimci niteliğini algılamakta zorlanıyorlar. ??? Değerli bir okurum, Sayın Orhan Erenler, geçen pazar günkü ‘‘Sözün Bittiği Yer’’ başlıklı yazımla ilgili olarak bir eposta göndermiş, yazısını kısaltarak sizlerle paylaşmak istiyorum: ‘‘Yaşım 76, 1954 yılından bu yana ‘Bu memleketin hali ne olacak’ diye hâlâ düşünüyorum. 1950 yılına kadar Türkiye’de, kültür ve eğitim alanında inanılmaz güzel aşamalar yaşandı. Çok iyi hatırlıyorum, 1950 yılına kadar İstanbul, İzmir ve Ankara’da bir tek başı kapalı veya çarşaflı genç bir kıza rastlanamazdı. Arka arkaya din anlayışına, eğitime ve kültüre indirilen kahredici darbeler, bize bu günleri hediye etti. Demokrat Parti’nin zaferinin akabinde ezan Arapçalaştırıldı. Ve irticai hareketlerin hiçbirine karşı tedbir alınmadı. 1953 yılında Köy Enstitüleri kapatılıp yerine imam hatip liseleri açıldı. 1954 yılında da Halk Evleri kapatıldı. Ben bir makine mühendisiyim ve Amerika’da uzun yıllar çalıştım. 1973 yılında Wayandat, Michigan’da bir projede çalışırken Kanadalı bir mühendisle iş icabı, tanıştım. Bir akşam yemeğe gittik. Bana, ‘Sizin bir köy okullarınız vardı, neden onları kapattınız’ diye sordu. Ben kendisine net bir cevap veremedim fakat, kendisine bunu nasıl bildiğini sordum. Bana aynen şunları söyledi: ‘Benim babam Kanada’da üst düzeyde bir eğitimci idi. Bu okulları tetkik etmek için iki kez, 1939 ve 1948’de, Türkiye’ye geldi. O zamanlar Kanada’da uzak köylerin hepsine okul yapmak ve bu okullara öğretmen temin etmek olanaksızdı. Biz de sizin yaptığınızı yaptık ve şu an her köyde en az bir ortaöğretim okulu var ve biz Kanada’nın bugünkü eğitim ve kültür seviyesinin üstün kalitesini bu okullara borçluyuz’ dedi ve hemen ilave etti, ‘Babamın bu okulları kapattığınızı duyduğu zamanki reaksiyonunu hiç unutamıyorum ve kendi kendine şunları söylüyordu: Insane, insane, insane this is horrible and eventually they shall pay for it (Çılgınlık, çılgınlık bu korkunç bir şey, herhalde bunun cezasını çekecekler).’ Evet, sözün bittiği yer, burası. Fırtına eken kasırga biçer.’’ ??? Değerli okurumunkine benzer sorularla ben de karşılaştım, yurtdışında yaşadığım yıllarda. O yıllarda Türkiye, dış dünyada bugünkünden çok daha fazla ciddiye alınan, çok daha fazla merak edilen, üzerinde çok daha fazla düşünülen bir ülkeydi. Başta Kurtuluş Savaşı olmak üzere bağımsızlık savaşımı veren ya da bağımsızlıklarına yeni kavuşan birçok ülkeye örnek gösteriliyordu. 1950 yılında başlayan karşıdevrim sürecinde Türkiye, Kurtuluş ve Aydınlanma Devrimi’nin kazanımlarını birbiri ardınca yitirerek sıradanlaştı, kendisini örnek alan birçok ülkenin gerisine düştü. Artık öyle bir noktaya geldik ki, Cumhuriyetin kuruluşundan 83 yıl sonra insanlar, ülkeyi bir ahtapotun kolları gibi saran, kendileri gibi düşünmeyenlerin yaşam alanlarını giderek daraltan siyasal ve dinsel gericiliğin yaptırımlarından, dayatmalarından kendilerini nasıl koruyabileceklerinin telaşı içindeler. Fakat duyarsız bir kesim var ki, vur patlasın çal oynasın bir hayatın tantanası içinde, neler olup bittiğinin farkında bile değil; başka bir kesim var ki, bizim ‘‘karşıdevrim’’ olarak tanımladığımız gelişmeleri ‘‘doğal toplumsal olgular’’ olarak değerlendiriyor, hatta demokrasi adına bu gelişmelere daha fazla yer açılmasını vazediyor. Üstelik de bunu ‘‘solculuk’’ adına yapıyor. Sınıf savaşımı kavramını belleğinden silmiş olan bu ‘‘tuhaf sol’’un en yakın şakşakçıları da sonradan olmasonradan görme ‘‘liberaller’’, tencere yuvarlanıp kapağını buluyor. Ülkemiz adına, hepimiz adına ne hazin bir durum. (eposta: dkavukcuoglu?superonline.com) SESSİZ SEDASIZ (!) Eski solcuların solda yeni arayışları SOLDAN liberalizme çark edenlerin ısrarla kendilerini solcu olarak tanımlamaktan vazgeçmediğini ve solda ‘‘yeni arayışlar’’ içinde dolanıp durduklarını söylüyor Ayşe Meral: ‘‘Programını bir türlü açıklayamadıkları programsız parti girişimlerine dışardan model aradılar. İtalya’nın ‘zeytin dalı’ modelini bir süre köşelerine taşıdılar, ama tutmadığı için üzerinde durmadılar. Latin Amerika ülkelerinde peş peşe sol iktidarların başa gelmesiyle ‘İşte sol Latin Amerika’da başardı, bizde neden olmuyor’ söylemleriyle Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Denizcilere Uzak yol gemi kaptanı Meriç Kurtulan, ‘‘www.merickurtulan. com’’ adresinden profesyonel ve amatör denizcilere ücretsiz hizmet veriyor. oyalandılar. Latin Amerika’daki sol iktidarları, kendi ‘neo sol’ anlayışları üzerine oturtmaya çalıştılar. Tabii bir türlü oturtamadılar. Venezüella’da Chavez’in ABD karşısındaki dik duruşu, ABD üslerini kovması, yabancıların eline geçen ülke kaynaklarını millileştirmesi, yani antiemperyalist tavrının diğer Latin Amerika ülkelerinde de ulusalcı rüzgârlar estirmesi üzerine, hemen Latin Amerika’yı köşelerinden sildiler. İthal solcuların, şimdi yeni modelleri İspanya ve Devlet Başkanı Zapatero. Bir süre de bununla oyalansınlar bakalım.’’ Gözden düşüm, kalbim kırıldı... ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr İstanbul’da ‘İmar Kültürü’ Ağustos sıcağının İstanbul gündemi ‘‘imar kültürü’’ndeki yozlaşmayı da yansıtıyor... İşte geçen haftanın konularından bazıları: SEVDA TEPESİ: Tarihsel ve doğal peyzajın ‘‘birlikte’’ korunabilmesi için, denize bakan (öngörünüm) tüm ‘‘koru’’lara yapı yasağı getiren ‘‘Boğaziçi Yasası’’ ile ‘‘SİT kararları’’, Kral henüz ‘‘Prens’’ken, tapusunu aldığında da geçerliydi... Bu nedenle 1984’te ödediği milyon dolarların ‘‘imar güvencesi’’(!) de ‘‘yasaların değiştirilmesi’’ydi... Nitekim 1985’te İmar Yasası’na madde eklenerek Boğaziçi koruları imara açıldıysa da Anayasa Mahkemesi iptal etti. Böylece öngörünümün bahçeleri ‘‘anayasal koruma’’ya kavuşmuş oldu... Şimdi, bu gerçek bilindiği halde, ‘‘Kral’a jest’’ için Sevda Tepesi’ne imar izni istenmesi ne kadar onur kırıcı ise medyanın da konuyu ‘‘imar sorunu’’ şeklinde yansıtması aynı oranda ‘‘aymazlık’’ değil mi? Çünkü, ‘‘ulusal gurur’’a değer veren hiçbir devlet, ‘‘anayasasını hiçe sayarak’’ kimseye imar ayrıcalığı sağlamaz. Hiç kimse de kentin tarihsel kimliğini ‘‘jest’’ İşte böylesi basit ama ‘‘yaşamsal’’ bir kural, yerel yönetim bütçesi 60 ülkeden daha fazla olan İstanbul’da unutuluyorsa; adına ne denebilir ki? MERKEZ BANKASI: İmar haritalarında altyapısı görünmeyen İstanbul’daki ‘‘ayrıcalıklı’’ izinlerle yükselen ‘‘sonradan görme’’ gökdelenlere, şimdi de ‘‘Merkez Bankası’’ kuleleri eklenecek... ‘‘Devletin bankası’’nı başkentimizden ‘‘finansın başkenti’’ne taşımak için henüz ‘‘yasada değişiklik’’ bile yapılmamış olmasına rağmen, Levent’teki arsa için ‘‘proje’’ler hazırmış... Oysa imar hukukumuz ve mimarlık kuralları, bir arsada önce yasal yapılaşma kararlarının kesinleştirilmesini; projelerin de buna göre düzenlenmesini öngörüyor. Ne var ki hiç kimse Merkez Bankası’nın İstanbul’daki arsasına yasal kararlar ‘‘olmadan’’ gökdelen tasarlanmasını sorgulamıyor. Dahası, Ankara’da ‘‘maket’’i de bulunan ve ‘‘ünlü mimar’’larımızın imzasını taşıyan 36 katlı kule projelerine şimdiden ‘‘övgü’’ler düzülüyor... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN Bu kulelere Merkez Bankası da eklenecek... için gözden çıkartmayı önermez... Medyanın ‘‘imar sorunu’’ dediği durum ise Sevda Tepesi için geçerli değil; çünkü bu tür alanlarda imar zaten ‘‘yok’’ ki sorunu da olsun Kaldı ki Boğaziçi Yasası özetle şunu da öngörüyor; ‘‘Boğaz köprüleri gelirinin yüzde 2’siyle özel koruluklar kamulaştırılarak ‘halka açık mesire yerleri’ yapılmalı’’ Büyükşehir Belediyesi’nin bu yasal görevi akla bile gelmiyor!.. METRODA ‘DELİK’!: Yine geçen hafta, Mecidiyeköy’deki bir inşaat hazırlığında İstanbul Metrosu’nun damı delindi. O sırada geçen tren de delikten sarkan sondaj borusuna çarparak hasar gördü Adlarına ‘‘yetkili’’ denen, ancak, bu gibi ‘‘kaza’’ların ardından verdikleri demeçlerle hep ‘‘sorumsuz’’ oldukları anlaşılanlar dediler ki; ‘‘Büyük bir felaket olabilirdi; yüzlerce kişi ölebilirdi’’ Oysa çağdaş kentleri yöneten yetkililerin, öncelikle yapmaları gereken; yerin altındaki tüm altyapı tesislerini harita ve imar planlarına işletmek. Böylece, yerüstündeki her türlü uygulamada ‘‘alt’’ın durumunu gözetmeyi sağlamak... BOĞAZDA GÜRÜLTÜ: ArnavutköyOrtaköy ‘‘kıyı’’sındaki ünlü eğlence merkezlerine ‘‘gürültü sınırı’’nı aştıkları için verilen ‘‘kapatma’’ cezaları hâlâ tartışılıyor. En çok konuşulan ise bunun aslında ‘‘dinci’’ siyasetin ‘‘siyasal’’ tavrı olması... İktidarın söylemi ve bu gibi konulardaki ‘‘öncelik’’leri, böyle bir kanıyı yaratsa bile, asıl sorgulanması gereken ‘‘kıyıdaki yasadışı yapılaşma’’ değil midir? Konuyu yazıp çizenler, bir de ‘‘imar ve kıyı kanunları’’na baksalardı; oralarda, ‘‘volüm özgürlüğü’’ yerine ‘‘halkın denizden yararlanma özgürlüğü’’nün geçerli olduğunu görürlerdi... Ne var ki iktidar da bunu önemsemediğinden olacak, yasal işlemciler sadece ‘‘gürültü mevzuatı’’na sarılmışlar... Evet... İstanbul’daki egemen ‘‘imar kültürü’’nün geçen haftaki konuları böyle... Bu örnekler bile, sorunun sadece ‘‘port’’lar olmadığını; asıl tartışılması gerekenin ‘‘kent ve uygarlık bilinci’’ndeki ‘‘yozlaşma’’ olduğunu göstermiyor mu? ekinci?cumhuriyet.com.tr OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 16 Ağustos www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Şamanların ayin sırasında 1 ruhları çağır 2 mak için çal 3 dıkları davul... Bir cet 4 vel türü. 2/ 5 Tarlalarda se 6 le karşı taştan 7 yapılmış set... İçerisine çe 8 şitli katıklar 9 konularak ha1 2 3 4 5 6 7 8 9 zırlanan kokulu bir A çörek. 3/ ‘‘Tüysüz 1 M Ü Ş K Ü L E S E D İ R şeftali’’ de denilen 2 U L A Y A Ğ I meyve. 4/ En tiz er 3 R Ü Y A T İ kek sesi. 5/ Ürenin 4 A Ş A M A K A D I N E kanda birikmesi so 5 K N A R D İ N nucu ortaya çıkan 6 K A A K A hastalık... Halk di 7 A L K O V linde ‘‘abla’’ anla 8 P E S E N T Y mında kullanılan 9 H U Ş T E A T İ sözcük. 6/ Bir nota... İri yarı, güçlü kuvvetli ve erkeksi kadın. 7/ Kısa boylu... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 8/ Olağanüstü çekiciliği olan liderlerin kendisine ve kişiliğine, yandaşlarınca yakıştırılan büyüleyici güç ve yetenek. 9/ İtici neden, güdü... Iskarta mal. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ İzmir’in Tire ve Ödemiş ilçelerine özgü bir tür pide... İlgi eki. 2/ Yapay reçine verniği ve tutkalı üretiminde kullanılan billursu toz... Fas’ın başkenti. 3/ Espri... Nazilerin politikasında Germen ırkından kimselere yakıştırılan ad. 4/ Sürüp gitme, uzama. 5/ Başlıca üyesi Fransız yazar Jules Romains olan ve toplumun ortak bilincini dile getirmeyi amaçlayan edebiyat akımı. 6/ Bir tür deniz taşımacılığı... Reçine. 7/ İzmir’in bir ilçesi... Utanç duyma. 8/ Gizli yer, köşe bucak... İşlenmemiş, ekilmemiş toprak. 9/ Aracı... Yumuşak hasır şapka. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle