13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 MART 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Din devletine son veren ve Türk Aydınlanması’nın başlangıcı olan Üç Devrim Yasası 3 Mart 1924’te kabul edildi Laik Cumhuriyetin temeli atıldı tatürk’ün kurduğu Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin çerçevesini çizen, temellerini oluşturan üç önemli devrim yasası 3 Mart 1924’te kabul edildi. Bugün bu önemli yasaların Meclis’te kabul edilişlerinin 82. yıldönümünü kutluyoruz. Bu yazı dizimizde hem bu devrim yasalarının içeriklerini, hem de nasıl kabul edildiklerini inceleyeceğiz. Bu nedenle, öncelikle kısa bir özet vermekte yarar var... 9 Eylül 1922’de, TBMM orduları zafer kazanıp İzmir’e girince, İstanbul’daki padişah Vahdettin şaşkına dönmüştü. Padişaha bağlı hükümet, zaferin komutanı Mustafa Kemal’i kutlamak istedi ve hatta bu konuda bir karar aldı. Ne yazık ki Osmanlı Devleti’nin son padişahı Vahdettin, Mustafa Kemal’i kutlamayı reddetti. (T. Özakman, Atatürk, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Kronolojisi, Bilgi, s. 183) A 2 9 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet, içi dolmamış bir resim çerçevesi olarak betimlenebilir. Çünkü bu cumhuriyetin nitelikleri henüz belirtilmemişti. Bu cumhuriyet nasıl bir cumhuriyet olacaktı? Bir İslam Cumhuriyeti mi, yoksa laik bir cumhuriyet mi? Bunun için 4 ay kadar daha beklemek gerekecekti. Genç Cumhuriyetin laik nitelikleri 3 Mart 1924’te kabul edilen Üç Devrim Yasası ile belirginleşmiştir. Saltanat ve hilafetten devrimlere Prof. Dr. METİN KALE Osmangazi Üniv. Tıp Fakültesi lusal Kurtuluş Savaşı’nın zaferle tamamlanmasından sonra saltanatın ve hilafetin kaldırılmasına yol açacak bir dizi olay meydana gelmiştir. Temel sorun, barış konferansında ülkeyi kimin temsil edeceğiydi. Sadrazam Tevfik Paşa, Mustafa Kemal’e yazdığı mektupta ‘‘zaferin İstanbulAnkara arasındaki anlaşmazlığı ve ikiliği ortadan kaldırmış olduğunu’’ ileri sürüyor ve Lozan’a birlikte gidilmesini arzu ediyordu. Mustafa Kemal buna ‘‘Türkiye Devleti yalnız ve ancak TBMM Hükümeti tarafından temsil edilir’’ şeklinde cevap verdi. Bu sıralarda Meclis’teki muhalifler Mustafa Kemal’in saltanatı kaldıracağı yolunda telaşlı ve heyecanlı bir propagandanın içindeyken bir gün Rauf Bey, Mustafa Kemal’in Meclis’teki odasına gelerek kendisiyle bazı önemli konuları, akşam Keçiören’de Refet Paşa’nın evinde Ali Fuat Paşa ile beraber daha ayrıntılı konuşmak istediklerini söyler. Görüşmede Rauf Bey, ‘‘Meclis saltanat makamının belki de hilafetin ortadan kaldırılması görüşünün benimsenmiş olduğu endişesiyle üzgündür. Sizden ve sizin ilerde benimseyeceğiniz tutumdan şüphe etmektedir. Bu bakımdan Meclis’i ve kamuoyunu aydınlatmanız ve güven vermeniz gerektiğine inanıyorum’’ diyerek sözlerine başlar. V AHDETTİN’İN YERİNE ABDÜLMECİT U 11 Ekim 1922’de, Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı. Bu arada, İstanbul’daki hükümetin başı Tevfik Paşa, Mustafa Kemal’e, yakında toplanacak olan ‘‘Barış Konferansı’na birlikte gidilmesinin uygun olacağını’’ bildiren bir telgraf gönderdi. Sanki 3 yıldır, bütün sıkıntılara göğüs geren TBMM değilmiş, bağımsızlık savaşını yürüten TBMM değilmiş gibi... Sadrazam Tevfik Paşa’nın bu tutumu Mustafa Kemal’i ve Ankara’daki Kuvayı Milliyecileri çileden çıkarmıştı. Mustafa Kemal hemen Tevfik Paşa’ya yanıt verdi: ‘‘Barış Konferansı’nda Türkiye’yi ancak TBMM Hükümeti temsil edebilir.’’ (18 Ekim 1922) Bu gelişmeler sürerken toplanan TBMM, saltanatın kaldırılmasına karar verdi. TBMM’deki görüşmeler sırasında özellikle din bilginleri Vahdettin aleyhine çok ağır sözler söylediler (1 Kasım 1922). Sonunda tahtından olan Vahdettin, resmi bir yazı ile başvurarak İngilizlere sığındı ve yurtdışına kaçtı (19 Kasım 1922). Bunun üzerine TBMM Vahdettin’i halifelikten düşürdü ve Abdülmecit halife seçildi. 1923 yılına girildiğinde, bir yandan Lozan Konferansı ve görüşmeleri sürüyor, bir yandan da seçimler yapılarak TBMM yenileniyordu. II. TBMM 11 Ağustos 1923’te göreve başladı, 29 Ekim 1923’te de Cumhuriyet ilan edildi. VE PADİŞAH ‘H ALİFE OLMAYACAĞIM’ Mustafa Kemal de Rauf Bey’e bu konuda ne düşündüğünü sorması üzerine ‘‘Ben saltanat ve hilafet makamına vicdanımla ve duygularımla bağlıyım. Çünkü benim babam, padişahın ekmeğiyle ve nimetiyle yetişmiştir. Benim de kanımda o nimetin zerreleri vardır. Ben nankör değilim ve olmam. Padişaha bağlılık borcumdur. Halifeye bağlılığım ise terbiyem gereğidir. Bizde ulusu ve kamuoyunu tutmak zordur. Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışmış bir makam sağlayabilir. Bu makamı ortadan kaldırıp onun yerine başka nitelikte bir makam getirmeye çalışmak felakete ve büyük acılara yol açar. Bu da asla doğru olmaz’’ der. Refet Paşa da Rauf Bey gibi düşündüğünü belirtir, Ali Fuat Paşa ise Moskova Büyükelçiliği’nden yeni döndüğü için bu konuda kesin bir düşünceye sahip olmadığını ileri sürer. Mustafa Kemal ise ‘‘Sorun bugünün işi değildir, telaş ve heyecana gerek yoktur. Ben ne halife olmak niyetindeyim ne de padişah. Gerektiğinde bunu Meclis’te ifade ederim. Bence Meclis’in asıl uğraş konusu, Barış Konferansı’nda Türkiye’yi kimin temsil edeceği olmalıdır. Vatanı işgalden kurtarmış Ankara mı, yoksa Sevr Anlaşması’nı imzalamış olan İstanbul hükümeti mi?’’ diyerek sözlerine son verir. 3 DEVRİM YASALARI 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet, içi dolmamış bir resim çerçevesi olarak betimlenebilir. Çünkü bu cumhuriyet’in nitelikleri henüz belirtilmemişti. Bu cumhuriyet nasıl bir cumhuriyet olacaktı? Bir İslam cumhuriyeti mi, yoksa laik bir cumhuriyet mi? Çünkü İstanbul’da bir halife vardı ve halife yandaşları güçlü bir biçimde çalışıyor ve halifeyi devlet başkanı yapmak istiyorlardı. Bunun için 4 ay kadar daha beklemek gerekecekti. Genç Cumhuriyet’in laik nitelikleri 3 Mart 1924’te kabul edilen Üç Devrim Yasası ile belirginleşmiştir. 3 Mart 1924’teki devrim yasalarına gelmeden önce neler olup bitti, buna da bakmamız gerekiyor. BASINI İSTANBUL CUMHURİYET’E KARŞI ÇIKIYOR 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilan edilmesinden hemen on gün sonra Cumhuriyet rejimine karşı tavır almaya başladılar. Cumhuriyet’in ilanını beğenmeyip hemen eleştiriye geçen gazetelerin başında Tanin, Tevhidi Efkâr ve Vatan gazeteleri yer almıştı. Bunların başyazarları Hüseyin Cahit Yalçın, Velit Ebüzziya ve Ahmet Emin Yalman’ın eleştirileri, Cumhuriyetin ülkemizin sorunlarını hemen çözecek bir büyülü değnek olmadığı biçiminde ve Cumhuriyet ilanı kararının çok aceleye getirildiği yönündeydi. Mustafa Kemal’in cumhurbaşkanı seçilmesine ve Halifelik makamının dışlanmasına karşı olanlar birleşiyorlardı. Bu gazetelerle eski mücadele arkadaşları Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Refet Bele ilgileniyorlar; Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti ilan etmesini kişisel ya da grup egemenliğine giden yol olarak değerlendiriyorlardı. Atütürk, hilafetin kaldırılış nedenlerini Söylev’inde geniş olarak açıkladı. Abdülmecit sınırı aşıyor Kaçan Vahdettin’in yerine seçilen son halife, İstanbul basınının desteğiyle adeta kendisini bütün İslam âlemininin başı sayarak Ankara’ya yön vermeye çalışıyordu. ‘KAFALARIMIZ UYMUYOR’ Mustafa Kemal o anda Afyon’un geri alındığı gece Halide Edip’e gülerek verdiği cevabı anımsar. O gece ‘‘Artık nihayet biraz istirahat edersiniz Paşam’’ diyen Halide Edip’e şu cevabı vermişti: ‘‘İstirahat mi? İstirahat ha... Hele İzmir’i kurtaralım, korkarım ondan sonra birbirimizi yiyeceğiz Hanımefendi. Kafalarımız uymuyor!’’ Bundan o kadar emindi ki, Rauf Bey ve arkadaşlarının amacı, zaferden sonra eski düzene dönmekti. Oysa Mustafa Kemal, ‘‘İhtilalden de vasi (geniş) tahavvülleri (değişme) içeren, muazzam bir inkılap (devrim)’’ düşünüyordu. Mustafa Kemal, Lozan Konferansı’na İstanbul’un da davet edilmesinin söz konusu olduğu günlerde Rauf Bey’i Meclis’teki odasına davet eder, eski düşüncelerini hiç bilmiyormuş gibi davranarak kendisine ‘‘Hilafet ve saltanatı birbirinden ayırarak saltanatı kaldıracağız. Bunun doğru olduğu konusunda kürsüden bir konuşma yapacaksınız’’ ricasında bulunur. Meclis’teki konuşmasını bitirirken Rauf Bey, saltanatın kaldırıldığı günün bayram olarak kabul edilmesini bile teklif edecektir. İşte saltanatın kaldırılmasının bir nedeni, Barış Konferansı’ndaki temsil krizi olayı ise esas nedeni dünya savaşının otoriter monarşileri ve hanedanları ortadan kaldıran bir depreme dönüşmüş olmasıdır denilebilir. Rusya’da Romanof’lar, AvusturyaMacarisatan’da Habsburg’lar, Almanya’da Hohenzollern’ler çökmüşlerdi. Türk ulusu da İstanbul monarşisi ile değil, ona rağmen ve kendi eliyle kurtuluşunu gerçekleştirmişti. Anadolu’daki ulusal eylemin devrime dönüşmesinde büyük bir engel oluşturan saltanatın aşılmasıyla Atatürk devriminin ilk büyük adımı atılmış oluyordu. H MUSTAFA KEMAL’İN AÇIKLAMASI Oysa 29 Eylül 1923’te Mustafa Kemal Neue Freie Presse gazetesine verdiği bir açıklamada, Türk tarihi boyunca halifelik sorununu şöyle değerlendirmişti. ‘‘Tarihimizin en mesut devresi, hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamandır... Araplar Bağdat’ta bir hilafet tesis ettiler, fakat Kurtuba’da bir hilafet daha vücuda getirdiler. Ne Acemler, Afganlar, ne Afrika Müslümanları İstanbul Halifesi’ni tanımadılar. Bütün İslam milletleri üzerinde ulvi vazife ifa eden (gören) yegâne Halife fikri, gerçeklerden değil, kitaplardan çıkmış bir fikirdir. Halife hiçbir zaman Roma’daki Papa’nın Katolikler üzerindeki kuvvet ve iktidarını gösterememiştir.’’ (Ş. Turan, Atatürk, Bilgi, s. 403.) alife seçildikten sonra kullanacağı unvanları ve nasıl davranacağı hakkında, İstanbul’da bulunan General Refet Bele aracılığı ile Abdülmecit’e bildirmişti. Abdülmecit, sadece Halifei Müslimin (Müslümanların Halifesi) sanını kullanmalı, buna başka şeyler eklenmemeliydi. TBMM kararı ve Mustafa Kemal’in bu açıklamalarına karşın, Halife seçilen Abdülmecit, Refet Bele’ye Hadimü’lHarameyn (Mekke ve Medine’ye hizmet eden) sanını kullanmak istediğini, cuma selamlıklarında da Fatih Sultan Mehmet’in kullandığı biçimde bir sarık takmasının yerinde olacağını bildirmişti. (Ş. Turan, a.g.e. s. 404) sı ve halifelik yetkilerinin burada saptanması yolundaki istek ve yayınlara da değinen Abdülmecit, ‘‘bu gibi şeylerin ileride dikkate alınacağını’’ açıklıyordu. Abdülmecit, adeta kendisini bütün İslam âleminin başı sayarak Ankara’ya yön vermeye çalışıyordu. RAHATSIZ ABDÜLMECİT’İN EDEN UYGULAMALARI İstanbul basınında kendi lehine çıkan yazılarla Afyon Milletvekili Şükrü Hoca ve İskilipli Atıf Hoca’nın halifelik lehine yayımladıkları broşürler, ‘‘Halife Meclis’in, Meclis Halife’nin’’ sloganının işlenmesi sürüp gidiyordu. Padişah ve ‘‘Halife’’ diye iki ayrı san yerine, her ikisini kapsayacak bir biçimde Halife diye anılması isteniyordu. Bu yayınlardan güç olan Halife Abdülmecit, Cumhuriyet’in ilanını kutlamak amacıyla 29 Ekim 1923’te Mustafa Kemal’e bir telgraf gönderdi. Bu telgraf Ankara’da Hâkimiyeti Milliye’de yayımlandı. Bu telgrafta Abdülmecit büyük değişikliği görmezden geliyor, Cumhuriyeti adeta ‘‘yenilenen bir hükümet biçimi’’ olarak değerlendiriyordu. Asıl önemlisi, Abdülmecit hiç gereği olmadığı halde kendisinin padişahın oğlu olduğunu vurgulamak için imzasını, ‘‘Padişah Abdülaziz oğlu Abdülmecit’’ diye atmıştı. Abdülmecit, Müslümanların Halifesi (Halifei Müslimin) sanı ile yetinmiyor, buna Allah’ın gölgesi (Zillullah) ve Peygamberin Vekili (Hazreti Vekâletpenahi) gibi sanlar ve nitelemeler kullanıyordu. Bunlar yetmiyormuş gibi, görkemli cuma namazları, cuma selamlıkları düzenliyor, İstanbul’daki yabancı devlet temsilcilikleriyle ilişkiler kuruyordu. (Şerafettin Turan, Devrim Tarihi, 3. Kitap, Bilgi, 1995, s. 54) BARDAĞI TAŞIRAN ZİYARET Bu arada Lütfi Fikri Bey de Tanin’de halifelik lehine şiddetli yazılar yazıyordu. Halifeliğin devamını isteyen bu yazıların amacı şöyle özetlenebilir: ‘‘Asıl amaç, ulusal egemenliktir. Türk ulusu ulusal egemenliği elde etti. Cumhuriyetin ilanı gereksizdir ve yanlıştır. Türkiye için en doğru yönetim, Cumhuriyet ilan etmeyip, Devlet Başkanlığına Halife sanıyla Osmanoğulları soyundan birini bulundurmaktır ve Meşrutiyet yönetimidir.’’ (Söylev, Cumhuriyet Kitapları, s. 385) İşte bu gelişmelerin ortasında, gazetelere açıklamalar yapan Rauf Orbay’ın İstanbul’da Halifeyi ziyaret etmesi bardağı taşırdı. HALİFE DİKLENİYOR Cumhuriyetin ilanından (29 Ekim 1923) on gün sonra Halife Abdülmecit, İstanbul gazetelerine gönderdiği bir açıklamada ‘‘yasal yoldan halife seçildiğini, bunun İslam dünyasında sevinçle karşılandığını, oralardan binlerce mektup ve telgraf aldığını, kendisine heyetler gönderildiğini’’ bildiriyor ve ‘‘kendisinin istifa edeceğini’’ yalanlıyordu. İstifanın iyiliğe kötülükle karşılık vermek (nimete küfran) olacağını, ancak tüm İslam âleminden kendi kişiliğine bir itiraz olursa çekileceğini açıklıyordu. Bütün İslam ülkeleri temsilcilerinin katılacakları bir Halifelik Kongresi toplanma SÜRECEK SÜRECEK CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle