12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 MART 2006 CUMA 4 HABERLER Yargıtay, Abdi İpekçi cinayeti ve gasp suçlarından alınan cezaların birleştirilmesini kabul etmedi DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Monsieur X Bir Kişi Değil Bir Prototiptir Olay, dostum Özdemir İnce’nin bir yazısı üzerine patlak verdi. İnce, Paris’te bulunduğu sırada, o günlerde Fransız Pen Kulübü’nün Başkanı (ünlü sinemacı, ülkemizde de çok tanınan Bertrand Tavernier ’nin de babası) olan merhum Rene Tavernier ile aralarında geçen bir konuşmayı naklediyordu. Tavernier bir Türk yazarı olan Monsieur X’in nerede olduğunu soruyor, Özdemir de, Şu anda İstanbul’da diyor. Fransız Pen Kulübü’nün şair başkanı bu yanıt üzerine çok bozuluyor, ve İnce’den bunu kimseye söylememesini rica ediyor. Önce bu isteğe pek anlam veremeyen şair gazeteci dostum, sonradan olayı kavrıyor. Bay X meğer Fransız Pen Kulübü’nün, sürgündeki yazarlara verdiği ödülü kazanmıştır o yıl. Monsieur Tavernier sürgün olduğunu sandığı yazarın elini kolunu sallaya sallaya Türkiye’ye girip çıktığını öğrenince, (yazılarının gazeteler, kitaplarının da yayınevleri tarafından yayımlandığını da henüz bilmiyor) çok bozulmuş, aldatılmışlık duygusu içine düşmüş, bu acı gerçeği başkalarının da öğrenmemesi için Özdemir İnce’den gerçeği açıklamamasını istemiştir. ??? Yazıyı okuyunca, hiç şaşırmadım, hatta söz konusu Monsieur X in kim olduğunu bile tahmin ettim. Özdemir İnce’nin yazısının yayımlandığının ertesi günü, Bay X, Hürriyet gazetesine bir açıklama yaparak, Monsieur X benim, dedi. Doğrusu hiç de rahatsız, tedirgin görünmüyor, olayı doğalmış gibi açıklıyordu. Sonra da, kendisini sürgün etmiş bir yazar olduğunu söyledi.. ardından da, Fransız Kültür Bakanlığı’ndan şövalye nişanı olduğunu belirtti. Doğrusu bu nişan açıklamasına da, Özdemir İnce’ye sürgün sözcüğü ile ilgili açıklamasına da pek bir anlam veremedim. Gerçekten de Fransızlar’ın exile sözcüğü ile ifade ettikleri sürgünlükle hiçbir ilgisi olmayan bu kişinin ne açıklamaları durumu haklı göstermeye yetiyordu, ne de aldığı nişan... İster Fransız Kültür Bakanlığı tarafından verilsin, ister Fransız Cumhurbaşkanı tarafından, bu nişanlar, bir insanın kendi ülkesi ile ilgili yalan yanlış beyanlarla, kendisini olmadığı durumda göstermesini hiçbir biçimde haklı kılmamaktadır. Monsieur X tartışması daha da süreceğe benziyor. Belki tarafların dışında kişiler de kendi görüşlerini açıklayacaklar, yeni yeni Monsieur X lerden söz edeceklerdir. ??? Biliyorum, şimdi çoğunluğunuz Bay X’in kim olduğunu merak edeceksiniz. Ama ben burada onun adını yazmayacağım. Çünkü Bay X hem bir kişidir, hem de değildir. Daha doğrusu Bay X bir prototiptir, Bay X’ler, Bay X olmaktan çok Monsieur X olmayı severler ve sayıları sanıldığından daha fazladır. Gittikleri ülkede, aşağılık kompleksine kapılmış olabilirler, ikide bir ‘‘Adamlar yapıyorlar abi!’’ veya ‘‘Biz adam olmayız abi’’ tekerlemelerine sarılarak kendini aşağı gören bir tutumun izleyicisi olurlar. Ülke sınırları içinde yaşarken başlarına gelecekten çekinerek eleştirmedikleri memleketlerini dışarıda özgürce, bire bin katarak yerin dibine sokarlar. Gittikleri ülkede, kendi özgün yetenekleriyle tutunamadıklarından, kendilerini mazlum kurbanlar olarak takdim ederler. Yurtdışında çok Monsieur X gördüm, ellerini kollarını sallayarak gezebildikleri halde kendilerini sürgün olarak takdim eden... Kimileri ülkeye döndüklerinde öldürüleceklerini söylerler, kimileri kitaplarını bastırmak için bir iki yıllık hapisliklerini korkunç işkence öyküleriyle süslerler. Hepsinin adları soyadları değişik olmakla birlikte, kimlikleri aynıdır. Monsieur X bir kişi değil, bir prototiptir. Orada kurban rolünü oynarlar, burada ise kahraman... Bu yaptıklarından hiç utanıp sıkılmazlar, çünkü aynaları siyahtır onların... Ağca 2010’ da bırakılacak ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yargıtay 1. Ceza Dairesi, Mehmet Ali Ağca’ya gazeteci Abdi İpekçi cinayeti ve 2 ayrı gasp suçundan verilen cezaların birleştirilmesine ilişkin Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2004’te verdiği kararı bozdu. Yargıtay’ın bu kararı, Kartal Başsavcılığı’nın Ağca’nın 18 Ocak 2010’da tahliye edileceğine ilişkin hesaplamasıyla örtüştü. Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nce 8 Kasım 2004’te verilen ve resen temyize tabi olan içtima kararının temyizi tamamlandı. Yargıtay 1. Ceza Dairesi, söz konusu kararı oybirliğiyle bozdu. Dairenin kararında, Ağca’nın İpekçi cinayetinden aldığı ölüm cezasının 2002’de 4771 sayılı yasa uyarınca müebbet ağır hapis cezasına dönüştürüldüğü, gasp suçundan toplam 36 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldığı anımsatıldı. Kararda, bu cezaların, temyize konu Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla her biri 9 ay süreli toplam 18 ayı geceli gündüzlü hücrede çekilmek üzere müebbet ağır hapis olarak çektirilmesine hükmedildiği belirtildi. ‘Papa suikastının mimarı SSCB’ Dış Haberler Servisi İtalyan parlamenter komisyonu, dağılan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni (SSCB), Mehmet Ali Ağca’nın 13 Mayıs 1981’de Papa 2. Jean Paul’e yönelik suikastın mimarı olmakla suçladı. Eski Doğu Bloku ülkeleri gizli servislerinin İtalya’daki etkinlik ve işbirlikçilerini araştırmak amacıyla oluşturulan komisyonun Papa suikastına ilişkin raporunda, SSCB tarafından planlanan eylemde, Bulgaristan ve Doğu Almanya’nın gizli servislerinin de sorumluluk üstlendiği öne sürüldü. Paolo Guzzanti başkanlığındaki komisyon Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun, 2004’te 3713, 4616 ve 4771 sayılı yasaların her birinin uygulanması olanağı bulunan olaylarda, ‘‘karma uygulama yasağı’’ dikkate alınarak lehteki yasayı belirleyebilmek için bu yasalarda yer alan infaz hükümleri karşılaştırılarak daha az süreyle özgürlüğün kısıtlanmasını gerektiren yasanın lehe olduğunu kabul ettiği anımsatılan kararda, bu yasanın uygulantarafından önceki gün parlamentoya sunulan raporda, suikast girişimi sırasında, Roma’da Bulgar Hava Yolları istasyon şefi olarak görev yapan Sergey Antonov’un da Aziz Petrus Meydanı’nda olduğunun ortaya çıktığı iddiasına yer verildi. SSCB’nin rolü konusunda, ‘‘Suikast, Sovyet askeri yetkililerinin emriyle planlanmış olup, Politbüro Genel Sekreteri tarafından da bu konuda GRU’ya talimat verilmiştir’’ denilen raporda, Bulgaristan’ın eylemin taşeronluğunu, Doğu Almanya’nın ise olay sonrasında hedef şaşırtma işini üstlendiği görüşü savunuldu. süreli hürriyeti bağlayıcı cezalarının 765 sayılı TCY’nin 73. maddesi uyarınca toplam 18 ay geceli gündüzlü hücrede çektirilmesine karar verilerek karma uygulama yasağı gereği, aynı yasanın tüm hükümleriyle birlikte uygulanarak 1/ Ab maddesinde ifade edilen koşullara göre çektirilmesi, dolayısıyla hükümlünün özgürlüğünün daha uzun süreli kısıtlanması sonucunu doğuracak Üsküdar 2. Ağır Ce ması ve önleyici hüküm kurulmasının yerinde olmadığı vurgulandı. Kararda, bu ilkeler ışığında somut olay şöyle değerlendirildi: ‘‘Hükümlünün, 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası’nın geçici 1. maddesi gereğince 10 yıl olarak infaz edilecek ölüm cezasının, 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 1/A maddesine göre müebbet hapse dönüştürülerek 36 yıl za Mahkemesi’nin 8 Kasım 2004 tarihli ve içtima kararı yerinde olmadığından bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.’’ Kararda, 1. Ceza Dairesi’nin Ağca’nın tahliyesinin ardından yazılı emir yoluyla yaptığı incelemede, Ağca hakkında verilen ölüm cezasının 3713 sayılı yasaya göre lehte olan koşullu salıverilme hükümleri dikkate alınarak çektirilmesi gerektiğinin vurgulandığı kaydedildi. Hükümlünün ölüm cezasıyla birleştirilmesi olanağı bulunmayan 2 ayrı silahlı gasp suçundan Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nce 2000 yılında verilen 36 yıl hapis cezasına ilişkin kesinleştiği belirtilen kararda, bu hükmün yeni TCY’nin lehe hükümlerinin uygulanması bağlamında ele alınması gerektiği vurgulandı. Kararda, yeniden kurulacak hükmün kesinleşmesinden sonra, gasp suçlarından verilen cezalar yönünden lehte infaz hükümleri taşıyan Şartla Salıverilme Yasası’na göre işlem yapılması gerektiğine işaret edildi. Yargıtay 1. Ceza Dairesi, bu gerekçelerle kararı bozdu. Halifeliğin kaldırılması ve Öğretim Birliği yasalarının kabulünün 82. yılında mesajlar bir noktada birleşti: ‘Laiklik, olmazsa olmaz ilkedir’ ? Laik Öğretim Birliği’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin olmazsa olmazlarından olduğunun altını çizen Gazalcı, 3 Mart’ın ‘‘Laiklik ve Öğretim Birliği Bayramı’’ olarak kutlanması gerektiğini belirtti. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Denizli Milletvekili ve Meclis Milli Eğitim Komisyonu Üyesi Mustafa Gazalcı, öğretim birliğinin kabul edildiği, halifeliğin kaldırıldığı 3 Mart tarihinin ‘‘Laiklik ve Öğretim Birliği Bayramı’’ olarak kutlanması gerektiğini bildirdi. Cumhuriyet Kadınları Derneği Başkanı Şenal Sarıhan ise yasaların kabulünün 82. yılında, kadınların yeniden ortaçağ karanlığına sürüklenmek istendiğini vurguladı. TBMM’de 82 yıl önce bugün kabul edilen, Şeriye ve Evkaf Vekâletinin Kaldırılmasına Dair Yasa, Tevhidi Tedrisat (Öğretim Birliği) Yasası ve Halifeliğin Kaldırılması Yasası’nın yıldönümü dolayısıyla açıklama yapan CHP Milletvekili Gazalcı, söz konusu yasalarla laikliğin temelinin atıldığını ve eğitimde birliğin sağlandığını belirtti. Öğretim Birliği ilkelerinin özellikle 1950’lerden sonra gerektiği gibi uygulanamadığına işaret eden Gazalcı, şunları kaydetti: ‘‘3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra işbaşına gelen AKP iktidarı, izlediği yanlış politikalarla laikliği, Öğretim Birliği’ni temelli bozdu. Eğitimi görülmemiş bir biçimde dinselleştirdi.’’ Laik Öğretim Birliği’nin her zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin olmazsa olmazlarından olduğunun altını çizen Gazalcı, 3 Mart’ın resmi tatil olmadan ‘‘Laiklik ve Öğretim Birliği Bayramı’’ olarak kutlanması gerektiğini belirtti. DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, AKP’nin amacının Öğretim Birliği’ni bozmak olduğunu bildirdi. Çankaya’dan gaziye ziyaret Cumhurbaşkanlığı Yaveri Jandarma Yarbay Semih Okyar, Özel Büro Müdürü Ayşe Narlı Uluer, Hacettepe Üniversitesi Fizik Tedavi Rehabilitasyon Yüksekokulu Müdürü Prof. Hülya Kayıhan’la birlikte, hayattaki iki İstiklal Savaşı gazisinden Konya’da yaşayan Veysel Turan’ı ziyaret etti. Yarbay Okyar, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in zarf içinde gönderdiği para yardımını Gazi’ye verdi. Prof. Kayıhan da Veysel Turan’ı muayene ederek yapması gereken fizik tedavi hareketlerini uyguladı. (AA) ‘Ulusal Kadın Birliği çağrısı’ Cumhuriyet Kadınları Derneği Başkanı Sarıhan ise söz konusu 3 Devrim Yasası’nın kabulünün kadınlar için ayrı bir önem taşıdığına dikkat çekti. ‘‘Ancak bu yasaların kabulünden 81 yıl sonra bugün gericilik yeniden kadınları ortaçağ karanlığına sürükleme hazırlığındadır” diyen Sarıhan, tüm kadın örgütlerine, gericiliğe karşı Ulusal Kadın Birliği çağrısı yaptıklarını bildirirken kadınlar için gericiliğin önlenmesinin yaşamsal bir sorun olduğunu vurguladı. Sarıhan, ‘‘Bu sorun ancak Cumhuriyet Devrimleri’ne sıkı sıkıya sahip çıkılarak çözülecektir’’ dedi. Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Başkanı Ertuğrul Kazancı da Öğretim Birliği Yasası’nın Cumhuriyet ve Devrim’in temel taşı olduğunu belirtti. ANAVATAN’dan OMÜ Rektörü Ferit Bernay’a destek, AKP’ye eleştiri: ‘Üniversiteden elinizi çekin’ ? Anavatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Amber, OMÜ’de belirgin bir usulsüzlük olmadığını belirterek “Sizin zihniyetinizdeki siyaseti üniversitelerimiz benimsemiyor” dedi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Anavatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Züheyir Amber, 19 Mayıs Üniversitesi’nde (OMÜ) ‘‘açık ve belirgin bir usulsüzlük’’ olmadığını belirterek ‘‘Y eter artık, çekin üniversitelerimizin üzerinden ellerinizi’’ dedi. Amber, parlamentoda düzenlediği basın toplantısında, OMÜ yönetimine yönelik iddialarla ilgili değerlendirmelerde bulundu. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın hakkında oynanan oyunların aynısının, OMÜ Rektörü Ferit Bernay için oynandığını dile getiren Amber, ‘‘Yeter artık çekin üniversitelerimizin üzerinden ellerinizi. Sizin zihniyetinizdeki siyaseti, ülke geleceği hakkında görüşlerinizi, üniversitelerimiz benimsemiyor’’ dedi. ‘Çamur at izi kalsın mantığı’ OMÜ’de, usulsüz yapıldığı iddia edilen 23 ayrı inceleme madde sinde açık ve belirgin bir usulsüzlük olmadığını vurgulayan Amber, şunları kaydetti: ‘‘Bu işlem, Araştırma Komisyonu Başkanı’nın şahsi kin ve garezinden kaynaklanmış olup, kendilerine göre yapılabilecek bir kadrolaşmaya yön vermek çabasıdır. Bu çaba sonuçsuz kalmıştır. Yeni kurulması düşünülen Giresun, Ordu gibi üniversitelere kendi yandaşları için yer açmak, çamur at izi kalsın mantığı olarak görülmektedir.’’ asirmen?cumhuriyet.com.tr Bazı ölümler insanın yüreğine gelir oturur, bir türlü gitmek bilmez. Baki’nin 20 bıçak darbesiyle evinde öldürüldüğünü duyduğumda Moskova’daydım. Cenazesine katılamadım, onu uğurlayamadım. Baki, bizim mesleğin iyilerindendi. Duyarlığı gelişmiş olanlarındandı. CNN’de çalışmış ve sonra oradan ayrılmak durumunda kalmıştı. CNN’den ayrılmanın sıkıntısını kaldıramıyordu. O televizyonu seviyordu. Program yapmayı, yaptıklarının konuşulmasını seviyordu. Baki’yi öldürdükleri saatlerde ben ondan telefon bekliyordum. Ölümünden önceki günlerde beni aramıştı. ‘‘12 Eylül ve Andıçlanan Gazetecilik’’ başlıklı yeni kitabım için Özgür Gündem gazetesine söyleşi yapmak istiyordu. Beni ilk aradığında Antalya’daydım. Sonra konuşuruz diyerek kapattım. İkinci aradığında Süleyman Demirel’in yemeğindeydim. Ben dönüp onu aradığımda ise telefonu cevap vermiyordu. İki günlük aramalarım sonunda onu buldum. Baki Koşar, Bir ‘Azınlık’ın Ölümü Telefonlarının bozuk olduğunu söyledi. 18 Şubat Cumartesi sabahı yeniden konuştuk. Benim o gün İstiklal Caddesi’nde Mephisto Kitabevi’nde Rıdvan Akar’la birlikte söyleşim vardı. Kendisinde kitap olmadığını öğrenince, söyleşiye gelmesini, orada kitabı verebileceğimi söyledim. Gelmeye çalışırım dedi. Kitabı başka bir arkadaşından alacağını ve onunla buluşacağını ifade etti. ??? Cumartesi gününden sonra ondan ses çıkmayınca, yeniden aradım. Telefonu yine cevap vermiyordu. Birkaç kez değişik saatlerde ve günlerde aradıktan sonra peşini bıraktım. Yine telefonu bozulmuştur, diye düşündüm. Ölümünü öğrendikten sonra kitabı almak için buluşmaya gittiği Sayım Çınar ’ı aradım. Kitabı Sayım’dan almıştı. Baki, bizim aileyle, İpek, Reşat ve benimle geçen yaz Birgün gazetesi için bir söyleşi yapmıştı. Birgün gazetesinde köşesi kaldırıldığında üzülmüştü. Onun üzülmesine biz de üzülmüştük. ??? Baki Batmanlıydı. Feodal kültürle sarılı bir ortamda büyümüştü. Bu feodal kültür onu kısa yaşamında hep takip etti. Kendi cinsel tercihleriyle, kentinin katı kültürü arasında sıkışıp kaldığı olurdu. Arkadaşlarına, ‘‘Hiç olmazsa Mardinli olsaydım’’ diye dert yanardı. Sonra da Batmanlı olmaktan gurur duyduğunu belli ederdi. Farklı bir kültürden, farklı bir yaşam biçimine savrulmak onun kaderiydi. ??? Baki’nin ölümünden sonra Oray Eğin, Akşam gazetesinde iki yazı yazdı. İkinci yazının bazı bölümleri, bu cephede yaşanan dramı bütün çarpıcılığıyla ifade ediyordu: ‘‘Eğer katil genç bir adamsa, öldürdüğü kişi de bir erkekse, cinayet vahşice işlenmişse, diyelim canice boğulduysa kurban, biriki değil de abartılı rakamlarda bıçak darbesine maruz kaldıysa fazla detaya inmeden, fazla araştırma gerekmeden damgayı vurabilirsiniz: Bu bir gay cinayetidir. Cinayetlerin ortak özelliği yöntemin vahşiliği. Ve birçoğunun da birbirinden kopyalanmış olması... Katillerin amacı karşısındakini öldürmekten çok, bir tür öfkeyi dışavurmak çoğu zaman. Bu yüzden de grotesk cinayetlerle çıkıyor karşımıza: Katilin patlamasının, öfkesinin, belki pişmanlığının yansıması olarak... Eşcinsellere yönelik şiddetin bir türlü azalmamasında kurbanların da bir parça rolü var mı acaba? Yapılan araştırmalar, şiddete maruz kalanların bunu yetkililere bildirmekten çekindiğini, genellikle ‘sessiz’ çözümü tercih ettiğini gösteriyor. Bunda, yetkili kurumların eşcinsellere yönelik nasıl bir tavır göstereceğinin kestirilememesi de etkili tabii ki...’’ ??? Baki kendi hayatıyla, gerçeğin birbirine karıştığı kitaplar yazardı. ‘‘Kader Otelinde Bir Aşk Cinayeti’’ başlıklı kitabında sanki kendi acılarını anlatır gibiydi. ‘‘Kilidi Sırlı Anahtar’’ adlı kitabındaki şu satırlar, onun yaşadıklarını, onun yalnızlığını ve ‘‘azınlık’’ halini ne güzel anlatıyor: ‘‘Hayatlarımızın birbiriyle kesişen kavşaklarında çoğu kere acı, kimi zaman da buruk olsa mutluluk vardı. Anladım ki ‘azınlık’ olan herkes, hayatının ve dünyanın neresinde olursa olsun, neresinde durursa dursun, nihayetinde, ‘azınlık’tır ve en küçük bir ayrıntıda, sıradan bir kıvrımda, veya alelade bir diyalogda, bunu bir ‘yazgı’ gibi taşımak zorunda olduğunu bazen yüreği sızlayarak, bazen sarsılarak, bazen de öleyazarak kavrar. ‘Azınlık’ın rengi, dili, memleketi, dini veya cinsiyeti yoktur; ortak kimliği ise her halükârda ‘azınlık’ olmaktır.’’ Baki hep ‘‘azınlık’’tı. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle