12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 MART 2006 PAZAR 12 PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr Doğu Silâhçıoğlu’yla Şemdinli İddianamesi skandalını ve hukukun yerle bir edilişini konuştuk: AKP’nin boy hedefi ordu SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Şemdinli İddianamesi’nin bir bölümünün Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt’a geçmişi ve dahi bugünü hayli karanlık olduğu anlaşılan Mehmet Ali Altındağ tarafından yapılan suçlamalara dayandırılması tam bir skandala dönüştü. Hele de iddianameyi hazırlayan savcının kimliği, aile ve Van’daki dostahbap ilişkilerinin ortaya çıkması sanıyorum Pandora’nın Kutusu’nun açılmasını ve bir sürü pisliğin ortaya dökülmesini sağladı. Bu olay sadece TSK’yi mi hedef alıyordu, yoksa iş daha derinlere de mi iniyordu? Karşımda emekli Tümgeneral Doğu Silâhçıoğlu var. Bir zamanlar Kartal Maltepe’de Garnizon Komutanı’yken şeriatçıların kurtarılmış bölgesi Sultanbeyli’nin ortasına Atatürk büstü diken kişi. AKP Hükümeti’ne ağır eleştiriler getiren Silâhçıoğlu, hükümetin hedefinin Türk Silahlı Kuvvetleri olduğunu açıkça telaffuz ediyor: Şemdinli İddianamesi ile ilgili değerlendirmeniz nedir? SİLÂHÇIOĞLU Ben önce birkaç tespitte bulunmak istiyorum Herkesin tanık olduğu bir şey var, biliyorsunuz. Bu ülkenin Başbakanı bazen yargıya yol gösteriyor, bazen yargı kararlarını eleştiriyor, bazen de yargıya müdahale edilemeyeceğini söylüyor. Yani ilkeli bir tavrı yok. Kişisel veya partisel ya da düşünsel çıkarları neyi gerektiriyorsa ona göre davranıyor. O nedenle ben en başta, bunu bir tespit olarak ortaya koymak istiyorum. İkinci tespitim şu: Türkiye’de siyasal iktidar, Siyasal İslam yolunda engel olarak gördüğü tüm anayasal kurum ve kuruluşlara karşı bir sindirme ve yıldırma politikası izlemekte, güç gösterisi sergilemekte. Bunu herkes görüyor, örneklerini biliyor. Üçüncü tespitim: Siyasal İslam’ın yetiştirdiği nesiller bugün devletin birçok kademelerini ele geçirmiş durumdalar. Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal niteliklerini, Atatürk ilke ve devrimlerini savunan kişi ve kurumlara karşı, kişisel ve kurumsal bazda saldırı içindeler. Bunların arasında bölücüler de var. Dördüncü tespitim: Şeriatçılar ve bölücüler, Türkiye’de demokrasinin olanaklarından yararlanarak kendilerine yönelecek yasal uygulamaları her zeminde engellemeye çalışıyorlar. Bu konuda işbirliği içindeler. Bunda bir noktaya kadar başarı da elde etmiş durumdalar. Şimdi bütün bunları bir araya getiren bir zemin oluşturun. Şemdinli İddianamesi’ne ilişkin değerlendirmeyi bu zemin üstünde yapalım. ABD’nin gözü Karadeniz’de Buyrun yapalım!. Satır başlarıyla söylemek gerekirse, Türkiye bir oyunun içinde. Yakından bakıldığında oyun fark edilemiyor. Oyunun amacı Türkiye’yi şekillendirmek. Bunun gerisinde çok çeşitli çıkar çevreleri, güç merkezleri var. Bunların birbirleriyle örtüşen amaçları var. Anayasal kurum ve kuruluşların etkisizleştirilmesi; Siyasal İslam’ın önünün açılması; İç güvenlik harekâtının durdurulması; Bölücü ayrılıkçı hareketin meşrulaştırılması; Türkiye’nin sınırlarının tartışmaya açılması; Kıbrıs, Ege ve Karadeniz’deki ulusal yarar ve çıkarlarının aşındırılması; Su kaynaklarının paylaşılması; Lozan gibi, Montrö gibi Türkiye’nin taraf olduğu bazı temel antlaşmaların masaya yatırılması... Bunları siyasal iktidar mı amaçlıyor? Hayır öyle demiyorum. Bunlar amaçların bir kısmı diyorum. Tabii bunların içinde siyasal iktidarın amacı olanlar da var, olmayanlar da var. Anayasal kurum ve kuruluşlarla, Siyasal İslam’la igili olanlar, siyasal iktidarın amaçları arasında. Siyasal iktidar da Türkiye’yi şekillendirmek istiyor. Siz galiba Şemdinli’yle ilgili fazla bir şey söylemek istemiyorsunuz? Yok söylerim.. ancak... Evet ancak? ‘ Satır başlarıyla söylemek gerekirse, Türkiye bir oyunun içinde. Yakından bakıldığında oyun fark edilemiyor. ’ Biz geleneklerimizle yaşayan, geleneklerimizi yaşatan bir toplumuz. Silahlı Kuvvetler’den ayrılanlar bu kurumla olan bağlarını sürdürürler. Silahlı Kuvvetler de onları kendi mensupları olarak görmeye devam eder. Her kurumun kendi savunma mekanizmaları vardır. Hiç kimse bu gerçeği göz ardı ederek kendi kendine bir görev üstlenemez. Destek vermek ayrı bir şey tabii. Böyle bir girişim o kurumu ve o kurumun mensuplarını rahatsız edebilir. Kendilerini savunmakta yetersizlermiş gibi algılanmalarına neden olabilir. Köklü kurum ve kuruluşların bir başkasının sözcülüğüne ihtiyacı yoktur. Bu değerlendirmeyi bir köşeye koyalım. Silahlı Kuvvetler mensupları, ister görevde olsunlar ister emekli olsunlar, konumlarıyla bağdaşmayacak şekilde, yanlış anlaşılabilecek şekilde kural dışı hareket etmemeye özen gösterirler. O nedenle ben bir değerlendirmede bulunmak istemem. Yani Büyükanıt General’le ilgili olarak mı? Doğruyu söylemek gerekirse evet. Komutandan daha yaşlı konumda olanlar, ya da hizmette iken kendilerine komutanlık etmiş olanlar, ya da sınıf gelişmelerin bu şekilde olmasını arzulayanların, olayın tertip olmadığına ilişkin kerhen söylediği sözler inandırıcı olmadı. Zaten söyleyenlerin de bu sözleri söylerken kendilerinin de inanmadıkları belli oldu. Bu saldırıda, Silahlı Kuvvetler değil, saldırıyı tertipleyenler yara aldı. ‘Karanlığa sürükleniyoruz’ Sizce olayın ardında kimler olabilir? Silahlı Kuvvetler’i etkisizleştirmek isteyen siyasal iktidarın kendisi olabilir. Bölücü/ ayrılıkçı harekete karşı sürdürülen iç güvenlik harekâtını engellemek isteyen gruplar olabilir. Türkiye’de bazı kurum ve kuruluşlar arasında çatışma doğmasını arzulayan gruplar olabilir. Yalnız bunların birlikte hareketi olabilir demiyorum. Böyle bir anlam çıkmasın. Benim değerlendirmem bu. Türkiye’de neler oluyor anlayabiliyor musunuz ? Türkiye’de yaşananların ne olduğunu anlayabilmek için dünyaya biraz yukardan, biraz geniş açıyla bakmak gerekiyor. Türkiye çok büyük bir mücadelenin merkezinde yer alan bir ülke. Türkiye; Siyasal İslam’ın, bölücü ayrılıkçı Sorun buradan doğuyor. Türkiye’de tüm anayasal kurum ve kuruluşlar bugün yönetimde egemen olan çağdışı bir ideolojinin hedefi. Siyasal iktidarın hedefi. Türkiye’de siyasal iktidar, Siyasal İslam yolunda hedeflerine ulaşabilmek için devleti şekillendirmek istiyor. Bunu yaparken önünde engel olarak gördüğü anayasal kurum ve kuruluşları etkisiz hale getirmek istiyor. Bu kurum ve kuruluşların başında Cumhurbaşkanlığı var. Türk Silahlı Kuvvetleri var, Yüksek Öğretim Kurumu var, üniversiteler var, yargı organları var, diğer kuruluşlar var. Türkiye Cumhuriyeti’ni anayasal çizgide korumak, devam ettirmek isteyen hangi kurum ve kuruluş varsa, bu yolda sahip olduğu tüm işlevler yok edilmek isteniyor. Rejimin savunmasız kalması ve dinsel yönetime teslim olması isteniyor. Bunun böyle olduğu herkes tarafından görülüyor. Karşı çıkanlar var, çıkmayanlar var. Ama hükümet bir şekilde bu yolda mücadele veren kurum ve kuruluşları ve onların yöneticilerini etkisiz kılmak, zora sokmak için ne gerekiyorsa yapıyor. Elinde var olan tüm olanakları kullanıyor. Böylece gün geçtikçe Siyasal İslam Türkiye’de kök salıyor, siyasal iktidarın zemini de 28 Şubat göreceli bir tehlikesiz ortam yarattıysa da bu fazla uzun sürmedi. 2002’ye gelindiğinde yeni bir tehlike ortaya çıktı. Bugünkü iktidar yönetimi devraldı. Türk ulusu, içinde yaşadığı tehlikeyi bu defa bizzat kendisi gördü. Türkiye’de bir uyanış başladı. Zamanla ulusun bir felakete doğru sürüklendiği, ülkenin yıkıma doğru götürüldüğü anlaşıldı. Türkiye’de artık karşı dağın ardında hangi köy olduğunu bilmeden ömür tüketen insanlar yok. Kitle iletişim ve bilişim araçları Türkiye’de yaygınlaştı. Dünyayı oturma odalarına taşıdı. Her şey gözler önünde cereyan ediyor. Türk toplumu geleceğinin karanlık olduğunu görmeye başladı. Ve nihayet bugüne gelindi. Siyasal İslam’ın Türkiye’yi teslim almak üzere olduğu anlaşıldı. Türkiye bugün bir yol ayrımında. Türkiye hangi yol ayrımında? Laik, demokratik, çağdaş, özgür bir ulus olarak kalma; ya da ümmet toplumu olmanın yol ayrımında. Bu yüzyılda ümmet toplumu mu diyorsunuz? Ben demiyorum. Görüntüler öyle gösteriyor. Bugün bırakın uzak yerleşim merkezlerini, İstanbul’un orta yerinde öyle P O R T R E DOĞU SİLÂHÇIOĞLU 1948 Trabzon doğumlu. 1968’de subay olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ne katıldı. Çeşitli birliklerde kıta komutanı olarak görev yaptı. 1981’de Kara Harp Akademisi’ni, 1983’te Türk Silahlı Kuvvetler Akademisi’ni bitirdi. Genelkurmay karargâhında şube müdürü, daire başkanı olarak görev yaptı. 1989’da Amerikan Silahlı Kuvvetler Akademisi’nden mezun oldu. 1995’te tuğgeneral, 1999’da tümgeneral oldu. Zırhlı tugay komutanlığı, eğitim merkezi komutanlığı, ordu kurmay başkanlığı, Silahlı Kuvvetler Akademisi komutanlığı yaptı. 2005’te emekliye ayrıldı. yerler var ki, gördüğünüz zaman nerede olduğunuza inanamazsınız. Bu ifadeler size abartılı gelebilir. Bu yüzyılda böyle şey olur mu diyebilirsiniz. Ben bir yerde, İstanbul’da 40 veya 50 yıl arayla aynı noktadan çekilmiş iki fotoğraf gördüm. Tarihlerini tahmin etmekte yanıldım. Çağdaş görüntüyü yansıtan fotoğraf eski tarihli olanmış. Ümmet toplumu görüntüsünü yansıtan ise yakın tarihli olanı. Siz 50 yıl önce önünüze Türkiye’nin bugünkü halini gösteren bir resim konsaydı o resme inanır mıydınız? Kimse inanmazdı. Ama gelin görün ki gerçek öyle değil. Sizce Ilımlı İslam diye bir kavram olabilir mi? Ilımlı İslam Türkiye’nin anayasal niteliklerinden laikliği dışlayan, Türkiye’yi bir din devleti olarak görmek isteyen, göstermek isteyen ABD’nin dayatmasıdır. Ilımlı İslam, olmayan bir anlayışı varmış gibi gösteren yapay bir tanımdır. Herkes biliyor ki Siyasal İslam’ın bir türü vardır; o da anayasası Kuran olan şeriattır. Siyasal İslam her yerde aynıdır. 1400 yıldan beri değişmeyen kuralları uygular, Türk ulusunun gerçeklerin ayırdında olmayan bir ulus gibi görünmesine gösterilmesine izin verilmemelidir. ‘ Türkiye’de yaşananların ne olduğunu anlayabilmek için dünyaya biraz yukardan, biraz geniş açıyla bakmak gerekiyor. ’ Doğu Silâhçıoğlu ülkemizde kurumların temellerinden sarsıldığını ve hukukun ayaklar altına alınışını çarpıcı biçimde anlatıyor. (VEDAT ARIK) arkadaşları bu konuda bir değerlendirmede bulunabilirler. Ama geçmişte kendilerinden ast konumunda olanlar, bugün görevde olmasalar bile, olumlu ya da olumsuz şekilde bir değerlendirmede bulunamazlar. Çünkü astlar, komutanlarını ne yerebilir ne de övebilir. Ama üstler astları için bunu yapabilirler. Sivil olunca astüst ilişkileri yok olmaz. Silahlı Kuvvetler’in anlayışı budur. Peki olayı kişiselleştirmeden bir değerlendirme yapamaz mısınız? Sadece olaya yönelik bir değerlendirme yapamaz mısınız? Bu, ilkelerinizle çatışır mı? Sadece olaya ilişkin olmak üzere şunu söyleyebilirim. Siyasal iktidar, önünde engel olarak gördüğü kurumları ve onların mensuplarını etkisizleştirerek, ülkeyi kendi düşüncesine göre şekillendirmek istemektedir. Bu kurumların içinde Silahlı Kuvvetler de var. Ortaya çıkan olay, yani Silahlı Kuvvetler’e karşı tertip, her yönüyle düşündürücü. Toplumun geniş kesimlerinde infial yaratan bir olay. Türk ulusunun bir ferdi olarak hepimizi çok üzdü. Silahlı Kuvvetler’in, iktidar tarafından yönlendirilmiş sistemli bir saldırıyla karşı karşıya olduğu ortaya çıktı. Bu tertip içinde yer alanların, ya da hareketin, ikinci cumhuriyetçilerin hedefi bir ülke. ABD’nin, AB’nin ilgi ve etki alanı içinde. Büyük Ortadoğu Projesi ve Ilımlı İslam’ın uygulanmaya konmak istediği bir zemin üzerinde duruyor. Belirttiğim grupların ortak amacı Türkiye’yi yeniden şekillendirmek. Amaç bu olunca, bu kez kendiliğinden bir ittifak ortaya çıkıyor. Türkiye’nin anayasal kurum ve kuruluşları bu ittifakın karşısında güçlü bir direnç oluşturuyorlar. Direncin kaynağı Türkiye Cumhuriyeti’ni ayakta tutan Atatürk ilke ve devrimleri. O halde bu gruplar açısından yapılması gereken şey, önlerinde engel olarak gördükleri bu direnci kurumlarıyla birlikte yok etmek. İşte Türkiye’de olanlar bundan ibaret. Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kaleleri sistemli bir saldırıyla karşı karşıya. Türkiye giderek karanlık bir sona doğru sürükleniyor. Bu gidiş tümüyle siyasal iktidardan kaynaklanıyor. Siyasal iktidar, bu yolda yol alırken önünde hiçbir engel tanımıyor. ‘Siyasal islam teslim alıyor’ Ama anayasal kurumlar var. Bu kurumlar varken siyasal iktidar her istediğini yapabilir mi sizce? Çatışma da zaten buradan doğuyor. sağlamlaşıyor. Siyasal İslam tehdidi sizce ne derece ciddi? Çok ciddi. Türkiye bugün bir toplumsal siyasal süreci tamamlamak üzere. Sosyopolitik süreci demek istiyorum. Bu, Siyasal İslam ideolojisine karşı bağışıklık oluşturan bir süreç. 2002 seçimlerine kadar bu tehdit var olmakla birlikte belirgin hale gelmediği için toplum bir tepki ortaya koymamıştı. Toplumun yerine komutanlar 1997’de Milli Güvenlik Kurulu’nda bu tepkiyi ortaya koydular. 28 Şubat’ta yani! Evet, 28 Şubat’ta.. Yani siz 28 Şubat’ı destekliyor musunuz? 28 Şubat’ı sadece bölücüler, şeriatçılar ve ikinci cumhuriyetçiler desteklemezler. Çünkü Türkiye’nin siyasal ortamı o zaman tam onların arzu ettiği bir şekle dönüşmek üzereydi. 28 Şubat’ta Türkiye uçurumun eşiğinden döndü. Sadece 8 yıllık eğitim bile Türkiye’nin önünü açan büyük bir kazanım oldu. 28 Şubat; MGK kararları, Türkiye Cumhuriyeti’yle birlikte anılacak temel bir belgedir. Hiçbir zaman unutulmayacaktır. Devam edelim mi? Buyrun! ‘ Türk toplumu geleceğinin karanlık olduğunu görmeye başladı. Ve nihayet bugüne gelindi. ’ Hükümet hukuksal zemini kasıtlı olarak zorluyor ‘ Siyasal İslam her yerde aynıdır. 1400 yıldan beri değişmeyen kuralları uygular, Türk ulusunun gerçeklerin ayırdında olmayan bir ulus gibi görünmesine gösterilmesine izin verilmemelidir. ’ Türkiye’de sola karşı bir önyargı mı var, yoksa sol kendini mi anlatamıyor? Her ikisi de var... Türk insanı geçmişten bu yana birtakım terimleri, sözcükleri duymaktan, okumaktan, kullanmaktan hep çekinir oldu. Türkiye’de bazı siyasal düşünceler, yıllar boyu ağır ithamlarla karşılaştı, çoğu zaman toplumsal redde maruz kaldı. Oluşturulan bu ortam, toplumun yararından başka amaç gütmeyen sol düşüncenin Türkiye’de yerleşmesine engel oldu. Demokrasinin gelişme hızı yavaşlatıldı. Sınıfsal ilişki terimleri ve ‘izm’le biten sözcükler, sosyalizmi ya da yerleşik deyimiyle komünizmi çağrıştırdığından, hep sakıncalı görüldü. Bu değerlendirmeden sosyal demokrasi de payını aldı. ‘sosyal’ sözcüğünden ‘sosyalizm’e, oradan da ‘komünizm’e gönderme yapılarak, önyargılarla şekillendirilmiş beyinlerin sosyal demokrasiyi kabullenmeleri engellendi. Türkiye bugün bu olumsuzluğun yol açtığı sorunları yaşıyor. Tayyip Erdoğan’ın ‘lan’lı ‘anan’lı konuşma tarzı için ne diyorsunuz? Bilmem bilir misiniz? Eskiler ‘‘Terbiyenin mektebi yoktur’’ derlerdi. Onun için okul bitirmiş olup da ölçü dışı hareket edenler geçmişte bu sözle ikaz edilirlerdi. Demek ki yaygın anlayışa göre terbiye okulda değil toplumsal çevrede kazanılan bir özellikmiş. O halde herkesten yetiştiği çevreye göre davranış beklemek gerekiyor. Bunu dikkate almaz da farklı beklentiler içinde olursanız hayal kırıklığına uğrarsınız demektir. Ben sizin hatırlattığınız o sözcüklerin yer aldığı haberleri okuyunca, hiç hayal kırıklığına uğramadım. Sadece bir yurttaş olarak utanç duydum.. hepsi o kadar. Bir de Türk analarını düşündüm. Kurtuluş Savaşı’nda sırtında cephane taşımış, bugün kemikleri toprak olmuş anaları düşündüm. Anaları başköşeye oturtan bir dinsel öğretinin izleyicisi olanların, böyle bir ifade kullanmakla, o öğretiyi mi, yoksa anaları mı inkâr ettiklerini düşündüm. Peki sizce bugünkü görünümüyle Türkiye bir hukuk devleti mi? Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, sosyal hukuk devleti olarak tanımlıyor. Tanımlıyor ama bugünkü iktidar her aşamada, her hukuksal işleme, her hukuksal işleyişe müdahale ediyor, karşı çıkıyor, yargı kararlarını uygulamıyor. Onun için Türkiye, bir hukuk devleti değil sadece bir kanun devleti gibi görünüyor. Bunun nedeni de siyasal iktidarın tasarrufları. Atama kararları, özelleştirme kararları, satış kararları, yasa tasarıları, görüyorsunuz... Birçoğu Cumhurbaşkanlığı’ndan, yargıdan geri dönüyor. Kişiler, kurumlar, yargıya başvuruyorlar, dava açıyorlar, kazanıyorlar, hükümet yargı kararlarını uygulamıyor. Ya da yeni yasa tasarıları hazırlayarak, hukuktan vazgeçerek, yeni kanun yoluyla yoluna devam etmek istiyor. Cumhurbaşkanlığı’nca Meclis’e gönderilen yasa tasarılarında hiçbir düzeltme yapmadan, onları tekrar arza sunuyor. Bu defa Anayasa Mahkemesi devreye giriyor. Süre uzayıp gidiyor... Hükümet bu süreden yararlanarak gerçekleştirmek istediklerini kısmen de olsa gerçekleştiriyor. Bunların hukuka aykırı işlemler olduğunu bilmesine rağmen, kasıtlı olarak hukuksal zemini zorluyor. Bundan kişiler, kurumlar, bürokrasi, ülke, ulus, demokrasi zarar görüyor. Bu zorlamanın altında Siyasal İslam’ın egemen olma düşüncesi yatıyor. Gösterilen gayretin bütün amacı, Siyasal İslam’ın güçleneceği bir yaşam ortamı yaratabilmek. Hükümetin attığı her adımda ölçü bu. Olaylara bakış açısı bu. Sürecek CUMHURİYET 12 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle