12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 MART 2006 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Belçika’da polisiye komedi elçika’nın siyasi sahnesinde son günlerde akıllara durgunluk verecek bir polisiye komedi filmi oynuyor. Başrolde de Türkiye’nin uluslararası tanıtımına başarıyla katkıda bulunan, Özdemir Sabancı suikastı zanlılarından Fehriye Erdal var. Filmin ‘‘esas oğlanı’’ olmasa da Erdal kızımız büyük bir başarıyla rolünün hakkını veriyor doğrusu. 28 Şubat’ta gösterime girdiğinden beri Belçikalıların başka bir şey konuşmadıkları polisiye komedinin konusunu şöyle bir hatırlatalım isterseniz: Genç ve güzel Fehriye, engin ideolojik görüşleri doğrultusunda 1996’da üç insanın canına kıyar. Cinayetin vicdani savunmasını gönlünde ve kafasında yapmıştır Fehriye.. suçunun cezasını çekmektense kaçmayı seçer. Avrupa’nın göbeğinde onu koruyacak, kendini ‘‘demokratik hukuk devleti’’ olarak tanımlayan pek çok devletçik vardır nasılsa. Fehriye olaydan 3 yıl sonra sahte bir pasaportla Belçika’da yakalanır. Dedik ya ‘‘demokratik hukuk devleti’’ var diye; Belçika, katil kızımızı bağrına basar. Bu küçük ülkeden bu kadar sempati göreceğini tahmin etmeyen Fehriye, ‘‘Ben aslında Kürt’üm. Türkiye’de yaşamım tehlike altında. Bana bir de siyasi mülteci statüsü verin’’ der. Duygusal, yufka yürekli B Türkiye’deki suçlarından ötürü Belçika’da Belçika Devleti, Türkiye’nin Fehriye’nin yargılansın’’ diye Belçikalı bir avukat iade talebine kulaklarını tıkayarak kızımızı tutarlar. Avukat senelerce Fehriye’nin Belçika’da misafir etme kararı verir. Kısa yargılanması için mücadele verir. Talih bir bir süre göz hapsinde kalan Fehriye’nin kez daha Fehriye’den yana güler ve 2005 2000’de yapılan duruşmasında gizli bir yılında bir sonbahar günü Gent mahkemesi adreste gözlem altında tutulması Fehriye’nin Türkiye’deki suçlarını kararlaştırılır. Fehriye’ye yönelik sahte Belçika’nın yargılama yetkisi olmadığına kimlik ve silah bulundurmak, yasadışı bir karar verir. Çünkü Fehriye cinayette örgüte üye olmak gibi suç iddiaları vardır. ‘‘yarı otomatik silah’’ kullanmıştır. ‘‘Tam Belçika, Fehriye’nin Türkiye’de ne haltlar otomatik silah olsaydı’’ der karıştırdığını bilmek bile istemez. yasalar ‘‘o zaman bu iş olurdu’’. Zaten Türkiye’de ölüm cezası BRÜKSEL Kararı duyan Fehriye o akşam vardır. Bu bahaneyle Ankara’nın vücudunun bazı yerlerine kına iade talebi de yanıt bulmaz. yakar, örgüt arkadaşlarıyla kuzu Günler, aylar, yıllar gül gibi geçer çevirir ve şarap partisi verirler. Fehriye için. Bir eli yağda bir Ancak mahkeme Fehriye’yi eli baldadır deyim yerindeyse. ELÇİN Belçika’daki suçlarından Pembe panjurlu bir evi, Belçika POYRAZLAR ötürü yargılama kararı da alır. devletinden aldığı parası, Fehriye’nin kafası biraz kapısının önünde özel ajanları, bulutlanır ama ‘‘Boşver’’ der, ‘‘Buna da bir istediği özgürlüğü, her şeyi vardır şimdi. çare bulunur nasılsa’’. Fehriye gerçekten de O dünyanın bu kısmında ‘‘özgür ve çareyi bulur. Sonra işler biraz hızlı ilerler. masum’’ bir insandır. Öldürdüğü insanların Sonbahar geçer, kış gelir.. Fehriye adı hayaletleri peşini bırakmasa da kendini bu Belçika mahkemelerinden eksik olmaz. tatlı rüyaya alıştırır Fehriye. Ama işler Gün gelir döngü değişir. Yufka yürekli istediği gibi gitmeyecektir. Öldürülen devletçik Belçika, 28 Şubat’ta Fehriye’yi insanların aileleri bir katilin elini kolunu güzel evinden koparıp 4 yıllığına kapalı sallaya sallaya Avrupa’nın göbeğinde gezip cezaevine göndermeye karar verir. Bir de tozmasına göz yummaz. Aileler ‘‘Madem ona ‘‘terörist’’ yaftasını yapıştırırlar. Belçika Fehriye’yi iade etmiyor bari O zaman dank eder kafasına Fehriye’nin. ‘‘Ben kraliçeler gibi yaşamaya alıştım. Bundan sonra hapse mapse falan giremem’’ der. Mahkeme kararının sonucunu birkaç gün öncesinden kargalardan öğrenen Fehriye, çantasını kaptığı gibi yollara düşer. Peşinde 32 ajan vardır Fehriye’nin. Hepsi de Fehriye’yi izlemekle görevli. Ajanlar çok ustadırlar izlemede. Fehriye’nin, önlerindeki araçtan inerek otobüse binişine başarıyla bakarlar. Ama ajanlara sadece bakmaları emredilmiştir. Onlar bakadursunlar Fehriye kızımız artık onu sevmeyen Belçika’dan ayrılarak arkasında bir tomar ahmağın şaşkın bakışları altında yeni ülkelere yelken açar... Belçika’nın siyasi sahnesinden uzun süre inmeyeceğini sandığımız bu komedinin gerçek olması ise başka bir endişe konusu. Fehriye’nin kaçışından sonra Belçika’da yaşanan siyasi telaş, istihbarat servisi, içişleri ve adalet bakanlıklarının olaya yönelik açıklamalarıyla başka bir komedinin senaryosunu yazmak pekâlâ mümkün. Belçika basınının geçen haftadan beri sürekli alaya aldığı Belçika kurumları arasındaki çekişme ise olayın aslında ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor. Kimbilir belki Fehriye ortaya çıkar da eski dostu Belçika’yı bu utançtan kurtarır. Bir cenaze töreni! A msterdam’ın tanınmış adamlar tarafından omuzlandı. simalarından, şehircilikle Bizimki uygun bir fırsatı ilgili birçok ilginç kollayıp koşarak kalabalığın en projeye imza atmış bir önüne geçti, tabutun taşındığı Hollandalı vefat etmişti. kısma ulaştı, omzunu yıkıp Cenaze henüz morgdayken bir taraftan tabutun altına eşi dostu cebinden ajandasını girebilmek için pozisyon bulup bütün isimleri not etmiş, aldı. Tam omzu denk getirip ajandada adı bulunan herkesi cenazeyi devralacakken, cenazeye davet etmişlerdi. taşıdığı kısım, sivil bir şahıs Tesadüf bu ya isim listesinde tarafından elinden alınmaya (nasıl olduysa) bir Türk’ün de çalışılan cenaze görevlisi olayı adı yer almaktaydı. Rahmetlinin anlayamayıp direnmeye ajandasında adı olduğuna göre başladı. Bizimki tabutun altına mutlaka bir şekilde ilişkisi girebilmek ve bir yandan vardır, arkadaşıdır düşüncesi ile omza alınan sopayı tutabilmek bu arkadaşı da arayıp acı haberi için zorluyor, olaya anlam verdiler, cenazenin kaldırılacağı veremeyen, hayatında yeri, yapılacak programı falan daha önce hiç böyle bir sey anlatıp isterse katılabileceğini yaşamamış cenaze taşıyıcısı ise belirttiler. Bizde yaşanan direniyordu. Cenazeyi taşıyan ahlamalar, vahlamaların, diğer görevliler olsun merasime dövünmelerin yerine burada katılan rahmetlinin eşi dostu en acılı insanlar bile insanlar olsun büyük bir kaybettikleri kişiyi anıları ile, şaşkınlık içinde olan biteni yazdıklari bir şiir ile, onun izliyorlardı. Çekişme epeyce hakkında söylenecek bir iki sürdü. Adeta, ‘‘Bırak ulan güzel sözcük ile andıklarından, bıraksana be adam!...’’ diye konuşmak isteyenler cenazenin bizimki tabutu sırtlamaya başında sıra sıra yerini alıyor, çalışıyor, görevli, ‘‘Ulan duygularını anlatıyorlardı. ekmeğime mi göz dikti bu, Bizim Türk arkadaş da bir kimdir nedir, bu benim işim, şeyler söylemek istediğini niye vereyim arkadaş!?.’’ diye belirtti, hayatında belki bir iki direniyordu. Sonunda görevli kez gördüğü bu önemli pes etti, ‘‘Al aha al.. Allah belanı adamın cenazesine versin, ne halin varsa çağrılmış olmaktan AMSTERDAM gör!..’’ diye sopayı dolayı da ayrıca bizimkinin omzuna çok duygulanmıştı. bırakıp çekildi gitti. Kürsüye çıktı, Bizimki, cenazeyi insanlar pür dikkat muzaffer kumandan onu dinlemeye edası ile sırtladı, başladı. Konuşmaya YAKUP KARAHAN Avrupalılara başladı ama kültürlerinde olmayan kimsecikler yeni ve bize ait insani anlamadı.. çünkü Türkçe bir seyi göstermenin gururu ile konuşuyordu, Hollandaca taşımaya başladı. Taşımaya bilmiyordu. İnsanlar, ‘‘Cenaze başladı başlamasına da.. bu, mutlaka güzel şeyler sonunda hayatının hatasını söylemiştir merhumun yaptığını anladı. ‘‘Âdet nedir? arkasından, her ne kadar âdet cenazeye saygıdan, anlamasak da kötü bir söz hürmetten insanların sıra sıra edecek değil ya...’’ diye alta girip taşımasıdır. Sıranın düşündüğünden gayet saygıyla sürekli değişmesidir..’’ karşıladılar. Konuşmasını diye düşündü. Ama elin bitirdi ve ‘‘Benim ülkemde memleketinde olay böyle böyle olur, biz böyle defnederiz olmuyor, bu iş için tutulan cenazeyi..’’ diyerek avuçlarını profesyoneller tarafından açıp bir iki de dua okudu. Yas cenaze taşınıyor, gerekleri tutan insanlar anlayışla olayı yerine getiriliyor, izlemenin dışında değişik bir defnediliyordu. İşte ne yazık ki hayranlık ve hoşgörü ile bizimki bunu bilmiyordu ya da karşıladılar bütün bu olanları. hesaplayamamıştı. ‘‘Madem Ayrıca rahmetlinin de ne çok taşımak istiyorsun, buyur kadar farklı insanlarla yakın arkadaş taşı o zaman...’’ diye dostluklar kurduğundan, algılandığı için, diğer üç görevli ne kadar renkli bir yaşamı ile birlikte, mezara kadar tabutu olduğundan, hayatı dolu dolu sırtında taşıdı, kimsecikler yaşadığından bahsettiler. gelip ne güzel geleneğiniz Davranışı çok beğenildi, kimse varmış, ver bir ucundan da ben anlamasa da alkış seli koptu. tutayım, haydi şimdi sıra bende, Herkes duygularını anlattıktan demedi. Mezara varana kadar sonra, bu iş için özel olarak acıdan kıvrandı, omzu çöktü, kiralanmış cenaze şirketinin yıkılmamak için kendini görevlileri, kara giysili zor tuttu. Birkaç kez sendeledi, adamlar geldi, tabutu alıp ayakları birbirine dolandı cenaze arabasına koydular ve ama var gücü ile kendini mezarlığa doğru yola çıkıldı. toparladı, yoluna devam etti. Mezarlığa yakın bir yerde Daha sonra, günlerce evden cenaze arabası durdu; tabut, çıkamadı, tortop oldu... cenaze taşıyıcısı kara elbiseli [email protected] Dış Haberler Servisi İtalya’nın Milano kentinde dün solcu gençlerle güvenlik güçleri arasında şiddetli çatışmalar çıktı. Aşırı sağcı gençlerin yürüyüşünü protesto etmek için sokaklara dökülen 500 civarında solcu gençler kent merkezinde otomobilleri yaktılar, mağazaların vitrinlerini kırıp döktüler. Gençler, müdahale eden polise de demir çubuklarla saldırdılar. (Fotoğraf: AP) Milano’da gençler polisle çatıştı ençlik Evi’nin toplantı salonunda rahat koltuklara kurulmuş oturuyorlar. Bir öğretmen, bir sosyolog, emniyetten bir yetkili, bir hastane doktoru. AHMET ARPAD Karşılarında iki kızla, gençten bir delikanlı. Kadının söylediğine göre gençler 1314 yaşlarında. Sorunları var. İçiyorlar. Boş zamanlarında, daha çok hafta sonlarında, diskoteklerde, arkadaş partilerinde. Kimi zaman öğretmenleri ile gittikleri okul gezilerinde de araları alkolle hep iyi. Adının Jack olduğunu söyleyen delikanlı en çok konuşanı. Kızlar ise az konuşup çok dinliyorlar. Saçlarını sarıya boyattığı belli olan Jack, dünyayı pek takmayan bir havada: ‘‘İçmediğimiz hafta sonu yok’’ diyor. ‘‘Ne varmış bunda? Arada bir kafayı bulmak kötü mü? Sigara tiryakisi olsak ya da uyuşturucu alsak daha mı iyi olurdu?’’ Sağına soluna şöyle bir bakıyor. Herkes kulak kabartmış, ses çıkarmadan onu dinliyor. Anlatıyor, anlatıyor. Yaptıklarından gurur duyuyormuş gibi bir hali var. Yaşlarından büyük gösteren kızlar da dudaklarında hafif bir gülümseme, gözlerini Jack’tan ayırmıyorlar. ‘‘En çok partilerde kafayı buluruz. Bir akşamda 78 büyük bardak ColaVotka olağandır bizler için...’’ Şöyle bir hesaplıyorum. Litrelik bir şişe adam başına! ‘‘Votka içtin mi eve geldiğinde ağzın içki kokmaz’’ diye devam ediyor Jack. ‘‘Diskotekler pahalı, en çok 2 kadehe yeter paramız. Biz içeri girmeden, dışarıda birkaç yudum alır, hafiften keyifleniriz...’’ Kızlardan esmeri gülümsüyor. Psikolog kadın söze karışıyor: ‘‘Çocuk yaştaki gençlerin hafta sonu partileri son yıllarda giderek artıyor’’ diyor. ‘‘7. sınıfta başlıyorlar, 1213 yaşında öğrenciler bu partilerde sabaha kadar içiyor.’’ Emniyet yetkilisi, kadının bıraktığı yerden devam ediyor: ‘‘Buna içmek denmez. Kafayı çekiyorlar, kendilerinden geçene kadar. Hastaneye götürülenler çok aralarında.’’ Adam çok heyecanlı. Görev alanına öğrencilerin okul dışındaki yaşamları ve sorunları giriyor. ‘‘Özellikle yaz aylarında açık hava konserleri, bahçelerde yapılan partiler, sokak kavgaları... Her yerde peşlerindeyiz. İçkili kız ve erkek öğrenciler çok sorun çıkarıyor. Bizim görevimiz aileleriyle okullarını bilgilendirmek. Elimizden daha fazlası gelmiyor.’’ Konuşma sırası hastane doktorunda. ‘‘Bundan 10 yıl önce çalıştığım hastaneye getirilen gençlerden yüzde 14’ü alkol zehirlenmesindendi. Şimdi ise bu oran yüzde 54’e çıktı!’’ diyor. ‘‘İçlerinde yaşı 13 olanlara sık sık rastlanıyor.’’ Son yıllarda toplumsal sorunları giderek artan Almanya’da aileler yaşam savaşı veriyor. İşini yitirmemek isteyen, ay sonunu nasıl getireceğiz diyen, geçim derdinden bir türlü kurtulamayan ana babalar çocuklarına pek zaman ayıramıyor. Ergenlik yaşında yalnız bırakılan, yönlendirilmeyen gençler giderek daha çok zararlı alışkanlıklar ediniyor. Aile içi sorunlarını okula taşıyan bu gencecik insanlarla öğretmenleri de baş edemiyor. Eğitim ülke genelinde geriliyor. Avrupa ülkeleri arasında yapılan araştırmalar, Almanya’nın bir türlü 20. sıradan yukarı çıkamadığını kanıtlıyor. Peki, 1213 yaşındaki çocuklar sert içkileri nereden buluyor? Yasalara göre onlara her türlü içki satışı yasak. ‘‘Bu hiç sorun değil’’ diyor emniyet yetkilisi. ‘‘Gecegündüz açık benzin istasyonlarında kimse onlara yaşlarını sormuyor...’’ Jack’ın yanında oturan esmer kız: ‘‘Bizim oradaki marketten de kolayca satın alıyoruz!’’ derken gülümsüyor. ‘‘Arada sırada kafayı bulmak kötü olsa, siz yetişkinler de elinizi içkiye sürmezdiniz!’’ www.ahmetarpad.de Çocuk yaşta içki bağımlısı G STUTTGART Sulu Sultanı ve Hacı Tantong... ulu Sultanı KiRam, ‘‘Anlamadım!’’ dedi, ‘‘Hangi devlet dediniz?’’ İşgal kuvvetlerinin Sulu’ya atanmış komutanı General Budd, ‘‘ABD! Yoksa hiç duymadınız mı?’’ diye yanıtladı. Sultan, veziri Hacı Tantong’a bir baktı, yardım dilendi; hayır, bilmiyorlardı. Amerikan subayı, ‘‘Siz benim ülkemi duymadıysanız, biz de sizi hiç duymamış sayılırız’’ diye çıkıştı: ‘‘O halde, işgal komutanı olarak ilan ediyorum ki, bundan böyle Sulu’ya Sultan değilsiniz. Sizi Ada valisi yaptım!’’ Ki Ram, duyduğuna çok sevinmişti; limana demirli, topları saraya dönük, kocaman zırhlı gemiden çıkmış komutanın ona sunduğu, belli ki sultanlıktan fazla bir şeydi. ‘‘Bir vali mi oldum, şimdi!’’ diye, el çırptı: ‘‘Aman ne güzel!’’ Bu arada, işgal komutanı, saray ahalisine çoktan söyleve başlamıştı: ‘‘Biz dostuz. Sadece adayı almaya, size ileri ve demokratik bir hükümetle yaşamanız için akıl vermeye geldik. Biz dünyadaki tüm hükümetlerin demokratik olmasına uğraşırız.’’ Sulu Sultanı pek memnundur gelişmelerden, haremdeki karılarından birisini Mr. Budd’a hediye etmeye kalkışır. Budd ‘‘Bu barbarlık!’’ diye karşı çıkar, ‘‘Uygar ülkelerde tekeşlilik vardır.’’ Salon kahkahadan kırılmaktadır. İşgal kuvvetleri yeni vali eski sultanın haremini demokratik bir toplum kurmak için boşaltıp onu tek kadınla evli bırakmanın yollarını arayacaktır. Komedi böylece, iki perde devam eder. ABD’nin 1899’da asker yollayıp İspanyol vesayetinden aldığı, Filipin Denizi’ndeki Sulu Adası’na ilişkin S kişilik Ade Stadyumu’nun adı bana bir gerçek olaylardan yola çıkarak yazılan esin vermiyor, kimbilir kimin bağışıdır, satirik Broadway müzikalini, 1902’de diye merak etmiyordum. Meğer, yazar George Ade kaleme almıştı. Oyun New Broadway’den gelen paraları 1940’lı York’ta, Chicago, Boston, Washington yıllarda, ölümünden az evvel D.C. ve öteki kentlerde aynı anda perde Purdue’ye bağışlamış, adına bu stadyum açıyor, biletler kapalı gişe gidiyordu. yapılmıştı. Bu gereksiz ayrıntıyı Ade’nin oyunu 20. yüzyıl ve sonrasına bilmesem olurdu, ama üniversite eski ilişkin, dünyanın politik yazgısına mezunun el yazmalarını, kitaplarını, göndermeler yapıyor, adeta olacakları belgelerini sergiye açınca, kitap kurdu baklasız falcı gibi önceden ortaya olanların kuyruğuna ben de takıldım, koyuyordu. Oyun Amerikan halkının böylece yazarı ve Sulu Sultanı’nı ilgisini çekecekti. Halk, dünyanın öğrendim. Sulu Adası, Malezya ile gelecekte her işine burnunu sokan bir Filipinler arasında yer alan denizdeydi. devletin vatandaşı olduğunu hissediyor; 1450’de Ebu Bekir adlı maceraperest öteki dil, din, ırk, uygarlık ve kültürleri bir Müslüman Arap buraya üstünlük duygusuyla ti’ye alıyordu. Ade, bizim INDIANAPOLIS gelerek sultanlığını kurdu; haremini de... 440 yıl kampusunda yaşadığımız boyunca palmiyeler altında Purdue Üniversitesi’nden rahat yaşadılar. Portekiz ve mezundu. 1866’da Indiana’da İspanyollar gelip ticaret doğan Ade, Purdue’de yapıyorlar, sonra okurken başladığı gazetecilik mesleğini sonradan Chicago MAHMUT ŞENOL gidiyorlardı. İspanyollar bir süre sonra Sultanlığa D. Tribune gazetesinde dokunmadan, Adayı sürdürecek, bu arada ünlü koloniye çevirmenin bir yolunu tiyatro yazarı olarak adı Broadway buldular. Ardından İspanyol Amerikan afişlerine tırmanacaktı. ‘‘Üniversiteli Savaşı çıktı. İspanya Filipinler’den Dul’’, ‘‘Parisli Peggy’’, ‘‘ShoGun’’ gibi çekilirken, ABD adaların tümüne yapıtlar onun kaleminden çıkarken, 25 milyon dolar ödeyerek el koyacaktı. bir yandan gazetesinde hiciv dolu siyasi Sulu’ya asker çıkarıldığı sırada, Arap köşe yazıları döktürüyor, öykülerini hanedanından Sulu Sultanı Jamal ulkitaplaştırıyordu. Sulu Sultanı oyunu Kiram, dilimize uyarlarsak Cemal 1906’da kitap olarak basılınca çoksatan listesine yerleşecekti. Ade aynı zamanda Kerem idi. Son sultan, ABD tiyatrolarında kendisiyle dalga ABD’nin Ezop’u olarak tanınıyor, tıpkı geçildiğini allahtan görecek zamanı Bandırmalı hemşehrimiz ‘‘Aesop’’ gibi bulamadı, işgalden kısa süre sonra öldü. kısa masallar yazıyordu. Masalları Ada bir süre sonra bu kez İngiliz meğer hâlâ Amerikan çocuklarının denetimine bırakılacak, ABD dünyanın gözdesiymiş. Ben, Ade’yi bir rastlantı başka bölgelerine demokrasi ve uygarlık olmasaydı, ‘‘sittinsene’’ duymazdım. taşımak üzere askerlerini oradan Her gün önünden geçtiğimiz 65 bin çekecekti. Sulu’nun yazgısı elden ele geçmekti, galiba. 1957’de bağımsızlığını alan Malezya, adayı topraklarına kattı. Hanedandan geri kalmış son şehzade, eğer taç giyseydi 29. Sulu Sultanı diye selamlayacağımız ‘‘Rodinood Julaspi Kiram’’a da, yılda 5 bin ringgit Malez parası, takriben 1315 dolar, maaş vermeye devam etti. Şu sıralarda, şehzade hazretleri, devrik sultan Julaspi, Malezya’dan ailesinin haklarını geri almaya çalışıyor, uluslararası davalarla uğraşıyor. Geçenlerde Sulu Sultanı oyununu bir elden geçirdim. Sulu’da tekrar taç giyip, saltanat kayığına kurulmayı amaçlayan bu şehzade, eğer dedesine ilişkin yapılan şakaları biliyorsa, belki bundan dolayı Ade’nin kitaplarını, bunu dilemem ama, Sulu’da yasaklar. Ade, oyunda Sulu Sultanı’nı palyaçoya çevirip öyle anlatmış da... Unutmadan! Ade’nin, 1915’te Hollywood’da filme de alınan, ‘‘Narin Prenses’’ adlı romanında, güya Osmanlı’nın elindeki Morovenia’nın zayıflıktan evde kalmış güzel prensesine koca aranır. Ülkenin Türklerden kalma bir alışkanlıkla bütün hanımları şişmandır, şişmanlık güzellik sayılmaktadır. Bir tek bu prenses inceciktir. Sonunda bir Amerikalı işadamıyla tanışır da yuvasını kurar. Ade, obez Amerikan kadınlarıyla bizimkileri karıştırıyordu, galiba... Neyse ki edebiyat, bilerek hata yapmaktır. En azından, edebiyat başka ülkelere girip her şeyi yüze göze bulaştırarak iç savaşlara yol açmıyor. Sahi, bugünlerin Sulu Sultanı kimdi, demiştiniz? Sırada kim var? [email protected] CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle