25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 ŞUBAT 2006 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Demokrasi rüzgârının estiği Şili’nin Santiago sokaklarında artık insanlar gülüyor ve çocuklar mutlu Santiago’da hiç beklenmedik bir anda Atatürk karşımıza çıkıyor. Şilililer, Atatürk’ü saygın bir lider olarak görüyorlar. Şili başkanlık sarayının avlusu şimdi çocuklar tarafından yapılmış resimlerin sergilendiği bir alan. Her ay resimler değiştiriliyormuş. Küçük bir Michelle Bachelet hayranıyla yorgunluk atıyoruz. (FOTOĞRAFLAR: HACER KARANLIK) Lütfen Allende için saygı duruşu çağı binmiş, Bolivya’nın başkenti La Paz’a giderken kendimi hiç beklenmedik bir anda Şili’nin başkenti Santiago’da buluyorum. Bir tam günüm var, rotasını kendi kafasına göre belirleyen uçak şirketine teşekkür edip kendimi yaz güneşinin pırıl pırıl parladığı Santiago sokaklarına atıyorum. Yollarda yürürken, meydanları gezerken, yemek yerken garip bir durumla karşılaşıyorum; sanki benim bu kente pek çok tanıdığım varmış, sanki şimdilerde Şilililerin satranç oynayarak vakit öldürdükleri meydanları ben daha önce görmüşüm, şu geniş caddelerde, büyük kalabalıklarla birlikte yürümüşüm, önünden geçtiğim şu stadyumda elleri kesilen Viktor Jera’nın muhteşem gitarını dinlemişim. Neden şaşırıyorum ki, bu kentin bana tanıdık gelmesinden doğal hiçbir şey olamaz. Sonunda şair Pablo Neruda’nın ‘‘Şili hey, uzun taç yaprağı seni/denizden, şaraptan ve kardan!’’ diye seslendiği topraklardayım. Bu topraklarda olup biteni, 11 Eylül 1973 yılında seçimle iktidara gelmiş sosyalist başkan Allende ve yoldaşlarına karşı Amerika’nın açık desteğiyle gerçekleştirilen askeri darbenin hemen her gününü biliyorum. Toplu mezarları, kaybolan çocukları, kendi katillerini de çeken meslek şehidi kameramanı, darbeyi yapan General Pinochet’nin kara gözlüklerle kaplı yüzünü ve bütün diktatörler gibi acımasız, Amerika’ya karşı yaranmalarla dolu sesini, sözcüklerini anımsıyorum. Anılarla kuşatılmış bir halde Santiago sokaklarını arşınlıyorum. Her yerde neşe, keyif ve seçim heyecanı hâkim. Şansa bakın, çekişmeli bir başkanlık seçiminden iki gün önce bu kentteyim. Dağ taş, birbirleriyle amansızca çekişen iki rakip liderin fotoğraflarıyla dolu. Tabii ben hemen kadın lider Michelle Bachelet’in yanında yer alıyorum, yanlış anlaşılmasın sadece kadın olduğu için değil, birazcık olabilir de, ama o aynı zamanda solun lideri. Sosyalist bir devlet başkanının çarpışarak öldüğü bu ülkeye o yakışıyor. Öbür başkan pek bir havalı, sürekli eşiyle birlikte poz veriyor, tabii Latin kadınlarını küçümsemek, onları yok saymak olmaz. AŞASIN ŞİŞMANLIK VE KADIN BAŞKAN Y Santiago sokaklarında geziyorum ya, sağa sola bakmamak olmuyor; Şili zengin bir ülke, Güney Amerika’nın en zengini. Dünyanın bakır ihtiyacının büyük bölümünü bu küçücük ülke karşılıyor, Amerika o bakır madenleri için Şili’ye haddini bildirmeye çalıştı. Binlerce insanın ölmesine, sürgün edilmesine, çocukların babasız anasız kalmasına neden oldu. Artık demokrasi rüzgârının estiği Şili’de yerel rehberlerin söylediğine göre okuma yazma bilmeyen kalmamış, milli gelir artmış ve gelir bölüşümünde tam değilse bile kısmi bir eşitlik sağlanmış. Bu nedenle Şili’de lokantalar, kahveler mutlu mutlu yemeklerini yiyen, çocuklarını seven, kahkahalarla gülen insanlarla dolu. Üstelik erkeklerinin pek maço olduğu söylenen ve hemen her kentin en tepe yerinde bir haç ya da katolik İsa heykeli bulunan, dindar ve tutucu Güney Amerika’da boşanmış, üstelik gayrimeşru çocuğu olan bir kadını başkan seçmek üzereler. Üzereler diyorum, ben Şili’den ayrılırken sonuçlar henüz açıklanmamıştı, kadın başkanın kazandığını Bolivya’da bizi karşılayan İndigo (Kızılderili) asıllı yerel rehberimiz söyledi. Eliyle zafer işareti yaparken gözlerinin içi parlıyordu: ‘‘Yaşasın halkların dayanışması!’’ Kim ne derse desin, bence Şili’de kadın başkanı kadınlar seçti. Öyleyse Şili’den başlayarak kadınlarından söz edelim. En önemli özellikleri, çoğunun şişman olması ama bu şişmanlık onların derdi değil. Daracık pantolonları giyip tombul göbekleri açıkta, kendilerinden son derece emin, şen kahkahalar atarak dolaşıyorlar. Onları sevmemek olanaksız. Hemen dans etmeye başlamaları da cabası. Hiçbir çekinceleri yok. Bu arada ben, kadın başkan için yapılan bir mitingin sonuna yetişip onların neşesine ortak olmaya çalışıyorum, ama artık dağılmak üzereler, zafer işareti yaparak bağırmaktan kısılmış sesleriyle hâlâ Enternasyonal’i söylemeye çalışıyorlar, ben de kendini yorgun argın sokak ortasındaki bir sıranın üstüne atıp, dinlenen küçük bir Bachelet taraftarıyla fotoğraf çektiriyorum. U RESTORANA ALINMIYORUZ PERU Lima Cuzco Puno Arequpia BOLİVYA La Paz Büyük Okyanusu ŞİLİ Şili’de yemek maceramız Atlas Okyanusu Santiago ili’de saatlerim sayılı, sabahleyin gezinin ilk durağı Bolivya’nın başkenti La Paz’a uçacağım. ŞAma yazar Isabel Allende’nin okurken ağzımı sulandıran o nefis Şili yemeklerini yemeden bu diyarı terk etmek olmaz, diye düşünüyorum ve tavsiye üzerine arkadaşlarımla bir Şili restoranına gidiyoruz. Vay canına, o ne acayip bir lüks, ön kapıdan bizi karşılayan görevli, belli ki bizi pek beğenmiyor, oysa elimizden geldiğince şık giyinmişiz, takıp takıştırmışız. Hayır beğenilmiyoruz ve yanımıza gelen başgarson her yerin dolu olduğunu söylüyor, bir gecelik turistler için ise hiç yer yok. Kös kös geri dönerken, uzun eldivenli, ipek giysili kadınların ve smokin giymiş erkeklerin lokantanın merdivenlerinden ağır ağır çıktıklarını görüyoruz. Arkadaşlarımdan biri gözünü dikmiş gelenlere bakıyor ve kendi kendine fısıldıyor: ‘‘Allende’yi bunlar öldürtmüştür.’’ Hepimiz onu onaylayıp, hemen karşıdaki bir restorana dalıyoruz ve güzelim Okyanus karideslerini bir güzel mideye indiriyoruz. Gece öyle bitiyor, sabahleyin çok erken saatte kalkıp La Paz’a giden uçağa bineceğiz. Ertesi sabah La Paz’a uçuyoruz. Pazar yazımda anlatmıştım, o kadar uzun bir uçak yolculuğundan sonra Santiago’ya ayak basmıştık ki, benim en ufak bir uçak indibindiye tahammülüm kalmamıştı. Ama insanoğlu pek bir dayanıklı, her şeye alışıyor, o kısacık La Paz Santiago arasında tam iki kez inip kalkıyoruz. Uçağımız bir dolmuş uçağı. Her istasyonda duran kara trenler gibi her yarım saatte bir inip yeniden havalanıyor. Şilililer, askeri darbe sırasında stadyumda önce elleri kesilen, ardından kurşuna dizilen büyük şairyorumcu ve gitarist Victor Jera’yi hiç unutmamışlar. Sosyalist kadın aday Michelle Bachelet’i canı gönülden destekleyen kadınlar. Şişmanlar, neşeliler ve kararlılar. Zaten kazandılar. Bush ve Pinochet’in adamı ilan ediliyorum ani insanoğlunun başına her şey gelebilir, deH rim ama Bush ve Pinochet’nin adamı olarak suçlandığımı rüyamda görsem hayra yormazdım. Evet, bu da başıma geldi. Efendim, uçak ilk istasyonda duruyor, bir kısım yolcu iniyor, bir kısım biniyor, biz de uçağın içinde bekliyoruz. Uçağa binenler içinde, entelektüel görünümlü, giysileri de buna uygun ben yaşlarda bir adam da var. Havalanıyoruz. Hop, uçak tekrar alçalıyor, inenler iniyor, binenler biniyor, biz uçağın içinde bekliyoruz; motor hareket halinde, bir de bakıyorum, bizim entelektüel görünümlü adamımız açmış cep telefonunu ha babam konuşuyor. Ben heyecanlanıp konuşmayı kesmesini söylüyorum, adamımız hiç oralı değil, bunun üstüne kapıda duran erkek hosteslerden birine adamı gösterip konuşmasını engellemesini istiyorum. Erkek hostes omuzlarını kaldırıp bana ne dercesine olaya kayıtsız kalıyor, şaşırıyorum, bu kez adamımız elinde telefon bana adeta tükürür gibi, ‘‘Sen Bush’un adamısın’’ diyor, hızını alamayıp ‘‘Pinochet’nin de adamısın’’ diye basıyor küfrü, ‘‘Ben komünistim’’ dediğimde de yüzünde alaycı bir gülümseme, ‘‘Sevsinler senin gibi komünisti’’ diyor. Ter içinde, ne olduğunu anlamadan kafamı çeviriyorum, ne yaptım da Bush ve Pinochet yanlısı oldum, anlamıyorum. Belli ki bu sözcükler Şili’de en büyük küfür. Daha doğrusu dünyanın büyük bölümünde sıkı bir küfür! Peki ben ne yaptım? Buralarda bellek unutmayı bilmiyor dedim ya, belli ki bu adam da hiçbir kötülüğü unutmamış. Eminim pek çok yakını, arkadaşı ihbar sonucu tutuklandı, işkence gördü, belki kendi de. O nedenden üniformalı birine yapılan her şikâyeti bir ihbar kabul ediyor, erkek hosteslerin de üniformaları askerleri andırıyor ya. İşte böyle ilk kez İndigo (yerli anlamına geliyor) bir başkanın seçim kazandığı ve sapasağlam ayakta olduğu, Bolivarcı devrime inanan insanların kenti La Paz’a Bush’un ve Pinochet’nin adamı olarak iniyorum. Tanrı daha beterinden korusun. Santiago sokakları, parkları bizim kahveler gibi satranç oynayanlarla dolu. Kaybeden, bir Şili birası ısmarlıyor. Görmüş geçirmiş başkanlık sarayı. Bu topraklarda bellek unutmayı bilmiyor B Seçimle başa gelen sosyalist başkan Allende’nin askeri darbe sırasında ölümünden birkaç dakika önce çekilmiş son fotoğrafı. (11 Eylül 1973) u kez yolumun üstüne, Şili Başkanlık Sarayı çıkıyor. Giriş kapısında öylece duruyorum. İçeriye girip avlularda fotoğraf çekmek serbest, ben de içeri giriyorum, ön avluya. Yıllar önce bir başka avludan içeri girdiğimde de böyle perişan olmuş, hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. O avlu Moskova’daydı ve büyük şair Nâzım Hikmet’in cenazesinin çıktığı avluydu. İşte şimdi de Allende’nin otuza yakın yoldaşıyla elinde silah, Amerikan helikopterlerini beklediği yerin avlusundayım. Allende az sonra ölecek. Yanındaki yoldaşlarına vasiyet ediyor: ‘‘Ben ölüyorum, bu hiç önemli değil ama davamız sizler sayesinde sonsuza dek kazanacak. ’’ Ve Allende ölüyor, yanındakilerin pek çoğu da, sağ kalanlar ağır işkencelerden geçiyorlar, kimi sürgünde ölüyor, kimi hâlâ yaşamaya devam ediyor ve asla davalarından vazgeçmiyorlar. Zaten belki de bu nedenden işadamlarının hem maddi hem manevi desteğine rağmen sağcı başkan seçilemiyor, çünkü Allende’nin sözleri gelip tek tek insanları buluyor. Kayıplar, acılar unutulmuyor, geçen onca zamana rağmen. Belleğin unutmayı bilmediği topraklarda geziyorum. YARIN: AZİZ CHE’NİN TOPRAKLARINDA CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle