25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 ARALIK 2006 SALI CUMHURİYET SAYFA İNCELEME İstanbul Haber Servisi Hüseyin Cahit Yalçın’ın 3 Aralık 1945’te Tanin gazetesindeki makalesinde “Kalkın ey ehli vatan” diyerek halkı “komünistlere karşı mücadeleye’’ çağırmasının ardından başlayan olaylar, Tan Matbaası’nın 4 Aralık 1945’te basılmasıyla son bulmuştu. Hüseyin Cahit Yalçın’ın bahsettiği “komünistler” o dönem Tan gazetesi ve Görüşler dergisinde demokrasi isteyen Zekeriya ve Sabiha Sertel’di. İşin ilginç yanı, aynı dönemde tek parti iktidarından kurtulmak isteyen Demokratlar da onlara katılmış ve bir demokrasi cephesi oluşmuştu. Görüşler’in yazı kadrosunda Celal Bayar, Fuat Köprülü ve Adnan Menderes’in adları, Aziz Nesin, Behice Boran, Mehmet Ali 9 Türk bayrağı dikmişti. Kalabalık, Tan ile sol yayınlar satan kitabevlerini yağmaladıktan sonra da Beyoğlu’na çıkarak Görüşler dergisiyle Yeni Dünya ve La Turquie gazetelerini de tahrip etmişti. Tan’ın “Kahrolsun komünistler, kahrolsun Serteller” sloganlarıyla basılıp baskı araçları tahrip edildiği sırada ANT dergisinin kapağında ise ‘Go Home’ yazan sayısı baskıya giriyordu. Ne ilginçtir ki, İstanbul’da sıkıyönetim olmasına karşın binlerce kişinin yağmasına güvenlik güçlerinin hiçbir müdahalesi olmamış ve hiç kimse sorumlu olarak yakalanmamıştı. Serteller ise tutuklanmış ve 1950’den sonra yurtdışına gitmişlerdi. Saldırıya uğrayan sol gazete ve dergiler kapanmıştı. Tan Matbaası baskınının ardından, saldırıları tetikleyen Hüseyin Cahit Yalçın, ertesi günkü yazısında, olayları “Milli Türk mukavemeti” diye nitelemişti. Aslında, bu “mukavemet”, bir anlamda Türk demokrasisinin de “sakat doğmasına” neden olmuştu. Tan Matbaası baskını Aybar’la yan yanaydı. O gün İstanbul Üniversitesi’ndeki bazı kişilerin, ellerinde Tanin gazetesiyle derslere girip öğrencilere “Kalkın ey ehli vatan” diye bağırmasının ardından, bütün okul Beyazıt Meydanı’nda toplanmıştı. Yürüyüşe geçmeleriyle sayıları binlerce kişiye ulaşan kitlenin ellerinde Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü resimleri ve Zekeriya Sertel’e bakılırsa arkalarında tek parti iktidarının desteği vardı. Doğruca Cağaloğlu’na, Tan Matbaası’na yürüyen kitlenin saat 10.00’da taşlamalarla başlayan saldırısı, sopalarla binanın camlarının kırılmasının ardından matbaaya girilerek baskı makinelerinin parçalanmasına dek vardı. Baskın sonunda Tan Matbaası bir harabeye dönmüş, son yağmacı da Tan Matbaası binasının üstüne B askın sonunda Tan Matbaası bir harabeye döndü. Tan olayı: Tarihimizde bir utanç SERVER TANİLLİ kinci Dünya Savaşı, 1945’te demokrasiler lehine sona erince, sonuç Türkiye’yi de etkiler ister istemez. Ve siyasal yapıda bir değişikliğe götürür: İsmet İnönü’nün 19 Mayıs 1945 tarihli konuşması, bunun ipuçlarını verir. Arkasından, muhalefet partilerinin kuruluşu gelir. Bir liberal parti kimliğiyle, 7 Ocak 1946’da geleceğin iktidarı Demokrat Parti kurulur ve kısa zamanda gelişir. Başka partiler de ortaya çıkar ve doğal olarak “sol partiler” de kurulur. Batı demokrasisi, “solsuz demokrasi” ile uzlaşamazdı. O sıralar, özellikle solcu aydınlar, demokrasinin anlamı, fikir özgürlüğü, çok partililik gibi kavramları pek güzel anlatıyorlardı. De İ T an, otuzlu yıllarda çıkarılmaya başlanan ciddi bir gazeteydi. 1940’lara doğru, başyazarlığın Zekeriya Sertel’e verilmesinin ardından, daha solda bir politika izlemeye başlar; İkinci Dünya Savaşı yıllarında faşizme karşı cephe alır; iç politikada gerçekten demokratik bir düzenden yanadır ve sosyal adaletin sağlanmasını ister. Bütün bunların havada kalmaması için de eleştirilerini toplumcu bir zemine oturtur. mokratik bir anayasa, siyasal suçların affı, demokrasiye aykırı kanunların kalkması, özgür basın, insan haklarına saygı, çok partili demokrasiye geçişin hızla gerçekleştirilmesi ve bunun için gerekli yasaların çıkarılması, yolsuzlukların üstüne gidilme, gündemin baş maddeleriydi... Ne var ki, iktidar bu söylenenleri yarım kulakla izliyordu. Daha doğrusu, rejimin başındakiler, sınıfsal çıkarları bakımından, gerçeği kabullenmek istemiyorlardı. Belirtmek gerekir ki, “sol”dan, sadece Sovyetler Birliği’ne komşu olduğumuz için korkulmamıştır; “sol”un kendilerinde, daha başka şeyler söyleyip halkın gözünü açmalarından çekinmişlerdir; öyle olduğu için de, demokrasiye gidilmeliydi, ama halkın dışında, “egemen sınıfların kendi içlerinde bir oyun” olarak kalmalıydı. Bu gizli niyeti, 4 Aralık 1945’te bir olay, “Tan Olayı” açığa vurmuştur. “Tan”, 30’lu yıllarda çıkarılmaya başlanan ciddi bir gazeteydi. 1940’lara doğru, başyazarlığın Zekeriya Sertel’e verilmesinin ardından, gazete daha solda bir politika izlemeye başlar; İkinci Dünya Savaşı yıllarında faşizme karşı cephe alır; iç politikada, gerçekten demokratik bir düzenden yanadır ve sosyal adaletin sağlanmasını ister. Bütün bunların havada kalmaması için de eleştirilerini toplumcu bir zemine oturtur. Şunu da hatırlatmalı: Dönemin CHP iktida M ASKEYİ İNDİREN DİZİ ‘Bir Millet Uyanıyor’ ve Serteller’in ödülü EROL MANİSALI rı, devrimci çizginin dışına düşmüş ve sağ’a kaymıştır; sol’un tepesinde boza pişirmektedir. Bu arada, Tan hakkında sık sık basın davaları açılır ve zaman zaman da geçici kapatılma yoluna gidilir; Varlık Vergisi’ni eleştiren bir yazıdan dolayı 1944 Eylül’ünde süresiz olarak kapatılır. Yeniden yayımlanmasına izin verildikten birkaç ay sonra da, gazete, CHP hükümetine karşı şiddetli muhalefetini sürdürür. Bu da sonu olur onun... Gazeteye karşı, kimi CHP yetkilileri ve sağ basın, öğrencileri kışkırtmaya girişirler. Öte yandan, tanınan bir gazeteci, Hüseyin Cahit Yalçın, Tanin gazetesinde 3 Aralık’ta yayımladığı “Kalkın Ey Ehli Vatan” başlıklı yazısında, Tan’a karşı bir “Vatan Cephesi” oluşturulmasını, gazetenin susturulması görevinin gazetecilere ve özgür yurttaşlara düştüğünü yazar. Yollar açılmıştır... Ertesi gün Beyazıt’ta üniversiteden yola çıkan sağcı gençler, gazetenin önüne gelirler. BALTA VE BALYOZLU SALDIRI Kentte sıkıyönetim vardır ama kılını kıpırdatmaz; saldırganlar, bizzat polisin gözetiminde Tan basımevini basıp ellerinde balta ve balyozlarla baskı araçlarını kırar, bobinlerini yırtarlar. Onlarla yetinmezler: Solcu kitaplar sattığı gerekçesiyle ABC Kitabevi de basılır, kitaplar yırtılıp parçalanır. Beyoğlu’nda Yeni Dünya ve La Turquie gazetelerinin de binaları saldırıya uğrar. Sıkıyönetim Komutanlığı, ertesi gün sıradan bir bildiriyle olayı geçiştirir. Muhalefetten de bir iki ses yükselir, o kadar... Sonuç? Saldırganların arkasına düşülmez, ama Tan gazetesi sahip ve yazarları, başta Zekeriya ve Sabiha Sertel olmak üzere, haklarında dava açılır ve tutuklanır. Salıverilmelerinin ardından bir süre kararsız kalırlar ve sonra kararlarını verirler. Yurtlarında barınamazlar ve can tehlikesi de vardır. Yad ellere doğru yola çıkarlar... Giderek kesinleşen bir şey de vardır: Sol’a hayat yoktur! Nitekim, sol partiler kapatılır. Parsayı Demokrat Parti toplayıp iktidara gelir; o da, aynı yasağı, ölçüyü arttırarak uygular. Kural, uzun yıllar öyle kalır; ama Türkiye’nin iktidadi, siyasal ve kültürel yaşamından yığınla şeyi de alıp götürerek... “Tan Olayı” da, çağdaş tarihimizde bir utanç lekesi olarak kalır. ir Millet Uyanıyor’ dizisini onunla ilk konuşmaya başladığımız zaman “Dip Dalgası’nın zemininin hazırlanmasını” düşünüyorduk. “Geniş bir ulusalcı cephenin içinde bulunması iyi olacak, sen ne düşünüyorsun” dediğinde hiç şaşırmadım. Bu konuları son 10 yılda hem birlikte yazmış hem de sohbetlerimizde tartışmıştık. Şimdi önemli olan isimlerdi; kimler yazacaklardı? Kafamızda geniş bir liste vardı. Bir kısmını şahsen az tanıyordum. Ortak bazı tanıdıklarımız vardı. Birkaç uzmanı ise Attilâ İlhan’a ben önerdim; yakın ilişkilerimiz olan düşünürlerdi bunlar. 2005 yılının ilk yarısından itibaren kitaplar Bilgi Yayınevi’nden art arda çıkmaya başladı. Bilgi’nin Beyoğlu’ndaki İstanbul temsilciliği yeni buluşma yerimiz olmuştu. Haftada bir veya iki defa akşamüstleri buluşuyorduk. Değişiklik olsun diye Taksim tarafına da çıktığımız oluyordu. “Bir Millet Uyanıyor”un muhtemel yazarlarını tartışırken Ahmet Küflü ile uzun telefon konuşmaları yapıyordu. 2005’in ilk yarısında Bilgi Yayınevi’nden çıkan “Şu Çılgın Türkler” gündeme oturdu. “Bir Millet Uyanıyor” ile aynı döneme rastladı. Bizim dizinin kitapları art arda vitrinlerde gözükmeye başlayınca Attilâ İlhan’ın keyfi yerine geldi. DÜŞMANIN ADI EMPERYALİZM Sağdan, soldan, merkezden herkes vardı içinde. Kimi çevrelerde şaşkınlık bile yarattı. 2030 yıl önce birbirlerinin karşısında düşman gibi yer alan yazar ve düşünürler, nasıl olur da aynı dizide birleşip bütünleşirlerdi? Kimi çevrelerde büyük bir rahatsızlık başladı. “Bir Millet Uyanıyor” dizisi acaba, “Türkiye’deki antiemperyalist cephenin temellerini mi atıyordu”? Öyle ya, bütün bu yazarların bir tek ortak özelliği vardı: Hepsi de, “Ben emperyalizmin karşısındayım; en büyük düşman emperyalizmdir” diyen düşünürler ve uzmanlardı. Bu ise emperyalizmin en korktuğu şeydi. Sağsol, TürkKürt, laikantilaik çatışmaları ve karşıtlıklar yerine yumruklar bir tek düşmana karşı sıkılmıştı. Bu ‘B düşmanın adı emperyalizmdi. “Bir Millet Uyanıyor” dizisi bir maskeyi indiriyordu. Onun yarattığı sağsol, TürkKürt, laikantilaik çatışmaları yerine, “ulusalcılar ve emperyalistler” ayrımını getiriyordu. YENİ KIRMIZI ÇİZGİ Yeni bir kırmızı çizgi çiziliyordu; bu çizginin bir tarafında ulusalcılar, öbür tarafında işbirlikçiler yer aldı. “Bir Millet Uyanıyor” dizisi, bu kırmızı çizgiyi belirtiyordu. Doç. Dr. Yıldız Sertel’den Sadi Somuncuoğlu’na, Sina Akşin’den Aslan Bulut’a kadar antiemperyalist cephe bir araya geldi. Yıldız Sertel telefonda bana, “Bu yıl ödülü vakıf olarak ‘Bir Millet Uyanıyor’ dizisine vermeye karar verdik” dediğinde çok sevinmiştim. Nasıl sevinmem ki; Attilâ İlhan’ın yönettiği bu dizinin en başından beri içinde olmuştum. 2006 yılında yayımladığım iki sohbet kitabımda bu diziye ait anılarımı aktarmıştım. Attilâ İlhan’la nasıl tartıştığımızı sergilemiştim. Sevinmemi gerektiren bir şey daha vardı; Serteller’in ödülünü 2003’te Attilâ İlhan; 2005’te ben almıştım. Attilâ İlhan’la birlikte, meydana gelmesine omuz verdiğimiz “Bir Millet Uyanıyor” dizisi ise 2006’da, Serteller’in ödülünün yeni sahibi oluyordu. Şahıs olarak ise Server Tanilli’nin ödülü alması bana büyük tat verdi. Ben sevinmeyecektim de kim sevinecekti? 4 Kasım Cumartesi günü TÜYAP Kitap Fuarı’na kitaplarımı imzalamak için gittiğimde Bilgi Yayınevi’nin standına uğrayıp Ahmet Küflü ile sohbet ettim. Ödül müjdesini benim vermeme gerek kalmadı; Ahmet Küflü haberi Yıldız Sertel’den çoktan almıştı bile. Turgut Özakman ve Vural Savaş da oradaydılar. Attilâ İlhan’ı andık; Şu Çılgın Türkler’den, Bir Millet Uyanıyor’dan, Serteller’in ödülünden söz ettik. Kafalarımızda ve gönüllerimizde bütünleştik. Serteller’in vakfı 2006 yılında ödülü “Bir Millet Uyanıyor”a ve Server Tanilli’ye vermişti. Her şey iç içeydi; Yıldız Sertel, Attilâ İlhan, Turgut Özakman, Vural Savaş, Ahmet Küflü bütünleşmişlerdi. Şu Çılgın Türkler uyanıyordu... Evet bir millet yeniden uyanıyordu sanki, bir kâbustan uyanmak gibi bir şey… Gazetecilik Vakfı’nın verdiği “2006 Sertel Ödülleri sahiplerini buldu Sertel Yılı Sertel Ödülleri’’, “kişi’’ dalında Anayasa Hukuku profesörü gazeteciyazar Prof. Dr. Server Tanilli’ye, “kurum’’ dalında ise Bilgi Yayınevi’ne verildi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti konferans salonunda düzenlenen törenin açılış konuşmasını yapan Vakıf Başkanı Yıldız Sertel, Papa 16. Benedikt’in Türkiye’yi bilinçli olarak ziyaret ettiğini belirterek, “Atatürk misyonerlere karşıydı. Çünkü misyonerler emperyalistlerle birlikte çalışmışlardı. Papa Bush’a çok yakın, Fethullah Gülen’den para alan biri. Herhalde Türkiye’ye İslamı kucaklamaya gelmedi. Papa’nın gelişini büyük Ortadoğu Projesi’nin yayılmak istenmesiyle açıklamak daha doğru olur’’ dedi. Ödül töreninin ardından, Prof. Dr. Erol Manisalı günün konuşmasını yaparken Sabiha ve Zekeriya Sertel’in makaleleri okundu. Tören, “Roman Gibi Sabiha Sertel’in Öyküsü’’ adlı belgesel film gösterimi ile son buldu. (Fotoğraf: CİHAN ORUÇOĞLU) Çağının tanığı: Server Tanilli PROF. DR. NECLA ARAT * nan öyküsünü anlatıyor. erçek bir Aydınlanmacı düşünür, Cumhuriyet’in yetiştirdiği saygın bir yazar ve ödün vermediği düşünceleri yüzünden ağır bedeller ödemiş olan bir öğretim üyesi Server Tanilli... O, “Yeni Bir Yüzyılın Eşiğinde” başlıklı makalesinde “Yeni bir yüzyılın başlarındayız. Yüzyılımız, bundan öncekinden devraldığı sorunları çözmeye çalışırken kuşkusuz hiç bilmedikleri de çıkacak karşısına; o da geleceğe yürüyüşünü onlarla boğuşa boğuşa yapacak. Tarihin akışı böyle... 20. yüzyıl, ağır bir miras bıraktı arkaya” diyordu. Hiç kuşku yok ki kadın sorunu bu ağır miras içinde yer alan önemli bir sorun... Tanilli, “Ne Olursa Olsun Savaşıyorlar: Kadın Sorununun Neresindeyiz?” başlıklı son kitabında bu sorunu ele alıyor ve o yetkin kalemi ve güzel Türkçesi ile kadınların kadınerkek eşitliği hedefine doğru ilerleyen tarihini paleolitik çağdan günümüze kadarki aşamalarında hem kuramsal hem de problematik açıdan irdeleyip betimliyor. Kitap, dünya kadınlarının önlerindeki engelleri nasıl yavaş yavaş aştıklarını ve özgürlük alanlarını genişlettiklerini; toplumsal yaşama, kamu hukukuna, istihdam ve ekonomi dünyasına girmelerinin; siyasal yaşamın kapılarını zorlamalarının çarpıcı ve zevkle oku G önemli bir rol oynayacaklardır. Yazar, bu inancını dünya kadınlarının oy hakkından kimliğe, meslek duvarlaFEMİNİST AKIMA BAKIŞ rını yıkmaktan özgürlük, eşitlik ve iktiYazar, yapıtında feminist akımı da “tek darı paylaşmaya, şiddetin mahkum edillik ve çokluğu” ile tartışırken bu akımın mesinden egemen kalkınma modelinin özellikle 20.yüzyılda kadınlara açtığı ye eleştirilmesine ve yeni çözüm seçenekni ufukların altını çiziyor. Gelişmiş ülke leri bulmalarına değin uzanan savaşımkadınları ile azgelişmiş ülke kadınlarının, larında gösterdikleri direniş, başkaldırı örneğin kadına yönelik şiddet konusun ve başarılarına dayandırıyor. Tanilli, her biri ayrı bir kitap yoğunluda ve şiddeti mahkum etmekte dünya çağundaki on bölümde kadınların sessizlik pında uzlaştıklarını dile getiriyor. çağından sonra ortaya Tanilli’ye göre, kaçıkışlarını, direnişten dınlar egemen patribaşkaldırıya geçişleriyarkal sistemin ve pianilli’ye göre, ni ve kendilerini görüyasa ekonomisine dakadınlarımız Cumhuriyet nür kılmalarını, kısacayanan küreselleşmeDevrimi ile laik hukuk sı büyük bedeller ödenin temellerini de sarsdüzeninin bireyleri olarak yerek yaptıkları devrimmışlardır. Çünkü eşit“yepyeni ve uygar bir leri bir roman tadında sizliklerin derinleşmeyaşama” adım atacak aktarıyor. sine, ücretlerin iğrehukuksal zemine O, ayrıca laik Türkiye tilmesine, sosyal güCumhuriyeti’nin kurukavuşmuşlardır. vensizliğe neden olan luşu ile ülkemiz kadınküreselleşme, en çok kadınları vurmuş ve onlar bu nedenle larının nasıl görünmezlikten kurtuldukla“ailede, işletmede, ulusta ya da ulus rını; dinsel ideoloji nedeniyle uymak zolararası camiada, hiyerarşi üstüne ku runda oldukları “örtünme” zorunluluğurulu geleneksel modellere seçenek ola nun kalkışını; Türk Yurttaşlar Yasası (Mebilecek yeni modeller önerip barış için deni Kanun) ile de kendilerini ikincil bir de bir başka dünyanın hazırlanması düzeyde tutan dinsel ilkelerden kurtuldukna katkıda bulunmak gereksinmesini larını anlatıyor. Tanilli’ye göre, kadınlarıduymuşlardır”. Barış, eşitlik ve adalet mız Cumhuriyet Devrimi ile laik hukuk dütemeline dayanan bu başka dünyanın zeninin bireyleri olarak “yepyeni ve uyoluşmasında kadınlar, kuşkusuz çok gar bir yaşama” adım atacak hukuksal ze T mine kavuşmuşlar ve dünyayı kendi gözleri ile görmeye başlamışlardır. O, bu bağlamda Cumhuriyetin başlarında kadın hakları mücadelesinde simge adlardan biri olan Sabiha Sertel örneğine de yer vererek, Sertel’in Mustafa Kemal’in devrim programını dünya devrimleri içinde “en önemlilerden biri” olarak nitelediğine ve bu devrimin “eski bir kültürden uygar bir kültüre geçişimizi sağladığını” söylediğine de değinmektedir. 1980’li ve 1990’lı yılların feminist hareketini de değerlendiren Tanilli, konu ile bağlantıları açısından, çocuk haklarına, fazla nüfus artışına ve fuhuş olaylarına, “bir pranga olarak türbana”, töre cinayetlerine ve kotaya da eleştirel bir yaklaşım ve güncel örneklerle yer vermektedir. Server Tanilli’nin Ne Olursa Olsun Savaşıyorlar başlıklı kitabı, özetlenerek anlatılabilecek bir yapıt olmayıp mutlaka okunması gereken bir kitaptır. Bu kitap, yalnız kadınlar tarafından değil, özellikle ve daha çok erkekler ve siyasetçiler tarafından, ufuklarının açılması ve “zihniyet değişimi” için neler yapılabileceğini kavramaları; cinsiyetçiayrımcılığa son verecek daha aydınlık bir gelecekte paydaş olmaları için okunmalıdır. Çünkü kadınlar zaten her türden bağnazlıktan arınmış, “aydınlık bir gelecek” için, ne olursa olsun savaşıyorlar. * İÜ Kadın Sorunları Merkezi Başkanı. CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle