27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 ARALIK 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Toplumda Yükselen Şiddet Günümüzde yüz yüze, sevgiye, duyguya dayalı ilişkilerin önemini yitirdiğini söylemek, sanıyorum konuyu abartmak olarak algılanamaz. Hızla gelişen elektronik iletişim, haberleşme, bilgilenme olanakları toplumsal ilişkilerin farklı, sanal bir ortama kaymasına yol açmıştır. Teknolojik gelişmenin, bilgi akış hızını artırmasındaki öneminin altını çizerken kimi sakıncalı hususlar gözden kaçmamalıdır. gelecekte misli katlanacaktır. Savsaklanan, istismar edilen, sürekli kötü muamele gören çocuğun diğerlerine oranla sapan davranışlara yöneldiğini, yapılmış araştırmalar da ortaya koyuyor. Öte yandan estirilen neoliberal rüzgârların “küçülmesi” yönündeki talepler, devletin üstlendiği toplumsal yükümlülükleri tümüyle ortadan kaldırmasa da verilecek hizmetin uluslararası ölçütlere uygun olması zorunluluğunun ağırlığını hissedemiyoruz. Yakın geçmişte basında yer alan “çocuk yuvaları”nda koruma altındaki çocuğa şiddet uygulayan, onu cezalandıran tutumla ilgili haber, çağdaş çocuk bakım hizmetleri yönünden de “iyi not” alamayacağımızın bir göstergesi. PENCERE Eyvah!.. Haklı Çıktık... Herifçioğlu sofrada karşısındakilerle al takke ver külah tartışıyor, arada da atıştırıyordu, son lokmasını yutup son noktasını da koyduktan sonra elini kapamaya bile gerek görmeden ağzını açıp yüksek sesle geğirdi: Gaaaarç... Ne oldu?.. Kazandım... Neyi?.. Tartışmayı... Peki, bu geğirti ne?.. Keyiflendim... ? İnsan haklı çıktı mı keyiflenir; ama, bunun dışavurumu değişiktir... Haklı çıkmak kişiyi sevindirir, mutlu eder, neşelendirir, çünkü insanın savunduğu ‘doğru’ çıkarsa kişiliği de yücelmiş olur... Ne var ki kazın ayağı her zaman böyle değil... Nasıl?.. ? İnsan kimi zaman haklı çıktı mı mutsuzlaşıyor... Buruklaşıyor.. Hüzünleniyor.. Acı çekiyor.. Dövünüyor.. Ah, diyor, keşke haklı çıkmasaydım... Haksız çıkaydım... Savlarım haklı çıkmasaydı... Yenilgiye uğrasaydım... Yazıp söylediklerim, savunduklarım, ileri sürdüğüm fikirler madara olsaydı... Hayatın bu garip çelişkisi çoğu zaman gerçekleri benimseyenler ve doğruları savunanlar için yazgıya dönüşüyor.... ? Türkiye’nin bugünkü hali pür melâline baktıkça keyiflenemiyorum... Söylediklerimiz doğru çıktı.. Haklı çıktık.. Ve haklı çıktım.. Ne yapmalı? Yazar olarak bunca yıldır yazdıklarımızın haklılığı sergilendi ve kanıtlandı diye doğrularımızın tadını mı çıkaralım?.. Keyifle geğirelim mi?.. Gaarrç... Yoksa hüzünlenelim mi?.. Bu gidişle Türkiye’nin sonu çıkmaza saplanır dedik, haklı çıktık!.. Nice yıl sonra bugün iki kırmızı çizginin arasına sıkışan ülke bölücülükle, dincilikle, borçla harçla, sosyal adaletsizlikle al takke ver külah... Evet, haklı çıktık... Geriye kalan acı.. Hüzün.. Burukluk.. Tepki.. ? Ancak çok iyi biliyoruz ki Türkiye’yi özellikle bu hale düşüren işbirlikçileri ve ortakları medyada ve politikada, hem dışarda hem de içerde gek gek geğiriyorlar. Şu Bizim Halimiz! Boşuna, “Güleriz ağlanacak halimize” dememiş atalarımız!.. Haberleri dinledikçe, gazeteleri okudukça, daktilo başına geçip bir şeyler yazmaya kalkışınca, ister istemez gülmek geliyor içimden!.. AB’nin treni yavaş gidecekmiş! Otuz beş önerinin sekizini askıya almışlar, yani AB ile görüşmelere ara verilmiş! Kim vermiş? AB Komisyonu!.. ??? Bir çeşit sınavdı bu! Otuz beş sorunun altından kalkacaktık, buyruk öyleydi, ver bu sınavları, sonrasını düşünürüz!.. Şimdiye dek AB uğruna nice değişmeler yaptık, onu kaldır, bunu düzelt, aferin al! Yetmedi, Kıbrıs’ta Rum isteklerini kabul et, limanlarını aç, her şeyinle AB’ye teslim ol! İnsanlarınla, aydın geçinenlerinle, tüm varlığınla!.. ??? Papa geldi gitti. Kıyamet koptu! Ülkenin düzeni altüst oldu. Neymiş, Katoliklikle Ortodoksluk anlaşacakmış, bin yıllık düşmanlık ortadan kaldırılacakmış!.. Papa ziyareti bize AB yollarını açacakmış! Hele şu Altın Gol’ü bir atsak, yani Rum gemilerine, uçaklarına kucağımızı açsak, AB yoluna yeniden koyulacakmışız! ??? Gülmek geliyor içimden bu tür yazıları okurken. Hem de, koca unvanlı insanlar yazıyor, konuşuyor, yorumlar yapıyor! Otuz beş sınavdan tam not alsak da, yine AB’ye üyelik yolunun kapalı olacağını bildikleri halde! Türkler dediklerimizi yaptı, şimdi yirmi beş otuz AB üyesi devlet halkoylaması yapacak, Türkiye yine kapı dışarı kalacak! Her şey şimdiden belli, ama bizim hükümet, bizim medya, bizim kimi köşe kapmış yazarcıklarımız; TV geyik muhabbetçilerimiz, AB’yi, AB’ci olmayı özel hesaplarına uygun gören politikacılarımız, AB’yi, AB’ci tutumu övmekten geri kalmayacaklar! On yıl, yirmi yıl, elli yıl geçse de seni Avrupalı saymayacaklar, seni kendi yanlarına almayacaklar, kapılarda bekletecekler, ama istedikleri gibi sömürmeyi, kandırmayı sürdürecekler. Bizleri akıldan yoksun zavallılar sayarak... ??? Okumak, öğrenmek, bilmek istemeyenler, bilgiden korkanlar, alın size kitaplar: “Sivil Örümceğin Ağında”, “Laik Eğitimden Şeriatçı Eğitime”, “Avrupa Birliği Tabuta Çakılan Son Çivi”, “Meczup Yaratmak” gibi dev yapıtlar! Perinçek’in “Aydınlık”ını, “Teori”sini, Çetin Yetkin’in “Müdafaai Hukuk” dergilerini okuyun, anlayın. Yaşadığımız günlerin ardından ne gibi acıların, karanlıkların sizi beklediğini... Adamlar, hiç sıkılmadan “Türkler, Türkiye yapay şeyledir” diye yazıyor, konuşuyor... Sen susuyorsun. Bizi yapay sayan Amerikalıya “Gerçek yapay devlet seninkidir” diyemiyorsun.. İşte, bizim halimiz; senin, benim, hepimizin!.. Prof. Dr. Esin KÜNTAY MSGSÜ deki çocuklara kadar inen boyutunu göz önüne aldığımızda, çocukluk dönemindeki henüz iyiyi kötüden ayırt etme becerisi olgunlaşmamış bireyin saldırgan davranışına söz konusu faktörlerin etkili olacağını düşünebiliriz. Çocuğun yetişmesi ve gelişmesi açısından yasal yönden birinci derece sorumlu anababalar bu sorumluluğu taşıma yeterliliğini gösterebiliyor mu? Çocuk çevresindeki erişkinin davranışını gözlemliyor, model alıp taklit ediyor. Birincil çevre olan ailede çocuğa karşı sürekli şiddet uygulanarak, kendisiyle ilgili tüm konularda hakkı olan görüşünü ortaya koymasına izin vermeyen baskıcı tutumlarla yetiştirilen çocuğun toplumda sağlıklı davranması beklenebilir mi? M edyada yer alan, ardı arkası kesilmeyen “şiddet” olaylarına ilişkin haberlerin sarsıcı etkisi, “Toplum olarak nereye doğru gidiyoruz” sorusunu canlı tutuyor. Evde, okulda, sokakta “şiddet” olgusu gündelik yaşamımızın adeta bir parçası gibi ve sayıları açısından da giderek yükselen bir grafik çiziyor. Nedir bunun gerisinde yatan nedenler, hangi hastalıklı ruh hali kimi bireyleri “şiddete”, karşısındakini duygusal, fiziksel, cinsel yönden istismar etmeye yöneltiyor? “Ancak bir piskopat başkasının canını acıtabilir” açıklama biçimi gerilerde kaldı. Şiddet eğilimine neden olan etkenler çok boyutlu. Anında patlak verdiğini sanmak hatalı; zamana yayılan toplumsal, ekonomik gelişmelerin karmaşık etkisi, konuyu patlama noktasına getirdi. Özellikle son 2025 yıl geriye baktığımızda, küreselleşme dalgasıyla gelirler bölüşümü uçurumu derinleşirken, bireysel çıkarlar eksenli davranışların öne geçtiğini görmekteyiz. “Gemisini kurtaran kaptan” örneği, “insan merkezli” yaklaşımlardan çok “ben merkezli” eğilim geçerli. Ahlaklı olmak, başkalarının hakkına saygı göstermek yükümlülüğü gerilerde kaldı. “Köşeyi dönmek”, hangi araçla olursa olsun maddi kazanç elde etmek amacını güden “Makyavelci” yaklaşım, şiddet uygulamalarına yol açıyor. Psikolog Bandura’nın da işaret ettiği gibi, şiddet uygulamanın pekiştireni; davranışın gerisindeki maddi ödül elde etmek, ruhsal gerilimleri azaltmak, başkalarının övgüsünü kazanmak, özüne saygıyı, itibarı geliştirmek vb. nedenler. Şiddet olgusunun okullara yansıyan, hatta ilköğretim dönemin İnternette pornografi Günümüzde yüz yüze, sevgiye, duyguya dayalı ilişkilerin önemini yitirdiğini söylemek, sanıyorum konuyu abartmak olarak algılanamaz. Hızla gelişen elektronik iletişim, haberleşme, bilgilenme olanakları toplumsal ilişkilerin farklı, sanal bir ortama kaymasına yol açmıştır. Teknolojik gelişmenin, bilgi akış hızını artırmasındaki öneminin altını çizerken kimi sakıncalı hususlar gözden kaçmamalıdır, internette pornografi, şiddet içerikli oyunlar, bunların izleyicisi özellikle küçük yaştaki bireyler. Kullanıcı, görüntüyü tüketici çocuk. Öte yandan doğrudan pornografik malzeme olarak sunulanlar. Gerek imajın izleyicisi, gerek sunulan pornografik malzemeye konu olarak kullanılmış olsun, her anlamda çocuk istismar edilmektedir. Son günlerde çocuğun pornografik performanslarda sömürülmesi olaylarına ilişkin haberler birbiri ardına basında yer alırken konu artık 17 aylık bebekleri bile istismar edebilecek kadar tehlikeli ve korkutucu boyutlarda. Birleşmiş Milletler’in 20002010 yıllarını “Dünya Çocukları için Barış Kültürü ve Şiddete Karşı Uluslararası On Yıl” ilan ettiğini ve UNESCO’yu adımların atılmasında öncü kuruluş olarak belirlediğini unutmuş gibiyiz. Sözü edilen gelişmeler karşısında alınan önlemlerin yetersiz kalması, şiddet içeren olayların toplumda yükselişi bir çelişki değil mi? “Sokaktaki çocuklar” “Çocuk istismarı” olan bir diğer güncel toplumsal olgu, aile gelirine katkıda bulunmak üzere gün boyu, hatta gecenin geç saatlerine dek sokaklarda bir mal satmaya ya da hizmet vermeye özendirilen/zorlanan “sokaktaki çocuklar” sorunudur. Eğitim göremeyen, spor yapamayan, oyun oynayarak çocukluklarını yaşayamayanların zamanla şiddet içeren davranışlara katılma olasılığının yüksek olduğundan söz ediliyor. Bu çocukların günümüz bilgi toplumundaki yerlerinin ne olacağını düşünmek bile istemiyoruz. Çocukluk dönemi sona erip işgücüne katılma yaşına geldiklerinde sağlıklı gelişme ortamlarından yoksun bırakılmış olmaları nedeniyle güçlük çekecek, kendilerini boşta hissedecek, belki de ancak enformel sektörde istihdam edilme şansını elde edeceklerdir. Korkarız, sözü edilen sorun çözümsüz kaldığı oranda bugün medyada yansıtılan şiddet ve suç olaylarının sayısı, yakın Kemalizmin “Altıok”u Ertuğrul KAZANCI T ürk ulusu ve ülkesini “yutmak” ve “mahvetmek” is Eğitimci/Hukukçu teyen saldırganlara karşı, Kurtuluş Savaşı’nın en belirgin niteliği, “antiem peryalist” ve “antikapitalist” olmasıdır. Gerek mücadele boyunca gerekse de Cumhuriyet ve Devrim sürecindeki temel siyaset budur. “İstiklali tam” (tam bağımsızlık) ilkesinin vazgeçilmezliğine koşut olarak, uluslararası ilişkilerde “eşitlik” tavrında gösterilen ısrarlı özen, ülkesel politikadır. Tarihsel seyir, kendisine özgü bir ideolojik karakterin Anadolu İhtilali’yle birlikte kazandığını göstermektedir. Yüzyılları aşan yaşamsal evrimden çıkarılan deneyimler; toplumsal gerçekliğe ve bilimsel öngörüye dayalı özgün bir gelişmeye ‘küçük Asya’yı tanık etmiştir. “Mazlum” bir halkın kendi koşullarından doğan ve sonunda evrensel model olma düzeyine uzanan bilinç, Kemalist pratiğin özüdür. Dil, ülke, tarihsel amaç ve kültür birliğine varan tasa ve kıvanç ortaklığı, bütüncül ahlak anlayışının ulusçu sezgileriyle pekişen koruyucu devlet yaklaşımı, sürekli esastır. İşte 1937 yılında anayasamıza bir “ulusal uzlaşma” kıvamıyla yerleşen “altıok” demetini bu yönleriyle incelemelidir. İrdeleme İdeoloji sözcüğü; felsefe, ekonomi ve sosyolojide farklı anlamlarda kullanılmışsa da siyasal bir yüklemeyle “kurallaşmış düşünsellik” karşılığı alır. Düşünceyi gerçeklerin kaynağında bulmak ve toplumcu etkilenmeyi kamu yararı açısından yaygınlaştırmak yönünde kullanımı gereken ideoloji kavramı, toplumsal çıkarlara dayalı, siyasal, sosyoekonomik ve kültürel nitelikler taşımalıdır. Denenerek başarılı sonuçlara ulaştığı, ülkesel ve uluslararası boyutlarda kabul görmelidir. Gerçi insanlık dünyası emperyalist ve kapitalist odaklı kamusal zarar doğuran sistemleri “ideoloji” adı altında yıllarca yaşamıştır. Ama ideolojinin kavram olarak içinde yer alan; “düşünyapı, bilimsel ve akla dayalı tasarlama” (*) gibi kesinlik taşıyan yapısal öğelerin hiçbiri, gelişigüzel kullanımlara uygun düşmemektedir. Bunun için de ideoloji kavramını sözde takınan örneğin faşizmi; “emperyalist ve cebri aygıtsallık” şeklinde değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Siyaset bilimci Maurice Duverger’ye göre “faşist felsefe, faşist doktrin mevcut değildir. Tutarsız efsaneler, eğilimler ve özlemler vardır”. İdeoloji, toplumsal yarar anlamında davranış kuralları belirlenmiş, bağımsız gelişen ve kendi özgörevine bağlı özgünlük taşıdığına göre; Kemalizmde bağımsızlık ve genel yararı bulmamak olası mıdır? Gerçekten de emperyalist ve kapitalist yöntemin dışında yer alan Kemalizm (ya da Atatürkçülük) doğuşundaki gerçeklere oturan toplumcu bir düzenlemedir. “Altıok” yelpazesinin açılımı; Cumhuriyetçi, halkçı, devletçi, laik, devrimci ve ulusalcı karakterlidir. Kemalizmde Cumhuriyet öğesi çoğulcu ve demokratiktir. Nice totaliter paravanlı cumhuriyetlerle asla kıyaslanamaz. Halkçıdevletçi tutum; ulusunu sosyal güvenlik altında tutmaya kararlı, üreten, kamu girişimciliği içeren, eğitim, sağlık, ulaşım, barınma, çalışma yaşamında insancıl kaygıları öne alan ereklidir. Laiklik, din ve vicdan özgürlüğündeki etkin ölçüttür. Devrimcilik; sürekli bir ilerici ivmenin, ulusalcılık ise devletin bölünmez varlığının ifadesidir. “Büyük burjuvaziye devletçe mali destek verilmesini” önererek koloni yöntemini de içine alan ve değerli madenlere ulaşarak sermaye birikimine yoğunlaşmayı öğütleyen Merkantilizm’in, liberalist renge bürünerek Adam Smith eliyle öngördüğü kapitalist ekonomi açısından; “temel büyümeyi piyasa mekanizmalarına” bağladığı gerçektir. Bunun için de bu tür gelişmeler de, ideoloji kavramının “kamu yararı” ilkesi bulunmadığından tamamını “iç sömürülü ve dış sarkmalı ekonomipolitik kâr modelleri” olarak tanımlamak doğru olacaktır. Marksist kaynaklı ve değişik nüanslı akımları ise; bilim, akıl ve toplumsal yarar açısından, ideoloji kavramıyla değerlendirmek, bu yöndeki literatüre uygun düşecektir. Dünya siyasal tarihinde “Üçüncü Yol” olarak beliren, Kemalizmin “altıok” demetinde yer alan; tam bağımsızlıktan yana, antiemperyalist, antikapitalist ve kuvvetli ulusalcı biçim, gerek doktriner olmayan baskıcı aygıtsal işleyişlerden ve gerekse de ideolojik şekil olarak tanımlanabilecek başka toplum düzenlerinden farklılık göstermektedir. Türkiye’de 1946 sonrası başlatılan ve özellikle de 1950 yılı sonrası izlenen yol, hükümetler eliyle Kemalist uygulamalardan çoğu değerleri alıp götürmüştür. Ama yok edememiştir. Prof. Dr. Bülent TANÖR’ün Anısına Açılış Konuşmaları Öğretim Üyeleri Derneği adına Prof. Dr. Tahsin Yeşildere Siyasal Bilgiler Fakültesi adına Prof. Dr. Naz Çavuşoğlu Prof. Dr. Bülent Tanör Yaşamı ve Savaşımı Konuşmacı: Prof. Dr. Gençay Gürsoy “İNSAN HAKLARI: GÜNCEL SORUNLAR” Oturum Başkanı Prof. Dr. Naz Çavuşoğlu Konuşmacılar Prof. Dr. Fatmagül Berktay Prof. Dr. Turgut Tarhanlı Doç. Dr. Emrah Oder Doç. Dr. Korkud Kanadoğlu Düzenleyen : İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Öğretim Üyeleri Derneği Yer : İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Tunaya Amfisi Tarih : 7 Aralık 2006 Perşembe Saat : 13:00 Sonuç AsyaAfrika halklarının bağımsızlık savaşlarıyla birlikte gerçekleştirdikleri devrimlerde güçlü Kemalist yansımalar bulunmaktadır. Güney Amerika’da bir bütün olarak gelişen günümüzdeki toplumcu iktidarlar dizisinin yansıttığı görünüm, Kemalizmden etkilenmeler içermektedir. Havana’dan Caracas’a uzanan bir çizgideki Atatürk büstlerini bu açıdan iyi değerlendirmeli ve kıtadaki devrimci gelişmelerde rol sahibi olan yöneticilerin Kemalizm’i bilinçle yorumlamalarına ise dikkat etmelidir. (**) Kemalizm, ulusal egemenliği öngören, ülke dirliğini 1930’lardaki gibi sağlayacak niteliktedir. M. Duverger’in deyişiyle: “Türkiye örneğinde, tek parti döneminde bile siyasal demokrasiyi savunan” bir yapı, ana karakterdir. (*) Nijat Özön 1986 (**) F. Abascal 2005 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle