27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 ARALIK 2006 CUMA 6 SAĞLIK Üniversite hastanelerinde, ameliyatlarda ‘prim ücreti’ istenmesi hasta ve yakınlarını zor durumda bırakıyor BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ Organ naklinde ‘rica’ parası HİCRAN ÖZDAMAR ‘Yeni Liberalizm’ Denen Sahtekârlık... 18. yüzyılda Aydınlanma hareketi doğarken, onunla ilişkili olarak liberalizm de palazlanıyordu. Gerçekten, Adam Smith’in damgasını taşıyan liberalizm, özel girişimin, devletin etkisinden üstün olduğu varsayımından yola çıkıyordu; hükümetlerin iktisadi alana müdahale etmesi kötü bir şeydi; olsa olsa istisnai olmalıydı. Liberalizmin, siyasal alanda, yönetenlerin baskısına karşı bir etkisi de görüldü; böylece bireyler, söz konusu baskıya karşı “özgürlükler”le donanmalıydı. Ne var ki, hayatın akışı, liberalizmin söylediklerinde, neyin ne kadar doğru ya da yanlış olduğunu ortaya koydu: Kapitalizmin ve sermayenin sömürmesi oraya vardı ki, artık, yönetenlerin müdahalesinin özgürlükler için her zaman zararlı ve tehlikeli olduğunu düşünmeyiz. Tersine, kimi durumlarda, devletin müdahalesi olmazsa, özgürlüklerin kullanılması anlam kazanmaz. Böylece, kimi özgürlükler, iktidara direniş olmaktan çıkmıştır; yönetenlerin sınırlanması da ideal değildir. Bakıştaki bu değişme, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, “sosyal devlet” ve “sosyal haklar”ın doğuşuyla anlam kazanmıştır ve söz konusu değişmede, Marksizmin ve Keynes’in etkisi yadsınmaz. Ancak, hatırlamalı da: 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından, Batılı devlet ve özgürlük anlayışı gözden geçirilirken, Batı proletaryasına, Sovyetler Birliği’nde gerçekleşenlere gözleri kaymaması için bir ödün verilmiştir. Böylece, Batı proletaryasının gözlerinin önüne bir duman perdesi çekilmiş oluyordu. Nitekim, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından, bu ödün de çekilip geri alınmıştır. Söylemeli de, bu süreç 1990’lardan önce başladı ve yıkılıştan sonra da hızlandı. Yapılanlara, “yeni liberalizm” adı kondu. Türkiye’nin, 1980’lerle başlayan dönemde ve bugün yaşadıkları da bu sürece dahildir: Sosyal devlete saldırı ve sosyal hakların geri alınışı; özelleştirmeler, her şeyi piyasa güçlerine bırakıp devletin silinişi; dahası, 23 Devrimi’nden kalan ilkeler ve mirasın çiğnenmesi, bu sürecin gerçekleridir. AKP’nin bu yolda yaptıkları ise, en hayâsız bir örnek olarak kalıyor... ? Batı’da, Keynes’in attığı önemli adımlara karşın başta Hayek’in, ardından geçen günlerde ölenMilton Friedman’ın sürdürdükleri aydınlanma ve sosyal adalet düşmanlığına bakıp, yaptıklarının bir “yeni liberalizm”le adlandırılmalarında bir terslik görmüyor değildik. İletişim Yayınları’nda yeni çıkan, Francisco Vergara’nın, Liberalizmin Felsefe Temelleri adlı eseri bizi aydınlattı. Kitap, kendisini şöyle tanıtıyor: “İnsan haklarının, özgürlüğünün savunulmasında bir referans olarak varlığını koruyan klasik liberalizme karşı, insanın vahşi ve dizginlenemez hırslarının meşrulaştırıcı olarak kullanılan bir liberalizm tanımı da... Varolmuştur. Klasik liberalizmin incelenmesi, ne yazık ki liberalizm olarak adlandırılan sığ ve aşırılığa varan düşünce akımına karşı bir panzehir konumundadır. Bu akımın temsilcileri (Milton Friedman ve Friedrich Hayek vb.) kendilerini klasik liberallerin (özellikle Adam Smith’in) mirasçıları olarak ilan etmişler ve çoğunlukla öyle adlandırılmışlardır” deyip, kitap, “bu iki düşünür ailesini ayıran ilkelerin derin farklılığını göz önüne sererek, söz konusu soy zincirine” karşı çıkıyor. Demek ki, liberalizm adına bir sahtekârlık var ortada. Okurlara hararetle tavsiye ediyoruz bu kitabı. Bizde yığınla hinoğluhini de tanıdıktan sonra, yeniden döneceğiz konuya... İZMİR Hükümetin yeterince maddi kaynak ayırmamasından yakınan üniversite hastaneleri, ayakta kalmak için organ nakli sonrası hastalardan “ricayla” para topluyor. Öğretim üyelerinin girdiği ameliyatlarda ‘’prim ücreti’’ adı altında aldığı paralar hastaları ve yakınlarını zor durumda bırakırken hekimler ise maaşlarının düşük olduğunu savunuyor. Son olarak Ege Üniversitesi (EÜ) Tıp Fakültesi’nde karaciğer nakli olan Tufan Aksoy’un, ameliyatından sonra istenen 10 bin YTL’yi vermemesinin basına yansımasının ardından dikkatler, hastanelerin döner sermayelerine çevrildi. Hastane yetkilileri, durumu iyi olan hastalardan Sağlık Bakanlığı’nın da onayladığı “prim ücreti’’ talep ettiklerini, ancak yeşil kart ve maddi açıdan yeterli olmayan kişilerden para almadıklarını belirtiyor. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı ve Karaciğer Transplantas S on olarak Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde karaciğer nakli olan Tufan Aksoy’un, ameliyatından sonra istenen 10 bin YTL ’yi vermemesinin basına yansımasının ardından dikkatler, hastanelerin döner sermayelerine çevrildi. ra hekime verilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken, özel nakil merkezleridir. Kamunun ürettiği kadavrayı alarak para üstüne para kazanıyorlar” dedi. Özel bir hastane bünyesinde oluşturulan nakil merkezinde yapılan iki böbrek ve bir karaciğer naklinin karşılığının 250 bin YTL olduğunu kaydeden Astarcıoğlu, özel nakil merkezlerinin sistemi kendi yararına kullanabileceklerine dikkat çekti. ‘Prim sisteminin ucu açık’ İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden Doç. Dr. Adem Uslu, yaşananların ülkenin sağlık sorununun ağırlaştığını göster yon Ekibi Başkanı Prof. Dr. İbrahim Astarcıoğlu, “bıçak parası” söyleminin devlet hastanelerinde yaşandığını, ancak kendi kurumlarında durumu olmayan hastalardan ücret istemediklerini söyledi. Astarcıoğlu, maddi olanakları uygun hastaların verdikleri paranın ise yüzde 60’ının döner sermayeye aktarıldığını, yüzde 40’ının da vergi kesintilerinin ardından ameliyata giren öğretim üyeleri arasında pay edildiğini belirtti. Nakil işleminin 3540 bin YTL arasında bir maliyet içerdiğini belirten Astarcıoğlu, “Hastanemizde 184 nakil yaptık. Ancak bu nakillerden sonra ancak 30 hastadan para alınmıştır. Hastanın verdiği para, döner sermayeye alınır. Burada vergilendirildikten son diğini belirterek prim sisteminin ucunun açık bırakıldığını söyledi. Uslu, “Hastanemizde hastalardan böyle bir para istememiz söz konusu değil. Bu, yasalarca mümkün de değil. Bu noktada herhangi bir şikâyetimiz yok. Ancak sorun gene ve buna bir çözüm bulunması gerekir” dedi. Ege Üniversitesi Organ Nakli Koordinatörü Op. Dr. Ata Bozoklar da prim ücretinin yasal olduğunu ve hastaların ameliyata girmesinin ardından aileden bu ücretin istendiğini söyledi. Hasta yakınlarını paranın ödenmesi konusunda zorlamadıklarını belirten Bozoklar, son yaşanan örneğin ise kişisel bir tepkiden kaynaklandığını öne sürdü. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Organ Nakli Araştırma ve Uygulama Merkezi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Kılıç da “Bize başvuran hastaların yüzde 30’u SSK’li, yüzde 3040’ı Emekli Sandığı, yüzde 10’u da BağKur’lu hastalar. Hastalar iyi oluncaya dek hastanede kalıyor. Durumu iyi olanlardan ücret alınıyor” diye konuştu. HASTALAR GİRİŞ İÇİN 1 KİLOMETRE YÜRÜYOR Bağcılar Devlet Hastanesi’nde kapı bilmecesi çıkışının yapılmadığı kapısından geri gönderildiğini belirterek Geçen ay hizmete giren “Geçenlerde 90 yaşlarında bir Bağcılar Devlet Hastanesi’nin hasta kapıdan gönderildi. polikliniklerine yakın olan Yürümekte zorluk çeken teyze kapısından hastaneye hastanenin kapısından biraz girilemiyor. Hastalar ve ilerledi ve yere yığıldı” dedi. yurttaşlar, hastaneye 1 kilometre Yaşananların sağlık skandalı yol aldıktan sonra A kapısından olduğunu vurgulayan Dayıoğlu, girebiliyor. Sağlık müdürlüğünü hastanenin girişlerin ve ilgilileri, sorunu yerinde yapılamadığı kapının Güngören görmeye davet eden yurttaşlar, Belediyesi’ne, girişlerin girişe izin verilen kapının yapıldığı kapının ise Bağcılar önündeki eczanelerden alışveriş Belediyesi’ne ait olduğunu dile yapılmasını sağlamak için böyle getirerek “Bağcılar bir uygulamaya Belediyesi’nin gidildiğini öne kendi sürdüler. bölgesinde ve Hastane yeni açılan yetkilileri ise eczanelere rant hastane sağlamak için yapılırken giriş çıkışları projede giriş ve bu kapıya çıkışların A verdiği kapısından yönünde şeklinde iddialar var” çizildiğini, dedi. Dayıoğlu, resmi açılışın SSK hastanesinin olikliniklere yakın ardından da giriş yeni açılan kapıdan hastaneye ve çıkışların aynı devlet girilemiyor. kapıdan hastanesine çok Uygulamanın arkasında yakın olduğunu yapılacağını söylüyorlar. anımsatarak girişe izin verilen Kısa bir süre önce “Giriş kapının önündeki hizmete giren eczanelerden alışveriş yapılmayan Bağcılar Devlet kapının olduğu yapılmasını sağlamak yere Eyüp, Hastanesi’ne en olduğu öne sürülüyor. Bayrampaşa, kolay ulaşım yolu olan E5’i E6’ya Güngören gibi bağlayan yoldan hastane önüne yerlerden çok sayıda hasta gelen yurttaşlar, yola ve gelirken diğer kapıya sadece polikliniklere yakın B kapısını Bağcılar ilçesinden hastalar kullanamıyorlar. A kapısından geliyor. Hastaların yoğun girip yanlışlıkla B kapısına gelen olarak yöneldiği kapıdan hasta yurttaşlar bu kapıdan alınmaması çok ilginç” çıkamıyorlar. Resmi açılışı diye konuştu. henüz yapılmayan fakat faaliyete Yunus Tayran adlı yuttaş ise geçen 400 yatak kapasiteli girişin yapılamadığı kapıdan hastanenin A kapısının çıkışların da yasak olduğunu bulunduğu giriş kapısının söyledi. Çevre sakinleri ile çevresinde yeni açılan yaklaşık bin kadar imza eczanelerse dikkat çekiyor. Halil topladıklarını belirten Tayran, İbrahim Dayıoğlu adlı yurttaş, bunları il sağlık müdürlüğüne özellikle sabah saatlerinde çok ileterek durumun düzeltilmesini sayıda insanın hastanenin giriş isteyeceklerini kaydetti. SİBEL BAHÇETEPE 7’den 70’e dişler çürük ESRA YAZDIÇ ANKARA Bursa Diş Hekimleri Odası’nın verileri diş sağlığı konusunda Türkiye’nin durumunu ortaya koydu. Verilere göre Türkiye’nin diş sağlığı profili şöyle: İstanbul’da 2 bin kişiye, sadece Şişli’de 523 kişiye 1 diş hekimi düşerken, Bingöl’de 20 bin kişiyle 1 diş hekimi ilgileniyor. 6 yaşındaki her 100 çocuktan 90’ının dişleri çürük. 7 yaşındaki çocukların yüzde 100’ünün süt dişlerinde en az 1 tane çürük var. 12 yaşındaki çocukların dişlerinde ortalama 3 çürük bulunuyor. Bu yaş grubundaki çocukların dişlerinin yüzde 85’i çürük. 3034 yaş grubu erişkinlerinin yüzde 97’si çürük dişe sahip. 4045 yaş grubunun yüzde 19’u dişsiz. Bu oran, 4554 yaş arasında yüzde 77’ye çıkıyor. Diş hekimine başvuru sıklığı gelişmiş ülkelerde yılda ortalama 2 defayken Türkiye’de yılda 0.7. Türk toplumunun sadece yüzde 15’i dişlerini günde iki kez fırçalıyor. Kişi başına yılda düşen fırça 1/4. Gelişmiş ülkelerde bu sayı 2.5’e çıkıyor. Türkiye’deki her 100 evin 70’inde diş macunu bulunmuyor. P Sağlık için en zararlısı sigara içmek Hekimlerle Türkiye dahil 16 ülkede yapılan araştırmaya göre: İstanbul Haber Servisi Hekimlerin sigara içme ve sigarayı bırakmakla ilgili tutumları konusunda yapılan bir araştırmaya göre, hekimlerin yüzde 81’i sigara içmeyi kronik tıbbi bir durum olarak kabul ediyor. Asya, Avrupa, Latin ve Kuzey Amerika olmak üzere 4 bölgeden, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 16 ülkeden 2 bin 836 hekimin katıldığı STOP (Smoking: The Opinion of Physicians; Sigara İçme: Hekimlerin Fikri) araştırması hekimlerin büyük bir çoğunluğunun sigara içmenin, hastalarının uzun dönemli sağlığını etkileyen en zararlı alışkanlık olduğunu düşündüklerini ortaya koydu. Araştırmaya göre, hekimlerin büyük çoğunluğu sigaranın zararının egzersiz yapmama, sağlıksız beslenme, alkol ve şişmanlıktan daha büyük olduğuna inanıyor. Pfizer tarafından desteklenen ve Harris Interactive şirketinin yürüttüğü araştırma 22 Mayıs16 Haziran arasında gerçekleştirildi. Araştırmaya katılan hekimlerin yarısından çoğunun sigara içen hastalarına bunu bırakmalarında yardımcı olmaya zamanı olmadığını söylemesi dikkat çekiyor. Araştırmadaki bir başka önemli nokta ise sigara içen hekimlerle içmeyenlerin farklı düşünmesi. Sigara içen hekimlerin yüzde 57’si sigara içmeyi, hastaları için en zararlı alışkanlık olarak nitelendirirken sigara içmeyen hekimlerde bu oran yüzde 73. Türk hekimlerinin yüzde 69’u ise en zararlı alışkanlığı sigara içmek olarak görüyor. Sigara içmeyen Türk hekimlerinin yüzde 73’ü sigara içmenin sağlığa en zararlı etken olduğunu düşünürken sigara içen Türk hekimlerinde bu oran yüzde 59’a düşüyor. İngiltere Kanser Araştırmaları’ndan Profesör Robert West, sigara içenlerin bunu bırakma konusunda hekimlerinden uygulamada destek almalarının hayati önem taşıdığını belirtti. Epilepsi hastalığı ÇÖZÜM, İLAÇLARIN DÜZENLİ KULLANILMASINDA ŞULE KÖKTÜRK 40’lı50’li Yıllarda Üniversite Tıp Fakülteleri ve Eğitim Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR Büyük bilim adamı Einstein’ın Türk hükümetine başvurusu neden bunca yıl gizli tutulmuştur, anlamak güç. Bu haberi Bilim Teknoloji ekinde ilgi ile heyecanla okuduk. Einstein Türk hükümetinden 40 bilim adamı arkadaşı için adeta sığınma istiyor. Alman faşizminden kurtulmak isteyen arkadaşlarının Türkiye’ye kabul edilmesini rica ediyor. Ama bu gerçekleşmiyor. Bir dikkate değer haber de Atatürk’ün Einstein’ı Türkiye’ye davet etmesi. Ama Einstein Türkiye’yi Amerika’ya tercih etmiyor. Çok çarpıcı bir haber de Mustafa Kemal’in İstanbul Darülfünun’u 1932’deki ziyareti. Yaptıkları, başardıkları, bildikleri ile akla sığdırmakta zorluk çektiğimiz bu bü yük insan orada görev yapan hocaların, bilim insanlarının çalışmalarından, yayınlarından ne kadarının uluslararası literatürde site edildiğini, referans olarak gösterildiğini sorguluyor. Bilim adamlığı ve onun düzeyi için hangi ölçütlere başvurduğunu görüyor musunuz, 1932 yılında. Onun ardında 1933’te bilindiği gibi üniversite reformu gerçekleşiyor. Bu ilginç haberlerle anılarım beni 40’lı, 50’li öğrencilik yıllarıma götürdü. Laleli’deki fen fakültesinde tıp eğitiminin birinci sınıfına başladık (FKB ). Salon henüz ısınmamıştı, ayaklarımızı yere vurarak ısınmaya çalışıyorduk. Profesör Zuber fizik, Prof. Brosh kimya, Prof. Heilbron botanik ve Prof. Koswig zooloji hocalarımızdı. Kosswig aynı zamanda Kuş Cenneti’ni yaratan kişidir. Daha sonraki yıllarda fizyolojide Profesör Winterstein, Prof. Felix Haurowitz, mikrobiyolojide Hugo Braun, iç hastalıklarında Prof. Erich Frank ve patolojide Profesör Schwartz ile karşılaştık. Profesör Philipp Schwartz 33 üniversite reformunda çok önemli rol oynamış olan ve Türk hükümeti adına İsviçre’de temaslar yapan kişidir. Onun derslerini akşamın geç saatlerinde hıncahınç doldurduğumuz dershanelerde büyük zevkle dinlerdik. Dersler Almanca veriliyor ve tercüme ediliyordu. Profesör Schwartz’ın Yahudi ırkında görülen Tay Sachs hastalığını anlatırken tercümanını bir eli ile engelleyerek ve Türkçe olarak “Mamafih, halis muhlis Müslümanlarda da görülmüştür” deyişini hiç unut mam. Tıp eğitimi onlarla ne kadar güzel, ne kadar düzeyli ve çekici idi. Aşağı Gureba’da Prof. Frank’ın dersleri birer bilim ziyafeti idi. O yıllarda kuşkusuz çok ünlü Türk hocalarımız vardı. Akil Muhtar, Hulusi Behçet, Tevfik Sağlam, Ekrem Şerif Egeli, Tevfik Remzi Kazancıgil ve Kazım İsmail Gürkan gibi. Gerçekten çok ünlü idiler. Türkiye’nin en önde gelen sanatçıları kültür insanları ile dostluk ederlerdi. Ama birçoğu neden o kadar haşin, öğrenciye o kadar yukardan bakan ve küçümseyen, aşağılayıcı sözcükleri kullanmaktan çekinmeyen bilim insanları idiler? Bunu bir türlü açıklayamamışımdır. Oysa örneğin Prof. Frank’ın, sorusuna yersiz bir cevap veren öğrenciye alçakgönüllüce bu cevabın neden yanlış olduğunu açıklayışına tanık olur duk. Avrupa’nın önde gelen üniversiteleri arasında sayılan İstanbul Üniversitesi’nde Tıp Fakültesi’nin dışında da Almanya’dan olduğu gibi Çekoslovakya’dan, Macaristan’dan, Avusturya’dan gelen değerli bilim adamları yer alıyordu. Bu seçkin bilim adamlarından ders alırken üniversite böyle olur diye düşünüyorduk. Oysa bu durumun Atatürk’ün dehası ile gerçekleşen ülkemiz için çok müstesna bir şans olduğunu sonraki yıllarda algılar olduk. Rüya gibi bir şeydi o yıllar, bir daha geri gelmeyecekti. Üniversite sonraki yıllarda darbe üstüne darbe yiyecek, çok kayıplar verecek ve bu darbelerin altından kalkmakta çok zorluk çekecekti. Bu darbeler arasında 12 Eylül’ün müstesna bir yeri vardır. coskunoz@superonline.com ANTALYA Toplumun binde 7’si epilepsi hastalığı nedeniyle gece ani ölümler, krizler sırasında kaza geçirme, kaza sırasında ölüm, depresyon ile anksiyete sonucu ölüm ve dışlanma sorunlarını göğüsleyerek yaşıyor. İngiltere’de her yıl bin kişi bu hastalık nedeniyle yaşamını yitiriyor. Uzmanlar, epilepsi için öncelikle hastalığın önlenmesine yönelik girişimlerde bulunulması ve hastaların ilaçlarını düzenli kullanmaları gerektiğini belirtiyorlar. Doğru seçim yapıldığında cerrahi tedavide yüzde 90’a varan oranda başarı sağlandığını vurguluyorlar. Antalya’daki Maritim Pine Beach Resort Atlantis Otel’de gerçekleştirilen 42. Ulusal Nöroloji Kongresi’nde düzenlenen basın toplantısında konuşan Almanya Berlin Epilepsi Araştırma Grubu Başkanı Prof. Dr. Dieter Schmidt, epilepsi hastalarının yüzde 65’inin ilaçla kontrol edilebildiğini, ancak yüzde 35’inin çok ciddi ve nedeni bilinmeyen epilepsiler olabildiğini, bunların birçoğunda nöbetlerin ilaçlarla durdurulabildiğini söyledi. Epilepsili hastaların en önemli ölüm nedenlerinden birinin intihar olduğunu kaydeden Schmidt, sözlerini şöyle sürdürdü: “Epilepsiye yüzde 50 anksiyete ve yüzde 50’sine depresyon eşlik ediyor. Bazen ikisi birlikte olabiliyor. En önemli sorunlardan biri de gece ani ölümler. Şu anki teori bu hastaların gece nöbet geçirdiği. Bunlar genellikle düzenli ilaç kullanmayan hastalar.” Toplumdan dışlanıyorlar Hastaların kaza sırasında ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarını söyleyen Schmidt, toplumdan dışlanmanın da en sık yaşadıkları sorunlardan biri olduğunu belirtti. Schmidt, epilepsinin toplumda binde 7 oranında görüldüğünü dile getirdi. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Ertaş da, hastaların 3’te 1’inde nöbetlerin ilaçla önlenebildiğini kaydederek hastanın ilaçlarını kesmesi durumunda nöbetlerin tekrar başlayacağını vurguladı. Ertaş, doğru hasta seçimi yapıldığında cerrahi girişimin yüzde 90 oranında başarılı olduğunu açıkladı. CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle