17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 ARALIK 2006 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Doğal Ayıklama Günümüzde teknolojik gelişim akla sığmaz bir hız almış durumda. Öyle bir noktaya ulaşmış bulunuyoruz ki, yeni teknolojiyi tamamen özümsemek neredeyse imkânsız bir hale geldi. Hemen hemen her konunun olduğu gibi bu gelişimin de getirileri ve götürüleri var. PENCERE lirli bir yerde buluşmak üzere anlaştıklarında, anlaşmalarına sadık bir şekilde belirtilen yere belirtilen zamanda giderken, cep telefonu gibi aletlerin bilinçsizce kullanımı ile bu tür “sözüne güvenilirlik” gibi insani değerler de (ya da bunları taşıyan “meme”ler) saldırıya uğramış oluyor. Buluşma tarihleri bin bir kere değişiyor, bin bir kez teyit edilmemiş randevular yokmuş gibi algılanıp karşı tarafın “Bir kere anlaştık, neden bir daha haber vereyim?” gibi serzenişleri çağ dışı olarak kabul görüyor. Bu örnekte olduğu gibi teknolojinin hayatımızı ve insani değerlerimizi tehdit ettiği birçok durum örneklenebilir. Ama teorik olarak gelinen nokta “regrese” ve ilkel yaşayış biçimleri tarafından ele geçirilmiş değerlerden yoksun bir toplum. Yazımı iki noktayı işaret ederek bitirmek istiyorum. Çoğumuz şehir yaşantısından kaçarak yeşil çimenler, köylerdeki güzel sıcak insanların hayalini kuruyoruz. Bunlar sizce de şehir hayatının bizden götürdüklerini göstermiyor mu? İnsani değerlerimizin öğütülmesiyle eşzamanlı olarak Ortadoğu’da insafsız katliamlar sürüyor. Zaten böylesine bir devirde, biyolojilerinin getirdiği içgüdüsel yaptırımlara karşı koymak, gerçekten çok çaba ve aydınlanma gerektiren bir şey haline gelmiş durumda. Einstein’ın sözünü alıntı yapmakta fayda var: “3. Dünya Savaşı’nı bilemem ama insanlık 4. Dünya Savaşı’nı sopalar ve mızraklarla yapacak.” Bence değerlerimizden yoksunlaştırılıp hayvanlaştırıldığımız için ellerimizi de kullanabiliriz birbirimizi boğazlamak için. Her şey yerli yerinde olur. Okuyucular bu yazının bakış açısını gerici zihniyetlerin “şeytan işi” olarak lanetledikleri bir kesim icatlara ve fikirlere karşı bu çevrelerce takınılan tavır ile karıştırmamalılar. Bu çeşit tutumların örnekleri yalnız ülkemizde (Osmanlı İmparatorluğu’na matbaanın girişinin gecikmesi gibi) değil, Batı’da da mevcuttur (Engizisyon mahkemeleri ve cadı avcılığı). Önemli olan yeni teknolojik gelişmelerin ışığında bunlardan maksimum düzeyde faydalanabilecek bilinçli tüketicilerin yetiştirilmesidir. Uzatmalar KESİP ATMA günü gelmiştir. Birlikte sürdürülmesinden Avrupa Birliği ile AKP iktidarınca yarar umulan müzakere sürecinin bir noktaya gelip tıkanacağı ve bu karşılıklı yararlanmanın daha fazla sürdürülemeyeceği zaten belliydi; belli olmayan, bunu sona erdirmenin en elverişli zamanıydı. O zaman her iki taraf için de gelmiş midir? B açısından, hayır. Onlar için, özellikle de Yunanistan’la Rum Cumhuriyeti için, kesinlikle hayır. Yunanistan’ın Ege’deki iddiaları açısından AB’nin desteğiyle çözmeyi düşündüğü başka sorunlar var. Ya da Türkiye’nin haklı isteklerine karşı koyabilmek için bu süreç gerekli. Rum Cumhuriyeti de zırnık ödün vermeden, önce Türk askerini adadan çıkarmanın, sonra da Kıbrıs’a bütünüyle sahip çıkıp ardından Türkleri göçe zorlamanın en etkili çaresi olan süreci sürdürmek ister. Öbür AB’liler bakımından da yüzyıllardır yakalarından silkemedikleri Türkleri zayıflatarak geldikleri yerlere doğru püskürtmek ya da en azından süngülerini düşürüp tırnaklarını sökerek kolay sömürülebilir duruma getirmek, ancak bu süreci biraz daha ayakta tutmakla başarılabilecek bir amaç. opma zamanı AKP iktidarı açısından henüz gelmemişe benziyor. Adamlar, sözünü asıl tutmayanın kendileri olduğunu unutarak, sınama niyetiyle ağır bir “tavsiye” kararı alıyorlar; bizimkiler ise iki hafta daha bekleyerek bir şeylerin değişebileceği izlenimi verip hâlâ yeni baskılara davetiye çıkarmaktalar. “Limanlar ve hava sahası açılmadıkça sekiz başlık hiç açılmayacak, öbürleri başlatılsa da kapatılmayacak” demek, “Rum Cumhuriyeti tanınmadığı sürece hiçbir şey olmayacak” anlamına gelen bir şantaj değil mi? “Bu kadar da olmaz; biz bu işte yokuz” demek varken beklentiyi sürdürmek, “Birazcık yumuşarsanız, istenenleri yaparız” mesajı vererek bu şantaja boyun eğmek anlamına gelir. Hele “Kıbrıs sorununu Birleşmiş Milletler’e kaydırabilirsek oradan işimize gelen bir çözüm çıkarabiliriz” diye düşünmek, sanki bunlar aynı oyunun birer parçası değilmiş gibi yanlış bir iyimserlikle kendini aldatmaktan başka bir anlama gelmez. Annan Planı, İngiltere sayesinde iki yanda da aynı sonuca doğru yol alındığını göstermedi mi? Türk diplomasisi bu kadar saflaşmış olamaz. Düzgün yüzü kafasındaki dağınıklığı yansıtmayan Olli Rehn, çocuk aldatır gibi, “Top sizin sahanızdadır” diye “altın gol” hikâyesiyle bu çirkin oyunu sürdürme çabasında. Pek sevdiği anlaşılan futbol deyimlerinden biriyle anlatmak gerekirse, “uzatmaları oynatmak”la bir yerlere varılabileceğine inanmakta. Şimdiki iktidar sahipleri ne derse desin, Türkiye Cumhuriyeti bu oyunu oynayarak zayıflamaya devam edemez. Bütün organların birbirini etkilemesiyle ortak bir “devlet kararı”na varıp topu öbür sahaya atarak masadan kalkmanın zamanıdır. Papa Laikçi mi?.. Dünya mizahında imam ile papaz ya da haham edebiyatına pek rastlamadım; ama Bektaşinin bu yoldaki nüktelerine can kurban... Bektaşi hastalanmış; “ölecek miyim” diye evhamlanıyor; pek yakın dostu olan mahallenin papazını çağırmış... Hıristiyan olmak istiyorum... Papaz sormuş: Neden?.. Bektaşi: Mademki öteki dünyaya gidiyorum, bari bu dünyadan bir gâvur eksilsin... ? Bizim bu yoldaki mizahımız Sünni kesimden türememiştir, Hıristiyanlarda ise papaz ya da Papa üzerine türetilenlerin çoğu ‘Aydınlanma’dan sonradır... Mizah akıl ve zekâ marifetidir, inanç işi değildir; hangi dinden olursa olsun, mollanın softanın bu tarakta bezi yoktur... ? Olayı Nilgün Cerrahoğlu’nun kaleminden okuyunca çok güldüm... Papa 16’ncı Benedikt ülkemize gelirken uçakta gazetecilere demeç vermiş: “ Atatürk Türkiye’yi yeniden inşa ederken Fransız anayasasını örnek almıştır. Günümüz Avrupası’nda biz ‘laiklik’ ile ‘laikçilik’ arasında sağlıklı bir tartışma içindeyiz. Türkiye ile gerçek diyalog bu tartışmadan geçiyor. Kamu yaşamıyla geleneksel değerler arasında katı bir ayrım gerektiren ‘laikçilik’ çıkmaz yoldur...” Vay.. vay.. vay!.. Papa Benedikt de bizim içerdeki gericiler gibi Türkiye’ye diyor ki: Laiklikten vazgeçin.. Papa’nın sözünü tutalım mı?.. Dinci bir ‘kutsal’ devletin patronu olan Papa’ya doğrusu diyecek yok!.. Peki dinci devletin tepesindeki Papa’nın kendisi neden kendi devletinde laik ya da laikçi tezgâh kurmuyor?.. ? Cami imamı bir gün Bektaşiyi yakalamış: Gel ulan, demiş, hatırım için bir namaz kıl!.. Bektaşi razı olmuş: Eh, senin hatırına bir rekat kılayım!.. Baba Erenler bir rekat kıldıktan sonra camiden ayrılınca hemen haber vermişler: Senin hanım, sizlere ömür!.. Bektaşi eşeğine atlamış, eve gitmek için ‘deh’ demiş; hayvan bir türlü yürümüyor; bizimki merkebin kulağına eğilip fısıldamış: Ulan, yürü!.. Yoksa senin için de bir rekat kılarım... ? Bu işler karmaşıktır, kimi zaman da ters çıkar... Sayın Papa Benedikt bir yandan Ortodokslarla arayı düzeltmeye bakıyor, öte yandan Türkiye’yi kendine göre biçimlendirmek istiyor... Bu arada Sultanahmet Camisi’ne de gitti... Gitmişken bir rekat namaz da kılaydı ya... Erdem PULCU ünümüzde evrim teorisi bir kesim tarafından neredeyse reddedilmiş durumda. Bunun başlıca nedenini, evrim teorisinin insanlara uygulanabilirliğinin hayvanlara uygulanabilirliği ile karşılaştırıldığında, biyolojik etkenlerin ötesinde birçok bilinmeyenin devreye girişiyle bulanıklaştığını söyleyerek açıklamak mümkün. Richard Dawkins (şu an Oxford Üniversitesi’nde halen profesör olarak görevde bulunmakta), 1976 basımlı Bencil Gen adlı kitabında biyolojik etkileri sembolize eden “meme” (İngilizce gene ismi ile fonetik olarak uyuşan) terimini öne sürüyor. Memeler kısaca kültürel birikimleri, örf ve âdetleri sembolize eden “destekleyici” taşıyıcılar. Kaderleri ise genler gibi doğal seleksiyon sonucu toplumda yerlerini korumalarına bağlı. Günlük hayatımızda hoşumuza gitmeyen dejenerasyon örneklerini, yıpratılmak istenen laiklik gibi kavramlara karşı takınılan tavrı bu pencereden incelemek, bize yeni ufuklar açabilir. Zaten “laiklik, kişisel özgürlüklere karşı bir kavram” demiyorlar mı? Kişisel çıkarlara hizmet etmeyen kavramların sürekliliğini evrim teorisi çerçevesinde açıklamak, gerçekten çok kolay değil. Bu çerçevede Dawkins okurlarını uyarıyor ve insanın doğuşunda herhangi bir hayvan kadar bencil ve genlerin komutası altında olduğunu, sosyal bilincin gelişmesinin ise duyarlı bir eğitim ile mümkün olabileceğini, çünkü bu seviyeye gelmenin (Nietzsche’nin üst insanı gibi) doğamızda olana karşı gelebilmekle mümkün olabileceğini belirtiyor. Eğitim sisteminin kırmızı alarm verdiği bir ülkede korkmamak elde değil. Bu girişimi burada bırakarak teknoloji kul A G K lanımının doğal seleksiyon aracı olduğu varsayımımı ve kendi görüşüm ile insanlığı bekleyen evrimsel problemleri tartışmak istiyorum. Günümüzde teknolojik gelişim akla sığmaz bir hız almış durumda. Öyle bir noktaya ulaşmış bulunuyoruz ki, yeni teknolojiyi tamamen özümsemek neredeyse imkânsız bir hale geldi. Hemen hemen her konunun olduğu gibi bu gelişimin de getirileri ve götürüleri var. Her bir okur kendi kullanımıyla doğru orantılı olarak teknolojinin getirilerini çeşitli boyutlarda yaşıyordur. Bu yüzden ben resmin diğer yüzüne bakmak istiyorum. Cep telefonu kullanım yaşının düşmesi telekomünikasyon firmaları için oldukça önemli ve sevinç yaratan bir gelişme, çünkü pazar büyüyor ve genç yaşta sosyal bilinci daha dar ufuklu olan tüketiciler sömürülmeye çok uygun bir müşteri yelpazesi sunuyor (dolaylı olarak faturaları ödeyen aileler de). Çeşitli kampanyalarla kontör hizmetleri artırılıp konuşma süreleri uzatılıyor. Gençler doya doya arkadaşlarıyla konuşarak, yapay bir birliktelik senaryosunun içinde kendilerini buluyorlar ve nevrotik, yalnız kalmaya tahammülsüz bir toplum yaratılıyor. Telefonları son model olmayan gençler, son model olanlar tarafından dışlanıyor. Çeşitli markalarda çeşitli ürünlere sahip olmak, karşı cinsle olan ilişkilerin anahtarı olmasa da vazgeçilmezi olarak pazarlanıyor ve doğal seleksiyon aracılığıyla bu gereksinimleri karşılayamayanlar elenirken, mutsuz, kendini besleyen bir tüketim toplumu perçinleşmiş oluyor. Dağılan mutsuz aileler ise resmin hemen görünen kısmında yer alıyorlar. Çarpıcı olan ise resmin geri planında. Henüz çocuk yaşta pazara dahil olan bilinçsiz tüketiciler yaratılmış oluyor. Eskiden iki insan be Ulustan Ümmete Ali BULUNMAZ Garip günler yaşıyoruz. Bir “profesör”, “Kemalizm ilerlemeye değil gerilemeye tekabül eder” ve “AB sürecinde neden bu adamın (Atatürk’ün) her yerde resimleri ve heykelleri var diye tartışmalıyız” diyerek “ifade özgürlüğünün” gereğini yerine getiriyor. “Profesör”, Latince “professore” kökünden türemiştir; anlamı da “bildiğini açık ve seçik ifade etmek”tir. Bizim koşulsuz AB savunucuları, bu anlama sıkıca sarılabilirler. Ama şunu da göz önünde bulundurmalılar: Yukarıda geçen, “bildiğini dile getirmek” ifadesini anlamlı kılacak koşul “bilmek”tir. Bilmek için önce merak etmek, daha sonra hiçbir etki altında kalmadan araştırmak, araştırırken eleştirmek; eleştirirken de bildiğini yeniden gözden geçirmek gerekmektedir. Bilgiyi bilgi yapan bir başka durum da; veri ve belgeye ulaşmak, eldeki veri ve belgeleri doğru okumaktır. Tüm bunlardan sonra, bilgiden fikir üretilebilir. “Profesör fikrini söylemiştir, bu ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir” savını dile getirenler, durup bir dakika düşünmelidir: AB’den ve Soros’un Avrupa’daki kuruluşlarından “ifade hakkı ve özgürlüğü” için fon alanlar, nasıl olur da yansız ve özgür fikir beyan edebilir? Geçenlerde ABD Dışişleri Bakanlığı’nın özgürlükler temsilcisi John Hanford, “Türkiye’de kadınların türban takma hakkını savunduk” demedi mi? Bu söylem, “Toplumu kendi görüşleri doğrultusunda şekillendiren ve toplum üzerinde baskı kuran dinci partilere destek verdik” anlamına gelmiyor mu? Ama “hoşgörü” gösterelim, üstünde durmayalım! Washington’daki İslami Çoğulculuk Merkezi Başkanı Stephen Schwartz, The Weekly Standard’daki makalesinde “Türkiye radikal laik bir ülkedir; laikliği militanca korumanın gereği yoktur” diye yazmadı mı? Ilımlı İslam projesinin temeli, bu değil mi? Fakat gerginlik yaratmayalım, bunları dile getirmeyelim! “Profesör” Atilla Yayla, “Kemalizm ilerlemeye değil, gerilemeye tekabül eder” diyor, doğru. Ama kim içindir bu gerileme? Devletin kurumlarını kuşatan dincilerin; “kadın parkı” yapanların ve içki yasağına yönelik kırmızı çizgi çekenlerin; “kâr paylı” tokatlarıyla tarikatticaretsiyaset ilişkisini zirveye çıkaranların; televizyon ve radyolarda hurafelerle topluma “yol gösterenlerin”; üfürükçülerle “gol orucunu” bozan futbolcuların; Milli Eğitim Şurası’nda, imam hatip mezunlarına kendi alanları dışında, üniversitelerin diğer tüm bölümlerine girmelerine olanak sağlayacak “katsayı tavsiyesi” veren Bediüzzaman hayranı bakan ve bürokratlar ile “İrtica tehdidi yoktur” diyen, “aydın” ve “yazarların” amaçlarına yönelik çalışmaları gerileten bir harekettir Kemalizm. Kemalizm, kadını ikinci sınıf vatandaş olmaktan kurtaran, çağdaş bilimsel ve eleştirel eğitime ön ayak olan, bir toplumu uluslaştıran; teokratik düzenden, laik ve aydınlanmacı bir yönetime geçişi savunan ve bu yönetimi esas alan bir düşünce yapısıdır. Bu anlamda Kemalizm, Osmanlı özlemiyle yanıp tutuşanlar ve toplumu yeniden ümmete dönüştürmeye çalışanlar için bir gerileme demektir; dinci ve emperyal görüşleri kuşatan ve kulu, birey haline getiren bir aydınlanma hareketidir. [email protected] İLAN METNİ ANADOLU ANONİM TÜRK SİGORTA ŞİRKETİ’NDEN Şirketimizin İZMİR ve çevresi acentesi MEHMET SADIK ÜLKEMÜLKEM SİGORTA ARACILIK HİZMETLERİ acenteliğinin acentelik sözleşmesi 24.11.2006 tarihi itibariyle feshedilmiş ve acentelik vekâletnamesi sona ermiştir. Sigorta Murakabe Kanunu hükümlerine dayanılarak ilan olunur. (Basın: 59318) ÜSKÜDAR 2. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN GAYRİMENKUL AÇIK ARTIRMA SATIŞ İLANI 2004/7830 E. Bir borçtan dolayı hacizli olup satılmasına karar verilen; Üsküdar ilçesi, Kuzguncuk Mah. Kuzguncuk Cad. kain 111 pafta, 577 ada, 41 parsel sayılı 272,50 m2 miktarındaki deposu olan kargir apartmanın 1/2 hissesi açık artırma sureti ile satılacaktır. GAYRİMENKULÜN İMAR DURUMU: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Boğaziçi İmar Müdürlüğü’nün, 14/3/2006 tarih ve 1589 sayılı yazısından, Üsküdar ilçesi, Kuzguncuk mah. 111 pafta, 577 ada, 41 parsel sayılı yer 22/7/1983 onanlı 1/1000 ölçekli Boğaziçi Ön Görünüm Bölgesi Uygulama İmar Planında konut alanında kalmakta olduğu; ayrıca 27/2/2004 onanlı plan hükümlerinin 1.7 maddesine göre; 2960 sayılı yasanın geçici 4. maddesi uyarınca konut kullanımına ayrılmış olan alanlar yeşil alan statüsüne alındığından uygulama yapılamayacağı bildirilmiştir. GAYRİMENKULÜN EVSAFI: Üsküdar ilçesi, Kuzguncuk mah. Kuzguncuk cad. kain 111 pafta, 577 ada, 41 parsel sayılı 272,50 m2 miktarındaki deposu olan kargir apartmanın 1/2 hissesidir. Ana bina zeminde 150 m2 alan üzerinde kurulmuş olup bodrum +zemin+ 2 normal +çekme kattan ibaret tamamı 5 katlı bir cephede bitişik nizamda bahçeli betonarme kargir apartmandır. Binanın bodrum katında işyeri olarak kullanılan bir daire ile kalorifer dairesi zemin katında işyeri ve normal katlarında birer dairesi olup, 2. kat dairesi çekme kata dubleks dairedir. Bodrum kat dairesinde giriş holü, koridor, salon açık mutfak, banyo ve bir odası mevcuttur. Zemin kat işyeri tek hacimli olup, zemini seramik, duvarları boyalı, cephesi alüminyum doğramalı vitrinlidir. İşyerinde düş tekneli klozet ve lavabolu WC vardır. Normal kat dairelerinde giriş holü, koridor, mutfak, banyo, salon ve 3 yatak odası mevcut olup, her biri 190 m2 kadardır, ikinci kat giriş holü önünden çekme kata beton üzerinde ahşap kaplamalı merdiven ile irtibatlı olup, çekme katta salon ve banyolu odası mevcuttur. Giriş holü ve koridor zeminleri granit mermer duvarları saten yağlı boyalı, tavanları kartonpiyer ile kaplıdır. Mutfak zeminleri granit mermer, duvarları fayans ile kaplı olup, üzeri mermer ile kaplı mutfak tezgâhı ve dolapları vardır. Banyo zeminleri mermer, duvarları fayans ile kaplı olup jakuzili küvet, klozet ve lavabo vardır. Salon ve odaların zeminleri parke, duvarları saten yağlı boyalı, tavanları kartonpiyer ile kaplıdır. Ebeveyn yatak odasında zemini seramik, duvarları fayans ile kaplı duşa kabinli duş teknesi vardır. Normal kat dairelerinin salon ve oda önlerinde zeminleri mermer ile kaplı balkonları vardır. Çekme kat dairesinin etrafı zemini mermer ile kaplı açık teraslıdır. Dairelerde elektrik, su ve kalorifer tesisatı mevcut olup faaldir. Daireler Boğaziçi deniz görür manzaralıdır. GAYRİMENKULÜN KIYMETİ: Taşınmazın bulunduğu semt, mevkii ve rağbet derecesi, yoğun iskân ve mesken ve işyeri bölgesi olan Üsküdar ilçesi, Kuzguncuk mahallesinin ana trafik yolu olan Kuzguncuk caddesinin üzerinde olması, çarşıpazar ve alışveriş merkezlerine olan yakınlığı, ana bina ve dairelerin yapımında kullanılan malzemenin kalitesi ve işçiliği ile yıpranma miktarı parselin büyüklüğü ve imar durumu deprem riski, dairenin büyüklüğü, bölüm ve kullanım şekli ile hisseli olması ve hisse miktarı dairelerin Boğaziçi deniz görür manzaralı olması, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı rayici, yıllık getirebileceği gelir, günün civarda emsal olacak alımsatım değerleri ve rağbeti ile kıymetine tesir edecek bilumum faktörler göz önünde tutularak taşınmazın tamamına bilirkişilerce 2,200,000, 00 YTL kıymet takdir edilmiş olup, borçlunun 1/2 hissesine bilirkişilerce 1,100,000,00YTL kıymet takdir edilmiştir. Satış Şartları: Üsküdar, Kuzguncuk mah. Kuzguncuk cad.kain 111 pafta, 577 ada, 41 parsel sayılı 272,50 m2 miktarındaki deposu olan kargir apartmanın 1/2 hissesinin 1. satışı 08/01/2007 günü ve saat 14,0014,20’ de Üsküdar 2. İcra Müdürlüğü’nde açık artırma suretiyle yapılacaktır. Bu arttırmada tahmin edilen kıymetin % 60’ını ve rüçhanlı alacaklılar varsa alacakları mecmuunu ve satış masraflarını geçmek şartı ile ihale olunur. Böyle bir bedelle alıcı çıkmazsa en çok arttıranın taahhüdü baki kalmak şartı ile 18/01/2007 günü aynı yer ve aynı saatlerde ikinci artırmaya çıkarılacaktır. Bu artırmada en çok arttırana ihale edilecektir. Şu kadar ki; artırma bedelinin malın tahmin edilen kıymetinin % 40’ını bulması ve satış isteyenin alacağına rüçhanı olan alacakların toplamından fazla olması ve bundan başka paraya çevirme ve paylaştırma masraflarını geçmesi lazımdır. Böyle fazla bedelle alıcı çıkmazsa satış talebi düşecektir. 2) Artırmaya iştirak edeceklerin tahmin edilen kıymetinin % 20 nispetinde pey akçesi veya bu miktar kadar milli bir bankanın teminat mektubunu vermesi lazımdır. Satış peşin para iledir. Alıcı istediğinde 10 günü geçmemek üzere mehil verilebilir. Resmi ihale pulu, tapu harç ve masrafları ile K.D.V alıcıya aittir. Tellaliye resmi, birikmiş vergiler satış bedelinden ödenir. 3) İpotek sahibi alacaklılarla diğer ilgililerin * bu gayrimenkul üzerindeki haklarını hususiyle faiz ve masrafa dair olan iddialarını dayanağı belgeler ile on beş gün içinde dairemize bildirmeleri lazımdır. Aksi takdirde hakları tapu sicili ile sabit olmadıkça paylaşmadan hariç bırakılacaklardır. 4) İhaleye katılıp daha sonra ihale bedelini yatırmamak suretiyle ihalenin feshine sebep olan tüm alıcılar ve kefilleri teklif ettikleri bedel ile son ihale bedeli arasındaki farktan ve diğer zararlardan ve ayrıca temerrüt faizinden mütesselsilen mesul olacaklardır. İhale farkı ve temerrüt faizi ayrıca hükme hacet kalmaksızın Dairemizce tahsil olunacak, bu fark varsa öncelikle teminat bedelinden alınacaktır. 5) Şartname, ilan tarihinden itibaren herkesin görebilmesi için dairede açık okunup masrafı verildiği takdirde isteyen alıcıya bir örneği gönderilebilir. 6) Satışa iştirak edenlerin şartnameyi görmüş v e münderecatını kabul etmiş sayılacakları başka bilgi almak isteyenlerin 2004/7830 E. sayılı dosya numarası ile Müdürlüğümüze başvurmaları ilan olunur. (İc.if.K.126 ) İlgililer tabirine irtifak hakkı sahipleri de dahildir . 27/10/2006 (Basın: 59339) CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle