14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 KASIM 2006 PAZAR 16 Çankaya Dirse Erdem: “Eskiden ‘Türkiye laiktir, laik kalacak’ diye bağırıyorduk. AKP’nin dört yıllık iktidarından sonra ‘Çankaya laiktir, laik kalacak’ diye bağırıyoruz. Demek ki elimizde sadece Çankaya kalmış.” Ya ğ m u r E k i m Camilerde Suudi eli varmış... “Okullarda ise şimdilik parmağı!” MİLLİ Eğitim Şurası’nı gördünüz; İslamcı iktidarın derdi eğitimi dinselleştirmek ve bir süre sonra valileri, polis müdürleri, diplomatlarıyla bir imamlar devleti yaratmak! Hiç görmediğim büyükbabam Üsküdarlı Kamil Bey yüzbaşı rütbesinde alay imamıydı. Yemen’de bir Arap’ın sırtından hançerlemesi üzerine yaralı halde İngilizlere esir düşmüştü. Babam Ali Haydar, Üsküdar’da “Hafız Haydar” diye tanınırdı. 1920 yılında 18 yaşındayken Üsküdar’dan Şile’ye tekne ile cephane kaçırırken İngilizlere esir düşmüş ve gördüğü işkencenin izini ölünceye dek dilinin ortasında derin bir bıçak kesiği olarak taşımıştı. Bir din devleti olan Osmanlı’nın rezilliğini, emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerin adiliğini, Kurtuluş Savaşı’nın yüceliğini, Mustafa Kemal Paşa’nın büyüklüğünü, Türkiye Cumhuriyeti’nin değerini ben, hiç görmediğim büyükbabamın PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Şerefe anılarını da katarak anlatan ve Atatürk’ün sofrasında içki içme onuruna erişmiş babamdan öğrendim. Onun için bugün saat 14.00’te “memleket”im Üsküdar’a gideceğim; Salacak kıyısında, Kız Kulesi’nin tam karşısında “Sahilde içki içmek yasaktır” yazan tabelanın önünde “İstanbul manzarası”nın keyfini çıkartarak eşimle birlikte yarım bardak şarap içeceğim. Bana ceza kesmek isteyecek belediye zabıtasına veya İslamcı belediye ile işbirliği yaparak beni gözaltına almak isteyecek polise de gereken yanıtı Atatürk’ün Bursa Söylevi’nden bir bölüm okuyarak vereceğim. Bu noktada bir açıklama yapmak gerek: Gündüz Gürtuna’nın 1 milyar doları varmış. Doğrudur, kimin yardımcısıydı? Şemsiye Gülhan Elmas: “Başbakan’ı laik sloganlardan korumak için yanındakiler ‘şemsiye’ açıyor. Laikliğe karşı savaş açanlardan sonra, laikliğe karşı şemsiye açanlar!” ya da gece, parkların kuytu köşelerinde içki içen ve daha sonra çevreyi rahatsız eden kişileri kimse savunamaz. Kaldı ki bu kişilere yönelik olarak yasalarda, bir dizi yaptırım öngörülmüştür. Çağdaş bir yaşam düzeni de zaten bunu gerektirir. Fakat kıyıdan olta atıp çocuklarıyla balık tutarken bir bira içen kişiyi cezalandırmak ortaçağ karanlığından başka bir şey değildir. Şunu herkes kafasına soksun: Türkiye Cumhuriyeti’nde içki içmek ve başkalarını rahatsız etmedikçe sarhoş olmak suç değildir. İslamcı partinin yönetimindeki Üsküdar Belediyesi bu konuda zurnanın son deliğidir! Bugün Salacak sahilinde, İstanbul manzarasının keyfini çıkardıktan sonra boş şarap şişesi ile plastik bardakları bir torbaya koyup çöp kutusuna atacağım. Üsküdar Belediyesi de çöpümü temizleyecek! İşte bu kadar! Uyuyanlar Sevgili Rüştü Erata bir video klibi göndermiş. Görüntüde bir televizyon habercisi Çanakkale Zaferi’nin kutlandığı 18 Mart günü sokakta rastladığı genç insanlarla röportaj yapıyor. İlk görüşme bir lise mezunu ile; haberci soruyor: “Çanakkale Savaşı’nı Japonlarla mı yoksa Ruslarla mı yaptık?” Delikanlı bilmiyor. Haberci, delikanlının algılayamadığı alaysı bir dille sorduğu, “O savaşta Yunanları denize dökmüştük, peki, o zaman cumhurbaşkanı kimdi?” sorusunu da yanıtlayamıyor. İkinci röportaj yine lise mezunu bir gençle; o ise Çanakkale Savaşı’nın Japonlara karşı kazanıldığı görüşünde, fakat zamanın cumhurbaşkanının kim olduğunu o da bilmiyor, çünkü lisede “sayısal” okunmuş. Üçüncü genç, haberci daha sorusunu yöneltmeden, “Kanımız bu vatana helal olsun!” diyor. “O savaşı Amerikalılara mı yoksa Ruslara karşı mı kazandık?” sorusunu ise hiç duraksamadan, “Ruslara karşı” diye yanıtlıyor. Zamanın cumhurbaşkanının ise Kenan Evren olduğu görüşünde. Son röportaj yine genç, yakışıklı bir delikanlıyla. O da Japonlarla mı, yoksa Çinlilerle mi savaşıldı sorusunu “Japonlarla” diyerek karşılıyor ve Japon askerlerine “Anzak” denildiği görüşünü paylaşıyor. Başkomutanın adını bilmiyor, fakat fotoğrafını görse tanıyacağını söylüyor. ??? Hepsi okumuş çocuklar bunlar; sınıflarını başarıyla geçip hayatta bir yerlere tutunmuşlar, içlerinden biri üniversiteye gidiyor. Ortak özellikleri Çanakkale Savaşı’na ilişkin hiçbir şey bilmemeleri. Bu gençler önümüzdeki yıl seçim sandıklarına gidip bizi yönetecek siyaset insanlarını seçecekler. Onların seçtikleri insanlardan kurulacak hükümet devlet dümeninin başına geçecek. Bu hepimiz için büyük bir talihsizlik. Bunun zorunlu öğretim 8 yıl mı, yoksa 12 yıl mı olmalı sorusuyla hiçbir ilgisi yok. Çanakkale Savaşı’nı Ruslarla, Japonlarla yaptığımızı, Kenan Evren’i de Çanakkale’deki başkomutan sanan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kaç yılında kurulduğunu bile bilmeyen bu gençlerin tümü en az 11 yıl okumuş lise mezunu çünkü. Türkiye, çocuklarına işte böyle bir okul eğitimi veriyor. Çanakkale Savaşı’nı bilmeyen, hiç duymamış olan bir insan “ulusal direniş” kavramıyla nasıl bir düşünsel ilişki kurabilir? Daha doğrusu kurabilir mi? Kuramıyorlar. ??? Daha önce de yazmıştım; çocuklarımız okulda tarih adına masal okuyorlar, diye. Ne Çanakkale’yi, ne Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, ne Lozan’ı, ne Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ne de Mustafa Kemal Atatürk’ü biliyorlar. Çanakkale bilinmeden Atatürk bilinebilir mi? Ermeni sorununu, Kürt sorununu, Kıbrıs sorununu ise hiç bilmiyorlar. Tanzimat Fermanı sonrası yakın tarihimiz çocuklarımızın büyük çoğunluğu için bir bilinmezler bütünü. Oysa yakın tarih bilinmeden “kişilikli yurttaş” olunamıyor. Yurttaş olamayanı ise “kullaştırmaktan” kolay bir şey olmuyor. Test sistemine dayalı ezberci okul sisteminin gençliğimizi getirdiği nokta işte burası! Çocukluklarında, gençliklerinde okuma, araştırma alışkanlığına sahip olamayan insanlar ileri yaşlarında da kendilerini geliştiremiyorlar. Ortaya büyük çoğunluğu okumuş, fakat cahil bir toplum çıkıyor. ??? Bakanlarla, dekanlarla, eğitim bürokrasisiyle Ankara’da görkemli Milli Eğitim Şuraları düzenleniyor. Bakan konuşuyor, dinleyenler ise televizyonlarda da gösterildiği gibi kitlesel uykulara dalıyorlar. Horlaya tıslaya uyuyorlar. Eğitimcilerin eğitimden umudu kestiklerinin bundan daha açık bir kanıtı olabilir mi? Görüntü böylesine hazin, durum böylesine iç karartıcıyken hükümet adına Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik hâlâ imam hatip liselilere kapı açma derdinde. Bu derdin peşindeki bürokratlar da artık bıkıp usanmış, yorgun düşmüş olmalılar.. kendilerini attıkları rahat koltuklarda Bakan’ı dinlerken uyukluyorlar. Kafaların değişmesi gerekiyor. Ama kim değiştirecek? Soru da tam bu noktada düğümleniyor. (eposta: [email protected]) SESSİZ SEDASIZ (!) Halkın PKK’ye ödediği ilaç parası! GÜNEYDOĞU Anadolu’da PKK’ye gönderilmek üzere hazırlanmış kupürleri kesik ilaçların polis baskını sonunda yakalanmasının ardından, teröristlerin ilaç paralarının bir şekilde devlete ödettirildiği konusu gündeme geldi. Emniyet Genel Müdürlüğü’nden işin aslını kamuoyuna açıklamasını bekliyorduk; ses çıkmadı. Fakat uzun yıllar Güneydoğu’da görev yapan ve bir yıl kadar önce emekli olan bir asker şu bilgiyi verdi: “Kupürleri kesilmiş ilaç konusu yeni bir şey değil. Sığınaklarda benzer durumda ele geçirilen ilaç sayısı çok fazladır. İlaçların kaynağı ise, ne yazık ki Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Babacan Akif Kökçe: “Danimarka polisi Ali Babacan’ın üzerini aramaya kalkmış. Vatandaşın serbest dolaşım hakkını vazgeçtik, baş müzakereci bir bakanın resmi görüşmeye gitme hakkı bile yok!” PKK sempatizanı, sağlık fişi hakkı olan Kürt kökenli Türk vatandaşı yerel memurların bir bölümüdür. İlacı yazan doktorların sorumluluğu da gözden uzak tutulmamalıdır. İlaçlar, şehir ve kasabalardaki örgüt uzantıları tarafından devletten sağlanarak örgüte ulaştırılmaktadır. Bu sistemi konuyla ilgili herkes bilir ama bir türlü önlenemez.” Madem önleyemiyorlar bari kamuoyuna örneğin aynı nüfusa sahip Güneydoğu’daki bir ilçe ile Ege Bölgesi’ndeki bir ilçeyi kıyaslayarak devlet kaynaklarından ne kadar ilaç tüketildiğini açıklasınlar. Biz de PKK’ye ödediğimiz parayı bilelim! Avrupa BirliğiTürkiye hattı: Yüksek gerilim hattı! ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr İstanbul’un kültürü ve 2010... İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nca düzenlenen (İKSV) “İstanbul’da Yaşam Kültürü Sempozyumu” yapılırken, AB’nin de “2010 Yılı Avrupa Kültür Başkenti” olarak İstanbul’u seçtiği ilan edilmek üzereydi. Nişantaşı’ndaki Sofa Hotel’de 0911 Kasım 2006’da gerçekleşen sempozyumun 30’a yakın bildirisinde, sanattan imara kadar her alandaki “kültürel tahribat”a dikkat çekildi. AB kararının açıklandığı 13 Kasım’da ise İstanbul 2010 Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu diyordu ki; “Türk kültürünü Avrupa’ya tanıtmak için önemli bir fırsat...” (Cumhuriyet14 Kasım 2006) Oysa 2010’un “öncelik”lerini belirleyenler, işte bu fırsatın elde edilmesini de sağlayan eşsiz “İstanbul kimliği”ni, tüm çağların belki de en büyük “yıpranhipliği” için hazırlanan yasada, dünyanın da eleştirdiği “kenti tahrip edici rant projeleri” için alınmış imar kararlarının ve hatta “ayrıcalık yasaları”nın iptal edilmesi gibi “yaşamsal” beklentiler yok... Asıl bu “fırsat”ın değerlendirilmesi gerekirken, sadece “harcamalarda rahatlığı” sağlayıcı “yetkilendirme”lerle yetiniliyor... Kent ve kitap İşte böylesi saptamaların yapıldığı İKSV sempozyumunda, İstanbul’un “kitap fuarı” için de artık “kent içinde bir mekân” yaratılmasının 2010 hedeflerinden olması gerektiği konuşuldu. Mükemmel organizasyona rağmen, kitabın kentsel yaşamla bağını kopartan; kitapseverleri saatler süren yolculuklara zorlayan, fuarın her gün, her saat bir buluşma ve kültürle kucaklaşma mekânına dönüşmesini engelleyen böylesine bir “yer seçimi”nin, daha önceki hemen hiçbir Avrupa kültür başkentinde görülmediği anımsatıldı... Bu talihsizliğin giderilmesi için, İstanbul’dan sorumlu tüm kurumların TÜYAP’a sadece “teşekkür”le yetinmeyip; 25 yılın emektarına bundan sonrası için de “kentle bütünleşecek” bir yer sağlamaları istendi... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA SEDAT YAŞAYAN ma” sürecinden kurtarmayı hedeflemeliydi... Nitekim İKSV sempozyumunda Kenan Mortan da özetle şu uyarıda bulundu: “İstanbul’un tarihsel dokusu korunamadığı için dünya mirası listesinden çıkartılmak üzere... UNESCO’nun 2008’e kadar tanıdığı ek sürede etkin önlemler alınamazsa, 2010 ‘risk altındaki miras’ listesinde karşılanacak...” Finans da ‘kültür’lenmeli Sempozyumda “kültürle ilgisi”nin zor kurulacağı sanılan “finans dünyası” için de 2010’a yönelik değerlendirilmesi gereken saptamalar yapıldı... Örneğin, en büyük 500 şirketten kültüre “sürekli” yatırım yapanların sayısı sadece “15”!.. Tarihi yapı restorasyonlarına yapılacak harcamalar artık “vergi” yerine sayıldığı halde... Acaba 2010 sürecinde, işte bu “ilgisiz”liğin de giderilmesi; her firmanın olanakları ölçüsünde kültürel mirasın yaşatılmasına “yatırım” yapması sağlanamaz mı?.. TOKİ’nin “varoş”lardaki arsalarında “çağdaş dünya”lar kuran emlak ve inşaat devleri; yılların yıpranmışlığıyla can çekişen “tarihi semt”lerde, yine TOKİ desteğiyle “kimlikli konut dünya”ları yaratamazlar mı? Ne var ki bunu da sağlayacak bir Avrupa kültür başkentliği için “sorumlu bakış”ların öncelikle İstanbul’a çevrilmesi gerekiyor... 2010, sadece yoğun sanat etkinlikleri ve gösteri zenginliğiyle geçecek bir yıl değil; kenti “kültür yoksunu politikalardan kurtaracak” bir sürecin de başlangıcı olmalı... ekinci?cumhuriyet.com.tr HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com İnsanlık adına uyarılar UNESCO, tarihi kent üzerindeki “risk”ler arasında sadece “koruma ihmalleri”ni saymamıştı. Örneğin “Dubai Kuleleri”, “GalataPort’’, ‘’Haydarpaşa Turizm Alanı’’ gibi, İstanbul’un “özgünlüğü”nü gözetmeyen projelerin de “çekince”yle karşılandığını açıklamıştı. Nitekim aynı “serzeniş”ler 2005 Temmuzu’ndaki Dünya Mimarlık Kongresi’nde de dile getirilmişti. Alkışlarla ilan edilen “İstanbul Bildirgesi”nde, tüm kıtalardan uzman konukların “ev sahibi” ülkeyi yönetenlere çağrısı özetle şöyleydi: “Kentin tarihi kimliğine ve dünya mirası peyzajına saygıyı temel alınız...” Şimdi ise İstanbul’u 2010’a hazırlayanlar bütün bu “evrensel uyarılar”dan habersiz gibiler... Neredeyse 3 yıl kalan “ev sa TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 19 Kasım www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ “Lazkira1 zı” da denilen bir meyve. 2/ 2 Doğu Anado 3 lu’da bir ırmak... El sı 4 kışma. 3/ Söz, 5 lakırdı... Tar 6 laya atılan to7 humu örtmek için gezdiri 8 len, ağaçtan 9 yapılmış sür1 2 3 4 5 6 7 8 9 gü. 4/ Bir renk... Dü1 M A H R AMA E zen, dolap, entrika. 2 A A Z T A R A Ş 5/ İri ve yuvarlak taA L E neli bir kiraz cinsi. 6/ 3 K E M R E B O R A B A Y Fethiye ilçesinde, 4 R İ D İ L kayak merkezi olan 5 A T E S A F bir dağ.... Bir nota. 6 M E L E N 7/ Gümüş üstüne 7 E L E M A N M U özel bir biçimde kur 8 İ S A İ N A T şunla işlenen siyah 9 U S Y A L A K A nakış... Sığırlarda görülen bulaşıcı bir hastalık. 8/ “Sana dün bir tepeden baktım İstanbul” (Yahya Kemal)... Sersem, ahmak. 9/ Un ve pekmezle yapılan bir tür helva. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Üflemeli çalgılarda, gövdenin son bölümündeki huniyi andıran genişlik... Uyanık, gözü açık. 2/ İri taneli bezelye... Üye. 3/ Sergen... Okul, kışla gibi yerlerde hastalar için ayrılmış bölüm. 4/ İskambilde bir kâğıt... Sığırın öd kesesinden çıkan ve sarılığı iyi ettiğine inanılan taş. 5/ Dünyamızın damı. 6/ Ağırlık ve uzunluk ölçüleri için kabul edilmiş yasal ölçü modeli... Kenar süsü. 7/ Pedallı küçük motosiklet... İnişli yer, bayır. 8/ Yapma, etme... Ünsüzle biten bir sözcüğün ünlüyle başlayan sözcüğe bağlanarak okunması. 9/ Şöhret... Aşının tutması için yinelenmesi. CUMHURİYET 16 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle