27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 KASIM 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL 301. Madde mi Tecrit mi İvedi? ‘Tecrit’i kimse duymuyor. Bilmiyor. Yakınları ve hatta en doğrusunu ve somutunu ‘avukatlarından’ başka kimsenin bildiği yok. Bir kişilik hücrede kısa bir süre sonra fiziksel çöküntü, biyolojik arazlar, psikolojik travmalar başlıyor. Dört duvarın, kalelerin, surların ardındaki hayatı kimse görmüyor. Dakikaların, saatlerin, günlerin ve yılların ötesinde, duvarlar ardında çürüyen beden, beyin ve ruhun yarattığı bedeni toplum yeniden içerisine nasıl alacak? PENCERE Görünen Köy... Amerikan Senatörü Carl Levin dört dörtlük değilse de doğru dürüst sayılabilecek bir laf etmiş: “ Iraklıları Iraklılardan kurtaramayız!..” (Hürriyet, 17.11.2006) Gerçekliği hem örten, hem vurgulayan bir tümce!.. Senatör “Iraklıları Amerikalılardan kurtaralım” diyecek değildi ya... Bush yönetiminin Irak’taki yenilgisi Amerika’da da yenilgisini hazırladı; seçimlerdeki sonuçlar bu gerçeği sergiliyor. Peki, Başkan Bush’un hem Irak’taki, hem Amerika’daki yenilgisinin Türkiye ve AKP açısından anlamı ne?.. ? Bush yönetimi kapsamlı bir ‘Ortadoğu projesi’ hazırlamıştı; bu tasarımda Türkiye AKP öncülüğünde “Ilımlı İslam Devleti Modeli”ne oturtuluyordu... Amerikan ordusu da İskenderun üzerinden on binlerce askeriyle Anadolu’yu özellikle bu sözcüğü kullanıyorum ‘işgal’ edecek, Güneydoğu’dan Irak’ın kuzeyine girecekti... Meclis’ten dönen ünlü ‘AKP tezkeresi’ suya düşünce evdeki hesap çarşıya uymadı... ? Sonuç: 1. Türkiye ‘fiilen işgal’ edilmekten kurtuldu.. 2. ‘Ilımlı İslam Devleti’ tasarımı gücünü yitirdi.. 3. Türkiye, Irak cehennemine sürüklenmekten kurtuldu.. 4. Bush’un gözünde AKP’nin imajına ‘şaibe’ düştü... ? Üstüne üstlük Irak’ta beklenmedik bir direniş oluştu; Bush’un Savaş Bakanı Rumsfeld istifa etmek zorunda kaldı; ortaya bir soru çıktı: Amerika’nın Türkiye’yi de içine alan Ortadoğu projesi ne olacak?.. ? Artık çok iyi biliniyor ki dinci ya da takıyyeci AKP iktidarı Ortadoğu’da bir Amerikan marifeti... Ancak Bush ‘AKP operasyonu’ndan beklediğini alamadı!.. Amerika bugün terör örgütü PKK’yi Türkiye’ye karşı kullanıyor... Türkiye’de ‘huzursuzluk’ ve ‘istikrarsızlık’ doruğa tırmanıyor... Bush yönetimi ne yapmalı?.. Bir yandan Ilımlı İslam Devleti tasarımında dinci iktidarı, öte yandan terör örgütü PKK’yi kullanarak Türkiye’yi sıkıştıran Başkan Bush bu tutumundan vazgeçmelidir; zararın neresinden dönerse dönsün, kârdır... AKP’nin toplum temelinde oy desteği zayıflıyor, geriliyor; ülkede Amerika düşmanlığı yükseliyor, yoğunlaşıyor... ABD’nin Ortadoğu tasarımında ‘revizyon’a, Türkiye’de ise yeni bir iktidara gerek var!.. Başka Yıldızlar TÜRKLERİN ünlü olduğu alanlar malum: Dünyanın en iyi askeri, Çinliler ve Fransızlarla birlikte dünyanın en iyi mutfağının sahibi, dünyadaki en iyi müzik zillerinin yapımcısı falan. Şimdi bunlara bir yeni yıldız ekleniyor. Neslihan, Dünya Voleybol Şampiyonası’nın en iyi ‘‘skorer’’i, yani en çok sayı kaydettireni seçildi. Alman Angeline Grünn’ü beş sayı geride bırakarak. İnşallah, bazı futbol maçlarında olduğu gibi ‘‘gol atsın’’ diye bütün pasların Hakan Şükür’e hedeflenmesi yüzünden takımın maç kaybetmesi gibi, Türk kız voleybol takımının onunculuğa düşmesi de bütün ‘‘smaç’’ toplarının ona hazırlanmasından olmamıştır. Yine de, voleybol gibi zor bir sportif oyunda kızımızın ‘‘sayı kraliçesi’’ olması, takımı genel sıralamada dünya onuncusu olsa da, Türk sporu ve Türk kadınlığı adına sevindirici bir olay değil midir? öyle başarılar, dış propaganda açısından, ‘‘tanıtım’’ denen ve çoğu zaman kimilerine fon aktarmaktan başka işe yaramayan işlerden daha etkili oluyor. Buna benzer ve birincilikle sonuçlanmasa da simgesel anlamı açısından değerli bir başka başarı: Bodrum’da yapılmış ahşap bir yelkenli tekne, merkezi İngiltere’de olan Yelkenli Okul Gemileri Birliği’nin 50. kuruluş yılı dolayısıyla düzenlenen uluslararası yarışlara katılmış ve hiç küçüksenmeyecek bir sonuç elde etmişti. Adının önüne ‘‘yelkenli eğitim gemisi’’ sözlerinin İngilizce baş harfleri konarak anılan ‘‘STS Bodrum’’ teknesi, bu temmuz Fransa’nın kuzeybatısındaki St. Malo Limanı’ndan başlayıp Lizbon’da sona eren yarışta kendi ‘‘klas’’ının 20 teknesi arasında da 11. olmuştu. ‘‘Ne var bunda?’’ diyeceksiniz, ama bilin ki, grandi direğinin ‘‘Bermuda’’ türünden flok başlı yelkenli oluşu ve bu yelken alanının büyük sayılışından ötürü yollu küçük polyester teknelerle aynı sınıfa konan STS Bodrum, tam 100 gros tonluk kocaman bir tekne; o sınıfta kendisine en yakın tekne ise 50 gros tonluk. Bu yüzden, bizimki yarışta 8. geldiği halde 11. sayılmış. Önemli olan, böylesine büyük bir teknenin ahşap okul gemisi olarak Türkiye’de yapıldığını göstermekti. Nitekim, aynı vesileyle Antwerp’te yapılan bir yarışın ‘‘En Uzak Noktadan Katılan Gemi’’ ödülünü de STS Bodrum almış. e var ki, geçmiş yılların efsane ‘‘Rüyam’’ kotrası hatırına Yusuf Mardin’in çabalarıyla ve Bodrum Denizciler Derneği’nin desteğiyle başarılan bu katılıma 25 yaşın altında ‘‘öğrenci mürettebat’’ götürmekteki bürokratik güçlükleri duyunca üzülmeden edemiyor insan. Ne pahasına olursa olsun mutlaka ‘‘denizci ülke’’ olmak zorunda olan Türkiye, ‘‘deniz izciliği’’ başta olmak üzere gereken her şeyi yapmak ve gençleri denize çekmenin önündeki bütün engelleri kaldırmak zorunda değil midir? mumtazsoysal@gmail.com Bahri Bayram BELEN Avukat, İstanbul Barosu iğer hukuk dallarından farklı olarak ceza hukuku, yurttaş (bireyinsan), devlet (yöneteniktidar) ve toplum (siyasal, ekonomik ve sosyolojik koşulların oluşturduğu yapı) arasında adalet için en yaşamsal disiplindir. Ceza hukuku, suçu ve cezayı belirleyen kurallar (normlar) ile suç olayını çözmeyi ve suçluya yönelik kuralların öngördüğü adil biçimde yaptırımları (cezalandırma), tedavi etmeyi ya da suçu önleme biçimlerini belirlemeyi düzenleyen muhakeme (yargılama) kurallarını, nihayet suçluluğu veya sorumluluğu sabit olanların ceza ve tedbirlerinin infazını düzenleyen infaz kurallarını belirleyen bir hukuk dalıdır. Bu üçlü ayağa ilişkin düzenlemeler, o toplumun ekonomik ve sosyolojik biçimlenmesinin, devlet yapılanmasının ve bireylerin özgürlük dünyasının aynasıdır. Çağdaş bir ceza hukuku, bu üçlü ayağın bütünü gözetilerek biçimlenir. Suç ve cezayı düzenleyen ‘ceza kanunları’ çağdaş, ancak yargılamayı düzenleyen ‘muhakeme hukuku kanunları’ adil değil ya da otoriter kanunlar ise, nihayet ‘infaz kuralları’, ‘suçlu’ veya ‘cezası infaz edilenleri’ topluma yeniden dönecek kişiler değil, ‘cezalandırılacak’, kişilikleri veya vücutları yok edilecek kişiler olarak görüp, bu anlayışla düzenlemeler getirmiş ise, o toplumda çağdaş bir ‘ceza hukuku’ndan söz edilemez. Bu arada ‘infaz yasaları’nın değil, ‘muhakeme hukukunun’ konusu olan, yani hakkında hüküm verilmemiş, yargılaması süren kişiler için uygulanacak istisnai bir kurum olan ‘tutuklama’ kurumunu ‘bir infaz biçimi’, hatta ‘bir ceza’ gibi gören düzenlemeler veya anlayışlar ise hukuki değildir. Adil olmadığı gibi, adalet de sağlamaz. ‘Suç’ ve ‘cezaları’, ‘muhakeme kurallarını’, ‘infaz kurallarını’ düzenleyen yasalar; devlet ve iktidardan yana oldukça ‘siyasal’, toplumsal koşullardan kopuk, oldukça ‘yararsız’, ‘insanınyurttaşın hak ve özgürlüklerini’ güvence altına aldıkça ‘adil’ ve ‘çağdaş’ olur. Ceza hukukunu ‘cezalandırma’ hukuku olarak gören anlayışlar, insanların doğuştan suçlu olduklarına inanan veya suçun D B N kaynaklarını çözmek yerine, sorunu ‘baskı’ ve ‘şiddet’, daha yumuşatılmış bir deyimle ‘otorite’ ile çözmeye çalışan, adil olmayan ve sorunlara çözüm getirmeyen anlayışlardır. CEZA HUKUKUNUN ÖNCELİKLİ SORUNU TCY’NİN 301. MADDESİ Mİ YOKSA TECRİT MİDİR? Yeni Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesi, eski 159. maddeye karşılık geliyor. Eski yasa döneminden de gelen bu madde ile ilgili tartışma, ‘düşünce’ ya da düşündüğünü ‘ifade’ özgürlüğüne getirdiği sıkıntılar ile gündemden düşmüyor. Eğer toplumda bireyler, hukukçu olan ve olmayan akademisyenler, özellikle de avukat, savcı ve yargıçlarda ‘özgürlükler kültürü’ yerleşmiş olsa idi, belki bu yasal düzenleme ve benzerleri bu denli tartışma gündemine girmeyecekti. Ne var ki bu yasal düzenleme, maddi ceza hukukunun çağdaş anlayışında ‘bireyin hak ve özgürlüklerini güvence altına alma’ amacına yeterli bir düzenleme olmadığı gibi, buna karşıt ve engel bir düzenleme olarak ceza hukukunun gündeminde yer alıyor. Düzenlemedeki eksikliğin veya yeniden düzenlenme gereksinimin özü ‘bireylerin ifade özgürlüklerine’ getirdiği ceza yaptırımı. Oysa çağdaş ceza hukukunda böyle sonuç doğuran yasaların, kuralların yeri olamaması gerekir. Bu nedenle ülkemizin, Avrupa’nın, belki de dünyanın gündeminde… Peki tecrit? Bağımsız mahkemelerde adil bir şekilde yargılanıp ‘suçluluğu sabit olmuş hükümlülerin’ ‘cezalarının infazını’ düzenleyen yasa, yönetmelik, genelge ve benzeri kuralların oluşturduğu hukuk içinde değerlendirilecek bir hal. Doğruyanlış. Hukuka uygun ya da uygun değil. Çağdaş ceza hukukunda, en az ‘ceza normlarınıkurallarını’ düzenleyen kurallar kadar yaşamsal. İnsana ve insanın doğasına aykırı ‘infaz sistemi’ içinde yer alan ‘tecrit’ en az Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesi kadar önemli. Gözden kaçmaması gereken bir durum. Üstelik 301. madde ile ilgili suçlama ve davalarla ihlal edilen haklar, hukuklar ve özgürlükler herkesin gözü önünde. Tecridi kimse duymuyor. Bilmiyor. Yakınları ve hatta en doğrusunu ve somutunu ‘avukatlarından’ başka kimse anlayamıyor. Dört duvarın ardındaki, kalelerin, surların ardındaki hayatı kimse görmüyor. Dakikaların, saatlerin, günlerin, ayların ve yılların ardında, duvarların içerisinde çürüyen bedenin, beynin ve ruhun durumunu. Hele ‘siyasal suçlardan’ hükümlülerin ‘düşüncelerinin yok edilmesi’ amaçlandığında, öncelikle kişilikleri ve ardından bedenleri; fiziki, biyolojik ve psikolojik olarak yok edilme programında… Oysa bizim anayasamızda, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile birçok ulusalüstü belgede; yalnızca ‘cezalar’ açısından değil, ‘suçluluğu sabit olmuş hükümlülerin’ ‘cezalarının infazı’ açısından da ‘gayri insani ceza infazı’, ‘insan onuruna aykırı ceza infazı’ yasaklanmıştır. Ancak Türkiye’de ‘F tipi’ ve diğer bazı ceza ve tutukevlerinde ‘tecrit’ ve öteki ‘gayri insani ceza’, ‘insan onuruna aykırı ceza’ infazı sürüyor. Hele ülkemizde ‘sıkıyönetim’ mahkemelerinden sonra kurulan devlet güvenlik mahkemelerinde verilen mahkumiyet kararlarının ‘adil’ olmadığına ilişkin uluslararası mahkeme kararları da varken ve devlet güvenlik mahkemelerinin şu anda yalnızca adı değişmişken, ‘suçluluğu sabit olmuş hükümlülerin’ cezalarına ilişkin adaletsizlik duygusuna, bunların infazındaki tecrit uygulamasının bir başka açıdan vahameti de ortadadır. Suçluluğu belli olmayan ve yargılamaları süren; yani ‘tutuklu’ olup ‘masum’ sayılan kişilerin, ‘gayri insani’ ve ‘insan onuruna aykırı’ koşullarda tutulması, ardından yıllarca sonra ‘suçsuzluklarının anlaşılıp’ salıverilmeleri sonrasında adaletten nasıl söz edilebilir? ‘Tecrit’i kimse duymuyor. Bilmiyor. Yakınları ve hatta en doğrusunu ve somutunu ‘avukatlarından’ başka kimsenin bildiği yok. Bir kişilik hücrede kısa bir süre sonra fiziksel çöküntü, biyolojik arazlar, psikolojik travmalar başlıyor. Dört duvarın, kalelerin, surların ardındaki hayatı kimse görmüyor. Dakikaların, saatlerin, günlerin ve yılların ötesinde, duvarlar ardında çürüyen beden, beyin ve ruhun yarattığı bedeni toplum yeniden içerisine nasıl alacak? İstanbul Barosu avukatlarından Behiç Aşçı bu insanlık onuruna aykırı ve çağdaş ceza hukukunun kabul edemeyeceği ‘infazı’ gördüğü için, içeride görülmeyeni dışarıya duyurmak için ölüm orucunda. Avukatın adalet mücadelesi duruşma salonunda bitmiyor. Müvekkil ve müvekkilleri, bu toplumun insanları için, adalet duygusu ve sorumluluğu için sağlığını yitirdi. Ölümün sınırında… Yüreklerin kulakları sağır, o ise ölüme yaklaşıyor ağır ağır. Bu en az Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesi kadar hukukun, yasaların ve toplumumuzun, insanlığın ayıbı… CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle