27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 EKİM 2006 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL İrtica ve Aldatmaca!.. Türkiye’de irtica artık ‘‘laik Cumhuriyet’’ için bir tehdit ve tehlike olma boyutunu aşmış, yaşayan bir gerçek olmuştur. İrtica Türkiye’yi tümüyle teslim almıştır. İrtica Türkiye’de iktidar olmuştur. İrtica bugün kapkaranlık gölgesiyle Türkiye’nin üzerine oturmuştur. PENCERE gulamaya koymayı planlamaktadır. Bu modelin altyapısında ise ‘‘irtica’’ önemli bir yer tutmaktadır. Soğuk Savaş döneminde aynı manivelayı kullanarak ‘‘Yeşil Kuşak’’ı oluşturan ABD, bu proje içinde de ‘‘irtica’’dan yararlanmaktadır. ‘‘Kuran kursuimam hatip lisesi şeriat yurdu’’ zincirinin ve topraklarında himaye ettiği ‘‘tarikat lideri’’nin bu planda çok etkin bir rolü vardır. Ne var ki ABD’nin ‘‘ılımlı İslam’’ın gerçekleştirilmesi için destek verdiği siyasal iktidarın Türkiye’de öngörülen çizgiden daha da ileri giderek ‘‘köktendinci İslam’’a doğru yöneliş içinde olduğu ortaya çıkmıştır. Bu tehlikenin ABD tarafından da fark edilmiş olması bir olasılıktır!.. Aslında ABD, izlediği politikaların yanlış olduğuna inandığında, bu politikalarda değişiklik yapabilen bir yönetim geleneğine sahiptir. Başkan Bush döneminde yıkılan bu geleneğin gelecek yıllarda yeniden değer bulması muhtemeldir. ABD ve de aynı zamanda AB’nin çıkarları açısından yakın evrede; dinsel tabanlı ikinci sınıf demokrasiye sahip bir Türkiye, daha yararlı bir ülke gibi görülse de uzun evrede bunun böyle olmayacağı zamanla fark edilecektir. ABD ve AB, evrensel değerlere sahip bir Türkiye’yi yanlarında görmek istiyorlarsa, bunun ancak ‘‘Atatürk ilke ve devrimleri’’ ni benimsemiş bir Türkiye ile mümkün olabileceği gerçeğini er geç anlayacaklardır!.. ABD ve AB’nin bu konuda Türkiye’ye destek olmaları kendi çıkarları yanında küresel ve bölgesel barış açısından da önem kazanacaktır. Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri ile aynı grupta yer alması, ABD ve AB’nin uzun evreli çıkarları açısından da yarar sağlamayacaktır!.. Gerilim ve Boşalım BİR ÜLKENİN devlet başkanı ve genelkurmay başkanı ile Meclis ve hükümet başkanları arasında o ülkeye yönelik en büyük tehdit açısından zıtlık ortaya çıkmışsa, önemli bir gerilim var demektir. Bir yanda devletin ve ülkenin bütünlüğünü temsil eden ve bu bütünlüğü korumakla görevli olanlar, bir yanda da seçimden çıkmış bir parlamentonun ve orada en büyük çoğunluğa dayalı hükümetin başları. Bundan daha büyük gerilim olur mu? Hele bu gerilim ‘‘İrtica var mı, yok mu?’’ gibi son derece kritik bir soru üzerindeyse. O irtica ki, kuruluşundan beri bu cumhuriyetin baş rakibi olmuş, gerektiğinde dış düşmanlarla işbirliği yapmaktan çekinmemiş, fırsat buldukça can yakmıştır. Çünkü, cumhuriyetin akılcı felsefesiyle tam bir çatışma halindedir ve eğer becerebilirse onun tam tersine bir felsefeyi egemen kılacaktır. lkeyi bu büyük gerilimin sonuçlarından esirgeyecek olan çözüm, herhalde bir inatlaşma olamaz. İki yanıyla bambaşka ve uzlaşma tanımaz temellere dayanan bu zıtlaşma alışılmış yöntemlerle, yani görüşme, konuşma ve sonuçta uzlaşma gibi yollarla çözülecek gibi değil. Belki de bir güç denemesi, bir çeşit bilek güreşi söz konusu. İşin kötüsü, içte böyle bir takışma noktasına gelindiği sırada ülkenin üzerine dıştan da çullanılmaktadır: Güneydoğu’da bölücü terör bütünlüğü tehdit etmekte, Kıbrıs ve Ege’de Yunan şımarıklığı güvenliği tehlikeye sokacak emeller peşinde koşmakta, Avrupa Birliği sömürgeleştirici isteklerle yetinmeyip soykırım hikâyeleriyle geçmişin de lekelenmesine çaba harcamaktadır. Şöyle bir zihin egzersizi yapmak, bazı durumlarda bu çeşit zıtlaşmaların çıkmazından sıyrılmak için yol gösterici olabilirdi: ‘‘Taraflardan hangisi ağır basarsa öbürü için yaşam hakkı ortadan kalkar?’’ diye sorulduğunda birinden birinin ayakta kalabileceği düşünülebilseydi, belki çıkmazın içinden çıkmak kolaylaşmış olurdu. Ama, açıkça belli ki, ülkenin bağımsızlığı ve bütünlüğü ortadan kalkınca irticanın üzerinde cirit atabileceği bir ülke ve ulus kalmayacağı gibi, irtica kazanınca da o zaferin uygulanabileceği bir devlet olmayacak ortada. olayısıyla, bu iki gücün varlığını, büyük çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda laik bir cumhuriyet kurma çabasının kaçınılmaz ve çok zor bir diyalektiği, belki sonu hiçbir zaman gelmeyecek bir çelişkisi ya da çatışması olarak kabul etmekten başka çare yoktur. Ama kaçınılmazlığı kadar heyecan verici, zorluğu kadar ilerleme kaydettikçe her şeyi kolaylaştırdığı için umut aşılayıcı bir çatışmadır bu. Bütün marifet, bu diyalektiği kafa göz yarmadan, insanca ve uygarca sürdürebilmektir. Hiç varılmayacak bir sonuca yaklaşa yaklaşa, hiç yorulmadan. Polis ve Asker İlişkisi?.. Tarikat ne demek?.. Aşağı yukarı aklı başında herkes bu sorunun yanıtını biliyor; tarikatta mürit, kendisini şeyhine, bir cesedin ölü yıkayıcısına teslimi gibi emanet ediyor... Teslimiyetin bu noktasında mürit artık ne yurttaştır, ne kişidir, ne bireydir... Hayatta en hakiki mürşit artık tarikat şeyhidir... Orduda bir subay müritleşti diyelim... Artık kendi üstünden emir almaz o subay, şeyhine bağlanır... Asker bu konuda çok duyarlıdır, orduda mürit istenmez... Askerde üstast ilişkisinin tarikat hiyerarşisine bağlanması, yalnız Türk ordusunun değil, laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de sonudur. ? Medyada bir tek Sabah yazarı Yılmaz Özdil’in dikkatini çekti ve Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın konuşmasındaki şu tümcelere köşesinde yer verdi: “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıpratılması gayretleri çerçevesinde, pek çok maddi hata ile dolu bir belge yayınlandı. Bu belgede, dikkat çeken en önemli konu, dokümanı oluşturan 22 bölümden 9’unun Polis Akademisi tarafından yazılmış olmasıdır.” Türkiye Cumhuriyeti’nin iki silahlı gücü var: Asker.. Ve polis!.. Havsalaya sığamaz ve düşünülmesi bile insanın tüylerini ürpertebilir; poliste Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıpratılması çabasına destek verenler kimlerdir?.. ? Poliste tarikatlara karşı duyarlık ne ölçüdedir?.. Saidi Nursi Fethullah Gülen tarikatı başta olmak üzere irtica örgütlerinin orduya sızma çabaları biliniyor... İkinci silahlı gücümüz polise sızmalar olmuş mudur?.. Olmuşsa boyutları nedir?.. Askerle polisi karşı karşıya getirmek üzerine bir tasarının hesabını kim yapıyorsa, Türkiye Cumhuriyeti’ni temelinden dinamitlemeyi düşünmektedir... ? Tarikatların egemenleştiği toplumlarda çağdaş demokrasi düşlemi sıfıra sıfır elde var sıfırdan gayrı bir şey değildir... Bugünkü Türkiye’de ise, tarikatlar değil, bir tek tarikat her gün yarım milyon gazeteyi (Fethullah’ın Zaman gazetesini) tüm yurt düzeyine bedava dağıtmaktadır... Bu değirmenin suyu nereden geliyor?.. Ve nereye gidiyoruz?.. O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU ürkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en yüce makamı, en üst düzey komutanları, en kıdemli yargıçları, en yetişkin bilim insanları, her gün irtica tehdidinin ulaştığı boyutları sergiliyorlar... Anayasal bir görev olarak irtica ile mücadele etmeleri gerekirken onun yaşatılması için çaba gösterenler ise ulusla alay edercesine, irtica tehdidinin bulunmadığını, irticanın yasalarda belirtilen bir suç sayılmadığını, tanımının dahi olmadığını ileri sürerek, büyük Türk ulusu önünde içmiş oldukları andı unutmuş görünüyorlar!.. Türkiye’de irtica tehdidinin toplumsal çıkışla her gün vurgulandığı bir ortamda irtica yanlıları ise ‘‘Biz varız , sokaklardayız, cami avlularındayız, her ortamdayız, buradayız, karşınızdayız’’ diye haykırmaktadırlar! Türkiye’de irtica ile mücadele etmesi gereken kurumlar artık irtica yanlılarının işgali altındadır. Adeta ‘‘kuzu kurda, tavşan tazıya, gem azıya’’ teslim edilmiş durumdadır. İrtica yanlılarının egemen olmadığı kamu kurum ve kuruluşlarının sayısı her gün giderek azalmaktadır. Siyasal İslamın, şeriatın ve irticanın iç içe olan konumunu görmezden bilmezden gelenler, aslında onun bu yapı içindeki yandaşlarıdırlar. Onlar böyle bir tehlikenin varlığını inkâr ederek mücadele zeminini yok etmeye çalışmaktadırlar!.. Türkiye bugün kesim yerine götürülmekte olan kurbanlık bir koyun gibi direnmekte ama boynundan çekilip sürüklenmektedir. Yürekleri yakan kurtulma çabaları, ne yazık ki işe yaramamaktadır!.. T Ü İrticanın inkârcıları Gelişmeler bu şekilde sürerse bir gün gelecek Türkiye’de irtica tehdidinden bahsetmek dahi mümkün olmayacaktır. Çünkü bugün iktidarda olan irtica, yakında irticaya karşı eylem ve söylemleri de suç sayacaktır. Zaten bu yolda altyapı oluşturulmaktadır. Bu gidiş hiç kuşkusuz, gelecekte atılacak daha ileri adımlarla doruğa tırmanacaktır. ‘‘Bu kadarı da artık olmaz, olamaz!’’ diyebilenler varsa, geçmişten bugüne ulaştığımız noktaya bakarak, bu yargının haklılığını anlayacaklardır!.. Şimdi iktidarda olan irtica; ‘‘Laiklik yeniden tanımlanmalıdır.’’ ‘‘İrtica diye bir tehdit yok. Bu tür açıklamalar ülkeyi geriyor.’’ ‘‘Yasalarda irtica suçu diye bir suç yoktur.’’ ‘‘Biz devlet, hükümet ve güvenlik güçleri D olarak hassasiyetle irticanın üzerine gidiyoruz.’’ ‘‘İrticanın Türkiye’de bir tehlike oluşturduğu kanısında değilim’’ söylemleri ve de irtica yanlısı eylemleri, ardında durarak irticayla mücadele eden kişi, kurum, kuruluş kim varsa, onlarla kapsamlı bir mücadeleyi sürdürmektedir. Takındıkları tavır, izledikleri yöntem ve uyguladıkları işlemler her alanda bir yandaş kitle yaratma çabasına dönüşmüştür. Ne acıdır ki toplumda bir kısım ilkesiz kişilik sahipleri ise çıkarları ve beklentileri nedeniyle bu girişimde kendileri açısından uygun bir konum yakalamayı ummaktadırlar!.. Cumhuriyetin temel değerlerine ve anayasal niteliklerine karşı olanların, yönetimde en üst düzey makamlara ulaştığı; birçok kurum ve kuruluşun tarikatların işgali altında olduğu; öğretim kurumlarında öğretimin, ulusal çizgiden dinsel çizgiye saptırılarak genç beyinlerin dogmalarla ve hurafelerle doldurulduğu; kamuya açık alanlarda dinsel yoğunluklu şekil ve görüntülerin özenle ve özellikle oluşturulduğu; ‘‘Devrim Yasaları’’na rağmen sokakların caddelerin takkeli, cüppeli, sarıklı, çember sakallı, kara çarşaflı mürtecilerle dolduğu, ama kolluk kuvvetlerince bu kişilerin cumhuriyet savcılarının ve de yargıçların önüne çıkarılmadığı; devlet televizyonlarında Cumhuriyet değerlerini hedef alan yıkıcı programların yapıldığı; şeriat yanlılarının açıktan açığa devlete meydan okuduğu Türkiye’de, ‘‘irtica artık laik Cumhuriyet için bir tehdit ve tehlike olma boyutunu aşmış, yaşayan bir gerçek olmuştur. İrtica Türkiye’yi tümüyle teslim almıştır. İrtica Türkiye’de iktidar olmuştur. İrtica bugün kapkaranlık gölgesiyle Türkiye’nin üzerine oturmuştur. Yasalarda belirtilen eylemleri suç olarak görmeyen devlet katındaki irtica yanlıları, söylemleriyle yobazlara, bağnazlara, şeriatçılara yol göstermektedirler!..’’ İrtica bugün, umduğu uğursuz sonu görmek isteyen bir akbaba gibi Türkiye’nin başında bekleyip durmaktadır!.. Can çekişen Türkiye’ye daha büyük bir iştahla saldıracağı zamanın özlemiyle kıvranmaktadır!.. Gelinen nokta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda belirtilen Cumhuriyetin temel niteliklerini savunmak; Türkiye Cumhuriyeti’ni sahip olduğu bu niteliklerle yaşatmak, her kurum ve kuruluşun yanında her yurttaşın da görevidir. Bu niteliklere karşı olanların eylem ve söylemlerinin engellenmesi de bu görevin içindedir. İç içe geçmiş olan, siyasal İslamın, şeriatın, irticanın yeşertilmesi ve yaşatılması için, demokrasi ve özgürlük zeminini kullananların önünde duramayan bir Türkiye Cumhuriyeti’nin, nasıl bir sonla karşılaşacağını görebilmek için geçmişten geleceğe yönelen bir bakışla bakmak yeterli olacaktır!.. Türkiye’nin 83 yılda geldiği bu nokta, onun gelecekte nereye götürülebileceğinin de açık bir göstergesidir. Türk ulusu, varlığına yönelen ve artık tehdit boyutunu aşarak yaşam aşamasına geçen irticanın yok edilmesi için gerekli adımları atmalıdır. Bu adımların neler olduğunu her kurum ve kuruluş, her yurttaş düşünüp bulmalı ve de ne yapacağını ona göre kararlaştırmalıdır... İrtica, ABD ve AB Küresel egemenliğini pekiştirmek için özellikle Ortadoğu’da ulus devletlerin varlığına karşı çıkan ABD, bu yönde oluşturduğu ‘‘Büyük Ortadoğu Projesi’’nde temel bir model olarak seçtiği Türkiye’de ‘‘ılımlı İslam’’ı uy ‘Büyük Devlet’ Nasıl Olunur?.. Doç. Dr. Hüner TUNCER übnan’da konuşlandırılması öngörülen BM Barış Gücü’ne ülkemizin de asker göndermek yoluyla katkıda bulunmasına, Sayın Başbakan gerekçe olarak, böylelikle Türkiye’nin de ‘‘büyük devlet’’ statüsüne sahip olabileceğini öne sürmektedir. ‘‘Büyük devlet’’ olabilmenin kriterleri nelerdir?.. BM Barış Gücü’ne asker göndermekle, bir devlet ‘‘büyük’’ statüsüne sahip olabilir mi?.. Bir devlet eğer iç ve dış politikasında, maliye, ekonomi ve kültür alanlarında tam bağımsız ise, işte ancak o zaman ‘‘büyük’’ bir devlet olarak nitelendirilebilmeye hak kazanabilir. Şu anda olduğu gibi, ülkemiz eğer iç ve dış politikasıyla, ekonomisi ve kültürüyle dış dünyaya bağımlıysa, BM’nin etkinliklerine ne denli çok katkıda bulunursa bulunsun, hiçbir zaman ‘‘büyük’’ bir devlet olarak sayılamaz. Türkiye, Büyük Atatürk’ün zamanında ‘‘büyük’’ bir devletti. Büyük Atatürk’ün önderliğinde, ülkemiz, tam bağımsız bir dış politika izlemekte, ABD ve Avrupa’nın karşısında eğilip bükülmemekte, onların buyruklarına kulak asmamakta ve kendi doğru bildiği yolda yürürken hiçbir yabancı devlete ya da topluluğa ödünde bulunmamayı ilke olarak kabul etmekteydi. BM’nin öncüsü niteliğini taşıyan ve uluslararası topluluğu temsil eden Milletler Cemiyeti örgütüne dahi, ancak bu örgütün çağrısı üzerine üye olmayı kabullenmek gibi ilkeli ve onurlu bir davranış sergilemekteydi. Avrupa Birliği’ne yalvarıp yakararak üye olmaya çabalamak, ABD’nin yeni Ortadoğu politikası çerçevesinde ülkemize biçmek istediği ‘‘Ilımlı İslam’’ modelini kabul etmek ya da kendini Batılı devletlerin isteklerine boyun eğmek zorunluluğuda hissederek, Lübnan’a asker göndermekle, ‘‘büyük devlet’’ olunmaz!.. Lübnan’a asker göndermekle, ülkemiz, kendini sonu bilinmeyen bir maceraya atmıştır kanımca. Ortadoğu sorunu, geçici ve yüzeysel önlemler alınarak, çözüme kavuşturulacak bir sorun değildir. Bu sorunun te L melinde, Arap devletlerince İsrail devletinin tanınıp tanınmaması, Filistin sorunu ve bölgede İsrail’in, öteki Arap devletlerinin aleyhine sınırlarını genişletme isteği yatmaktadır. Bölgeye BM Barış Gücü’nün gönderilmesi, ancak geçici ve kalıcı olmayan bir çözüm getirebilir; sorunun gerçek nedenlerini sağlıklı ve kalıcı bir biçimde çözüme kavuşturamaz. Hükümetimiz, Türkiye’yi büyük bir devlet yapmak istiyorsa, öncelikle ülkeyi yabancıların buyrukları doğrultusunda yönetmek yerine; Atatürkümüzün yapmış olduğu gibi, kimseye muhtaç olmayan, başı dik, onurlu ve özgüvene sahip bir biçimde yönetmelidir. Atatürk, bir avuç askerle, yorgun, bitkin ve devlete güveni kalmamış olan insanlarla kendinden katbekat güçlü olan Batılı devletleri yenebilmeyi başarmış ve savaş alanında olduğu gibi, barış masasında, yani Lozan’da da tüm büyük devletlere isteklerini teker teker kabul ettirmişti. Atatürk döneminde tüm dünya devletleri, Türkiye’yi ‘‘büyük bir devlet’’ olarak görmekte ve ona saygı duymaktaydı. O büyük devlet adamının ölümünden bu yana ise, Türkiye, büyük bir devlet olmaktan giderek uzaklaşmış ve bugün dış dünyaya bağımlı bir devlet haline gelmiştir. Eğer bugün iktidarda bulunanlar, Türkiye’yi yeniden ‘‘büyük’’ bir devlet olarak görmek istiyorlarsa, her şeyden önce, Atatürkçü düşünce sistemini benimsemeli ve uygulamalıdırlar. O zaman göreceklerdir ki, ülkemiz, BM Barış Gücü’ne katkıda bulunmadan da ‘‘büyük bir devlet’’ olarak kabul görecektir. TC BEYOĞLU İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN İFLASIN KAPANDIĞINA DAİR İLAN MÜFLİS: TUR AVRUPA HAV A YOLLARI AŞ SİCİL NO: 238347/185915 DOSYA NO: 1994/27 Beyoğlu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 25.10.1994 tarih ve 1994/188 esas, 1994/594 sayılı kararı ile yukarıda unvanı yazılı bulunan müflis hakkında verilmiş bulunan iflas kararı bu kerre aynı mahkemenin 26.09.2006 tarih ve 2006/345 esas, 2006/312 sayılı kararı ile iflasın kapatılmasına karar verilmiştir. İflasın kapatıldığı hususu İİK’nin 254. ve 166. mad. gereğince tebliğ ve ilan olunur. Basın: 47620 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle